Tencere
Pages: 1
Al sana diploma! By: reyyan Date: 03 Kasým 2011, 20:39:44
Tencere


Haziran 2005 78.SAYI


Ferzan TOPATAN
kaleme aldý, TENCERE bölümünde yayýnlandý.


Al sana diploma!


Geçen gün Heyhat abi aradý, biraz konuþtuk, dertleþtik. Bir iþ için beni yanýna çaðýrdý. Neyse, buluþtuk ve onun diplomasýný almak için Ýlahiyat'a gittik. Çok alakasýz bir sebeple çalýþtýðý yerden diplomasýný istiyorlarmýþ. Ýlahiyata birlikte gidersek kendini daha rahat hissedecekmiþ.

Heyhat abi Ýlahiyat mezunu ama kimse pek bilmez bunu. Bunca zamanda gidip diplomasýný almamýþ.

Neyse, vardýk. Okula biraz erken gelmiþiz. Öðrenci iþleri kapalý. Bahçede oturduk. Heyhat abi etrafý seyrediyor. Öðrenciler, kuþlar, aðaçlar, çekirdek kabuðu taþýyan karýncalar... Ba þ ýný yukarý kaldýrdýkça bir þeyler canýný sýkýyor, geri karýncalara dönüyor. Eski anýlar filan depreþiyor herhalde diyorum içimden. Yoksa öðrencilerin þakalaþmalarýna mý takýlýyor? Bunlarý düþünürken önümüzde biri bitti.

- Heyhat, bu sen misin? diye sordu gürlek bir tavýrla.

Heyhat abi de onu tanýdý ama pek mutlu olmadý ki, yüzü kamaþtý. Arkadaþ asistan olmuþ, okulda kalmý þ, mastýr yapmýþ, doktora yapmýþ, yapmadýðý þey kalmamýþ ve yakýnda profesörlük bekliyormuþ. Bir çýrpýda bunlarý anlatýverdi ve nihayet Heyhat abiye burada ne aradýðýný sordu. Heyhat abi diplomasýný almaya geldiðini söyleyince bizimki koca koca güldü:

- Yahu dostum, tam yirmi yýl olmadý mý mezun olalý! Þimdiye kadar diploma hiç mi lazým olmadý? Bi ' dakka yahu, sahi sen ne iþ yapýyorsun, diye sordu.

Heyhat abi bir an durdu, adamýn ta gözlerinin içine bakarak cevap verdi:

- Düðünlerde zurna çalýyorum.

- Ya , dedi adam þaþkýnlýkla, zurna mý? Ýyi de diploma þimdi niye lazým?

Heyhat abi tereddütsüz cevap verdi:

- Resmi bir düðün iþi çýktý da, onun için lazým!

Oy oy oy ... Heyhat abim benim! Burnunu balta kesmeyen adamý da, sistemi de soktun çýkardýn boyacý küpüne!

O heykel kim?

Heyhat abiyle dalgýn bir þekilde yürüyoruz. Ben bir þeyler anlatýyorum ama Heyhat abi baþka yerde. Standartlar Kurumu'nun yanýndan geçerken, kafasýndakileri daðýtsýn diye bahçedeki heykeli gösterdim. Çocukça bir edayla:

- Abi bu heykel kim, biliyor musun, dedim.

Durdu, “burasý neresi yahu?” dedi. Sonra bir kurumun tabelasýna, bir de heykele baktý ve bana dönüp:

- Haa , o mu, dedi, o Standart Paþa.

Ve yürümeye devam etti.

Ben her bahar ev ararým


Biz her bahar ev ararýz. Kiralýk ev. Evet... Þaka yapmýyorum. Mart kedileri yavrularýný yeni doðurmuþtur ki biz ev aramaya baþlarýz. Leylâklar açar, yaðmur bulutlarý aþýklarý arar, biz ev ararýz. Çocuklar teke sakallarýný üflerken, sarý köpek çiçekleri kýrlarý kaplamýþken, tomurcuklar açýlýp mis gibi kokular sabah yollarý kaplamýþken…

Kavak aðaçlarý pamuklanmaya baþladýðýnda hâlâ ev bulamamýþýzdýr. Beni bir düþünce alýr. Balkona bu aralar sýk sýk uðramaya baþlayan iki güvercine, yakýnda iki çirkin-sevimli yavru daha katýlacaktýr. Biz hemen taþýnýrsak onlar n'olur ? Hanýma mahsustan, izin vermeyelim buraya yavrulamasýnlar diye söyledim, onun da yüreði cýz etti.

Bekliyoruz, ev sahibimiz bu sýralar bizi arayýp kira oranýný konuþacak. Ben kontratta yazan miktarý vermeye her zaman razýyým. Ona söyledim, binaya bizden sonra taþýnanlardan bile çok ödüyoruz diye. Adamýn tuzu kuru deðil, tuz tüccarý. Baþka evleriyle kýyaslýyor. Ben bastýrýyorum, bize ne veriyorlar ki size verelim! Biraz geri çekiliyor. Evin aslýnda kardeþine ait olduðunu, onun da kocasýnýn öldüðünü, oðlunu zor þartlarda okuttuðunu söylüyor. Kýz kardeþi dermiþ ki, abi senin kiracýlarýn bu kadar veriyor, bizimki þu kadar, niye böyle? Onlarý fena yakmýþsýn, diyeceðim, edepli davranýp alttan alýyoruz. Vay canýna, bu sene de, ablam haziranda gelebilir senaryosuyla iþi þantaj noktasýna kilitledi.

Gönül istiyor ki hayýrlý, kalender bir ev sahibim olsun, hayýrlý komþularla, senin benim külüm demeden yaþayýp gidelim. Mümkün mü? Çýktýk yine ev arýyoruz iþte. Anne-baba, eþ-dost seferber. Ýstiyoruz ki, madem taþýnýyoruz, yeni evin kaþý da olsun, gözü de olsun.

Önceki ev sahibini anýmsýyorum, Muhlis abi çok efendi bir insandý. Allah için, iyi adamdý. Çok adaletli ve kalenderdi. Evet, vay canýna, biz n'apmýþtýk taþýnýrken? Onu üzmüþ müydük yoksa? Evet üzmüþtük. Aman Allahým! Ýsteyerek deðil, biraz þaþkýnlýkla ama, evet... Yoksa, dedim içimden, bu kader biraz da bu yüzden miydi? Ne yaptýðýmý pek bilmeden montumu alýp sokaða fýrladým.

Eski ev sahibimiz, abimle ayný kurumda çalýþýyor. Yolda hýzlý hýzlý yürürken zavallý Halil abimin de bizim yüzümüzden Muhlis abiyle arasýnýn bozulduðu aklýma geldi. Pek kötü olmasalar da, bizim yüzümüzden bir müddet aralarýna kara kedi girmiþti.

Çalýþtýklarý kurumun uzak bir yere taþýndýðý aklýma geldiðinde bir hayli yürümüþtüm. Giderken bir þeyler almak aklýma geldiðinde ise çoktan taksiden inmiþtim. Etrafýma bakýndým. Doðru olur muydu bilmiyorum ama bir hediye almalýydým. Gönül almalýydým iþte... Hem hediyeleþmek sünnetti. Gerçi çocukluk anýlarým birden beni tedirgin etti (bkz: önceki sayýlar).

Birden, Muhlis abinin evinde kýrdýðýmýz vestiyer aklýma geldi nedense. Bunu karþýmdaki maðazanýn camekânýnda duran portatif vestiyeri görünce mi hatýrladým, yoksa tevafuk mu oldu bilmiyorum. Neyse, paranýn canýna okuyup vestiyeri kucakladým. Ahþap, güzel bir vestiyerdi. Keþke asansöre de sýðsaydý... Beþinci kata geldiðimde bir hayli terlemiþ, vestiyerin boyunun kýsalabildiðini de fark etmiþtim. Güzeldi, bundan bir tane de bizim eve almalýydý. Fakat Muhlis bey yerinde yoktu. Odasýndan taþýnmýþtý. Tarife göre ayný koridorda devam edip saða dönünce, üçüncü küllüðün yanýndaki kapýda duracaktým. Muhlis abi oradaydý. Kapýda biraz soluklanýrken yazýyý gördüm: “En Büyük Müdür Muhlis Þentürk ”. Muhlis abi en büyük müdür olmuþtu. Vay canýna, ne güzel bir haberdi! Muhlis abiye bütün müdürlükler feda olsundu.

Sevinerek içeri girdim. Sekreteri soluklanmam için yer gösterdi. Kim diyelim, dedi. Ferzan , dedim, Ferzan deyin o tanýr. Tanýdý da... Gülümseyen bir edayla beni karþýladý. Dinledi, dinledikçe yüzü asýldý. Önemli deðil, dedi, önemli deðil .. Ben ýsrarla bizim yanlýþ yaptýðýmýzý, hakkýný helal etmesini istediðimi söyledim. Fakat hediyemi takdim ettiðimde çehresi iyice deðiþti. Galiba biraz da kýzdý. Hatta bayaðý kýzdý. Vestiyerle kendimi Halil abinin odasýna zor attým.

Halil abi olanlarý dinledi, kravatýný gevþetti, bir þey söylemeden gözleri büyüyerek bana baktý, çekmecesinden bir hap çýkarýp elleri titreyerek aðzýna attý ve çayýndan bir yudum aldý. Bir süre baþý önde öylece durdu. Halil abi iyi misin, dediðimde baþýný salladý. Meðer abimin yýllardýr beklediði þeflik konusunda, Muhlis abinin görev deðiþikliðiyle birlikte bir iyileþme olacakmýþ. Abim bu konudaki yazýnýn Muhlis abinin önünde olduðunu, bugün yarýn neticelenmesini beklediðini söyledi. Yani her þeyi berbat etmiþtim.

Muhlis abi ne sanmýþ olabilirdi ki!? Halil abim uzandý, radyoyu açtý. O þarký çalýyordu: “Ben her bahar aþýk olurum, yaðmur olur, rüzgâr olurum…” 


radyobeyan