İslâmî Çözüm
Peygamber tarafından tebliğ edilen bu esasların günümüzden tamamıyla farklı şartlar altında belli bir çağda, belli durumlarda ve belli bir toplumda uygulandığı bir gerçektir. Ancak, bu esasların uygulanışlarında ve Peygamber'ın ve ashabının benimsediği usullerde, çağımızda âdil ve rasyonel bir topluluk oluşturmada aynı derecede elverişli ve faydalı olabilecek bazı temel prensipler bulabiliriz.
Ekonomik alanda, İslam değişik kişilerin değişik ekonomik saikleri arasında ahenk oluşturmaya çalışır. İnsan fıtratında bulunan bencillik her fert ve topluluk itidalli bir hâle getirilir. Eğer bencillikle beraber fedâkârlık, merhamet, karşılıklı yardımlaşma, başkalarına karşı muhabbet gibi insanın fıtratında bulunan diğer yüksek vasıflara da şahsiyet oluşturmada yeterince yer verilirse, o vakit yeryüzündeki her fert kendi fıtrî kabiliyeti oranında şerefli ve nezih bir hayat sürmek için yeterli imkânlarla mücehhez olabilecektir. Böylelikle ekonomik sistemde gereksiz bozulma ve çözülmelere sebep olabilecek zararlı unsurların yeşermesi de önlenecektir.
Gayesine ulaşmak için İslâm'ın yaptığı şey şudur: İnsanlığın bencillik ve hırs gibi dürtüleri ni yüksek ahlâkî eğitim ve terbiyesi ile yumuşatmış ve onlann kendi arzularıyla hiçbir dış zorlama olmaksızın, ülkede âdil ve dengeli bir sistem oluşturulmasına yardım etmelerini mümkün kılmıştır.
Fıtrî Yol: Hayatın problemlerinin çözümüyle meşgul olurken insan fıtratında doğuştan varolan hayatın fıtrî kanun ve prensipleri ile çatışmamak İslâm'ın esas bir noktasıdır. Bu fıtrî yoldan ne zaman bir sapma meydana gelirse İslâm bu sapmayı yeniden fıtrî yoluna koyar. İslâm'ın bütün sosyal ve ekonomik inkılâplarını temellendirdiği ikinci önemli prensip şudur: Sosyal ve ekonomik sistemle ilgili sadece birkaç zahirî düzenlemede bulunmak yeterli değildir. İnsanlar arasında doğru ahlâkî tavır ve davranışların oluşturulması için ahlâkî inkılâba çok büyük önem verilmelidir. İslâm bunu bu şekilde Öngörür. Çünkü insanın zihnindeki kötülüğü kaynağında yok etmek ister.
İslâmî sistemde varolan üçüncü perensip otorite, kanunî baskı ve devletin ezici gücünün kaçınılmaz olmadıkça kullanılmamasıdır. (Halife Abdul Hakim; islam and Communism, 1962).
Peygamber toplumda dengeli ve âdil bir sistem tesis etmek için insanlara aynı yolu göstermiştir. İslâm'ın toplumda tesis etmek istediği ekonomik sistem sosyalizmin ilmî olarak en güzel düşünülmüş şeklidir. İnsanlara şahsî teşebbüs ve özel mülkiyet hakkı tanımakta, aynı zamanda hürriyet ve nizamı koruyacak tedbirler ve dengeler oluşturmaktadır, islâm, kapitalizmin "bırakınız yapsınlar" anlayışına, ahta-potvârî kollarını ferdin hayatına onun şuurunu boğacak derecede yayan totalirizme olduğu kadar karşıdır. İslâm'da özgürlük sadece fertlere değil, bütün sosyal yapıyı zehirleyecek alışkanlıklara müptelâ olmamaları şartıyla, bütün toplumlara kendi hayat tarzlarını takip etmeleri için verilen bir haktır.
islâm belirli eşitlikçi eğilimlere sahiptir. Fakat bütün farklılıkları kuvvet yoluyla gidermeye Çalışmaz. İnsanların yetenekleri oranında -meşru ve kanunî olmak şartıyla- serbestçe düşünmesine, serbestçe hareket etmesine, inanmasına ve servet binmesine izin verir. Açıktır ki fertlerin serbest fiilen aşama ve maddi kazançlar bakımından farlılıklar oluşturacaktır. Eğer genelde toplum veya toplumun bir bölümü ağır sefalet ve aşın yoksulluk içinde bulunmuyorsa, namuslu kazanılmış ve İffetlice harcanan servette farklılık olmasının bir sakıncası yoktur.
İslâm bir kişinin kendi bilgisi, emeği, ustalığı ile ve sosyal olmayan gayrî ahlâki metodları kul-lanmaksîzm sahip olabildiği kadar servet edinmesine izin verir. Maddi ve sosyal ödülleri açısından eşitsizlikle sonuçlanması mutlak fıtri enerji ve kabiliyet farklılıklarını gözönünde bulundurur. Fakat toplum tek bir canlı organizma olduğundan, servetin birkaç elde toplanmasına yarayan bütün yöntemleri yasak eder. Ekonomik hayatın, servetin Özel hazinelerde kilitli kalmayacağı bir şekilde düzenlenmesi Kur'anî bir emirdir. Bütün dinler gibi İslâm da sadakayı telkin etmektedir. Fakat bir yıl boyunca tek bir elde, kullanılmadan kalmış fazlalıkların bir bölümünü kanunen almak yoluyla bu konuda bütün inançlardan daha da öteye gitmiştir. İslâm miras kanunu (feraiz); sermayenin dağıtımı ve bir yerine, belirli sayıda fertlerin, hayata, kendi ferdi girişim ve şahsi gayretleri ile başlamasında fırsat eşitliği sağlaması için bir yöntem olarak kullanılmıştır. (Halife Abdülhakim, a.g.e).
Mevlana Ebul Kelam Azad'ın sözleriyle: "Eğer toplumda İslâmın öngördüğü ekonomik sistem tamamıyla tesis edilir ve bütün kurumlar yerli yerinde düzenlenirse, ne büyük zenginler olur, ne de dilenci ve fakirler bulunur. İnsanların büyük çoğunluğunun ekonomik durumu iyi hale gelir." (Mevlana Azad; Tarjaman-ul-Quran c.llsh. 132).
Toplumsal ve Ferdi Refah: İslâm toplumsal ve ferdi refahı birbirine rakip değil, tamamlayıcı olarak görür. Bu nedenle rekabet ve düşmanlık yerine, işbirliğini teşvik eder. Fertler arasında sıcak ilişkileri geliştirir. İslâmi bir sistemde, kişinin hayırlısı topluma faydası olandır. Eğer toplum refaha kavuşursa fertlerin durumu da iyileşir. Kişi zenginleşirse, toplum da refaha erişir. Fakat bu sistem ferdi ve toplumsal refah arasında bir dengenin oluşması ile mümkündür. Kişiler ihtiyaçlarını temin etmek için gösterdikleri çabalar da toplumun menfaatine aykırı bir yol tutamazlar. Kendilerinin faydalandıklarından başkalarının da pay almasına izin verirler. Ekonomik müesseseleri fazla kâr etmiyorsa bile, ondan faydajörebilecek başkalarını yoksaymazlar. Onların menfaatini de hesaba katarlar. Böylece Islâmın ekonomik sisteminde her fert başkalarının refahında hisse sahibi olur. Kişisel ve toplumsal refah birbirini tamamlar. (Muhammed Kutub; islam, The Misunderstood Religionsh. 154-155).
Böylece İslâmın ekonomik sistemi ferd ve toplumun ahengi mefhumuna dayanır. Ne ferdi toplumdan ayırıp ne de terdin menfaatim toplumun menfaat ile çatışma hâlinde göserir. Toprak ve diğer üretim araçlarının özel mülkiyetine izin verir. Ancak bu hakkı topluma zarar, vermesini engelleyecek şekilde sınırlandırır.
İslâmın gayesi insanlar arasında geçim vasıtalarını İhtiyaçlarına göre temin etmek ve dağıtmaktır. Düzenleme ve dağıtım işinin tesbiti şeklinde gereken hassasiyet gösterilmiştir. Üretim araçlarının kişiye mi, topluma mı emanet edilmiş olduğu önem arzetmez. Bu araçlar kime emanet edilmişse o bunlan vekil olarak iade eder. Yukarıda bahsedilen gayeye ulaşmada bu kişiler işbirliği yaptığı ve sosyal refah ve ilerleme güvencesi verdiği sürece bu üretim araçlarından diğer insanlarla birlikte faydalanır.
Sosyal adaletin temin edilmesi, toprağı veya diğer mülklerin fertler arasında dağıtılmasıyla mümkünse bunlar dağıtılır. Eğer bu gaye ortak mülkiyetle daha iyi sağlanıyorsa, o vakit topluma emanet edilirler. (Muhammed Kutub; a.g.e. Aynı yer).
İslâm, insanın sosyal bir varlık olduğunun gerçeği ve şahsiyetini .ancak toplumda geliştirebileceğini vurgular. Günde namazın beş vakit farz kılınması ve cemaatle eda edilmesi, haccm İslâmın temel esaslarından olması gibi ibadetlerin sosyal hayatla içice olduğunu biliyoruz. Müslümanlar günde beş kez namaz kılmakla emrolunmakta ve namazdan sonra ticaret, iş ve alışverişlerini sürdürmeleri istenmektedir. Çünkü; ibadetini yapan ama geçimini sağlama için hiçbir gayrette bulunmayan kişi, ne kendi kişiliğini geliştirmek yolunda ne de sosyal menfaat için hiçbir katkıda bulunmuyor demektir. Kur'an müminlere şöyle seslenmektedir: "Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılırı ve Allah'ın lûtfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz" (62:10).
Yukarıdaki "Allah'ın lûtfundan (nasibinizi) arayın" ifadesi ticaret, endüstri, alışveriş gibi insanların hayatlarını kazanmak için meşgul olduğu bütün meşru işlere delalet eder.
Müslümanlara hacc sırasında ticaret yapmalarına izin verilmişti. Bu insanın refah ve şahsiyetinin gelişmesi için ibadetin de ticaretin de gerekli olduğunu göstermektedir: "Rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur..." (2:198). Bu ayet müslümanlara, dünyevi iyilikleri aramanın ibadet ruhuna hiçbir şekilde aykırı olmadığı ve haccederler-ken ticaret yapmalarının caiz olduğu konusunda ruhsat verir. İslâm müslümanlann hile ve kumardan uzak meşru işlerle meşgul olmalarına izin vermektedir.
Böylece İslâmın insanlara sadece "Nefislerini ahiret için muhafaza etmelerini söyleyen, diğer inançlardan olmadığı" açığa çıkmaktadır. İslâm insanlara bu hayatın nasıl güzel yaşanacağını, bu dünyada huzur içinde olmanın gerektirdiği maneviyat faktörünü öğreten bir dindir. Maddi bir dünyada yaşamaktayız, dolayısıyla maddi İhtiyaçlarımız vardır. Bütün tabiat insanın filleri için geniş bir alandır. Her salih amel ibadet yerine geçmesine rağmen, insan çalıştığı gibi ibadette de bulunmalıdır. İnsanın aslî idaelleri manevidir. Onun tabiatında olan değerler insanüstüdür. Ruh, bir madde olan beden ile iç içedir. İnsan, bir şekle bürünmüş ruh değildir. Aklı ve vücudu sıhhatli tutmak için tek vasıta kişinin doğru fizikî ve zihnî gayretleridir. Bütün insanî fonksiyonların böyle ahenk İçinde olmasını öğreten ve hayatın tüm unsurları arasında bütünlük telkin eden bir din diyalektik materyalizmden ve herşeyİ biyoloji ile izah eden bir düşünce biçiminden fevkalâde uzaktır. İslâm, hayatın maddî ve ekonomik yönlerine bigâne kalmamıştır. Ancak, hayatın tümüyle bu esaslara göre düzenlenmesini insanın varlığının mutlak amacı olarak görmez. Materyalizm, maddî İhtiyaçlara ve maddî sebeplere önem verir, fakat maneviyat ve öngördüğü hayat, maddiyatı daha yüksek idealler için bir atlama taşı olarak telakki eder. (Halife Abdul Hakim; islam and Commu...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın