Kelam Ýlmi ve Ýslam Akaidi
Pages: 1
Araz By: saniyenur Date: 03 Ocak 2012, 20:33:36
2. Araz


“Araz, bizatihi ve kendi kendine kâim olmayan þeydir”
Araz baþkasý sayesinde vardýr, sýfatýn mevsûfuna mahsus ol­masý gibi veya mekânda yer kaplamasý bakýmýndan baþkasýna tabi­dir. Nitekim bu konu evvelce açýklanmýþtý. “Araz var olmak için baþ­kasýna tabidir”, sözü, bazýlarýnýn zan ve vehm ettikleri gibi, mahal olmadan arazýn varlýðýný düþünmek imkânsýzdýr, manâsýna gelmemektedir. Bu, sadece arazlarýn bazýlarýnda söz konusudur.

“Arazlar cisim ve cevherlerde hadis olur, meydana gelin Renk­ler, oluþumlar (ekvân), tatlar ve kokular gibi”

“Araz cisim ve cevherlerde meydana gelir”, kaydý Allah Taâlâ'nýn sýfatlarýnýn araz kavramýna dahil olmasýndan sakýnmak ve tari­fin eksiksiz olmasýný temin içindir, denilmiþtir.

Renkler: Esas renk ikidir, beyaz-siyah. San-kýrmýzý ve yeþil de (beyaz ve siyah gibi temel) renktir, diyenler de olmuþtur. Öbür renkler terkip suretiyle meydana gelir.

Oluþumlar: (Kevn-fesad. Ekvân cisim, madde ve unsurlar­da meydana gelen) birleþme-aynlma ve hareket-sükûn gibi þeylere ekvân denir.

Tatlar: Dokuz nevidir: Acý, yakýcý, tuzlu, buruk, ekþi, may­hoþ, tatlý, yaðlý ve tatsýz. Bunlarýn birbirleriyle birleþmeleri itiba­riyle sonsuz tatlar meydana gelir.

Kokular: Bunun da birçok çeþitleri vardýr, bunlarýn özel ola­rak aldýklarý isimler de yoktur. Doðru olarak görünen odur ki, ekvân sadece cisimlerde bulunur. (Atomlarda, unsurlarda ve cevher-i ferdde bulunmaz) [37].

Âlemin a'yân ve araz'dan ibaret olduðu; cisim ve cevherlerin a'yân olduðu böylece sabit olduktan sonra diyoruz ki: Bunlarýn tü­mü hadistir. Bazý arazlarýn hudûsu müþahede (ve tecrübe) ile sabit­tir: Sükûndan sonra hareketin, karanlýktan sonra ýþýðýn, beyazlýk­tan sonra siyahlýðýn gelmesi gibi.

Diðer bazý arazlarýn hudûsu delille sabittir: Yukarýda sayýlan þeylerin zýdlarmda olduðu gibi yokluk halinin arýz olmasý ve mey­dana çýkmasý gibi. (Kýyas ve delil: Var olan hareket hadistir. Zira ona yokluk arýz olmaktadýr. Kendisine yokluk arýz olan her þey ha­distir. O halde mevcut hareket de hadistir. Hareket gelince sükûn, sükûn gelince hareket yok olmaktadýr). Þüphe yok ki “kýdem ademe zýddýr”. (Kelâm prensibi, yani ezeliyet ile yokluk birbirine zýddýr). Bundan dolayý kadîm eðer vâcib lizâtihî (vacibü'l-vücûd, varlýðý za­ruri ve kendi kendine) ise, durum açýktýr. Eðer kadîm varlýk vâcib lizâtihî deðilse, zaruri bir þekilde ona istinad etmesi lazým gelir. (Vacib lizâtihî olmayan bir kadîmin var olabilmesi için vâcib lizâtihî olan kadîme, mecburen dayanmasý gerekir). Zira kasd ve irâde ile bir þeyden meydana gelen bir varlýðýn hadis olmasý zarurîdir. Hal­buki kadîm olmayý icabettiren lizâtihî vacibe dayanan kadim, varlýk (sürekli olarak) kadîmdir. Malûlün illetten geri, neticenin sebepten sonra kalmasýnýn imkânsýz oluþu gibi kadîm varlýk da lizâtihi kadîm olan varlýktan sonraya kalamaz.

(Kadîm olan bir þey yokoîmaz, kasd ve irâde ile kadîme daya­nan bir þey hadistir. Kasd yolu ile kadîm bir varlýðýn, kadim olan di­ðer bir varlýða istinad etmesi mümkün deðildir.

(Kelâmcýlarla filozoflar, þu noktada ittifak etmiþlerdir: Kadim olan bir þeyin fâil-i muhtar'a ve hür iradesiyle iþ yapan ezelî bir varlýða istinad etmesi mümkün deðildir. Çünkü bu duruma göre ka­dîmin fâil-i muhtar'dan çýkmadan evvel bir kasd ve irâdenin bulun­masý gerekir. Böyle olan bir kadîm varlýðýndan evvel yokluk bulu­nan bir varlýktýr. Onun için de kadîm deðil, hadistir. Kelâmcýlara gö­re kadîm bir varlýðýn fâil-i muhtara istinad etmesi ve ondan sudûru caiz ve mümkün olmadýðý için Allah'tan baþka kadîm varlýk yoktur. Felsefeye göre âlem kadîmdir, kadîm olan âlemin fâil-i muhtara is­tinad etmesi ve ondan sudûru imkânsýz olduðu için Allah fâiî-i muh­tar deðil, mûcibün bi'z-zattýr).

A'yân (ve maddeler) de hadistir: Zira maddeler hadis ve sonra­dan olan þeylerle beraber bulunur, onlarsiz deðildir (ecsâm a'razdan hâli deðildir). Behemehal hadis þeylerle bulunan bir þey hadistir. (Ha­vadisten hali olmayan, hadis þeylere mahal olan þey de hadistir).

Birinci öncülün izahý þudur. Hareketsiz ve sükûnsuz madde yok­tur. Bu iki þey ise hadistir. Maddenin hareketsiz ve sükûnsuz olma­masý þu tarzda açýklanýr: Cisim ve cevher mutlaka bir hayyizde ve mekânda oluþ (kevn) halindedir. Eðer bîr cisim ve cevher daha ev­vel bulunduklarý mahalde, aynen diðer bir oluþla bulunuyorsa, o cisim sükûn halindedir. Þayet daha evvel var olduklarý yerde, diðer bir oluþla bulunmuyorlarsa, aksine diðer bir mahalde bulunuyorsa, o madde hareket halindedir. “Hareket iki yerdeki iki anda iki oluþ­tur”, “”sükûn, bir mahaldeki iki anda iki oluþtur”, demelerinin manâ­sý budur.

Ýtiraz; Bir mahalde bulunan maddenin, baþka bir oluþtan sonra olmamasý esas itibariyle mümkündür. (Bir cismin iki yerde, iki za­manda, iki oluþta veya bir yerde iki zamanda iki oluþta bulunmasý þart deðildir): Nitekim hudüs (ve var oluþ) anýnda durum böyledir. Bu takdirde madde ne hareket ne de sükûn halinde olur.

Cevap: Bu itirazýn bize bir zararý olmaz. Zira bu duruma göre de iddiamýz .kabul edilmiþ olur. (Yani cisimlerin hudûsu böylece tes­lim ve kabul edilmiþ olur,) Kaldý ki burada bahis konusu olan, üze­rinde müteaddid oluþumlar meydana gelen ve bu oluþumlar üzerin­den yeni çaðlar ve zamanlar geçen cisimlerdir.

Hareket ve sükûnun hudûsu: Hareket ve sükûn arazdýr, baki ve devamlý deðildir. “Bir halden baþka bir hale intikal etmekten” ibaret olan hareketin mahiyeti, daha önce baþka bir þeyin (ve hareketin) bulunmasýný gerektirir. Bu ise ezeliyet kavramýna aykýrýdýr.

Diðer bir sebep de þudur: Her harekette bir bitiþ ve istikrarsýz­lýk hali vardýr. Her sükûnun son bulmasý mümkündür. Zira her ci­sim zarurî olarak hareketi kabul eder. Daha evvel yaptýðýmýz açýk­lamalardan anlaþýlmýþtýr ki, “yok olmasý mümkün olan bir þeyin ka­dim olmasý imkânsýzdýr”  (Ademi caiz olanýn kýdemi imkânsýzdýr).

îkinci Öncülün izahý da þudur: Hadis þeylerden hâli olmayan bir varlýðýn ezelde mevcut olduðu kabul edilse, hadis þeylerin ezelde var olduklarýný kabul etmek lâzým gelir. Bu ise imkânsýzdýr. Burada bir­kaç mesele vardýr:

Birinci mesele: A'yânýn, cisim ve cevherlerden ibaret olduðunu gösteren bîr delil yoktur. Esas itibariyle mekânda yer kaplamayan ve bizatihi mümkün olan bir þeyin varlýðý imkânsýz deðildir. Filo­zoflarýn var olduðunu söyledikleri nýüreccet nefs ve akýllar gibi.

Cevap: Burada ispatlanmak istenen iddia, mevcudiyeti delille sabit olan mümkün varlýklarýn hudûsudur. Bunlar da mekânda yer kaplayan a'yân ile arazlardan ibarettir. Mücerred varlýklarýn mev­cudiyetini ispat için ileri sürülen deliller -bu konuda geniþ malu­mat veren eserlerde açýklandýðý gibi- eksiktir.

Ýkinci mesele: Anlatýlan þeyler, bütün arazlarýn hadis olduðunu göstermez. Çünkü birtakým arazlar vardýr ki, onlarýn hudûsu da zýdlarýnýn hudûsu da müþahede (ve duyu organlarý) ile idrâk edil­mez. Meselâ semâlarda var olan ýþýklar, þekiller ve uzamalar (imtidâdât) gibi.

Cevap: Bu hususun, ispatlanmak istenen maksada bir zararý yoktur. Zira a'yânýn hudûsu, zarurî olarak arazlarýn hudûsunu da beraberinde getirmektedir. Þüphe yok ki, arazlar a'yansýz kâim ol­maz.

Üçüncü mesele: Ezel, özel bir halden ibaret deðildir ki, cisimle­rin orada var oluþundan, hadis þeylerin de orada mevcud olmalarý lazým gelsin. Aksine, “Ezel, evveliyetin olmamasý” veya “mazi yö­nünden takdir edilen sonsuz bir zamana kadar varlýðýn kesintisiz uzayýp gitmesidir”, diye tarif edilir. “Hadis hareketler ezelîdir” de­menin manâsý þudur: “Hiç bir hareket yoktur ki, sonsuzluða varýn­caya dek ondan evvel baþka bir hareket mevcut olmasýn.” Filozofla­rýn görüþü iþte budur. Onlar, hareketin parçalarýndan hiç bir parça­cýn kadim olmadýðýný kabul ederler. Ancak burada söz konusu olan harekettir,  (Yani hareketin nevi ve cinsidir).

Cevap: Mutlakýn, sadece cüz'înin zýmnýnda bir varlýðý mevcut­tur. Herbir parça hadis olmakla beraber, mutlakýn (ve bütünün) kadim oluþu tasavvur edilemez.

Dördüncü mesele: Her cisim bir hayyiz (ve mekân) da bulunsa cisimlerin sonsuz olmalarý lazým gelir. Çünkü “Hayyiz (mekân), ku­þatan bir þeyin, kuþatýlmýþ bir þeyin dýþ sathýna temas eden iç sat­hýdýr”.

Cevap: Kelâmcýlara göre hayyiz, (hakikî deðil) mevhum bir boþ­luk olup cisim tarafýndan iþgal edilir, cismin boyutlarý bu boþluða nüfuz eder.

Âlemin muhdes ve hadis olduðu sabit olmuþtur. Malumdur ki her muhdes için bir muhdis zarurî olarak lazýmdýr. Bu zaruret, ter­cih yapan bir zat olmadan (varlýðý da yokluðu da eþit olarak) müm­kün olan bir þeyin iki tarafýndan birinin tercih edilmesinin imkân­sýz oluþu gibi bir zarurettir. Durum bu olunca, âlemin de bir muhdisi mevcut olduðu sabit olmuþtur.

“Âlemin muhdisi (Mucidi, Mübdi'i, Muhteri'i, Sâni'i ve Haliký) Allah Taalâ'dýr”

Varlýðý zatýndan olan, var olmak için hiç bir þekilde diðer bir .þeye muhtaç olmayan (uluhiyetle muttasýf bulunan vacibü'l-vücûda ye) zarurî varlýða Allah denir. Allah'ýn varlýðý zarurî deðil de müm­kün olsaydý, âlemden sayýlmasý ve âlem kavramýna dâhil olmasý ge­rekirdi. (Zira âlem mümkündür). Bu takdirde âlemin muhdisi ve mebdei, yani âlemin yaratýcýsý ve kendisinden baþladýðý bir illet (ve prensip) olmamasý gerekirdi. Halbuki âlem, mevcudiyetinin mebdei ve illeti olan varlýða alâmet teþkil etmeye elveriþli olan herþeyin ismidir [38].

Su sözün manâsý da buna yakýndýr: Mümkün olan tüm varlýkla­rý mebdeinin vacib ve zarurî varlýk olmasý þarttýr. Eðer bu varlýk da mümkün varlýklardan kabul edilse, mümkün varlýklarýn mebdei (illeti ve prensibi) olmazdý.

Yukarýdaki delil, teselsülün iptaline ihtiyaç kalmadan Allah'ýn varlýðýnýn delilidir, zannýna bazan kapýlanlar olmuþtur. Fakat du­rum Öyle deðildir. Aksine, yukardaki sözlerle, teselsülün bâtýl ol­duðunu gösteren delillerden birine iþaret edilmiþtir. Bu delil de þu­dur: Mümkün varlýklar silsilesi ve zinciri, birbirine eklenerek son­suza kadar gitseydi, bu, müstakil bir illetin varlýðýna muhtaç olur­du. Bu illetin, silsilenin tamamý veya bir bölümü olmasý mümkün deðildir. Zira bir þeyin kendisinin illeti ve kendi illetlerinin illeti ol­masý imkânsýzdýr. Aksine illetinin haricinde olmasý gerekir. Ýþte bu illet (varlýðý zarurî olan Allah manâsýna gelen) Vâcib varlýktýr. (Mümkünler)  silsilesi burada son bulur.[39]


[37] Araz cevher ve cisim sayesinde mevcut olan, var olmasý için bir ma­halle muhtaç olan gelip-geçici keyfiyet ve vasýflardýr. “Araz bir yer­den diðer bir yere intikal etmez”, “araz, araz ile kâim olmaz”, “bir araz iki yerde bulunmaz”, “arazlar baki ve devamlý olmaz”, “bir araz iki zamanda bulunmaz”, önermeleri kelâm âlimleri tarafýndan birer prensip olarak kabul edilmiþtir.

[38] Kelâmda, sonradan olan ve yaratýlan varlýða hadis ve muhdes, ezeli varlýða kadîm ve muhdis denir. Kadîm varlýðýn bir faile ve yaratana ihtiyacý yoktur. Hadisin vardýr. Kadîm varlýk zaman ve mekânýn üs­tündedir, hadis varlýk zaman ve mekân içinde bulunur. Yokluk ezelî ve kadîm deðildir. Felsefede, var olmasý imkân dahilinde bulunan varlýða caiz ve müm kün, zarurî olan varlýða vâcib, olmamasý zarurî olan varlýða müstakil (Muhal ve mümteni) adý verilir. Mümkün varlýk var veya yok olmasý için baþkasýna muhtaçtýr. Varlýðý zatýndan deðil, baþkasýndandýr. Vâcib varlýk var olmak için baþkasýna muhtaç deðildir, lizatihi vardýr. Müm­künün var olma þansý yok olma þansýna eþittir. Onun için mümkün olan bir þey meydana gelirse, behemehal onun bir sebebi vardýr. Mümkün olan âlemin bir illeti mevcuttur. Mümkün varlýk, varlýðýný devam et­tirebilmek için kendisini var eden illete ve sebebe sürekli olarak muh­taçtýr. Bk. Uludað, Süleyman Kelâm dersleri, s. 55, 61 (îst. 1969).

[39] Sadreddin Taftazani, Kelâm Ýlmi ve Ýslâm Akaidi (Þerhu’l-Akaid, Hazýrlayan Süleyman Uludað), Dergâh Yayýnlarý: 130-135


radyobeyan