NİYET – MUHABBET İRADE
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdu: Bir hadis-i şerifde "Ameller niyetlere göredir" (Buharı, İman, 41. Müslim, İmaret, 155. Mace, Zühd, 26) denilmiştir. Onun için hiç bir şey niyetin yerini tutamaz. Mürid niyetini doğru yapmadıkça mürid olamaz. Niyeti şöyle yapmalıdır: Eğer mürşidim razı ise bu işi yaparım, razı değilse yapmam. Yapılacak işleri İNŞAALLAH düsturuna bağlamanın yeterli geldiği gibi niyette üstadın rızasına bağlanmak da yeterlidir. Meselâ üstadım razı olursa yemek yiyeceğim, nafile namazı kılacağım gibi.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdular:Nezle hastalığı müridlerin imtihamdır. Hiçbir şey o hastalık kadar muhabbeti azaltmaz. Hace Ubeydullah Ahrar hz.leri müridlerini bununla imtihan ederdi. Bundan dolayı muhabbeti eksiltmeyen sûfilerin muhabbeti tamdır. Bu muhabbet alametidir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdu:Manevî çarpılma iki türlüdür. Birisi ruhaniyyette çarpılmadır. Böyle zarar gören kişi himmetle eski haline dönemez. Çünkü bu hal imandan sıyrılma ile beraber gelir. İkincisi sıfati olarak zarar görüp çarpılmadır. Böyleleri misal aleminde domuz, köpek veyahutda başka bir hayvanın suretine girer. Bu hale düşenler himmet ve tevbe ile eski hallerine dönerler. Bu şekil çarpılmanın asıl kaynağı dünya sevgisidir. Alameti ise vaazlardan etkilenmemedir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdu:Şeyh himmetle müridlerini zarardan korumak için, kâfır kabirlerinin yakınlarında bulunan evlere gelerek zulmeti kaldırır. Fakat kabirdeki kafirin azabı kaldırılmaz. Bu hali değişik yerlerde gördük.
Keşif ehli bazen kafirleri mü´minlerin kabrinde, mü´minleri de kâfirlerin kabrinde görüyor. Bunun sebebi bütün günahların başı olan dünya sevgisinden kaynaklanmaktadır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri Mevlana Halid Bağdadî (k. s) hz.lerinden şunları nakletti:
Bazı kaside ve ilahileri dinlemenin bir sakıncası yoktur. Tarikata uygundur. Kaside dinlemekten tamamen vazgeçmek doğru değildir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) sözlerine şöyle devam etti:Biz Gavs´ın (k.s) zamanında teveccühden önce kaside dinlerdik. O da bizi menetmezdi. Özlemi ve şevki artıran kaside neden yasaklansın. Ben bir arkadaşa dedim " Sen teveccühten önce ahenkli söz ve şiirler oku"
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) dedi:Şah-ı Nakşibendi (k.s) şöyle buyuruyor: Bizim hem yaşayanlara, hem de ölülere faydamız ve zararımız olur.
Şöyleki; biz bir beldenin yaşayan insanlarından razı olduk mu onların ölüleri bizden fayda görür. Bir beldenin insanlarına kahır ettik mi onların ölüleri de zarar görür.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor: Zina ehli çok günahkar bir zat var idi. Bu zat vefat ettikten sonra oğlu Gavs´a gelip tevbe aldı, tarikata intisab etti. Oğlunun bu halinden sonra ben babasını rüyamda gördüm. Bana dedi ki:"Cenab-ı Hakk oğlumun tevbe alıp tarikata intisab etmesinden dolayı, Gavs´ın şefeatı ile bütün günahlarımı bağışladı. Seyda diyor: Bu zatın yüzünde ilginç bir nur parlıyordu.
AbdurrahmârA Tâğî (k.s) dedi: Bilesiniz ki amelin sermayesi şeriattır. Müridliğin dayanağı ise muhabbet ve ihlâstır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdu: Müridin ihlasını kaybederek şeyhini inkâr etmesi, bu yolda görebileceği zararların en büyüğüdür. Bundan daha büyük bir zarar düşünülemez. Müridde olması arzu edilen hâl, mürşidi için sevinip, mürşidi için üzülmesidir. (Yani mürşidinin sevincini ve üzüntüsünü paylaşmasıdır. Çünkü o, Allah´ın razı olduğuna sevinir, O´nun rızası dışındakilere de üzülür.)
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sohbetlerinde şunları söylediler:Seher vaktinde kalkan aşıklara muhabbet şerbeti, Allah´tan korkanlara ise mağfiret sunulur.
Allah ile kul arasında yüz konak vardır. Bu konakların toplam uzunluğu ellibin sene uzaklıkta ve her konağın arası beşyüz senelik mesafededir. Cenab-ı Hakk seher vakti kullarına karşı doksan dokuz konak yaklaşır. Kul ile Rabbi arasında bir konak kalır. Kul da bu bir konağı kaldırmalıdır. Kulun bu hale gücü yetmiyorsa zorlamalıdır.
Kul Rabbisine karşı acziyet ve fakirliğini anlayarak tevbe ve istiğfar edip yakınlık elde etmeye çalışmalıdır.
Eğer insan karısını Allah´dan çok sevmeseydi, seher vakti uyuyamazdı. Çünkü Allah uykuyu bırak dediği halde hanımı ona uyu demektedir.
Seherden az önceki bir vakitde şunları söyledi:
Şu anda bana kemale erişme makamının, sadece Allah´ın zatına yönelme makamından sonra geldiği söylendi. Bu söz şu manaya gelir: Önce insanın talebi zat-ı Bari Teâlâ olacak. Dünya ve ahiretten kalbini kesecek. Sonra kemal makamına ulaşır. Nitekim şair şöyle diyor:
Çok seferler gerekir,
Ki ham kimse olgun olsun.
Abdurrahmân-i Tâğî´ ye (k.s) sordum:
-Kurban filan adam cinlerin teveccühe, sohbete ve hatmeye geldiklerini söylüyor. Bu konuda ne buyurursunuz?
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s):-Evet cinler çok miktarda gelirler. Teveccühe geldiklerinde pişman olmalarına rağmen yine gelirler. Bazan müslüman olmayanları gelip müslüman olur. Onların çoğunda istikamet yoktur. Bir gün yirmibin tanesi gelir. Bir başka gün sayıları dörde düşer..
Ben (İbrahim Çokreşî) onların arasında veli çıkıp çıkmayacağını sorunca şöyle cevap verdi:
-Muhabbetleri kuvvetlidir, ama irşad mertebesine eremezler.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sohbetlerinde velilerin bazı halleri hakkında şu bilgileri verdi:
Peygamberin ihtiyarı vardır, fakat velinin ihtiyarı yoktur. Veli ya ilim velisidir ya da veliyyü´l-ayndır.Veliyyü´l-Ayn´ın ihtiyarı yoktur. Bu Allah´ın iradesine tabi olmuştur. Onun tercih ettiği şey Yüce Allah´ın razı olduğu şeydir.
Bir de Veliyyü´l-Hakk vardır. Bu da ilim ve cehaleti kendisinde birleştirmiştir. Bu da kendi iradesini unutup, ilahi iradeye tabi olmuştur. Böyle zatlar iki şeyden birini tercih etmek durumuna geldiklerinde ilimlerine dayanarak Allah´ın razı olduğunu tercih ederler.
Musa (a.s) ile Azrail (a.s) arasında geçen mesele buna örnektir.
Azrail (a.s), Musa´a (a.s) Cenab-ı Allah´ın celâl sıfatını takınarak gelip Musa´ yı (a.s) yaşayıp yaşamama konusunda serbest bıraktı. O zaman Musa (a.s) canını almasına müsade etmedi.
Musa (a.s)biliyordu ki; Cenab-ı Hak peygamberlerinin ruhunun celal sıfatı ile alınmasına müsade etmez. Bir zaman sonra Azrail (a.s) cemal sıfatı ile gelip Musa´yı (a.s) ölüm ile yaşama arasında serbest bıraktı. Musa (a.s) bu sefer ölümü tercih etti. Çünkü anladı ki Cenab-ı Hak ölmesini istiyor. Onun için meleğini cemal sıfatı ile gönderiyor.
Buna göre hakkel yâkîn makamındaki bir veli ile ilmel yakîn makamındaki bir veli arasındaki fark şudur: Birincisi bilir ki ilmi Allah´tan gelir. İkincisi bilir ki ilim kendisindendir.
Abdurrahmân-i Tâğî´ye (k.s) dedim ki:Efendim Azrail (a.s) velilerin ruhlarını almaya gelirken cemâl sıfatı ile mi yoksa celâl sıfatı ile mi gelir?
Dedi: Azrail (a.s), velilerin ve salihlerin ruhlarını almaya gelirken cemâl sıfatına bürünerek gelir. Bunun içindir ki, veliler ve salihler Azrail´i (a.s) görünce büyük bir haz duyarlar. Onlar ateşe girseler bile hiç bir acı duymazlar. Azrail (a.s) büyüklerin ve salihlerin ruhunu alırken alacağı şekil onların kemalatına göredir.
Azrail (a.s) fâsıkların ve kâfirlerin ruhlarını alacağı zaman onlara celâl sıfatına bürünerek gelir. Bunların da küfürlerine göre korkuları artar. Bunlar ruhlarını teslim ederlerken eğer cennete girseler bile acı duyarlar. Hiç bir kuvvet ve hâl onlara lezzet vermez.[/b]
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın