Kendini Bilmek Haddini Bilmektir By: reyyan Date: 01 Kasým 2011, 18:57:47
Kendini Bilmek Haddini Bilmektir
Nisan 2005 - 76.sayý
Halil AKGÜN kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Kendini bilmeyen, kendi dýþýndaki dünyayý anlamlandýramýyor. Asýl önemlisi, kendini bilmeyen insan Rabbi'ni hakkýyla bilme þansýndan mahrum kalýyor. Peki neden? Ýnsan kendi dýþýndaki varlýk alemini bilmek için neden kendini bilmek zorunda?
“Ben” bilgisi, teknik bir felsefe tartýþmasý deðil. Ýnsanýn kendini bilmesi, varoluþunu anlamlý kýlan eylemlerin baþýnda geliyor.
Ýnsan, bu dünyaya ‘öteki'yle, yani kendi dýþýndaki insan ve varlýklarla yaþamak için gönderilmiþ bir varlýk. Ýnsan sýfatýnýn kemale ermesi, ancak kollektif /ortaklaþa bir yaþam ile mümkün. Örneðin konuþmak, ancak sizi dinleyen birinin olduðu bir ortamda anlamlý bir eylemdir. Ayný þekilde, insan tek baþýna kültür ve medeniyet üretemez. Bütün bunlar bireyin dýþýnda baþka insanlarýn ve kollektif yapýlarýn bulunmasýný zorunlu kýlar.
Ýnsanýn bu çevreyle ve kelimenin en geniþ manasýyla ‘öteki' ile iliþkiye geçebilmesi için kendisinin kim olduðunu bilmesi gerekir. Yani kiþi, neleri yapýp neleri yapamayacaðý konusunda bir fikre sahip olmalýdýr. Burada kendini bilmek, doðru iliþkiler içinde bulunmak olarak anlaþýlabilir. Bizdeki tabiriyle insan ayaðýný yorganýna göre uzattýðýnda, kendi haddini de bilmiþ olur. Buna göre kendini bilmek, sadece zihinsel deðil, ayný zamanda ahlâkî bir tavýrdýr.
Fakat kendini bilmenin tek anlamý bu deðildir. Daha felsefî ve manevi bir düzlemde insan kendini bilerek yaradýlýþýn manasý üzerinde düþünmeye baþlar. Burada kendini tanýmak, varlýkla ilgili en temel sorularý sormak anlamýna gelir. Nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bütün bu varlýklarýn anlamý ne? Her þeyin bir gayesi var mý? Bu varlýk alemi içinde benim yerim ne? Benim yaradýlýþ amacým ne? Beni ben kýlan aslî vasýflar nelerdir?
Kendini bilen, Rabbi'ni bilir
Bu sorularý sorduðumuz anda, artýk kendi bireysel dünyamýzýn dýþýna çýkmýþýz demektir. Modern bireycilik felsefelerinin tersine, bu sorularý soran kiþi kendi dünyasýna hapsolmuþ atomize bir varlýk haline gelmez. Ýnsanýn kendi iç dünyasýna yönelmesi onu dýþ dünyadan uzaklaþtýrmaz, bilakis diðer varlýklara yakýnlaþtýrýr. Çünkü kendini doðru tanýyan kiþi, bütün varlýklarýn anlamý ve amacý konusunda derinlikli bir bakýþ açýsýna sahip olur. Böyle bakýnca, kendimiz de dahil, her þeyin ortak bir gaye uðrunda ve tek bir yaratýcý tarafýndan yaratýldýðýný görür.
Bizim geleneðimizde nakledilen bir söze göre -ki kimileri bunu hadis olarak da nakletmiþtir- “kendini bilen, Rabbi'ni bilir”. Buna göre kendimizi bildiðimizde, Rabbimiz'i de bilme imkanýna kavuþuruz. Mefhum-u muhalifiyle, yani tersinden düþünecek olursak, kendini bilmeyen kiþi Rabbi'ni bilemez.
Kur'an-ý Kerim “Allah'ý unuttuðu için Allah'ýn da onlara nefslerini /kendilerini unutturduðu” insanlardan bahseder. Yani Rabbimiz'i bilmek, kendimizi bilmenin adeta bir ön þartýdýr. Çünkü ben bilgisi, doðru tanýmlandýðýnda bizi benlik duygusuna, tekebbüre deðil, asýl geldiðimiz kaynaða götürür. Bu kaynak ilk ve son tahlilde Cenab-ý Hak olduðu için, kendimizi bilmek, Rabbimiz'i bilmek yolunda atýlmýþ önemli bir adýmdýr.
Fakat insanýn Rabbi'ni bulabileceði en önemli yer ne kitaplardýr ne de fizik teorileri. Bu biricik bilginin edinileceði asýl yer insanýn kalbidir. Hz. Peygamber Efendimiz'in “Rabbim alemlere sýðmadý ama mümin kulunun kalbine sýðdý” sözünü hatýrlayýn. Buna göre kalbi Allah'la dolu olan kiþi, kendi iç dünyasýna yöneldiðinde Rabbi'ne yönelmiþ, O'na yaklaþmýþ olur.
Kendini bilmek suretiyle Rabbi'ni bilen kiþi, ayný zamanda haddini de bilmiþ olur. Çünkü kendisinin alem içindeki yerini ve Rabbi'yle olan iliþkisini kavrayan kiþi, kibir gösteremez. Onun için tevazu sahibi olmak, salt ahlâkî bir sýfat deðildir artýk. Tevazu, burada varoluþsal bir anlam kazanýr. Zaten ahlâkî bir erdem olarak tevazu, bizim varlýk mertebeleri içinde sahip olduðumuz yerle irtibatlý ve paralel bir durumun ifadesidir.
Kendini böyle tanýyan insan, “alemi ben yarattým” edasýyla ve kibirli bir þekilde yaþayamaz. Modern hümanizmin insaný ilâhlaþtýran tavrýnýn burada yeri yoktur. “Ýnsan her þeyin ölçüsüdür” demek, artýk felsefi anlamda mümkün deðildir. Varoluþsal tevazu hali içinde olan kiþi, kendini alemin üstünde deðil, onun bir parçasý olarak görür. Bu yüzden ünlü varoluþçu filozof Sartre'in “öteki cehennemdir” fikrine kendi dünyasýnda bir karþýlýk bulamaz.
Böyle bir atýf çerçevesini esas aldýðýmýzda, kendimizi bilmek, bizi narsizme ve bireyciliðe götürmez. Tam tersine insan kendini daha büyük bir varlýk diliminin parçasý olarak gördüðü zaman yalnýz olmadýðýný bilir. Bu ise “ alemde sadece ben varým” fikrine dayalý narsizme karþý en büyük meydan okumadýr.
Bu yüzden kendini bilmek, içine kapanmak deðil, varlýðýn anlamý üzerinde esaslý bir tefekkür ameliyesine giriþmektir. Bu tefekkür bize sadece “ne yapabilirim?” sorusunun cevabýný vermez. Bize ayný zamanda “ne yapmalýyým?” sorusuna doðru cevaplar bulma imkaný tanýr. Bizim zaman ve mekânla olan irtibatýmýz, hep “ben kimim ve ne yapmalýyým?” sorularýna verdiðimiz cevaplarla þekillenir.
Öðrenmenin amacý ne?
Ýnsanýn bütün bilme eyleminin arkasýnda yatan da bu sorulara doðru ve anlamý bir cevap bulma çabasý deðil midir? En önemli soruyu doðru cevaplayamamýþ bir kiþinin, on, hatta yüz tane ikincil soruyu doðru cevaplamýþ olmasýnýn bir anlamý var mýdýr? Bu yüzden Yunus Emre ilim tahsil etmenin amacýný, kendini bilmek olarak tanýmlýyor.
Ýlim ilim demektir
Ýlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktýr?
Hz. Mevlâna'nýn anlattýðý bir hikayeye göre, bir gün bir sultan bir elçisini uzak bir þehre gönderir. Bir emaneti o þehrin valisine ulaþtýrmasýný ister. Elçi yola çýkar. Meþakkatli bir yolculuktan sonra þehre varýr. Þehre geldiðinde valiye emaneti ulaþtýrmak yerine baþka iþlerle meþgul olur. Ýlim meclislerine katýlýr. Þairleri dinler. Pazara gider, alýþveriþ yapar. Ýnsanlarla hasbihal eder. Bu gibi iþlerle uðraþýrken emaneti valiye ulaþtýrmayý unutur ve ülkesine geri döner. Sultanýn huzuruna çýktýðýnda o þehirde yaptýklarýný ve bu gezinin kendisi için ne kadar faydalý olduðunu, ufkunun geniþlediðini anlatýr. Sultan emanetin yerine ulaþýp ulaþmadýðýný sorduðunda, elçi o konuyu tamamen unuttuðunu hatýrlar. Ve çok mahcup olur, özür diler. Sultanýn ona verdiði cevap ise kayda deðerdir: “Ben seni o þehre tek bir iþ için gönderdim. Sen ise onun dýþýnda on iþ yaptýn ama asýl maksadýna ulaþamadýn geri geldin. Var bunun hesabýný sen yap.”
Ýnsanýn ilim ve amelleriyle kendini bilmesi arasýndaki iliþki, bu hikayedeki elçinin aslî göreviyle yaptýðý tali þeyler arasýndaki iliþkiye benziyor. Eðer insan “ben kimim?” sorusuna sahih bir cevap verememiþse, baþka sorulara doðru cevap vermiþ olmasý onun kurtuluþ ve huzuru için yeterli olmuyor.
Enformatik cehaletin her tarafýmýzý kuþattýðý günümüzde, bilgi devrimi masalýný bir kenara býrakýp, kendi benimiz, nefsimiz, varlýðýmýz üzerinde düþünelim. Kendimizi bilmeden “öteki”ni bilemeyeceðimizi yeniden hatýrlayalým.