Evliyalarýn Hayatý
Pages: 1
Seyfeddin Menari By: armi Date: 13 Temmuz 2009, 16:30:57
Þâh-ý Nakþibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî'nin yetiþtirdiði büyük velîlerden. Taþkend ile Semerkand arasýnda bulunan Ferket kasabasýna baðlý Menâr köyünde doðdu. Orada yetiþti. Oraya nisbetle Menârî denilmiþtir. Kaynak eserlerde doðum ve vefât târihleri tesbit edilememiþ ise de, on beþinci asrýn baþlarýnda vefât ettiði bilinmektedir.

Seyfeddîn Menârî, Behâeddîn-i Buhârî'nin yüksek talebelerindendir. Þâh-ý Nakþibend bu yüksek talebesine husûsî ihtimâm ve sevgi gösterirdi. O da, Þâh-ý Nakþibend vefât edinceye kadar sohbet ve hizmetinden ayrýlmadý. Þâh-ý Nakþibend hazretleri, vefâtýna yakýn bu kýymetli talebesine, kendisinin vefâtýndan sonraAlâüddîn-i Attâr'a baðlanmasýný, onun hizmet ve himmet kanatlarý altýnda bulunmasýný iþâret etti. O da hocasýnýn vefâtýndan sonra, Hâce Alâüddîn'in hizmetine girdi.

Seyfeddîn Menârî, ilk zamanlarýndaHâceHamîdüddîn'den fýkýh ilmi okuyordu.Lüzûmu kadar fýkýh öðrendikten sonra, Þâh-ý Nakþibend hazretlerinin sohbet ve hizmetine devâm etmeye baþladý. HâceHamîdüddîn ise, fýkýh ilmini ilerletmesi arzusunda olduðundan, onun bu ayrýlýþýný hoþ karþýlamadý. Hattâ onu kötülemeye kadar gitti.

Seyfeddîn Menârî þöyle anlatýr: "Ýlk hocamHamîdüddîn vefât ederken yanýnda bulundum. Büyük bir ýzdýrap içinde idi. Ona; "Çektiðiniz bu acý ve ýzdýrap nedir? Tahsîl etmeyi býraktýðýmýzdan dolayý bizleri kötülediðiniz o ilim hazîneleriniz nereye gitti." dedim. Bunun üzerine; "Bizden gönül istiyorlar. Yâni selim kalb istiyorlar. Bizde ise ondan eser yok. Izdýrâbým bundandýr." dedi."

Seyfeddîn Menârî, o zamanda bulunan himmet ehli velîlerden idi.Bir defâsýnda þöyle anlattý: "Eðer insan sýhhatte iken, kalb huzûruna varamýyacak ve ondan bir meleke elde edemeyecek olursa, hastalýk vaktinde kuvvetler eksilmeye baþlayýnca huzûru bulmak son derece zor olur. Sâlihlerin böyle hastalarý ziyârete gelmesi, hastaya rûhânî bir kuvvet kazandýrmak içindir. Bu yolda yükseklik iddiâsýnda bulunan, bir þey bildiðini zannedip parlak kelimelerle millete vâz ve nasîhat edenlerin çoðunun âhirete intikâllerini gayet âciz ve daðýnýk gördüm. Böylelerinin bütün ilimleri, bu müthiþ ânda silinip gidiyor. Elde edilmesi sunîlikle olan bu þeyler, çeþitli hastalýklarýn hücûmu ve insan tabiatinin zaafý olan ölüm ânýnda hiçbir fayda vermiyor. Bilhassa þiddet ve mihnetlerin en büyüðü olan rûhun bedenden ayrýlýþý zamânýnda sunîliðe hiç yer kalmaz." Þâh-ý Nakþibend hazretlerinin, Seyfeddîn isminde dört talebesi vardý. Biri mahbûb (sevilen), biri makbûl, biri makhûr (kahra uðramýþ) ve biri de merdûd (kovulmuþ). Burada hâl tercümesini verdiðimiz Seyfeddîn Menârî, mahbûb (sevilen) olaný idi. Makbûl olanSeyfeddîn Hoþkan'ýn, Þâh-ý Nakþibend'e baðlanmasý þöyle olmuþtu. Seyfeddîn Hoþkan, ticâret ile uðraþýrdý. Bir gün, ticâret maksadýyla, Buhârâ'dan, Harezm'e geldi. Orada Alâüddîn-i Attâr'ýn sohbetine kavuþtu. Sonra Buhârâ'ya döndü. Alâüddîn-i Attâr'dan aldýðý feyz ile Þâh-ý Nakþibend hazretlerinin sohbetine devâm etti. Þâh-ý Nakþibend'den yolun edeb ve usûlünü öðrendi. Bu yola sýmsýký sarýldý.

Þâh-ý Nakþibend'in kahrýna uðrayan Seyfeddîn ise, Seyfeddîn Bâlâhâne idi. Bu Seyfeddîn ile Muhammed Pârisâ'nýn amcasý Hüsâmeddîn Yûsuf Seyfeddîn Hoþkan, gece-gündüz berâber sohbet edip, birbirinden ayrýlmazdý. Seyfeddîn Hoþkan, Þâh-ý Nakþibend'in yoluna girince, birgünSeyfeddîn Hoþkan'ýn evinde toplandýlar. Þâh-ý Nakþibend'in yüksekliði, kemâli üzerinde konuþtular. Seyfeddîn Hoþkan, arkadaþlarýna, kendilerinin de Þâh-ý Nakþibend'in yoluna girmeleri ve büyük saâdete ermeleri için ýsrârda bulundu. Seyfeddîn Bâlâhâne de þöyle anlattý: "Bir gün Þâh-ý Nakþibend hazretlerine rastladým. Üzerlerinde yeni bir hýrka vardý. Gönlüm o güzel hýrkaya meyletti. Kalbimden o hýrkayý bana verse diye geçirdim. Ýçimden geçeni keþfedip, o hýrkayý bana verdi. O zâtýn evliyâlýk yolunda kemâl derecede olduðuna ben de þâhidim. Lütfedip bana vâsýta olun beni Þâh-ý Nakþibend'in sohbetine eriþtirin." dedi. Bunun üzerine, berâberce Þâh-ýNakþibend'in huzûruna gittiler. Kabûl edilmesi için yalvardýlar. Þâh-ý Nakþibend, bu yalvarmalarý üzerine onu kabûl etti. Fakat bir müddet sonra, Seyfeddîn Bâlâhâne, Þâh-ýNakþibend ve birkaç talebesi ile berâber Buhârâ sokaklarýndan gidiyordu. Birden karþýlarýna yüksek tanýnan, fakat Þâh-ý Nakþibend'in üstünlüðünü inkâr eden biri çýktý. Þâh-ýNakþibend, yükseklikleri ve yaratýlýþlarý îcâbý o kimseyi gâyet nâzik ve güleryüzle karþýladý. Ýltifât etti. Hattâ birkaç adým da yanýnda yürüyerek uðurladý. Fakat Seyfeddîn Bâlâhâne, Þâh-ý Nakþibend geri döndüðü hâlde, birkaç adým uðurlama ile kalmayýp, o bid'at sâhibi kimseyi tâkib etti. Þâh-ý Nakþibend, bu edebe uymayan iþten dolayý çok müteessir oldu.Seyfeddîn Bâlâhâne geri dönünce; "O kimseyi uðurlamakta mübâlaða gösterdin. Bu hatâ yüzünden kendini rüzgâra verdin. Belki Buhârâ'yý da harâb ettin!" buyurdu. Þâh-ýNakþibend'in bu üzüntüsünden, Seyfeddîn Bâlâhâne o gün öldü. Özbekistan taraflarýndan gelen bâzý kimseler de Buhârâ ve çevresini yaðmalayýp, her tarafý harâb ettiler. Birçok mâsum insaný da öldürdüler.

Diðer Seyfeddîn ise; baþlangýçta, Þâh-ýNakþibend hazretlerini severdi. Ticâretle uðraþýr, bütün zamânýný para kazanmaya sarf ederdi. Bu sebeple kendisinde hasislik alâmetleri baþgöstermiþti. Bir gün Þâh-ýNakþibend hazretlerini, talebeleri ile berâber evine yemeðe dâvet etti. Þâh-ý Nakþibend hazretleri dâimâ yemeðin sonunda tatlý veya meyve yerlerdi. Meyvesiz veya tatlýsýz ziyâfetlere ise, latîfe ederek; "Bu ziyâfetin demi yok" derdi. O günde yemek yenilip, yemeðin sonunda tatlý veya meyve gelmeyince; Seyfeddîn'e latîfe yollu; "Verdiðin yemek demsiz oldu." buyurdu. Bu söz Seyfeddîn'e çok aðýr geldi. Kalbinde Þâh-ý Nakþibend hazretlerine karþý bir soðukluk meydana geldi. Bu hâl, Þâh-ý Nakþibend hazretlerine de mâlûm olunca, üzüldü ve hep parayý hesâb eden bu Seyfeddîn'e; "Nasýl, on iki bin altýn sermâyen olsa yeter mi?" buyurdu. Meðer, Seyfeddîn'in bütün maksadý, on iki bin altýn sermâye sâhibi olmak imiþ. Bundan sonra Seyfeddîn de dünyâ menfaatleri hýrsýna düþüp, sohbetlere gelmez oldu.

Bir gün bu Seyfeddîn'i bir kervan ile giderken, konakladýklarý çimenlik ve yeþillik üzerinde yuvarlanýrken görmüþler. Dünyâ malýna düþkün olmak hâli onu o kadar kaplamýþ ki, hem yuvarlanýyor, hem de; "Oh! Oh! Birisine baðlanmamak ne tatlý, ne tatlý!" diye baðýrýyormuþ. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri: "Bu Seyfeddîn ne nasîbsiz kimseymiþ. Hâce Behâüddîn gibi bir zâtýn sohbetlerinden ayrýlýyor da, bundan zevk alýyor. Böylelerine yazýklar olsun!" buyurdu.

SUYU BAÐLAYAMADIM

Seyfeddîn Menârî anlatýr: Þâh-ýNakþibend hazretlerinin sohbetinden uzaklaþtýrýlanlardan birisi de, kýz kardeþimin oðluÞemsüddîn idi. Bir gün Þâh-ý Nakþibend hazretlerinin evine, hatýrý sayýlýr misâfirler gelmiþti. Þâh-ý Nakþibend bu Þemseddîn'e; "Nehre git de suyu bu tarafa baðla" buyurdu. Þemseddîn emri yerine getirmekte gevþeklik gösterdi. Biraz sonra da gelip, Þâh-ý Nakþibend'e; "Vücûdumda bir hâlsizlik meydana geldi. Su yoluna suyu baðlayamadým." dedi. Bu ihmâl, Þâh-ý Nakþibend hazretlerini çok üzdü. Mevlânâ Þems; "Kendini boðazlayýp da su yerine kanýný akýtsaydýn. Senin için bu sözü söylemekten daha hayýrlý olurdu." buyurdu.

Ondan sonra Þemsüddîn'e bir hastalýk musallat oldu. Çâresini bulamadýlar. Bir ara benim yanýma geldi. Hâlini anlattý: Kendisine; "Hâce Alâüddîn-i Attâr'a git. Hâlini arz et. Senin için, Þâh-ýNakþibend hazretlerine gidip, þefâat etmelerini ricâ et! Belki merhamet edip kabahatini baðýþlar" dedim. Yeðenim Þemseddîn, Alâeddîn Attâr'a gitmeyip, Muhammed Pârisâ'ya gitmeyi tercih ederek, onun yanýna gitmiþ, o da; "Senin derdin bizim tarafýmýzdan þifâya kavuþturulamaz. Senin baþvuracaðýn yer, Alâüddîn-i Attâr'ýn kapýsýdýr." demiþ. Yeðenim Þemsüddîn yine gitmemiþ. Gelip olanlarý bana anlattý. Ben de kendisine; "SanaAlâüddîn-i Attâr hazretlerine git demedim mi? Baþka yol kalmadý..." dedim. Yine Alâüddîn Attâr'a gitmedi.Tekrar Muhammed Pârisâ'ya gitti. Bundan sonra, Þemsüddîn öyle hastalandý ki insanlarý bile tanýyamaz hâle geldi. Çocuklarýnýn isimlerini bile unuttu. Sâdýk talebelerin, þu üç edebe uymalarý mecbûriyeti vardýr: Hocasýna makbûl sayýlacak ne hizmet yapsa, bundan dolayý aslâ gurûra düþmemeli, nefse pay çýkarmamalýdýr. Kendisinden makbûl olmýyan bir iþ zuhûr etse, ümitsizliðe düþmemeli, ayrýlmayý aslâ aklýna getirmemelidir. Hocasýnýn verdiði emri muhâkeme ve münâkaþa etmeden yerine getirmek için canla baþla gayret göstermelidir."

1) Reþehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s.63
2) Reþehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlýca); s.110
3) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.18

Ynt: Seyfeddin Menari By: Bilal2009 Date: 10 Aðustos 2015, 04:15:21
Esselamü aleyküm ve rahmetüllah,  Hocalarimiza muhalefet etmemeliyiz.  Çünkü onlarýn emirlerinin bir hikmete dayandýðýný bilip teslimiyet içinde gorevlerimizi yapmalýyýz.  Rabbim ( celle celaluhu ) bizlere teslimiyeti nasib eylesin.
Ynt: Seyfeddin Menari By: Sevgi. Date: 09 Ekim 2020, 04:33:36
Aleyküm Selâm. Bu güzel faydalý bilgiler için Allah sizlerden razý olsun kardeþim
Rabb'im ilmimizi artýrsýn inþaAllah

radyobeyan