Diðer Yazýlar
Pages: 1
Halimiz Vaktimiz Yerinde mi? By: reyyan Date: 03 Kasým 2011, 21:19:37
Halimiz Vaktimiz Yerinde mi?


Haziran 2005 - 78.sayý

Ali YURTGEZEN
kaleme aldý, DÝÐER YAZILAR bölümünde yayýnlandý.


“Hâli vakti yerinde olmak” sözü dün de gýpta edilen bir seviyeyi, bir rüchâniyyeti ifade için kullanýlýyordu. Aradaki fark, “tercihe þayan zenginlik”in niteliðinde.

“Hâli vakti yerinde olmak” yahut “hâli vakti iyi olmak” tabiri, bugün mâiþet kaygýsý taþým ayan , maddî bakýmdan rahat, zengin kimselerin iktisadî seviyesini ve buna baðlý hayat tarzýný tavsif için kullanýlýyor. Tabirin derununda bu seviyenin bir üstünlük hatta bir övgü sebebi sayýldýðý; imrenilen, tercih edilen bir durum olduðu kabûlü de var.

Biz “bugün” dedik ama “hâli vakti yerinde olmak” sözü dün de gýpta edilen bir seviyeyi, bir rüchâniyyeti ifade için kullanýlýyordu. Aradaki fark, “tercihe þayan zenginlik”in niteliðinde. Bugün maddî bir zenginlik kastediliyor ama eskiden manevî lütuf ve ihsanlara mazhariyetle nâil olunan bir irtifa kastediliyordu bu sözle. Erbâbý bilir; hâl de vakt de sûfi ýstýlahatýndandýr ve madde ile mal mülk ile hiç alâkasý yoktur.

Öyle ise gelin, “Hâlimiz vaktimiz nicedir?”, hâl ile vaktin niceliðine bakýp öðrenmeye çalýþalým.

“Hâl”, “ Kaal”e gelmiyor


Lügatte “durum, keyfiyet, þimdiki zaman, tâkat ” gibi manâlar taþýyan hâl, tasavvufta “sâlikin kesbi olmadan, tasannusuz, tekellüfsüz, kalbine lâyýh olan manâlar ile bu manâlarýn iktizasý”dýr. Baþka bir tarife göre de “kalbe vârid olan rabbanî fazl ve lütuflar”dan ibarettir. Tarifler üzerinde oyalanmanýn faydasý yok. Esasen hâl, kaale gelmeyen bir keyfiyettir. Ancak yaþanarak, olunarak, hakk'al - yakîn ile bilinebilir. Kaldý ki hâlin ifþâsýna , olur olmaz yerlerde anlatýlmasýna da ruhsat verilmemiþtir. Nihayet, ince bir meseledir; halden anlayan bir mürþîd -i kâmilin tasarrufunu gerektiren dakâyiký hâvidir .

Dolayýsýyla bundan sonrasý için kalem oynatmak haddi bilmemek, edeb çizgisini aþmak olur. Öyle ise hâl'in keyfiyetini deðil, ama müþahade edilebilen hususiyetleri ile tasavvuf ulularýnýn bunlara dair ikaz ve tavsiyelerini tekraren ifadeye çalýþalým.

Muhabbet, aþk, þevk, vecd , huþû, istiðrâk, hüzün, havf , recâ , dehþet, hayret, sekr , sahv .. gibi hissiyatýn hâl mi yoksa makam mý olduðu, hâl'in nerde bitip makam'ýn nerde baþladýðý, hâlde devamlýlýk þartý aranýp aranmayacaðý gibi meseleler tarikatlere göre deðiþse de, hâl üzerinde ittifak edilen hususlar daha fazla.

Bunlardan birincisi, hâl'in “ kesbî deðil vehbî olduðu”dur. Cenâb -ý Hakk'ýn, istediði kuluna verdiði bahþîþ ve mevâhib nev'indendir . Ancak “virdi olmayanýn varidâtý olmaz” kavlince, sâlikin bu ihsana liyakât kesbinden sonra tevekküle tevessül etmesi daha güzeldir, edebe uygundur. Gönül, þüphe ve kirlerinden arýndýðý ölçüde ilahî ilhamlara mesken olabilir. Sâlikin kalbine bahþedilen nimetler, onun riyâzetinin derecesi ve samimiyeti miktarýncadýr.

Ýkincisi, bir his veya buna baðlý davranýþýn Rabbanî bir varidât olup olmadýðý, ancak mürþîd-i kâmil mihengiyle anlaþýlýr. Kalbe vârid olan ilhâmat , nefsten veya þeytandan da neþ'et edebilir. Hâl'in mahiyetini tayin için de, iktizâsý için de mürþidin murakabesi þarttýr. Hâl ilahî bir lütuf olsa dahi sâlikin dengesini bozup ayaðýný kaydýrabilir. Meselâ, “ havf”in bedbinlik ve ümitsizliðe, “ recâ”ýn da lâubaliliðe, amel ve ibadette gevþekliðe sürükleme tehlikesi vardýr; muvazene ancak bir mürþîd -i kâmil elinden tutularak saðlanabilir.

Büyüklere “hâl-hâtýr” sorulmaz


Yeri gelmiþken bu mevzuun dile akseden bir baþka tarafýný da ele alalým. Hâl'in kalbe isabet eden ilhâmat kýsmýna tasavvufta havâtýr da denir ki, hâtýr kelimesinin çoðuludur. Hâtýr, ekseri hâl manâsýna kullanýlýr. “Hâl hâtýr sormak” deyiminde böyledir. Hâl'in zâil olmasýndan sonra, tesiri sebebiyle akýlda kalmasý, hâtýr'a akýl ve hâfýza manâlarýný kazandýrmýþ; yaþandýktan sonra akýlda iz býrakan ve unutulamayan hadise yahut hallere de hâtýra denmiþtir. Bilâhare mecâz-ý mürsel yoluyla, hâl-mahâl münasebetinden dolayý hâtýr kelimesi gönül manâsýna da kullanýlýr olmuþtur.

Bu yüzden, birinin “hâlini hâtýrýný sormak”, o kiþinin “halinin vaktinin nasýl olduðu”nu öðrenmeye ve deðerlendirmeye matuftur. Eskiden çocuklar terbiye edilirken büyüklere istifsâr -ý hâtýrdan kaçýnmalarý öðütlenirdi. Þimdi bu inceliðe dikkat edilmiyor. Büyüklere, husûsen hocaya ve mürþîde þahýslarýyla alâkalý sual sormak yakýþýk almadýðý gibi, “Hâliniz hâtýrýnýz nasýl?” veya “Hâliniz vaktiniz yerinde mi?” diye sormak da edebe aykýrý bulunurdu. Bizim geleneðimizde “hâl- hâtýr sormak” büyüklere mahsustur. Gençlerin, büyüklerinin “ hâtýrýný hoþ etmesi”, onlarýn durumuyla alâkadar olmasý elbette gerekir ama bunun soru cümleleriyle deðil, niyaz ve temennî ifadesi taþýyan cümlelerle yapýlmasý istenir.

Sofi “Ýbnü'l-Vakt”tir


Zaman manâsýna gelen vakt , tasavvufta hem hâl gibi bir lütuftur hem de hâl'in mütemmim cüz'üdür. Bu sebeple hâl ile vakt birlikte kullanýlýr ve çok zaman da birbirine karýþtýrýlýr. Yine fazla izahata girmeden vakt ile bilhassa kastedilen iki manâya iþaret edelim.

Birincisi, vakt elbette kalbe varid olan ilhâmýn zamanýdýr ama daha ziyade o hâl'in önceki ve sonraki hâl ile çok kat'i bir þekilde kopu þunu, ilintisizliðini anlatmak için kullanýlýr. Bu da içinde bulunulan âný en feyizli þekilde yaþama, geçmi þ ve gelecekle alâkadar olmama prensibini ilzâm eder. Vaktin iyi veya yerinde olmasý, sâlikin içinde bulunduðu ân'ý hâline uygun bir þekilde idrâk etmesi, yahut sadece o hâle tahsis kýlabilmesidir. Bu manâda vakt , hâlin gereðini hemen, o anda yapmak, hâle uygun davranýþý ertelememek, hâlin zayiinde de o durumu tekellüfle sürdürmeye çalýþmamaktýr.

Ýkinci olarak vakt , hâlin kul üzerindeki tasarrufunu mümkün kýlan ilahî bir ikramdýr. Mâlum , kelime-i tevhidde önce lâ ile Allahu Teâlâ'dan gayrýsý nefyedilir. Zikirde de böyle olmasý gerekir. Yani zâkir evvela baþkalarýný nefyedecek, sonra Allahu Teâlâ'yý zikredecektir. Ýnsanýn kendi nefsi de bu baþkalarýna dahildir . Bu sebeple hakikî zikirde insan Allah'ý anarken kendini unutacak dereceye gelmeli, Allah'ýn zikrinde kendini de kaybetmelidir. Bu istiðrâk hâlidir. Bu halde zikrin, zâkirin fenâsýyla fenâ bulmamasý için Cenâb -ý Hak vakt'i ihsan ederek kulun nasiplenmesini onunla mümkün kýlar. Vakit sâliki kuþatýr, hâli üzre tutar.

Bu iki sebeple, yani “içinde bulunulan ân'ý öncesi ve sonrasýyla meþgûl olmadan en feyizli þekilde deðerlendirme gayreti” ile vaktin “hâlin tasarrufunu mümkün kýlmasý keyfiyeti”, sâliki vakt'e tâbi' eyler. O artýk ibnü'l-vakttir ; vaktin çocuðu yahut uþaðýdýr. Ýbnü'l vakt , vaktin hükmüne kayýtsýz þartsýz teslim olmu þtur. Yani gayb perdesinden her ne ki lâyýh ve zâhir olmuþsa ona icâbet edip iktizâsýnca davranýr demektir; sülûkta bir mertebedir.

Dikkati çekmiþtir; biz hâl ve vakti sülûkun baþlangýcýndaki safahat çerçevesinde mevzu ettik. Hal ve vakt elbette sonraki makamlar için de vâkidir . Nitekim ibnü'l-vakt'in fevkinde ebü'l-vakt vardýr. Lâkin biz “hâli vakti yerinde olmak” tabirinden yola çýkmýþtýk ve niyetimiz bu sözün ne manâya geldiðini izah etmekti. Tabir, sülûkunun baþlangýcýnda müridin durumunu tesbit makamýnda kullanýldýðý içindir ki izahatý yolun bidâyetinden devþirdik.

Hâsýl-ý kelâm, yol almakta olan bir mürîde arada bir mürþîdi tarafýndan hâli ve hâtýrý yahut hâli ve vakti sorulur. Mürþîd , aldýðý cevaplar ve müþahedesi neticesinde sâlikin hâl ü vaktinin iyi veya yerinde olup olmadýðýný tayinle buna münasip vazifeler tevcih eder. Bir müridin hâlinin vaktinin yerinde olmasý, onun mesafe aldýðýnýn, manevi irtifa kaydettiðinin, ilerleme isti'dâdýnýn , teslimiyet ve riyâzetindeki kemâlin iþaretidir.

Yoldaki insanlarýn zaman zaman hâl ve vakitlerinden kendi kendilerine sual edip yüz aðartýcý bir cevap hazýrlamalarý gerekiyor. Ýmdi soralým bakalým ey yoldaþlar, “hali vakti yerinde olmak”tan ne anlýyor, bunun için neye itibar ediyoruz? Ve daha mühimi, hâlimiz vaktimiz hakikaten iyi mi?


radyobeyan