eğilmek üzere olanı doğrultalım. Bu işin tamamlanması gerek. “Ey ay ve güneş yardıma geliniz.” dedim. “Evet” deyip geldiler.
Fakat sizin gelmeniz gerek. Helal şeylerden saklanan var. Onları açığa çıkması lazım. Nedir bu hâliniz? Uyuşmuş ve uyumuş bir hâldeyiz. Perişan hâlde uyumuşuz ve bu kaderin gelmesini bekliyoruz.
* * * Geylânî Hazretleri bu arada “Allah’ın adıyla!” deyip kürsüye dayandı. Elini başına koydu. Gözlerini yumdu. Orada biraz sakin durdu. Sonra kalktı sözlerine devam etti:
Siz mecnunlar ve ebleh kimselersiniz. Beni bırakıp evinizdeki köşenize çekilerek oturmanız sermayenin yitirilmesi demektir. Özür olursa bir diyecek yok.
Boş hevese kapılma. Şirkin büyük şerri seni saramasın. Şirk hâlin seni kibre itmesin. İşlerini düzenle, yakında öleceksin.
Geylânî Hazretlerinin meclisine bir gün İmam İzzeddin b. Reisü’r-rüesâ geldi. Yanında hizmetçileri ve köleleri vardı. Ondan önce hiç vaaz meclisine gelmemişti. Toplantılara katılmamıştı. Hazret onları görünce şöyle hitaba başladı:
Siz hepiniz birbirinize hizmet etmektesiniz. İçinizde Allah’a hizmet eden kim? Hepiniz yaratılmışsınız. Asıl varlık O’dur.
Ey ölü ve ey toprak! Yakında toprak olacaksın. Kabrini cifenle kirleteceksin. Beşikte başlayan yolculuk, kabirde bitecek. Bu işler niçin olur, bilir misin? Sebebi ne?
Sende sağırlık var. Sende noksanlık var, aklın kıt. Ölüm seni uyarır, ama ondan önce uyan. Nefsine öğüt ver, onu alt et.
Malını elinle dağıt. Sen bir yolcusun. Ne olursa olsun, bu yola gideceksin.
“Onların eceli gelince işleri tamamdır. O ecel ne öne alınır, ne de sona bırakılır.” (el-A’râf, 7/34) âyetindeki derin manayı anlamaya çalış.
Her şey yok olacak. Sana sahip olan da ölecek. Sana büyüklük satan da ölecek. Kendini senden üstün tutup kabaran da yolcu olacak. Hepsi, hepsi gidecek.
Dostun kötülüğü senden alandır. Düşmanın ise aldatıp yolunu şaşırtandır.
Allah’ım bizi gafil kişilere has olana uykudan uyandır. Birimize öbürümüzden manevi faydalar sağla. Bize yararımıza olan işleri yaptır. Zât’ınla eyle. Ta ki nefsimiz ıslah olsun ve doğru yoldan sana varsın. Biz de ömrümüzün şu son günlerini iyi geçirelim.
* * * Başkasına yapacağın öğüdün şartı dediğine inanmış olmandır.
Kulun halkı Hakk’a çağırması, ancak O’na vasıl olduktan sonra hasıl olur. Buna inan, taklitçilik etme.
Hain kişiye yazıklar olsun. Nefsin Allah’a ve Peygamber’e hıyanet ediyor. Emri verir uymaz. Yasak eder, yasak ettiği şeyden çekinmez. Söz söyler iş yapmaz.
Omuz büküp yol yol dönüp durmanda, rengini sarartmanda bugünkü hâlinle fayda yok.
İman şuradadır. (Bunu söylerken bir köşede kendi hâlinde duran büyük zatları işaret ediyordu.) Bu takındığın sıfat onlarındır. Onlar bu evin sahibi tarafından tecellilerle sarılmıştır.
Hak ehlinin her birinin kalbinde bir saha var. Orası bir harp otağıdır. Orada daima nefisle tabiat Hak’tan alıkoyan şeyler ve yol kesenlerle harp ederler.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Bir takım insanlar gördüm. Dudakları makasa kırpılıyordu. Kim olduklarını sordum. ‘Ümmetin sahte bilginleri’ dediler.”
Allah’ım hepsini ıslah et. Allah’ım bizi sâlihlerden eyle. Bizi yararlı hâle getir. Bütün ihtiyacımız sende bitsin. İkbalimiz sana olsun.
* * * Kalk el ele verelim, bu harap ülkeden Rabb’imize varalım. Malını evladını ona bırak. Allah için inzivaya çek kalbini. İyi işlere gel. Yakında Hakk’a gideceksin. Yaptığın işleri soracak ne diyeceksin? Seni tevhid için zatını birlemek için yarattı, dünyayı tamir için yaratmadı. Âhiret için de yaratmadı.
Dünya seni doyurmaz, susuzluğunu gideremez. O aldatıcıdır, hilecedir. Başına gelen dert, nefsini görüp ona önem verdiğin için oluyor. Ve başına gelen felaket, nefsini, yaramaz huylarını tatmin için dünyaya yüz çevirmenden ve ona akıl danışmandan oluyor.
İman sahibinin bütün işleri Hak tarafından yapılır. O Hakk’ın işlerine karışıp uygunsuz işleri düşünmez.
Nefsini bir yana atar, iç âlemini ondan temizlersen, kalbinle kelama başlarsın. Sonra sır da söz karışır. Daha sonra Mevla Teâlâ sizi idaresine alır. Bu hâli bulduktan sonra ülkelerin ve kölelerin efendisi olursun.
Şu nefis var ya, onu, ne şekilde olursa olsun azlet, kötü yoldan al, iyiliğe harca.
Bir yaşlı zatı gördüğün zaman ona saygı duy. İçinden şöyle söyle: “Benden yaşlıdır, daha fazla ibadet etmiştir.”
Birçok yolunu sapanlara yol göstermiş ve birçok gençlere iyi yolu öğretmiş olduğunu nefsine anlat. Böylece nefsine bir pay çıkarmaktan kurtulur ve dünyalık şeyleri kalbinden atmayı başarırsın.
Bu hâli bulunca kalp gözünü âhiretten çekersin. Âhirete de göz atmayısın, seni Hakk'ın yakınlık kapışma, sultanlık kapısına, azamet, kibriyâ ve celâl kapısına kadar götürür. Ve Hakk'a kavuşmayı arzularsın, âhirete dair şeyler gözünde küçülür.
İman bakımından kemâle erdiğinde dünyaya bakar, onu Allah'ın yaratmış oldukları arasında en sevimsizi bilirsin. Böylece o da kalbinden çıkar. Sana göre ayıpları tam anlaşıldıktan sonra gözünde boşanmış bir kadın gibi olur. Bu hâllerle nefis ve dünyadan uzaklaşırken önüne öbür âlem gelir. O her ne kadar süslü gözükse de ezelden ayıpları açığa çıkar. Onun da sonradan yaratılmış olduğunu anlar ve bırakırsın.
Sen kendine bir başka âlem ara; Hak Teâlâ'nın zatını. Yahudi ve Nasranî, Müslüman olunca seninle beraber cennete giderler. Aynı yerleri paylaşırsınız. Hiç kimsenin elinden alamayacağı bir âlem ara. Allah'ın zatî yakınlığını! O'na vusulü, O'nunla ülfet ve ünsiyet hâlini.
Şu gördüğün heves düşkünleri ile uğraşma. Onlar dünyayı tanımadıkları için ona yakın oldular.
Ey cemaatimiz, kendinizi Hakk'ın öfkesinden koruyunuz. Allah, bazı peygamberlerine şöyle vahyetti: “Kendini koru; yokladığım zaman aldanmış olarak bulmayayım.”
Yakûb Nebî (a.s) ilk zamanlarda oğlu Yusuf (a.s) için ağladı. Sonra bundan geçti, kendisi için ağlar oldu. Onun varlığına peygamberlik damgası vurulmuştu. Temiz hâlinin gitmesinden çekindi. Onda güzellik ve cemal vardı.
Yaratılmışların çoğu manevî yönden üç bölümün içindedir: Sağır, dilsiz ve âmâ. Sizin yalnız başınızda kulaklarınız var. Onu çalıştırır, kalp kulağınızı çalıştırmazsınız.
Ey ateş kütükleri ve ey avam, manen çökmüşler; siz, sadece bir heves içindesiniz.
“Ayıkınız, işlerin sonu, hep Allah'a varır.” (eş-Şuarâ, 42/53)Ayık olunuz, ben sizin için bir çobanım, doğru yola sevk ederim, sizin bekçinizim.
Sizin için bir varlık bilseydim, bu makama çıkamazdım. Ne faydanızı görürüm, ne de zararınızı. Bu hâli bulmak için her şeyi tevhid kılıcı ile kestim. Bu makamda sizden gelen övmeyi, kötülemeyi, saygı göstermenizi ve yüz çevirmenizi eşit bildim, bu hâli öyle buldum.
Sizden çoğu, beni hayli kötüledi, sonra döndü, iyi olduğumu söyledi. Her ikisi de Allah'tan. O kuldan değil.
Size bu şekilde alâka duymam, yakın olmam, Allah içindir. Sizden bir şey alıyorsam o da Allah için. Eğer imkân olsa, ölen her birinizle kabre girer, sorgu sual meleklerine, onun yerine cevap verirdim. Bunu size şefkat duyduğum için yapmak istiyorum.
Allah bir kulunu severse, onun kalbini zatına âşık kılar ve şevk verir.
Bayezid-i Bistamî Hazretleri, hayatında yedi defa bir garip hâle kapıldı. Kendisinden, insana hayret veren hâller zuhur ederdi.
Onlar yüksek zatlardır. Kalplerine Hakk’ın yakınlık kapıları açılır. Onlar beş vakit namaz dışında halka karışmazlar. İnsanlarla birleştikleri nokta, beşer kisvesidir. Onların sureti insan şeklindedir. Kalpleri kadere bağlıdır. İç âlemleri de, şaha.
Senin ettiğin tâat, yüzündendir. Asıl elbisen, ileride yüze çıkacak hâlin ve iç âlemindedir. Küfrün de iç âleminde saklıdır. Kalbin, nifak, kendini beğenmek, halk için kötü düşünce ile doldu. Seni ancak kılıç temizler, bir de tevbekâr olmak.
İslâm dini bize susmayı âmirdir. Her hâli gizli tutmak ve sır sahibi olmak dinimizin emridir. Bu olmasaydı, senin yakalanmanı işaret ederdim. Yakandan tutar, şu meclisten dışarı atardım.
Sözlerimiz, dışını yapmaya yarar. Kalplerimiz, iç âlemlerinizi düzeltir.
Her kim beni itham eder, yalancı çıkarırsa, Allah onu yalancı olarak tanıtır. Ve o yalancının, elinden malını alır, çocuklarını alır. Doğduğu, büyüdüğü ülkeden de dışarı atar. Ancak, tevbe edip kötü huylarından döndüğü takdirde bağışlar.
Hiçbir namaz yoktur ki, onu insanlara imam olan zatın ardında kılmak istemeyeyim. Ondan sonra, gelecek vakte kadar da ayrılmak istemem. Her zaman ve her vakit böyle istiyorum.
Allah’ım, gücümüzün yetmediğini bize yükleme.
* * * Daima ferahları arayıp onlarla gitme. Mahzunları ara, onlarla ol. Gülenle gülme, fakat ağlayanla ağla. Yüce himmet sahipleri ile yola devam et. Kısmetlerinizi Hakk’ın kapısında yiyiniz. O'nun yakınlık eşiğinde kısmetinizi alınız.
Sana bir akıl gerek, ama sende yok. Ne kadar mümkün olursa, o kadar dünyadan kendini çek. Yavrularının geçim derdi sana kalırsa, onlar için dünyalık al, ver, yesinler, kendin için alma.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz, verilen sadakaları alırdı. Ama onu yemez, fakirlere, mücahitlere, düşkünlere verirdi. Sonra hanımlarının dairesine gelir: “Bize bir şey geldi mi?” diye sorardı. “Yok.” denince şöyle derdi: “O hâlde oruç tutuyorum.”
Bununla nefsine hâkim olduğunu ve bu hâkimiyeti de oruçla anlatırdı. Allah'ın velî kulları da böyledir. Onlar bütün hâllerini işaretle anlatır. Bir velîyi uyku sıcaklığı basar, uyumak isterse, bunu çeşitli yollardan anlatmak isterdi. Basamağın sonundaki oda kapısı ...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın