> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlana Kitaplığı > Mesneviden Hikayeler II
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesneviden Hikayeler II  (Okunma Sayısı 3798 defa)
29 Ocak 2010, 09:04:59
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 29 Ocak 2010, 09:04:59 »



Mesnevi´den Hikayeler- II

NEDEN GECİKTİ? BİR BİLENE SORMALI
İSA´DAN TEN DİRİLİĞİ ARAMA LA HAVLE
CAHİLİN SEVGİSİ HELVA SATAN ÇOCUK
EŞŞEK GİTTİ İFLASI SABİT OLUNCAYA KADAR
ÖLEN Mİ ÖLDÜREN Mİ? PADİŞAHIN İKİ KÖLEYİ SINAMASI
VİRANEDEKİ DOĞAN LOKMAN´IN SINAVI
HÜTHÜD İLE BELKIS
MUSA PEYGAMBER VE ÇOBAN
AĞIZA KAÇAN YILAN
HASTA HATIRI
BİR AKILLI ARIYORUM
İBLİSTEN DOST OLUR MU?
AYKIRI GİDİŞ
KENDİ AYIBINI GÖREMEYİNCE
İLK ÖZEL SON DEĞERLİDİR
İHTİYARLIKTAN
NİŞANELERİ OKUMAK
SÜVARİDEN KORKAN OKÇU
KURU AKIL NEYE YARAR
İBRAHİM ETHEM´İN KERAMETİ
SECCADESİZ NAMAZ
GEMİDEKİ DERVİŞ
YAHYA PEYGAMBERİN İSA´YA SECDESİ
HAYAT AĞACI

NEDEN GECİKTİ?


Bu Mesnevi bir müddet gecikti. Kanın süt olması için bir zaman lazımdır. Bahtın yeni
bir çocuk doğurmadıkça kan, tatlı süt haline gelmez. Bunu güzelce duy. Hak Ziyası
Hüsamettin, göğün yücesinden tekrar dizgin çevirince yine Mesneviye başlandı.
Hakikatler miracına gitmişti, o yüzden onun baharı olmadığı cihetle koncalar
açılmamıştı.
Denizden tekrar kıyıya dönünce Mesnevi şiirinin çengi de düzeldi, çalınmaya başlandı.
Ruhların cilası olan Mesneviye, yeniden recebin on beşinci günü başlandı. Bu
alışverişe başlayış tarihi, (Hicri) 662 tarihiydi. Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp
yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doğanlaştı. Bu doğanın konağı, padişahın
kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın.
Bu kapının afeti, heba şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. Bu ağzı
kapa da o alemi gör. O aleme gözbağı, boğaz ve ağızdır. Ey ağız, sen esasen
cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin! Baki nur, aşağılık
dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır. Oraya ihtiyarsız bir attın mı.
sütün karışır, kan haline gelir.
Adem peygamber. Nefis zevkine bir adım attı, cennetin baş köşesinden ayrılma zinciri,
boğazına geçti. Melek, Şeytan!dan kaçar gibi ondan kaçmaya başladı. Bir lokma
ekmek için ne kadar gözyaşı döktü. Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki
gözde bitmişti. Adem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler
serdetmezdi.
Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur. Fakat nefis,
başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz. Yalnızlıktan
ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir. Yürü, tez bir Allah
dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur. Halvette oturup gözünü yuman
da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil. Akıl
başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar. Fakat nefis, bir başka nefisle
sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut. Sakın dil süpürgesiyle ona toz
kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme. Zira mümin, müminin aynası olunca
yüzü buğulanmadan kurtulur. Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın
yüzünü nefesle buğulandırma. Nefesinden buğulanıp yüzünü senden öretmemesi için
her nefeste soluğunu tutman lazım. Topraktan aşağı mısın ki ? Toprak bile sevgiliyi
bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu. O yaş ağaç sevgiliyle
buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti. “ kötü dostla
ünsiyet, belaya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer. Uyuyayım da
Eshabı Kehif’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi”
dedi. Eshabı kehif’in uyanıklığı,Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini,
haysiyetlerini korumuş oldu.
Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye ! kargalar, güz
mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar. Çünkü gül bahçesi
olmayınca, bülbül sükut eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür. Ey güneş ! Sen
yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun. Fakat marifet güneşi, bir
yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer
değildir. Hele işi gücü ; gündüz olsun gece olsun, alemi aydınlatmak olan o cihanın
kemal güneşi hiç kaybolmaz.
İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına aşık kesilir. Senin
yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru
akmakta. Ey atlı ! Duygu yolu, eşeklerin yoludur.
Ey eşeklere karışan, utan! Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular
kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi. Tanıyışta anlayışta mahareti olanlar, o pazarda
nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar? Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası
yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
Ey duygularını derleyip toplayarak gayp alemine götüren! Musa gibi elini koynundan
çıkar. Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu alem güneşi, bir sıfatla mukayyettir. Halbuki
sen gah güneş olursun gah, deniz. Gah Kafdağı kesilirsin, Gah Anka. Fakat hakikatte
sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri!
Ruh ilimle akılla dosttur. Ruhun Arapça’yla, Türkçe’yle ne işi var? Ey naakşı, sureti
olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem
muvahhit! Gah müşebbihi muvahhit yapmakta, gah suretler mu vahidin yolunu
kesmekte. Gah sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gah ey yaşı küçük ey bedeni taze ve
yumuşak güzel diye hitabeder. Bazan da kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi
tenzih etmek için yapar.
Duygu gözünün mezhehi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünni’dir.
İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini sünni gösterir. Duyguda
kalan kişi, Mutezili’dir. Sunni’yim dese de cahillikten der. Duygudan çıkan kişi
Sünni’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür. Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle
eşek de Allah’ı görürdü. Sen de hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı
bir duygu olmasaydı.
Adem oğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra
mahrem olurlardı? Sen suretten kurtulmadıkça Allah’a surette sığmaz, yahutb sığar
demen, aslı olmıyan bir sözden ibarettir. Tasvire sığar, yahut sığmaz bahsi; tamamiyle
iç olmuş, suretten kurtulmuş adamın harcıdır. Eğer körsen teklif yoktur. Değilsen
yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır. Sabır ilacı, gözlerin perdesini de yakar,
göğüsleri gönülleri de yarıp açar. Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan,
topraktan hariç suretler görürsün.
Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta. Allah’a
şükrolsun ki o zahir olunca can onun hayalinden, kendi hayalini gördü. Kapısının
toprağı, gönlümü teşhir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.!
Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten
çirkinlikler bile bana güler! Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim.
Bakalım, ona layık mıyım, değil miyim? O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı,
kart bir ihtiyarı nasıl seçer? Temizler, kimlerindir? Temizlerin. Şu meydandadır: Güzel
güzeli sever, güzeli ister. Şunu bil ki güzel güzeli cezbe der. “ Temizler,temizler
içindir” ayetini oku!
Alem de her şey, bir şey cezbe der. Sıcak sıcağı çeker , soğuk soğuğu. Aslı olmayan,
aslı olmayanları çekmektedir, bakilerde bakilerden sarhoş olmakta. Cehennem ehli
olanlar, cehennem ehli olanları cezbe der. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup
olanları ister. Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme, bir ızdıraba
düşersin. Gözün, gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.
Gözünü yumdun mu tasalanır, gama, gussaya düşersin. Gözün nuru, gündüzün
nurundan ayrılamaz. Senin tasan, gam ve gussan; hemencecik gündüzün nuruna
kavuşmak isteyen göz nurunun cazibesinden ileri gelir.
Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı
olduğundandır. Gönül gözü kıyasa sığmaz bir ziya arayıp durmaktadır. O iki ebedi
nurun firkati seni tasalandırmaktadır. Onu koru! O madem ki beni çağırmakta, ben de
kendime bakayım. Onun cazibesine layık mıyım, yoksa çirkin miyim?
Bir güzel, peşine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir. Acaba yüzümü nasıl
göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim gece gibi mi? Diye can suretimi hayli
zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu. Nihayet dedim
ki ayna neden icadedilmiş, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye
değil mi? Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı,
çok değerlidir. Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
Dedim ki: Ey gönül sen külli bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez! Kul, bu istek
yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti. Gönlüm gözünü
görünce o görmemiş göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi. Seni ebedi olarak
külli bir ayna gördüm. Gözün den kendi suretimi müşahede ettim. Nihayet ben beni
buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
Vehmin; kendine gel o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırdet dedi. Suretim
gözünden seslendi: Birlikte ben senim sen de bensin. Hayal bu zevali olmayan aydın
gözdeki hakikatlardan nasıl yol bulur da ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesneviden Hikayeler II
« Posted on: 05 Mayıs 2024, 21:08:23 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesneviden Hikayeler II rüya tabiri,Mesneviden Hikayeler II mekke canlı, Mesneviden Hikayeler II kabe canlı yayın, Mesneviden Hikayeler II Üç boyutlu kuran oku Mesneviden Hikayeler II kuran ı kerim, Mesneviden Hikayeler II peygamber kıssaları,Mesneviden Hikayeler II ilitam ders soruları, Mesneviden Hikayeler IIönlisans arapça,
Logged
29 Ocak 2010, 09:07:16
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2010, 09:07:16 »

CAHİLİN SEVGİSİ
Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir. O
kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, Kendisi hoş doğanı
görünce,tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti,
yesin diye de önüne saman koydu.”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın
haddini aşmış, tırnağın da uzamış. Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel
ki sana iyi baksın!” dedi. Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima
çarpık, daima yampiri gider.
Padişahın günü,doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi. Ansızın
orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı. Dedi ki: “Her ne
kadar, bize dosdoğru vefakarlıkta bulunmadığın için bu hal sana layıktı. Çünkü
cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın,
cehennemde karar ettin. Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk
kocakarının evine kaçağın layığı budur”
Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”; Ey kerem
sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip
ağlasın? Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu
cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
Yürü çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda
çirkin görünmektedir. Hal bu ki sen ettiğin hizmeti ona layık sandın da cürüm
bayrağını onun için yücelttin. Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o
yüzden günlüne gurur düştü. Kendini Allah ile konuşur gördün. Halbuki niceler vardır
ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer. Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur
ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi daha edepli otur!
Doğan dedi ki: “padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum. Sarhoş
ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk
yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et. Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul
eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım. Kanadım
gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat
olur. Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini
verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım. Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de
aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim. Tut ki
zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir. Bir fındık kadar, fakat
yakıcı kurşun atarım, kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
Taşım nohut kadarsa da savaşta ne baş bırakır,ne miğfer! Musa, savaşı bir tek
sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi. Her peygamber,
o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır. Nuh, ondan kılıç
isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir. Ey Ahmet, yeryüzünün askeri
kim oluyor ki? Aya bak,ayın bile alnını yar! Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz
olduğuna inanan bi,haberler, bu devrin senin devrin olduğunu,kamerin devri
olmadığını anlasınlar.
Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelim olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de; “
Yarabbi, o ne rahmet devri... o devir, rahmetten de ileri ... o devirde rüyet var. Musa’
nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi. Allah dedi ki : “ Sana o devri
onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
Ey Kelm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur. Ben kerem
sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahluka ekmek gösteririm. Ana, çocuk uyansın
da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar. Çünkü çocuğun, açlığından haberi
olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.” Can ve
gönülle dilediğim bütün keremleri sana Allah gönderdi de sen onlara tamah ettin.
Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı. Ahmet’in çalışması
olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin
diye kurtuldu. Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Allah, seni
batın putundan da kurtarsın. O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle
gönlünü kurtar. Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını
şükretmeden çevirdi. Miras yedi. Mal kadrini ne bilsin?
Rüstem can verdi, Zal bedava şeref kazandı! Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar;
ağlayıp taşanda nimetime erişir. Birisine bir şeyi vermek istemezsen o isteği
göstermem. Fakat gönlünü kapattın mı artık açmam. Rahmetim, o ağlamalara
bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya,dalgalanmaya başlar.
Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler. Yolunu kaybeden kör
doğandır. Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasıda kaldı. O
rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti;
Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı.
Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar arasına uğrattı. Padişahtan ayrı
düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya
başladılar. Baykuşlar arasına Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya
geldi” diye bir velveledir düştü. Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir
halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar.
Doğan, “ Ben baykuşlara layık mıyım?” Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane
bağışladım. Ben burada kalmak istemem, padişaha dönmek isterim. Tasalanıp
kendinize kıymayın. Ben burada durmam vatanıma giderim. Bu harabe, sizin
gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil. Benim naz ettiğim yer, padişahın
koludur” diyordu.
Baykuş ise “ Doğan sizi evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor. Hile ile bizi
yurdumuzdan ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde. Bu hileci tokluk gösteriyor ama
Allah hakkı için bütün harislerden beterdir. Hırsından balçığı pekmez gibi yer. Ayıya
kuyruğunuzu kaptırmayın. Bizim gibi saf kişileri yoldan çıkarmak için padişahtan,
padişahın elinden dem vurmakta.
Bir kuşcağız, hiç padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu
sözü, O, padişahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası
yenir mi? Padişah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden. Bu, kabul
edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir laf, ahmak aldatmak için kurulmuş bir
tuzak! Kim buna inanırsa ahmaklığından inanır .
Zayıf bir kuşcağızın padişahla ne münasebeti olabilir? En aşağı bir baykuş , onun
beynine vursa ona padişahtan yardımcı gelecek ha! Hani, nerede?” demekteydi.
Doğan dedi ki: “ benim bir tüyüm bile kopsa padişah, baykuş yuvasının kökünü kazır.
Baykuş kim oluyor ki? Bir doğan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse,
Padişah; her yokuşta her inişte doğan başlarından harmanlar yapar, tepeler yüceltir.
Benim bekçim, onun inayetleridir. Nereye varırsam padişah arkamdadır. Hayalim,
padişahın gönlündedir. O, bensiz duramaz. Padişah beni uçurunca onun ziyası gibi
gönül yücelerinde uçarım. Ay gibi güneş gibi uçup gök perdelerini aşarım.
Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir. Öyle
bir doğanım ki Hüma bile bana hayran olur. Baykuş kim oluyor ki sırımı bilsin.
Padişah, benim kurtulmam için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azadetti. Bir
zamancağız beni baykuşlara hemdem etti de benim yüzümden baykuşları
doğanlaştırdı. Ne mutlu o doğana ki uçuşuma uyar, talihi yar olur da sırrımı anlar.
Bana yapışın da doğan olun, baykuşsanız bile doğanlaşın! Böyle bir padişaha sevgili
olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip olur.?
Padişah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz.
Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğimi yemiyorum. Padişah,
uzaktan benim davulumu döven “İrcii” sesidir. Benimle davaya girişenlerin rağmine
şahidim, Allahdır.
Padişahın cinsinden değilim, haşa bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle,
onun nuruna sahibim. Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir. Su, nebatta
toprağın cinsinden sayılır. Rüzgar, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgarın
cinsi demektir. Nihayet şarap,tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir. Cinsimiz,
padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.
Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde
toz gibiyim, toz gibi! Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi
var.” Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın. Sizi
şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin. Nice
kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi? Göz nuru iç
yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli. Neşe ciğerin kızılındandır, gam
karasında, akıl bir mum gibi beynim içinde. Bu alakadar keyfiyetsiz bir tarzdadır.
Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede acizdir. Külli can, cüzi cana alakalandı; can ondan
bir inci alıp boynuna koydu. Meryem nasıl gönüller alan Mesi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:12:16
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2010, 09:12:16 »

ÖLEN Mİ ÖLDÜREN Mİ ?
Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü. Biri ona “ Huyunun
kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin. Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye
söylemiyorsun, o sana be yaptı ki?” dedi. Adam “ çok ayıp bir iş işledi,bende onu
öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi. Kınayan “Be adam, ananı
öldüreceğine o kişiyi öldürseydin”deyince dedi ki: “her gün başka birisini mi
öldüreyim?
Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum, halkın boğazını boğazını
keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!” O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zahir
olan nefsindir. Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür!
Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Allah ile de
savaşıyorsun, halkla da.
Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz. Bir
kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer. “Peygamberlerin
nefisleri helak olmamış mıydı? Onların neden düşmanları vardı, onlara niye haset
ediyorlardı?” derse, Ey doğru söz arayan, kulağını aç!
Bu şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu: O münkirler kendilerinin
düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı. Düşman, ona derler ki cana kastetsin.
Kendi kendisine can çekişene düşman demezler. Yarasacağız, güneşin düşmanı
değildir, hicaba girmiş,kendi kendisine can çekişene düşman olmuştur. Güneşin ziyası
onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir
kötülükte bulunabilir mi?
Düşman ona derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş
tesiriyle lal olmasına mümanaat etsin! Halbuki kafirlerin hepsi de peygamberlerin
cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.! Halk nasıl olur da o tek kişinin
gözüne perde olur? Bilakis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale
sokarlar.
Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi! Köle, sahibine
ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar,helak olup gider! Hasta,
doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar
kime?)! Hakikatte hasta da çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının
yolunu kesmektedir. Bez yıkayan, güneşe kızar;balık, denize hiddet ederse,Bir
bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Allah seni çirkin
yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma! Sen “ Ben
filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,
Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha
beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telakki etti de kendisini yüzlerce
kötülüğe düşürdü.
Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı. Ebu cehil,
Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek olmaya
çalıştı. Adı Ebül Hakemdi Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden
na ehil olup kalmışlardır. Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir
ehliyet görmedim. Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak.
Bu yolda hizmet ve iyi huy işe yarar. Allah,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana
çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Allahdan kimse arlanmaz, Allah’a kimse
hasedetmez. Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona
hasededer. Fakat peygamberlerin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse
hasededemez, ona herkes uyar. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli
vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin
kalbi sırçadansa sınmıştır.
İşte diri ve faal imam, o velidir, ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan! Ey yol
arayan, Mehdi de odur, Hadi de o. Hem gizlidir hem senin karşında oturmakta. O, nura
benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.
Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe
bakımından dereceler vardır. Çünkü Allah nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur
perdelerini bu kadar kat bil1 Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmama
kadar bu perdeler saf saftır.
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez. Ön
saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat
getirmez. İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir.
Şaşkınlıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri,
yahut altını saf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet
isterler. Halbuki o hararet, o, şuleler, demir için kafi değildir. Çünkü demir, ejderha
gibi olan ateşin yalımını ister. O demir meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin
altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir, ondan hoşlanır. Bu çeşit fakir, ateşin
vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer. Fakat
su ve su oğulları, hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale
gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
Ayağa yürümek için nasıl ayakkabı lazımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir
tencere; yahut tava lazımdır. Yahut da ortada bir yer gerektirir ki hava ısınsın, kızsın
da harareti suya müessir olsun. Fakir ona derler ki şulelerle vasıtasız rabıtası vardır.
Hakikatte alemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan aleme) bu gönül vasıtasıyla feyz
gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar. Gönül olmasa ten,
konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? Demek ki şulelerin
nazargahı o demirdir. Şu halde Allahnın nazargahı da gönüldür, ten değil! Sonra bu
cüzi olan gönüller de hakiki maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye
korkuyorum.
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım,
bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından,ihtiyarım elimde bulunmadığından.
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
PADİŞAHIN İKİ KÖLEYİ SINAMASI
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu. Köleyi
anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti
zuhur eder. Ademoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. Bir rüzgar
esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
O evde inci mi var, buğday mı altın hazinesi mi var, yoksa yılan akreple mi dolu?
Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi
bekçisiz olmaz. Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa
düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu. Ondan parlayan
her incinin nuru, Hak ile Batılı ayırır. Kuran’ın Nuru da Hak ile Batılı zerre,zerre fark
eder, bize gösterir. O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz
sorardık,cevabı da biz verirdik. Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu
bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! Düşünceni doğrult,
iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır. Kulaktan gönüle doğan her
cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der. Kulak vasıtadır, vuslata erense göz;
Göz hal sahibidir, Kulaksa dedikoduda!
Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, halbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri
bile değiştirir. Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakin hasıl ettinse pişmeyi
iste, sözde kalma. Yanmadıkça o bilgi,aynel yakin değildir. Bu ya kini istiyorsan ateşe
dal. Kulak hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir
etmez. Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı,onu anlat.
Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “beri gel”diye emretti. Buradaki sevgiye ve
acımaya delalet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğula
“yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı
kokuyordu,dişleri de kapkaraydı. Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi
var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
“ Bu şekilde, bu pis kokulu ağzıyla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir
yerde oturamazsın. Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin.
Ben hünerli bir doktorum. Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da
büsbütün göz yummak doğru değil. Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikaye söyle
de aklın nasıl bir göreyim dedi.
O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı. Huzurundaki köleye
“Aferin sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle değersin, bir değil. Kapı yoldaşın,
hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın
bizi senden soğutuyordu. Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir,
münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlaksızdır, lanettir,şöyledir, böyledir demişti.”
Dedi.
Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim. Doğru
söyleme...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:15:03
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 29 Ocak 2010, 09:15:03 »

LOKMAN´IN SINAVI
Tertemiz bir kul olan lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil
miydi?Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü. Çünkü lokman, filvaki kul
oğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü. Bir padişah, konuşma esnasında bir
şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile” Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten
utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel! Benim iki kulum var. Onlar hor hakir
kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi.
Padişah “ Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ? deyince şeyh “ Birisi, kızmak öbürü
şehvet” dedi. Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş,
olmaksızın da parlar durur. Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa,
mağlup olan, varlığa düşman olan kişidir. Lokman’nın efendisi, görünüşte onun
efendisiydi ama hakikatte Lokman’nın kuluydu.
Bu ters dünyada benzerler çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da
bayağıdır. Her çöle, çeçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret, halkın
akıllarına tuzaktır. Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
Mürailik sureti de bir güruhun adını zahitliğe çıkarmıştır.
Halbuki kendisi riyaya boğulmuştur. Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki,
onu sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın. Bu nura sahip olan , akılyoliyle onun
kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz. Gaybı adamakıllı bilen
Allahnın has kulları can aleminde kalb casuslarıdır.
Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır. Serçenin
vücudunda ne kuvvet ne kudret vardır ki sırrı doğanın aklından gizli kalsın? Allah
sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlukatın sırrı nedir ki? Göklere çıkan adama
yeryüzünde yürümek güç gelir mi? Be zalim, Davud’un elinde demir mum haline gelir
erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir. Kendisi de o
kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar. Kullar gibi onun ardından
yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz. Ey kul sen baş köşeye otur. Ben, eski
bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama. Şimdi hizmetin, bence bana hizmet
etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim”
der. Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir. Onların
gözleri toktur efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lazım olan işi yapa gelmişlerdir.
Halbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi
gösterirler. Efendi kulluk edebilir fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez
ki. Şunu bil ki o alemden bu aleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır.
Lokman’nın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü. Sırrı bildiği için
o yol gösterici,iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi.
Lokman’nı daha önceden azad ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu. Çünkü lokman’nın
muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin. Sırrını kötülerden
gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de
gizlemendir. Fakat sen işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin. Kendini
ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.
Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar. Ölüm vaktinde
de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler. Şu halde
anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey
alacaklardır. Her ne düşünür. Her ne elde edersin hırsız, emin olduğun terden gelip
çatmaktadır. Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız senden hiç olmazsa en bayağı,
en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin. Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir
kumaşa el atar. Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak. En aşağı şeyi
terk et de daha iyisini bul.
Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, lokman’a adam gönderip çağırtır,
Önce o yemeğe lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi. Bu suretle onun
artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi. Hatta yese bile
gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
Bir gün lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ git,
oğlum lokman’ı çağır” dedi Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim
verdi. Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın
efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir
dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir
karpuz” dedi .
Çünkü lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı
geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili
uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından adete kendisini kaybetti. Sonra “ A
benim canım efendim, Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı
nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın
var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki
utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu
acıdır demeğe utandım. Çünkü vücudumun bütün cüzüleri senin nimetlerinden
meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;Bu kadarcık bir acıya
dayanamaz, feryadedersem vücudumun bütün cüzüleri hak ile yeksan olsun!
Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden
bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden
dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi
neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk,
cansız şeylerdir.
Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce adeta bir ıslıktan
sevgilinin sesini duymuş gibi olur. Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir.
Nihayet şimşeği güneş sanır. Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi.
Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır. Teninde noksan bulunan acınır, acınan
kişiye lanet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
Kötü hastalık lanet edilmesi icap eden, uzaklığa layık olan illet, akıl noksanıdır. Zira
noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı
tamamlamaya imkan yok. Allahdan uzak düşen her kötü kişinin kafirliği, firavunluğu,
umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir. Beden noksanı için Kuran’ da “ köre teklif
yok” diye bir genişlik var. Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve
parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun. Şimşek güler o kişiye.
Kime biliyor musun ? onun nuruna gönül bağlayana.
Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna
benzer mi hiç? Şimşek bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.
Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasiyle mektup okumak, Hırs yüzünden
akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir. Aklın hassası, işin sonunu
görmektir. Akıbeti görmeyen akıl nefistir. Nefse mağlup olan akıl, nefis haline
gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir. Sen bu yomsuzluk içinde
gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! Bu cezirle meddi gören kişi,
yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak
seni halden hale döndürür durur. Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar
durur, erler gibi de Eshabı Yemi’nin lezzetini umarsın. Bir yandan korkuya, bir yandan
ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz acizdir. Ya beni
bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamimiyle söyleyeyim.
Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın
ne, muradın nerede? Can İbrahim canı olmalı ki nuriyle ateş içinde cennetler, köşkler
görsün. Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın. Halil
gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem. Bu ten
alemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.
HÜTHÜD İLE BELKIS
Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Allah, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti. Bir hüthüt
kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi. Belkıs okudu. Elçinin
getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi. Gözü hüthütü gördü, gönlü onun Anka
olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu
ile savaşır durur. Kafirler Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü
görmemişlerdi. Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de.
Allah duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi. Çünkü o köpüğü
gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip ol...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ocak 2010, 09:17:45
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 29 Ocak 2010, 09:17:45 »

HASTA HATIRI
Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi. Mustafa
halini hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamberin huyu tamamıyla lütuf ve keremden
ibaretti. Hasta halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene
sanadır. Birinci faydası şudur; O hasta adam bir kutup, bir ulu şah olabilir.
Mademki inatçı adam, gönlünün iki gözü de yok, odunu ödağacından ayırt edemezsin.
Alemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma yalnız hiçbir viraneyi de definesiz
bilme. Her dervişe ne olur, ne olmaz diye mülazemette bulunadır, bir nişane buldun
mu da artık onun etrafında adamakıllı dön dolaş! Mademki sende o can gözü yok, her
vücutta define var san! Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padişah değilse bile
bir atlı askerdir. Kim olursa olsun ister yaya, ister atlı yol dostlarıyla buluşmayı,
onların halini sormayı hatırlarını ele almayı lazım bil.
Hatta o adam düşman bile olsa yine iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düşman bile adama
dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine
adeta merhemdir. Bundan başka daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü
uzatmadan korkuyorum. Sözün hülasası şu: Topluluğa dost ol. Hatta bir dost
bulamazsan put yapan amad gibi taştan bir yont, onu sev! Zira kalabalık ve kervan
halkının çokluğu yol vurucuların belini kırar, onları kahreder.
Allahdan Musa’ya şu hitap geldi “Ey koltuğundan ayın doğduğunu gören! Seni Allahlık
nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Allah’ım hastalandım da niçin halimi
hatırımı sormaya gelmedin?” Musa “ Allah” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne
remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi. Bunun üzerine Allah, yine “ Hastalığımda kerem
edip niçin halimi sormadın?” buyurdu. Musa “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz.
Aklım şaştı, bu sözün haki katını anlat” dedi. Allah “ Evet, has ve seçilmiş bir kulun
hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır”
buyurdu. Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun. Velilerin
huzurundan kesilirsen helak oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün. Şeytan
birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz kimsesiz bir hale kor, o halde de
bulununca başını yer, mahvedip gider. Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki şeytanın
hilesinden ibarettir.
Bir bahçıvan , bahçesine iç tane hırsızın girdiğini gördü. Bu üç kişinin birisi bir şerif,
bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi. Bahçıvan kendi
kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim
yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,tek başıma bu üç
kişinin hakkından gelemem, önce onları birbirinden ayırmak lazım. Her birisini
öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer ,birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi. Hile
edip arkadaşlarıyla arasının açmak üzere sofiyi yola vurdu. Sofi gidince öbür iki
arkadaşıyla yalnız kaldı.
Sofiye “ Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir” dedi. Fakihe “ sen fakihsin, bu da
ünlü bir şerif. Biz senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız.
Bu da bizim şehzademiz sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sop undan. Bu
pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor. Gelince
onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin.
Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi. Onları vesveselendirip kandırdı. Ah
arkadaştan ayrılmamak gerek. Sofi gelince onu davdılar. Bu sefer bahçıvan koca bir
sopayla ardından seğirtti. Dedi ki : “ Ey köpek sofi demek sen cüret edip benim
bağıma giriyorsun ha! Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana
hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı? Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, adeta yarı
canlı bir hale koydu, başını yardı. Sofi “ benim nöbetim geçti.
Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin. Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu
kaltanbandan daha ağyar değilim. Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet,
her aşağılık kişiye layıktır. Bu alem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir”
dedi. Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çeşit bir bahane kurdu. Şerife “ Ey şerif, eve
git de kuşluk öğünü için, yufka ekmeği pişirmiştim, evin kapısını vur.
Kaymaza söyle, o yufka ekmeğiyle kazı getirsin” dedi. Şerif gidince, fakihe dedi ki: “
Ey işi yerinde güneş görmüş her şeyi anlar bilir adam, den fakihsin, bu meydanda. O
şerif, manasız bir iddiada bulunuyor. Anasının ne iş ettiğini kim bilir ki? Karıya ve karı
işine gönül bağlıyor, hem kadınlar nakıs akıllıdır diyor, hem de onlara itimat
edemiyorsunuz. Zamanede nice ahmaklar, Ali’ye peygambere nispet iddia ederler.”
Zinadan ve zina edicilerden olan herkes, Allah mensupları için işte bu zanda bulunur.
Dönen ve bu yüzden başı dönmüş olan kişi elbette evi de kendisi gibi döner görür. O
edepsiz bahçıvanın söylediği sözler kendi haliydi. Evladı Resulden o işler, uzaktır. O
bahçıvan mürtetlerin dölü olmasaydı Peygamber hanedanı hakkında böyle söyler
miydi?
Afsunlar, okudu, fakih de bunları dinledi. Bunun üzerine o sitem kar fakih şerifin
ardından gidip, “ Ey eşek, bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden
mi miras kaldı? Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, peygambere ne
yüzden benziyorsun?” dedi. O zalim herif, şerife, harici Al-i Yasin’e ne yaparsa onu
yaptı.
Hatta şeytan ve gul Al-i Resul’e Yezid ve Şimir nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu,
öcünü aldı . şerif, o zalimin zulmünden harap oldu, fakihe “ Ben sudan çıktım Ayağını
tetik bas şimdi yapayalnız kaldın davula benze boyuna karnına tokmak ye! Şerifliğimi
bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da layık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir
zalimden de aşağı değilim ya” dedi.
Bahçıvan ondan da kurtulup fakihe geldi ve dedi ki: “ Ey fakih! Ne fakihi, ey her sefih
kişinin bile arlandığı herif! Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile
deme. Fetvan bu mu senin? Böyle bir ruhsatı Vasit’temi okudun? Yoksa bu mesele
Muhit’te mi var?” fakih “ Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın
layığı budur” dedi.
Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik bu dostluk da
yüz türlü sevgi doğurur. Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya hatırını
sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü. Velilerin huzurundan uzaklaşırsan
hakikatte Allahdan uzaklaşırsın. Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa
padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. Her an durma padişahların
gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin. Sefere çıkarsan bu
niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa
gidiyordu. Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor, bu şehirde basiret
sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu. Allah “ Sefer esnasında
nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi. Hazine elde etmeye çalış, çünkü kar,
zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder. Fakat saman
ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara insanların
gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini! Hac zamanı gelince Kabe’yi ziyaret
etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. Miraçtan maksat dostu
görmektir.
Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü. Şeyh, o yeni
müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki? “ Yoldaş, eve niçin
pencere açtın?” o da şöyle cevap verdi “ ışık gelsin diye” şeyh “ O feridir. Şunu niyaz
etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi. Bayezid, seferde vaktin Hızır’ı olan
kişiyi bulmak için uğraşmakta, böyle bir er araştırmaktaydı. Vücudu hilal gibi incelmiş
bir pir gördü; onda erlerin halini, kalini buldu.
Pirin gözü görmüyordu, fakat gönlü güneş gibiydi. Adeta rüyasında Hindistan’ı
görmüş bir file benziyordu gözünü yummuş, uyumakta .Gözünü açarsa nasıl olurda
görmez? Şaşılacak şey! Rüya deyince şaşılacak şeyler açığa çıkar. Gönül uykuda
pencere kesilir. Uyanık olduğu halde güzel rüya gören ariftir.
Sen onun bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek. Bayezid o pirin huzuruna varıp
oturdu, halini sordu ; onun hem fakir hem de aile etrafı çok olduğunu anladı. Pir “ ey
bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
Bayezid “ hac mevsimi Kabe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki : “ yol masrafı
olarak yanında ne var?” Bayezid “ İki yüz dirhem gümüşüm var. Ridamın ucuna
sımsıkı bağladım işte” deyince Pir “ Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac
tavafından daha makbul bil. O dirhemleri de ey cömert kişi bana ver.
Bil ki hac ettin muradın hasıl oldu. Umre ettin ebedi ömre nail oldun, saf bir hale
geldin, Safa’ya koştun, Saiy erkanını yerine getirdin. Canın gördüğü Hak hakkı için ki
o, beni kendi evinden daha üstün daha makbul etmiştir. Kabe her ne kadar onun lütuf
ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi Allah Kabe’yi kurdu ama kurdu
kuralı ona gitmedi .Halbuki bu eve benim vücuduma o ebedi diri olan Allahdan başka
kimse gelmedi. Beni gördün ya bil ki Allah’ı gördün; doğruluk Kabe’sinin etrafında
tava...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes