Kelam Ýlmi ve Ýslam Akaidi
Pages: 1
Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar By: saniyenur Date: 05 Ocak 2012, 15:46:29
b) Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar


Maturidîlik ile Eþ'arüik arasýndaki ihtilaflý meseleleri uzlaþtýr­mak ve baðdaþtýrmak istemeyenler bir taraftan ihtilaflý konularýn sa­yýsýný artýrýrlar. Hadimi Tarikat-ý Muhammediye þerhi'nde bu ihtilaf­larý 73'e çýkarmýþtýr. Diðer taraftan ihtilafa konu olan meseleler ara­sýndaki farký büyük ve önemli gösterirler. Mustafa Sabrý diyor ki:

“Maturidüer insan irâdesinin Allah'ýn irâdesine tabi olduðunu in­kâr ederek, Allah'ýn irâdesinin insan irâdesine tabi olduðunu iddia ediyorlar. “Düzenli bir âdet ve kaide olarak Allah kullarýn fiillerini irâdelerine uygun biçimde yaratýr”, demeleri bunu gösterir. Biz bu görüþü Tahte sultani’l-kader isimli eserimizde tenkit ettik. Bu mezhe­bin tefviz konusunda Mutezileden daha aþýrý ve þiddetli olduðu­nu gördük. Zira Maturidîlere göre Allah'ýn irâdesi tabi, insanýnki metbu olmaktadýr.

“Maturidîler, insan fiili irâde-i cüziye ile müstakillen meydana ge­lir, îrâde-i cüziye Allah tarafýndan yaratýlmamýþtýr. Zira mevcud de­ðildir, derler. Þimdi bakýnýz, insanýn, fiiline yönelik irâdesi, fiildeki istiklâli artmasýn, diye nasýl küçültülmekte... îrâde-i cüziye (küçücük irâde, ufacýk irâde) denilmek suretiyle, doðru olmayan bir biçimde küçük görülmekte, sonra da, düzenli bir þekilde Allah'ýn halk etme fiilini celb etme gibi en büyük tesir bu irâdeye isnad edilmektedir. Adeta irâde-i cüziye fiillerin hâliki þeklinde ortaya çýkmaktadýr. Hat­ta Mutezile, dâiye denilen ve Allah tarafýndan yaratýlan bir arzu ve istekle insan irâdesinin her zaman dilediðini yapamayacaðýný söy­lemek suretiyle kulun irâdesine Maturidüer kadar istiklâl ve serbesti vermemektedir. Onun için Tahte sultani'I-kader isimli eserimde söy­ledim. Þimdi de söylüyorum: Maturidî mezhebinde insan irâdesine, Mutezile mezhebinden daha fazla hürriyet verilmektedir.

“Maturidî mezhebinin insan irâdesine verdiði serbestîliði Mutezile mezhebi vermemiþtir. Biz, Ýslâmýn önem verdiði ve reddedeni kötülediði kadere inanýyoruz. Cüzî irâdesinde hür ve insan irâdesine tabi olan, Maturidî mezhebindeki ilahî irâde anlayýþýna ve kadere deðer vermiyoruz. Biz cebir inancým, Mutezilenin itizaline de, ondan daha þiddetli ve katý olan Maturidîlerin itizaline de tercih ediyoruz. Ma­turidî mezhebine tefviz mezhebi demek, Mutezile mezhebinden daha Çok layýktýr”[49]

Son Osmanlý þeyhülislâmý Mustafa Sabri eskiden Maturidî iken mezhep deðiþtirmiþ ve Eþ'arî olmuþtur. Türkiye'den ayrýldýktan son­ra Arapça olarak yazdýðý Tahte sultanil-kader ve Mevkýfu'I-akl... (4 cild) isimli eserleri neþredilmiþtir. Kendisini kelâm sahasýnda -her ne kadar bazan eski âlimler karþýsýnda eðiliyor ve küçülüyorsa da- yetkili ve hatta müctehid olarak gören bu zatýn fikirlerinde doðruluk Payý vardýr. “Mutezile mezhebi Maturidîlik ismi altýnda sürekli olarak yaþamýþtýr”, diye bir not koymasý oldukça dikkat çekicidir.

Görülüyor ki, Ýbn Sübkî ve Zebidî'nin basit gördüðü ihtilaf ko­nusu olan bir husus Mustafa Sabri tarafýndan oldukça büyütülmüþ­tür. Bu nevi misalleri çoðaltmak mümkündür. Bu duruma göre, “Mu­tezile, insan fiilinin halikýdýr”, sözü ile birden çok ilah kabul etmek­tedir, þeklindeki suçlama manâsýz kalmaktadýr veya bu konuda Mu­tezileye yapýlan hücumun daha aðýrýný Maturidîîere yöneltmek ge­rekmektedir. Zaten Mustafa Sabri de bunu yapmýþtýr. Sýrf irâde an­layýþý ve insan fiili konusundaki anlayýþlarý dikkate alýnarak rivayet edilen, “Kaderiye, yani Mutezile bu ümmetin Mecusileridir”, mealin­de olup mevsukiyeti ve sýhhati þübheli olan hadis üzerinde de bu ba­kýmdan düþünmek gerekmektedir.

Aslýnda meselenin esasý þudur: Muhammed Abduh ve onu takib edenler, Eþ'arüiðin kader ve irâde anlayýþýný Ýslâm cemiyetinin geri kalýþ sebeplerinden biri olarak görmekte, bunun için Matüridîlerin kader ve irâde anlayýþýna yönelmekte idiler. Mustafa Sabri'nin fikir­leri bu harekete gösterilen bir tepkiden baþka bir þey deðildir. Fakat içinde büyük hakikat payý vardýr.[50]

Eþ'arîlikle Maturidilik arasýndaki görüþ ayrýlýklarý bazan teklif ölçüsüne bile ulaþmýþtýr. Ýmam Kerderî'nin Feteva'sýnda Muhammed b. Fazl'ýn þöyle dediðinden bahsedilin “Ýman mahlûktur, diyenin ar­dýnda namaz kýlmak caiz deðildir. Hanefî hocalar Buhara'da ittifak ettiler ki, îman mahlûk deðildir, mahlûktur diyen kâfirdir. Bu yüzden en büyük hadis âlimi Ýmam Buharî memleketinden kovulmuþtur”. (iman Eþ'arilere göre mahlûk, Maturidîîere göre gayr-ý mahlûk­tur),[51] Tuðrul Bey'in veziri Amidülmülk Kündürî zamanýnda Eþ'­arilere minberlerden la'net okunmasý bu konudaki hatýralarýn en acý olanýdýr.

Âyetlerde ve sahih hadislerde açýk ve kesin þekilde ifade edilme­yen, sahabe ve tabiûn zamanýnda üzerinde durulmayan, hatta ne ol­duðu bilinmeyen bahis konusu ihtilaflarý itikad ve iman konusu ola­rak deðil, fikir ve kanâat meselesi olarak görmek ve deðerlendirmek daha doðru olur. Aksi takdirde bu gibi mevzularda deðiþik düþünce­lere sahib olanlarýn yekdiðerini bid'atcý veya sapýk veyahut da kâfir olarak görmeleri ve itham etmeleri iþten bile deðildir. Fikir ve inanç tarihi bize örnek teþkil edecek misâllerle doludur.

Ýmam Gazali, itikadý mezhepler arasýndaki farklar konusunda dikkate deðer bilgiler verir: “Söz, fiil ve akideler konusunda halk bir þeyi benimserken veya reddederken, kendilerine önceden öðretilen ve telkin edilen fikirlere ve inançlara baðlý kalýr. Onlarý, bu gibi evhama tabi olmaktan vazgeçirmek mümkün olmaz.

“Saf akla tabi olmaya, Allah'ýn kendilerine hakký hak olarak gös­terdiði ve ona tabi olma gücünü verdiði Hakk dostlarýndan baþkasý güç yetiremez. Eðer itikadý konularda bunu tecrübe etmek isterse­niz, þöyle yapýnýz; Avamdan olan bir Mutezile mezhebi mensubuna bir meseleyi makul ve açýk olarak anlatýnýz. Göreceksiniz, anlattýðý­nýz þeyi derhal kabul edecektir. Sonra bu zata deyiniz ki: Kabul et­tiðin mesele Mutezilenin deðil, Eþ'arüerin görüþü ve akîdesidir. O za­man göreceksiniz, bu zat evvelce kabul ettiði meseleyi reddedecek, onu kabul etmekten vazgeçecek ve kaçýnacaktýr. Biraz evvel kabul ve tasdik ettiði bir meseleyi az sonra red ve tekzib edecektir. Bunun sebebi, küçüklüðünden beri Eþ'ariler hakkýnda su-i zan sahibi olma hususunun ruhuna yerleþmiþ, kalbine ve zihnine kök salmýþ olma­sýdýr.                                                                                                   

“Ayný þekilde avamdan olan bir Eþ'ariye makul bir hususu anla­týnýz. Göreceksiniz bunu hemen kabul edecektir. Sonra bu þahsa de­yiniz ki: Kabul ettiðiniz bu görüþ ve akîde Mutezile mezhebine aittir. Göreceksiniz. tasdik ettiði bir hususu bu sefer tekzib edecek ve bu sözü kabul etmekten kaçýnacaktýr.

“Bu sadece avamýn ve halkýn huyu ve âdetidir, demiyorum. Be­nim gördüðüm, âlim ismini alanlarýn çoðunun huyu ve âdeti de bu­dur. Âlim geçmen bu kiþiler esas itibariyle taklidçilik bakýmýndan avamdan ayrýlmýþ deðillerdir. Avam ve halk bir mezhebi delile bak­madan taklid ederler, âlim geçinenler ise buna ilâve olarak mezhe­bin dayandýðý delilleri de taklid ederler. Bunlar hak olaný araþtýrmaz­lar. Taklid ve görenek yolu ile hak diye benimsedikleri akideleri des­teklemek ve delillendirmek için çare arar ve araþtýrmalar yaparlar. Kendilerine göre, inançlarýný destekleyen bir þeye tesadüf ettiler mi, delil bulduk, kanâatimizi saðlam delillerle ispatladýk derler. Mezhep­lerinin zayýf olduðunu ortaya koyan bir þeye rastladýlar mý, (kendi­lerinden þüphe ederek) bize þüphe ârýz oldu, tereddüd hasýl oldu, der­ler. Taklid yolu ile derledikleri ve edindikleri akideleri asla terketmezler. Taklid yolu ile sahip olduklarý akidelerine aykýrý düþen her þeye þüphe ve tereddüd, uygun düþene ise delil adýný verirler.

“Hak olan bu deðil, bunun zýddýdýr. O da þudur: Esas itibariyle hiç bîr akideyi benimsemiyeceksin. Delile bakacaksýn, delilin gere­ðine ve gösterdiði þeye hak, zýddýna bâtýl adýný vereceksin”[52] .

Gazali'nin bu sözleri çok doðrudur. Eþ'arîlere veya Mutezileye ait olan bazý meseleleri, tamamýna yakýn bir kýsmý Maturidî olan Anadolu halkýna, hocalarýna, ve hatta âlimlerine makul, mantýkî, inandýrýcý ve açýk bir þekilde anlatýnýz. En azýndan kimse buna itiraz etmez. Hatta anlattýðýnýz fikirlerin Bakillanî'ye veya Kadý Abdülcebbar'a ait olduðunu da söyleyiniz. Yine kimse ses çýkarmaz. Çünkü birinci zatýn Eþ'arî, ikincisinin Mutezile âlimi olduðunu bilmezler. Sonra anlattýðýnýz þeyin Maturidî mezhebine aykýrý olduðunu söyle­yiniz, iþte kýyamet o zaman kopar.

“Ben Maturidî mezhebindenim”, diyen nice hocalara, “Bir mesele ortaya getiriniz ki, o meselede Eþ'arîler, Mutezile, Þia ve Haricîler ay­rý, Maturidîler daha baþka türlü düþünmüþ olsunlar da siz de bu gö­rüþler arasýnda Maturidî görüþünü tercih etmiþ olasýnýz”, deyiniz. Gö­receksiniz böyle bir mesele ortaya koyamayacaklardýr.[53]


[49] Mustafa Sabri, Mevktfu'l-akl, î, 403, 413, 418, 419  (Mýsýr, 1950).

[50] . Abduh'tm Maturidî akaidinin tesirinde kaldýðý konusunda bk; Fethullah Huleyf, Kitabu't-tevhid'in Önsözü, s. 10.

[51] Þeyhzâde, s. 46.

[52] Gazalî, el-îktisat ji'l-iiikad, s. 88   (Mýsýr, 1962).

[53] Sadreddin Taftazani, Kelâm Ýlmi ve Ýslâm Akaidi (Þerhu’l-Akaid, Hazýrlayan Süleyman Uludað), Dergâh Yayýnlarý: 52-56.


radyobeyan