Delâleti Açısından Sünnetin Çeşitleri
Aynca sünnet delaleti açısından ikiye ayrılır. Delaleti kat'î olan ve delaleti zannî olan. Kat'î delaletten maksat hadîsin rivayet ve dirayet (sened ve metin) açıdan kat'î olmasıdır. Yani Resulullah'ın onu aynen bu şekilde dediğini ve bu mânâyı kasdettiğini yakinen bilmektir. Zannî delaletten maksat, hadîsin ifade ettiği mânâ kesin olmamakla birlikte, delaleti zahir olanıdır. Delalet'i kati olan hadîsin, itikadî ve amelî gereğine inanmak vaciptir. Bu, âlimlerin hakkında ihtilaf etmedikleri bir hükümdür. Yalnız âlimler bazı hadîsleri senet veya delaletleri açısından kat'î olup olmadığı hususunda ihtilaf edebilirler. Hadîs usûlü kitaplarında âlimlerin bu hususta geniş tartışmaları vardır.
Delaleti, kat'î olmayan hadîse gelince; amelî ahkâmda delil olarak alınmasının gerekliliği ve gereğince amel etmenin vacip olduğu üzere âlimler ittifak etmişlerdir. Yalnız tehdit, vaid" ve benzeri itikadî meseleleri içeren hadîsleri delil olarak almakta âlimler farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Tehdit içeren, adaletli birisinin rivayet ettiği, delaleti zannî olan hadîs ile, tehdit edilen şey haram kılınır, görüşünü bazı fakihler savunmuşlardır ve onlara göre vasfı geçen hadîsin itikadî yönüyle amel edilmez. Yani mükellef o inançta olmak zorunda değildir. Çünkü itikadî meseleler ancak yakini ifade eden nasslarla sabit olur.
Selef fakihlerinin büyük kısmı buna benzer hadîslerin hem amelî, hem de itikadî bütün yönleriyle hüccet olduğunu savunmuşlardır. Amelî açıdan delil olarak aldıkları gibi, tehdit, "vaid" ve benzerî itikadi açılardan da hüccet olarak almışlardır. Bu yüzden, hadîsin içerdiği tehdidin hak edene ineceğini açıkça söylemişlerdir. Selef âlimlerinin fetvalarına ve konuşmalarına baktığımızda bu gerçeği görürüz. Çünkü tehdit ve vaid, bazen zannî, bazen kat’i delillerle sabit olan şer'î hükümlerden biridir.
İşte âlimlerin sünnetle çelişen sözlerinin mazeret ve gerekçeleri bunlardır. Ve her durumda sımsıkı sünnete sarıldıklarını, taraftarlarına ve bütün insanlara aynı buyrukta bulunduklarını ifade eden sözleri size kendilerinden varit olduğu şekilde aktardığımız rivayetler de bunlardır. Neticede müctehid imamların sünnetle çelişen bazı sözlerinden dolayı Kitab ve sünnete sarılmadıkları iddialarının yaşantılarına tamamen ters ve doğruluktan son derece uzak iddialar olduğu bizce kesinleşmektedir. Kitap ve sünnete sarılanları sövenler, aslında onların sonsuz kemalini gösteriyorlar. Haklarında "Kusuru kemalidir" darb-ı meseli ne kadar uygundur! Şüphesiz Allah velilerinin en güzel medihlerini düşmanlarına söyletiyor. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bu inkarcıların mü'minlere kızmaları, onların sadece övülmeye lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarındandır." [27]
Taassubun hakkı görmekte kör ettiği bazı insanlar "Kitab ve Sünnet yetmişiki fırka arasında müşterektir. Biri hariç, diğer bütün fırkalar ateştedirler. Hak fırka sadece dört mezhebten birine uyan fırkadır" diye saçmalamışlardır. Biz kendilerine soruyoruz: İstisna ettiğiniz fırkanın dışındaki insanlar cehennemde mi olacaklardır? Çünkü bu söz Peygamber (s.a.v.)'in meşhur hadîsinde üstünlüklerini belirtmiş olduğu ilk üç asırda yaşayan Müslümanların ateşte olacaklarını ifade etmektedir. Çünkü onlar dört mezhepten birisine de uymamışlardır. Dolayısıyla onlar da, istisna edilen fırkaya girmiyorlar. Neticede onlara göre sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn ateşte olacaklardır. Kitab ve sünnete sarılan bir tek grubun yetmiş ikiye değil, iki gruba ayrılabileceğini hangi akıl kabul eder? Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Allah'ın ipine toptan sarılın, ayrılmayın." [28] "Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın." [29] "Allah inananları ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi."[30] Şüphesiz Allah'ın ipi Kitabıdır. Hirzu'lmaani kitabının sahibi şöyle buyurmuştur: "Bizce Allah'ın ipi Kitabıdır. Onunla cihad et, düşmanın ipine karşı." Resulullah (s.a.v.) Kitab ve sünnet hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar varken haktan sapmazsınız. Sizi gecesi-gündüzü gibi parlak olan hak yol üzere bıraktım, benden sonra o yoldan ancak helak olanlar saparlar. Sizden uzun ömür yaşayacak olanlar, çok ihtilafları görürler. Sünnetime sarılın, ondan asla ayrılmayın." Arapça'yı en güzel konuşan Resulullah'ın sözlerini tam zıddına nasıl hamlediyor bunlar? Resulullah (s.a.v.)'in apaçık sözlerinin tam aksini savunanlar imandan ne kadar uzaklar. Resulullah (s.a.v.) ümmetinin ayrılığa düşeceğini söylemiş, hak fırkayı ancak Kitab ve sünnete sarılanlar olarak tanımlamıştır. Oysa onlar Kitab ve sünnete sarılan hak fırkanın ayrılığa düşeceğini iddia edip hak fırkanın sadece dört mezhepten birisine uyanlar olduğunu söylüyorlar. "Lâ ilahe illallah" diyeni tekfir etmekten kaçınarak tevil etmek olmasa, bunları tekfir etmemek için başka bir yolu göremiyorum.
Bu iddianın doğrulukta hiçbir payı olmadığını açıklayan Resulullah'ın sahih hadîsi şöyledir: Darekutnî hadîsi sahih senetle şöyle rivayet etmiştir: "İsrailoğulları yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Ümmetime en zararlı olanı Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığım helal eden ve dini kendi görüşlerine göre yorumlayandır."
Başka bir rivayette Resulullah (s.a.v.) fırka-i nâciye yani "kurtulmuş" fırkayı açıkça beyan etmiştir. Hadîsin metni şöyledir: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Yetmişikîsi ateşte, birisi de cennette olacaktır. O da cemaat olanıdır." İmam Ahmed'in rivayetine göre "Benim ve sahabemin şu an üzerinde bulunduğumuz yolda olanlardır" buyurmuştur. Resulullah (s.a.v.) bu hadîsle sünnete sarılanları cemaatle tanımlarken, bu insanlar onları ayrılıkla nasıl tanımlıyorlar? Başka bir rivayette Resulullah (s.a.v.) sapık fırkayı şöyle tanımlamıştır. "Dînini bırakıp cemaatten ayrılanlardır." Şüphesiz bu hadîsler onların savunduklarının tam tersini ifade etmektedir. Hak fırkayı sadece meşhur dört mezhebin taraftarlarında indirgemek sahabe tabiîn ve diğer meşhur mezheplerin hatalı olduğu sadece dört mezhebin taraftarlarının hak üzere olduğu demektir. Şüphesiz bu aklın kabul edemeyeceği, hiçbir delile dayanmayan bir iddiadır. Bir iddiadan öte, gülünç bir sapmadır.
Bu sapma bazı insanları ilim ve takvası ile bilinen salih insanlar hakkında gıybet ve suizana kadar götürür. Cenab-ı Allah velilerini insanlardan korumak için onları gizli kılar. Haklarında gıybet edip suizanda bulunanların hiç farkına varmadan akıbeti kötü olan durumlara düşecekleri kesindir. Kudsî hadîste Cenab-ı Allah, velilerine eziyet edenlere şu tehditte bulunmuştur: "Velilerimin birisine eziyet edene beklemediği bir anda harp ilan ederim. Şüphesiz her mü'min Allah'ın velisidir." Cenab-ı Allah "Allah iman edenlerin velisidir" [31] buyurmuştur: Gıybet doğru olan kusuru ifşa etmeye denilir. İftira ve yalanın akibeti daha vahimdir. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur, "İman etmeyenler ancak yalanla iftira ederler." [32] Hiç mi şu âyetleri algılamıyorlar? "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." [33] "Onu işittiğinizde 'Bu konuda konuşmanız yakışık almaz, hâşâ bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?" [34] "Ey inananlar, eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse onun içyüzünü araştırın. Yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." [35]
Düşman fasıkların uydurdukları sözlerden başka hiçbir dayanağı olmayan akıllı bir insanın, ilim ve takva sahiplerini sövmeye nasıl cesaret ettiğini bir türlü inanamıyorum? Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Kimse kimsenin gıybetini etmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?"[36]
Oruçlu iki kadının sabahtan akşama kadar beraber oturup gıybet ettikleri, bir haftadan beri et yemedikleri halde et kustukları rivayeti, bu gerçeğin doğruluğunu göstermektedir. Resulullah (s.a.v.) "İslâmda gıybet etmek otuz altı kez zina etmekten daha büyük bir günahtır" buyurmuştur.
Resulullah'ın zevcelerinden birisi başka birinin boyunun kısalğına işaret ederek: "Böyle olmasaydı ne güzel bir kadın olurdu?" deyince Resulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Sen öyle bir kelime söyledin ki, şayet denize atılsaydı denizin rengini değiştirecekti."
Resulullah (s.a.v.) başka bir hadîste şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz adam hiç aldırmadığı bir kelimeyi söyler. Allah'ı kızdıran bu kelime onu doğu ve batı arasındaki mesafeden daha uzak bir şekilde cehennemin dibine atar." Başka bir hadîste "Bir Müslümanın gıybetini yapan kişi kıyamet gününe dili ensesiyle bağlı olarak gelir, ancak Allah ve gıybetini yaptığı kişinin onu affetmesiyle dili çözülür" buyurmuştur. Efendimiz Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: "Kabe haram kılındı, Müslümanın kanı, malı namusu ve hakkında kötü zan edilmesi de haram kılınmıştır."
Adamın biri Resulullah'ın yanında başka bir adam hakkında kötü şeyler söyleyince Peygamber (s.a.v.) ona kızarak şöyle dedi: "Kalk buradan, senin şehadetin kabul olunmaz" Adam "Bir kez daha bunu yapmam" deyince Resuîullah (s.a.v.) ona "Kur'an'la alay etmeye mi başladın? Kur'an'ın haram kıldığını helal eden ona inanmış olmaz" diyerek öfkesini bir kez daha belirtti.
Resulullah (s.a.v.)'den bir kudsî hadîs şöyle rivayet edlmiştir: "Ey peygamberlerin kardeşi! Ey uyarıcıların kardeşi! Uyar milletini, birisinin hakkını zulmen almış olanlar evlerime girmesinler, namaz kılarken ayakta olduğu müddetçe zulmen kardeşinden aldığı şeyi geri verene kadar ona lanet ederim; hakkını geri verdiğinde Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum ve cennette peygamberlerim ve seçtiğim salih kullarımla beraber komşum olacaktır."
Bazı insanlar âlimlere kötü zanda bulunmayı aşarak, hak nazarında ...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın