> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar >  Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir  (Okunma Sayısı 380 defa)
14 Ağustos 2010, 20:47:14
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 14 Ağustos 2010, 20:47:14 »




Madem El-Hakku Ya’lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?” (Sözler)Cümlesinin manasını açıklarmısınız?

Madem El-Hakku Ya’lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?” (Sözler)
Söz konusu vecizede “Madem ki hak üstündür, ona üstün gelinmez. Kâfirlerin Müslümanlara, kuvvetlinin haklıya galip gelmesine ne dersiniz?” sorusu sorulmakta ve daha sonra bu soruya, dört ayrı yönüyle, öz ama çok doyurucu bir şekilde cevap verilmektedir.

Önce, vesileler üzerinde durulur ve bu hikmet dünyasında vesilelerin, sebeplerin çarpıştığına dikkat çekilir. Müslüman olsun kâfir olsun, her kim ulaşmak istediği sonucun ön şartlarını yerine getirir, sebeplerine, vesilelerine tam riayet ederse, başarı onun olacaktır. Hangi üründen, hangi şartlarda, hangi tekniklerle ve nasıl bir planlama ile verim alınacağı bellidir. Bu şartlara kim uyar, bu vesileleri kim yerine getirirse onu daha çok mahsul alması kaçınılmazdır.

Soruda geçen kuvvet kavramına da şöyle değinilir: “Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.”


Başarılı olmak, düşmanımıza yahut rakiplerimize galip gelmek istiyorsak kuvvetli olmaya mecburuz. Zira, kuvvetin de bir hakkı vardır. O hakkı kim elinde tutarsa, galip gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Çelikle tahtayı çarpıştırırsanız tahtanın mağlup düşeceği bellidir.

İkinci olarak, konu insandaki sıfatlar alemi yönünden ele alınır. Bütün güzel sıfatlar ALLAH kelamında zikredilmiş ve Resulullah (asm.) tarafından da en güzel şekilde sergilenmiştir. Şu var ki, uygulamada nefsin, şeytanın, bozuk toplum yapısının ve daha nice faktörün etkisiyle, bir müslüman bu güzel sıfatların tümünü hayatında sergilemeyi başaramayabilir. Yine bir gayr-ı müslim, gördüğü eğitimin ve toplum disiplininin bir ürünü olarak bazı güzel sıfatlara sahip olabilir. Bunlar ondaki müslim sıfatlardır. Bir iş görüleceği zaman, kalplerdeki inançlar değil, bu sıfatlar çarpışırlar.

Ticaret hayatından bir örnek verelim:
Bilgi, dürüstlük, çalışkanlık, mesai tanzimi, prensip sahibi olmak gibi sıfatlar, ticaretin sonucuna doğrudan tesir ederler. Bir gayr-ı Müslim, bu sıfatlara sahipse ve yine bir Müslüman bu sıfatlardan mahrumsa, o gayr-ı müslimin Müslüman’dan daha zengin olması beklenen bir sonuçtur. Burada kâfir Müslüman’a değil, müslim sıfatlar gayr-ı müslim sıfatlara galip gelmişlerdir. Ve sonuç, sıfatlar aleminde, yine hakkın olmuştur.

Bu konu işlenirken fikrimize ufuklar açan şöyle bir tespite yer verilir:


“Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır.

O rahmet-i âmmenin bir cilve-i manidar,

onun bir sırr-ı hikmeti var;

küfür mani değildir.”

Hayatın hakkı umumidir, şamildir. Yani bu noktada mümin, kâfir, insan, hayvan farkı yoktur. Kime hayat verilmişse ona rızk da verilir. Rızk; imanın ve ibadetin değil, hayatın hakkıdır. Berikilerin hakkı, ahiret yurdundaki ebedî saadettir.

Düşüncelerimizi şöyle sürdürebiliriz:

ALLAH’ın her isminin tecellisi için farklı aynalar, ayrı zeminler söz konusudur. Bunların çoğu, kişinin inancıyla ilgili değildir. Meselâ, Rezzak isminin tecellisinden daha fazla nasip almak isteyen bir çiftçi, bunun için gerekli şartları yerine getirdiğinde tarlasına daha fazla mahsul verilir. Burada kişinin inancına bakılmaz. Yine, Şâfi isminin kendisinde tecelli etmesini isteyen bir insan, hastalığına faydalı ilacı kullanır. Onun şifa bulmasında da inancına bakılmaz. Çünkü ilaç kullanan kişi, Şâfi ismine müracaat etmeyi bilmiştir ve bunun karşılığı olarak kendisine şifa ihsan edilmiştir. Bu yola girmeyen bir insan, kâmil bir mümin de olsa, şifaya kavuşmayabilir.

Buna göre, bir Müslüman, dünya hayatında, İlâhî isimlerin feyzinden faydalanmayı diliyorsa, hayatının o tecellilere layık bir ayna olmasına çalışmalıdır. Bunu yapmazsa sonuç alamaz. Ama aynı mümin ibadet, salih amel ve ihlas şartlarını yerine getirmekle ahiret yurdundaki İlâhî lütuflara nail olabilir. Ebedî saadetin bu temel şartlarını yerine getirmeyen bir insan ise, dünyada ne kadar başarılı olursa olsun, cennetten nasip alamaz.

Aynı parçada konunun bir üçüncü boyutuna da dikkat çekilir:


ALLAH’ın iki ayrı kanunlar manzumesi olduğu nazara verilir. Bunlardan birisi insanın iradî fiillerini nizam altına alan Kur’an hükümleridir. Diğeri ise kâinatın ve içindeki eşyanın nizamını sağlayan kanunlardır. Birincisi bildiğimiz şeriattır. İkincisine de şeriat-ı tekvinîye deniliyor. Tabiat kanunları bu ikinci şeriattandır.

Kur’an hükümlerine itaat ve isyan edenlerin, mükâfat ve cezalarını ekseriyetle ahirette görecekleri, tekvinî şeriata uyanların ve uymayanların ise büyük çoğunlukla karşılıklarını bu dünyada görecekleri ifade edilir. Buna göre tekvinî şeriata uymayan bir mümin, cezasını başarısızlık, sefalet, perişanlık olarak bu dünyada çeker. Bu kanunlara uyan bir gayr-ı müslim ise İlâhî iradeye bilmeyerek de olsa uygun hareket etmesinin mükâfatını bu dünyada görür.

Bu üç madde, başarının yahut başarısızlığın temel sebepleridir. Ve olayların büyük çoğunluğu, bu maddelerin biriyle yahut bir kaçıyla açıklanır. Şu var ki, bazen bütün şartlar yerine getirildiği halde mağlup düşülebiliyor. Burada İlâhî takdirin gizli bir hikmet cihetini aramakla mükellefiz. İşte cevabın dördüncü bölümünde bu noktaya işaret edilir; konunun kader ve İlâhî irade yönüne dikkat çekilir. Bu maddede, batılın kısa süreli de olsa bazen hakka galip gelmesinin, hakkın inkişafına yardım ettiği, onu daha da güçlendirdiği, parlattığı nazara verilir.

Bu maddenin şu noktadan önemi büyüktür
:

Bir hadisi-i şerifte “Belâların çoğunun peygamberlere, sonra derecesine göre ALLAH’ın diğer sevgili kullarına geldiği” haber verilir. Peygamberlerin çoğunun, ümmetlerinden kötü muamele görmeleri, ülkelerinden kovulmaları, işkencelere tâbi tutulmaları Rabbanî bir sır, İlahî bir hikmettir. Onların çektikleri sıkıntılar, Nur Müellifinin ifadesiyle birer ‘menfi ibadettir’. Sabır, tevekkül ve rıza esasına dayanan, ama katlanılması oldukça zor olan bu ibadetin mükâfatı da aynı ölçüde büyüktür. Bu sıkıntılarla, başta peygamberler olmak üzere ALLAH’ın sevgili kulları hem manen terakki ederler, hem de davaları geç de olsa insanların kalplerinde yer tutar. Onlara zulmedenler kabirlerinde azap çekerlerken, onların ümmetleri yeryüzünde hakkı yaşar ve yaşatırlar.

Bu bir İlâhî hikmettir. Ve Hak dostlarına, bu sır ile gelen bela ve musibetlerin ilk üç maddeyle bir ilgisi yoktur.



Okuma Parçası: BİZİ GERİ BIRAKAN İSLAM MI?


Bir zamanlar sıkça gündeme taşınan, şimdi de yer yer nükseden bir hastalık var: Dinin, terakkiye mani olduğunu sanmak ve Hıristiyan ülkelerden geri oluşumuzun sebebini İslâm dininde aramak.

Bu iddiaya cevap vermeden önce, bazı noktalara işaret etmek isterim. Bunlar arasından geçireceğimiz hat bizi sorunun ilk cevabına ulaştıracaktır.

Birinci nokta:

İslâm dininin ilk zuhur ettiği dönemde, Müslümanlar bir süre müşriklerin baskılarına, zulümlerine maruz kalmışlar, daha sonra devlet haline gelmiş ve bir asır öncesine kadar sürekli ilerlemişlerdir. Asr-ı saadetin bir iman, ahlâk, adalet ve huzur asrı olması bunun en güzel delilidir. Daha sonra Endülüs Emevî Devletinin Avrupa’ya ilimde önder olması, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının hem ilim, hem de sanat sahasında ulaştıkları şahikalar bu tür iddialarla örtülecek, saklanacak cinsten değildir.

Burada İslâm ve Müslüman kavramlarını birbirinden ayrı düşünme gereği ortaya çıkıyor. İlerleyen de Müslümanlardır, gerileyen de. İslâm ne ise odur.

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.” (Mâide Sûresi, 3)

O zaman şu sorunun cevabını aramak gerekiyor:

Bütün dünya devletlerinden çok ilerilerde bulunduğumuz dönemlerde mi İslâm’a daha çok bağlıydık, geri kaldığımız dönemlerde mi?

Bir diğer nokta:

Geri kalışımızın sebebi olarak İslâm’ı gösterenlerin, Müslümanları bir tarafa bırakıp İslâm üzerinde konuşmaları ve “Kur’anın şu hükümleri, Resulullah’ın şu hadisleri terakkiye manidir” diye yola çıkmaları ve delillerini ortaya koymaları lazım gelir.

Meselâ, yalanı, zulmü, içkiyi, kumarı, zinayı, stokçuluğu, faizi, gıybeti, ırkçılığı kısacası her türlü kötülüğü yasaklamanın terakkiye engel olduğunu ispat etmeleri gerekir.

Üçüncü nokta:

Hıristiyanların bizden ileri olmalarını İslâm’a bağlılığımızdan bilenlere bir vazife daha düşüyor. O da, bugünkü teknolojinin, maddî kalkınmanın esaslarını İncil’de arayıp bulmak ve “Biz bunlardan yoksun olduğumuz için geri kaldık” diye bir gerekçe ile ortaya çıkmak. Bunu yapmaları mümkün değil. Zira İncil’de ne iktisadî hayata, ne de devlet yönetimine dair bir tek ayet mevcut değil.

Son bir noktaya da işaret edelim:

Bu iddiayı ortaya atanların, dünün çalışkan, cevval, hamiyetli, dürüst, vatansever insanını, bugünün hak hukuk tanımaz, soygunculuğu hüner sayan, şehvet düşkünü, her şeyi nefsine feda eden, egoist insanı haline getiren uygulamaların da İslâm’dan kaynaklandığını da ispat etmeleri gerekir.

Prof. Dr. Alaaddin Başar

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 14 Ağustos 2010, 20:50:40 Gönderen: HizmetkaR »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 04:40:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir rüya tabiri, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir mekke canlı, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir kabe canlı yayın, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir Üç boyutlu kuran oku Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir kuran ı kerim, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir peygamber kıssaları, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir ilitam ders soruları, Kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdirönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes