> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kavramları M-Z > Salah
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Salah  (Okunma Sayısı 629 defa)
18 Mart 2010, 19:35:43
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 18 Mart 2010, 19:35:43 »




SALÂH VE ASLAH




Mu´tezile´nin, "Vücub alellah" temel görüşü içinde kabul ettiği düşünce ve inançlardan biri.

Allahu Teâlâ´nın, yarattığı ve kendisine ibâdetle mükellef tuttuğu insanlardan herbiri için en uygun ve en salih olan şeyleri yaratması, yüce zâtına vâcib (zorunlu) olur mu? Kul için aslâh (en iyi ve uygun) olan nedir? Bir kul için en uygun veya en faydalı olan şeyi yaratmak Allah (c.c) üzerine vâcib olur mu? Vâcib olur ise, bunlar dünya hayatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için midir? İşte bu soruların cevabını araştıran Kelâm âlimleri ve Mu´tezile tarafından "Salâh ve Aslah" adı altında incelenen bu konu, Allah´ın fiilleri ile yakından ilgilidir.

Bilindiği gibi, Allah´ın fiillerinin başında "halk ve icad", yani "yaratmak" fiili gelir. Kulların menfaatına en uygun olan şeyleri Hâk Teâlâ´nın yaratmasının yüce zâtına vâcib (zorunlu) olup olmadığı hususu, Allah (c.c)´in "yaratma fiili" ile, dolayısıyla "irade ve kudret" sıfatları ile doğrudan alakalıdır. Ehl-i Sünnete göre Allah´ın fiilleri yüce zâtının (ulühiyyetinin, ilâhlığının) icabı olmayıp; O´nun ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarının birer taalluku ve eseri olarak "mümkinât"tan, yani câiz olan şeylerdendir. Bu fiiller, "vâcibâttan" yani mutlaka olması zarurî şeylerden değildir. Çünkü bu fiiller, Zât-ı İlâhî´den zaruri (zorunlu) olarak değil, hür bir irâde ve ihtiyar yoluyla meydana gelir. Çünkü Allah Teâlâ, fâil-i muhtar´dır. O´na iradesi dışında hiç bir şeyi yapmak vâcib olmaz.

Allah Teâlâ´yı tenzih ve yüceltme fikrine dayanan bu temel görüşe rağmen, İslâm´da itikâdî mezheplerin en meşhurlarından olan Mu´tezile alimleri bu konuda, "kul için aslâh, yani en uygun veya en faydalı olan şeyi yapmak, Hak Teâlâ´ya vâcibtir" demişler ve bir ekol olarak bu temel görüş üzerinde birleşmişlerdir. Böyle bir görüşe sahip olmaları, halk-ı ef´al-i ibad konusu ile Hüsün ve Kubuh meselesindeki görüşlerinden doğmuştur. O halde "Salâh ve Aslâh" problemi, bu iki aslî mes´eleden doğan tâli bir inanç konusu sayılır. Bu esasa göre; Ehl-i Sünnet âlimleri ile Mu´tezile kelâmcıları arasında itikadî ana meselelerde çıkan görüş ayrılıklarından doğan önemli bir tartışma konusu da, "Salâh ve Aslah" meselesidir. Özetlenen bu iki ana fikirden hareketle; "Allah Teâlâ´nın, insanların her birinin menfaatına en uygun ve bu sâlih olan şeyleri yaratması vâcib midir?" sorusuna, Ehl-i Sünnet âlimleri "hayır" derken; Mu´tezile mensupları "evet" diye cevap vermişlerdir.

Gerçekte bu konuda iki ana mezheb vardır: Biri, Ehl-i Sünnet, diğeri Mu´tezile... Ehl-i Sünnet mezhepleri olan Eşariyye vc Mâtürîdiyye, bu konuda esas ve delil yönünden bir oldukları gibi, aralarında önemli bir görüş farkı da yoktur. Mu´tezile ise; "kul için aslâh olan her şey, Allah hakkında vâcibtir" ana hükmünde birleştikten sonra, "aslah"ın manasında, bunun dünya hayatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için mi olduğu hususunda görüş ayrılığına düşmüş ve üç ayrı mezhep olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar; Bağdad Mu´tezilîleri mezhebi, Basra Mu´tezilîlerinin çoğunluğu (cumhuru) mezhebi ile, Basra Mu´tezilîlerinden Ebu Ali el-Cübbâî mezhebidir (Bu mezheplerin görüşleri ve delillerinin tartışmaları için özellikle bkz. et-Taftazanî, Şerhul Akâid en-Nesefiyye ve Hâşiyeleri, Kahire 1939, s. 389-395; M. Yusuf eş-Şeyh, Müzekkerât fi´t-Tevhid, Kahire 1954, IV, 37-44, 48; Salih Musa Şeref, Müzekkirât et-Tevhid, Kahire 1954, IV, 35-45, İmamul-Harameyn el-Cüveynî, Kahire 1950, s. 287-299; Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları (İlm-i Kelâm) İstanbul 1984, I, 389-392, 396-397).

Ehl-i Sünnet, yukarda özetlenen ana fikirden hareketle "fâil-i muhtar" olan Allah Teâlâ´ya herhangi bir fiili işlemek, hiç bir şekilde vâcib ve zorunlu olamaz. O halde; "kulları için aslah olan, yani kulun menfaatine en uygun ve en sâlih olan şeyleri yaratmak, Allah (c.c) üzerine vâcib değildir. Bu sebeple kul için aslâh olan bir şeyi terkedebilir" demişlerdir. Bu ana esasta, Eş´arîlerle Mâtürîdîler ittifak etmişler, mezheplerini ispat etmek için aynı delilleri kullanmışlar, hasımlarını ilzam için aynı metodu uygulamışlardır. Ancak, bu görüş birliğinden sonra, Hâk Teâlâ´nın kul için aslâh olan bir şeyi nasıl terk edeceği hususunda farklı görüşleri benimsemişlerdir. Bunlardan Mâtürîdîlere ait olan görüş şöyle özetlenebilir:

Allahu Teâlâ, kul için aslâh olanı; ilâhî hikmeti terketmeyi gerektirirse terkederek, onun yerine başka bir şeyi yapabilir. Çünkü Hak Teâlâ´nın fiillerinde mutlaka hikmet vardır. İlâhî fiillerin bir hikmete dayanmaması ise, Allah (c.c)´ın münezzeh olduğu bir noksanlıktır. Mâtürîdîler; "Hak Teâlâ´nın fiillerinde mutlak hikmet ve menfaat gözetmek vardır" derlerse de; "Allah üzerine vâcibtir" demezler. Ayrıca, "özel bir hikmet gözetimi vâcibtir" de demezler. Gerçekte "Allah´ın fiillerinde mutlak hikmet gözetimi vardır " sözü, "Hak Teâlâ üzerine hiç bir şey vâcib değildir" hükmüne aykırı düşmez. Çünkü Mâtürîdîler, kul için lütuf ve aslâh gibi "hususîyât" denilen şeylerde "vücubu" yani "mutlaka vuku bulması" esasını reddederler.

Eş´arîlerin görüşü ise şöyledir:

"Hâk Teâlâ kul için aslâh olan her şeyi, yani "mutlak aslâh"ı, terkedilmesini gerektiren bir hikmet olmasa dahi terkedebilir. Allah Teâlâ hakkında hiç bir şey vâcib değildir. Onda "özel hikmetler" veya "mutlak hikmetler" bulunması bu hükmü değiştirmez" (Musa Salih Şeref, a.g.e., IV, 34, 35; Ali Arslan Aydın, a.g.e., 388-389).

Ehl-i Sünnet âlimleri, temelde bir olan bu görüşlerini ispat etmek için birçok delil zikretmişlerdir. Şöyle ki;

1- Eğer kul için aslâh olan, Allah (c.c) üzerine vâcib olsaydı; dünya ve âhirette azap gören fakir kâfiri hiç yaratmaması gerekirdi. Çünkü onun için aslâh olan, hem mü´min hem de zengin olmak idi. Fakat bu tip insanların yaratıldığı müşahade ile sabittir. O halde, kul için aslâh olan, Hak Teâlâ´ya vâcib değildir. Bilindiği gibi bu tip kâfirler, yoksulluk içinde kıvrandıkları için dünya hayatında perişandırlar. Kâfir oldukları için de, âhirette devamlı ve şiddetli azaba maruz kalacaklardır. Halbuki bu gibiler için aslâh olan, hiç yaratılmamak idi. Veya mükellef olmadan öldürülmek veya aklının alınması gerekirdi. Halbuki bunların hiç biri olmamış; kâfir olarak yaşamış ve kâfir olarak ölüp sonsuz azaba müstahak olmuştur. O halde, kul için aslâh olan, Hak Teâlâ üzerine vâcib değildir.

2- Eğer kul için aslâh olan Allah Teâlâ´ya vâcib olsaydı; kulları üzerine fazlı ve keremi, lütfu ve ihsanı, kulların da O´na minnettarlığı olmaz; lütfettiği hidayet ve çeşitli nimetler sebebiyle şükredilmeye, hamdu senâya (haşa) hak kazanmazdı. Çünkü Allah (c.c), kullarına karşı, ancak üzerine vâcib olanı, yani terketmesi mümkün olmayan şeyleri yapmış olurdu. Zira bunları yapmasa, Mu´tezile´ye göre Allah (haşa) bahil (pinti) ve sefih (!) olurdu. Bu sebeple, terkedemeyeceği bazı fiilleri yapmakla hamde ve şükre hak kazanamazdı. Bu ise; hem aklen hem de dinen bâtıldır. Çünkü Hak Teâlâ´nın sırf kendi yüce iradesi ve lütfu keremi ile bütün insanlara genel, mü´minlere ise özel nimetler verdiği ve kendisine şükredilmesini istediği şu âyetlerle sabittir:

"Şüphe yok ki Allah (c.c) insanlar hakkında lütuf ve kerem sahibidir" (el-Bakara,2/243); Andolsun ki Allah (c.c), mü´minlere büyük lütufta ve ihsanda bulunmuştur" (Âlu İmrân, 3/164); "Bana şükrediniz ve (nimetlerime) nankörlük etmeyiniz" (el-Bakara, 2/ 152).

O halde, kul için aslâh olan, Hâk Teâlâ´ya vâcib değildir (bkz. Musa Salih Eşref, a.g.e., IV, 38-39; A. A. Aydın, a.g.e., I, 393-394).

3- Eğer kul için aslah olan Allah Teâlâ´ya vâcib olsaydı, Cenab-ı Mevlâ´nın sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)´e olan büyük lütuf ve ihsanı, müşriklerin reisi Ebu Cehil´e olandan daha fazla olmazdı! Çünkü Hâk Teâlâ onlardan her biri için aslâh olanları verdi. Sağlıklı ve özürsüz olarak yarattı, mükellef kıldı. Dilediğini yapma imkân ve kudretini her ikisine de tam olarak verdi. Bu esasa göre, eğer her ikisine karşı yapması vâcib olan aslâhı Allah (c.c) noksansız ve farksız olarak vermiş oldu denirse, bu durumda Allah (c.c) en sevgili Peygamberi üzerine Ebu Cehil´e gösterdiğinden fazla lütfu ve ihsanı yoktu (!) demek gerekir. Böyle bir iddianın bâtıl ve imkânsız olduğu âşikârdır. Zîra Cenab-ı Hakkın, Rasûlü Ekrem (s.a.s) Efendimize en büyük şeref ve dereceyi, nimet ve faziletleri vermiş olduğu ve bütün insanlara rahmet peygamberi olarak gönderildiği Kur´an´da sabittir: Muhakkak ki biz seni, ancak, âlemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107). O halde kul için aslâh olan, Allah Teâlâ´ya vâcib değildir.

4- Ehl-i Sünnet, Mu´tezile´nin iddiasını, dayandığı esas bakımından iptal etmek için de, "vücûb" kelimesinin manasını tahlil ederek şöyle bir delil zikretmişlerdir. Eğer kul için aslâh olan Allah Teâlâ´ya vâcib olsaydı, vücub; ya "onu terkedenin zemme (kötülenmeye) ve cezaya mustahak olduğu" anlamına, veya; "fiilin Hak Teâlâ´dan, zarurî, yani iradesiz olarak meydana geldiği ve bu fiili önleme gücüne sahip olmadığı (!)" manasına gelirdi. Vücubun her iki manasının da Hak Teâlâ hakkında kasdolunması asla düşünülemez. Zira, birinci mananın kasdolunması, Cenâb-ı Hakkın her hângi bir fiili terketmesi halinde zem ve ikaba müstahak olmasını (haşa) gerektirir ki; bu, şer´an ve aklen muhaldir. Çünkü o, yegane Hâlık ve yegane Mâliktir; fiillerinde mutlak irade, mülkünde mutlak tasarruf sahibidir; her hangi bir fiilinden dolayı cezaya (haşa) müstahak olamaz. Bu konuda İslam âlimleri arasında ittifak vardır. Ayrıca; Hak Teâlâ´yı âdeta bir mükellef gibi tasavvur ederek O´na bazı vâcibleri yapmayı zarurî kılmak, bâtıl bir kıyastan ve sapık bir düşünceden başka birşey değildir. İkinci mananın da bâtıl olduğu açıktır. Çünkü o mana kastedildiği takdirde, bazı filozofların sapıtarak iddia ettiği gibi, Hak Teâlâ´nın küllî ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Salah
« Posted on: 29 Mart 2024, 03:41:26 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Salah rüya tabiri,Salah mekke canlı, Salah kabe canlı yayın, Salah Üç boyutlu kuran oku Salah kuran ı kerim, Salah peygamber kıssaları,Salah ilitam ders soruları, Salahönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes