> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Nikah
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nikah  (Okunma Sayısı 12805 defa)
13 Mart 2010, 13:57:21
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 13 Mart 2010, 13:57:21 »



METİN

Çünkü akit için cima hükmü vardır. Hattâ doğulu bir adam batılı bir kadını nikâh etse, çocuklarının nesebi o adamdan sâbit olur. Çünkü hükmen cima mevcuttur. Cariyeyle cimada bulunmamışsa, nikâhlı karısıyla cima edebilir. Cimanın sebep ve mukaddimeleri cima gibidir. İbn-i Kemâl. İki kız kardeşi veya o mânâda iki kadını beraberce yahut ayrı iki akitle alır da, ilk defa hangisine nikâh kıyıldığını unutursa, hâkim o kîmseye kadınların arasını ayırır; ve bu bir talâk olur. İki kadına mehrin yarısı verilir. Yani unutma meselesinde böyle yapar. Çünkü beraberce nikâh edilmelerinin hükmü butlandır. Mehir vâcip olmamaktır. Ancak cima bulunursa mehir vâcip olur. Nitekim bilumum kitaplarda böyledir. Dikkatli ol!

İZAH

«Çünkü akit için cima hükmü vardır.» Buna şöyle itiraz olunmuştur: Böyle olsaydı, bu nikâhın sahih olmaması icabederdi. Nitekim Mâlikîlerden bazıları sahih değildir demişlerdir. Aksi takdirde iki kadının arasını hükmen cima ile birleştirmiş olması lâzım gelir. Çünkü sâbık cima dahi hükmen mevcuttur. Şu delil ile ki; o cariyeyi satmak istese, istibra yapması müstehap olur. Bu lâzım bâtıldır. Binaenaleyh melzumunun da bâtıl olması lâzım gelir. Melzumu akdin sahih olmasıdır. Fetih sahibi buna cevap vermiş; "Bu lâzım-ı müfarıktır. Çünkü gidermesi elindedir. Binaenaleyh sahih olmasına zarar etmez." demiştir.

«Nikâhlı karısıyla cima edebilir.» Çünkü nikâhlı karısıyla cima etmesi cariyeyi haram kılar. Ve bu hürmet nikâhlı karısından ayrılıncaya kadar devam eder. İhtiyar´da böyle denilmiştir.

«Cimanın mukaddimeleri cima gibidir.» Hattâ cariyesini öpse veya şehvetle dokunsa yahut bunları cariyesi ona yapsa da sonra o cariyenin kız kardeşiyle evlense, birini haram kılmadıkça diğeri ona helâl olmaz. Rahmeti.

«Veya o mânâda...» iki kadından murad; kadınlardan hangisi erkek farz edilirse, diğerine helâl olmamaktır. H. Bu ziyadeye hâcet yoktur. Çünkü musannıfın bundan sonra gelen, "Haram kadınlardan bir araya getirdiklerinin hepsi hakkında hüküm budur." ifadesi buna hâcet bırakmamaktadır. T.

«İlk defa hangisine nikâh kıyıldığını unutursa...» oraları ayrılır. Bilirse, o nikâh sahih; İkincisi bâtıldır. İlk kadınla cima edebilir. Meğer ki ikincisiyle de cîma etmiş bulunsun! Bu takdirde ikincinin iddeti bitinceye kadar birinci kadın kendisine haram olur. Nitekim kansının kız kardeşine şüphe ile cimada bulunsa, şüpheli kadının iddeti bitmedikçe kendi kansı haram olur. Bunu Halebî Bahır´dan nakletmiştir. Dürerü´l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Unutmakta kayıtlamıştır. Çünkü koca iki kadından birini cima etmekle fiilen yahut önceki budur diye kavlen tayin etse, birbirlerini tasdik ettikleri için kadının nikâhına hüküm verilir. Ve diğer kadınla o kimsenin aralan ayrılır. Bîrisiyle cimada bulunur da sonra ötekinin önce nikâhlandığını bildîrirse, beyan muteber olur. Çünkü delâlet açık söze karşı duramaz.» Şurunbulâliyye´de de Mecma şerhinden naklen böyle denilmiştir.

«Hâkim o kimseyle kadınların arasını ayırır.» Yani ayırmak hâkime tarzdır. Erkek o kadınlardan ayrılmazsa, hâkimin -bildiği takdirde- ma´siyeti def için aralarını ayırması vâcip olur. Bahır. Lâkin Feteva´l Hindiyye´de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmektedir: «İki kadını iki akitle alır da, hangisinin önce olduğu bilinmezse, kocaya beyan emredilir. Beyan ederse, onun dediği gibidir. Beyan etmezse, bu hususta araştırma yapılmaz ve kadınlarla o kimsenin arası ayrılır.» H.

Ben derim ki: Bunların arasında zıddiyet yoktur. Çünkü kocanın beyanı, öncekinin kim olduğunu bilmeye bağlıdır. Sebebi Dürer şerhinden naklettiğimizdir. Bir de araştırma yapılmaz dediği içindir. Nehîr´de, "Kocadan ayırmanın mânâsı, onların boşamasıdır. Ama ben bunu bir yerde görmedim." denilmektedir.

«Bu bir talâk olur.» Yani hâkimin ayırması bir talâktır. Fetih sahibinin sözüne bakılırsa, bu onun incelemesidir. Çünkü şöyle demiştir: «Zâhire bakılırsa, bu bir talâktır. Hattâ bundan sonra o kadını alırsa, her iki kadının talâklarından birer sayı eksilir. Bahır ve Nehir sahipleri bunu ikrar etmişlerdir. Bunu şu da te´yid eder ki: Zeylâî, adı geçen ayırmaya talâk demiştir. Etkânî dahi Gâyetü´l-Beyân´da aynı şeyi söylemiş; "Hâkimin ayırması kocanın boşaması gibidir." demiştir.» Sonra Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Eğer cimadan önce ayırma vâki olursa, o adam hangisiyle isterse o anda evlenebilir. Ayırma cimadan sonra olmuşsa, iddetleri bitinceye kadar hiçbiriyle evlenemez. Birinin iddeti biter de diğerininki bitmezse, iddeti bitmeyenle evlenebilir, ötekiyle evlenemez. Çünkü evlenirse, ikisini bir nikâhta toplamış olur. İkisinden biriyle cimadan sonra vâki olursa, o kadınla derhal evlenebilir, ötekiyle evlenemez. Çünkü kadının iddetî kızkardeşiyle evlenmesine mânidir»

«Yani unutma meselesinde böyle yapar» Bu söz, "talâk olur" sözünün kaydıdır. Musannıfın, "ikisine mehrin yarısı verilir." sözünün de kaydıdır. Zira bâtıl nikâhta aralarını ayırmak talâk değildir.

«Çünkü beraberce nikâh edilmelerinin hükmü butlandır.» ifadesi iki meselenin arasındaki farkı beyandır. Şöyle ki: Unutma meselesinde öncekinin nikâhı sahihtir. Sonradan alınanın nikâhı sahih değildir. Bilinmediği için aralarını ayırmak taayyün eder. Nikâhı sahih olan için cimadan önce ayırmakla mehrin yarısını vermek icabeder. Bu bilinmediği için yarım mehri ikisine vermek gerekir. ikisini bir akitle alması meselesine gelince: Yüzde yüz bâtıl olan her ikisinin nikâhlarıdır. Araları cimadan önce ayrılırsa. her ikisine mehir ve iddet yoktur. ikisiyle de cima etmişse, herbirine mehr-î müsemma ile mehr-i mislin hangisi azsa o verilir. Nitekim fâsit nikâhın hükmü budur. Kadınların ikisine de iddet lâzımdır. Bahır sahibi diyor ki: «Muhit´te her iki nikâhın bâtıl olması, birisinin başkasının nikâhı veya iddetiyle meşgul olmaması kaydıyla mukayyettir. Meşgul ise, meşgul olmayanın nikâhı sahihtir. Çünkü ikisinî bir nikâh altında toplamak tahakkuk etmemiştir. Nasıl ki bir kadın bir akitle iki kocaya varsa, kocalardan biri dört kadınla evli bulunsa, bu kadın öteki kocanın karısı olur. Çünkü kadın birisine helâl olmayınca, iki erkeği bir hikâhta toplamak tahakkuk etmemiştir.»

METİN

Bu, ikisinin mehirleri miktar ve cins itibariyle müsavi oldukları vakittir. Akitte söz edilen mehir budur. Ve ayrılma cimadan önce olmuştur. Kadınlardan herbiri kendisinin önce nikâhlandığını iddia etmiştir. İkisinin de beyyineleri yoktur. Şayet mehirleri muhtelif olur ve bilirlerse, herbirine mehrinin dörtte biri verilir. Bilmezlerse, herbiri iki müsemmanın az olanının yarısını alır. Mehr-i müsemme yoksa, yarım mehrin yerine ikisine bir müt´a yermek vâcip olur.

İZAH

"Bu" Yani unutma meselesinde iki kadına yarım mehrin verilmesi, mehirleri miktar ve cins itibariyle müsavi oldukları zamandır. Meselâ ikisinin mehri de biner dirhem olur. H.

«Kadınlardan herbiri kendisinin önce nikâhlandığını iddia etmiştir.» Fakat hangimizin nikâhının önce olduğunu bilmiyoruz derlerse, kendilerine bir şey verilmez. Çünkü hükmedilecek şey meçhuldür. Bu, doğru hüküm vermeye mânidir. Nasıl ki bir adam iki kimseye, "Birinize bin dirhem borcum var" dese, hiçbirine bir şey verilmez. Meğer ki yarım mehri almak için anlaşmış olsunlar. Bu takdirde kendilerine o verilir. Bu kayıt, yani herbirinin dâvâ etmesi, Ebû Cafer Hindüvânî tarafından ziyade edilmiştir. Hidâye´nin zâhirine bakılırsa zayıftır. Lâkin güzeldir. Bahır. Meselenin tamamı Bahır´dadır.

«İkisinin de beyyineleri yoktur.» İkisinin de öncelik isbatı için beyyinesi bulunması dahi bunun gibidir. Nitekim Fetih´te ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Yani beyyineleri, birbirini tekzib ettiği için düşer. Halebî diyor ki: «Birisi öncelik isbatı için beyyine getirirse, onun nikâhı sahihtir; ikincisinin nikâhı bâtıldır.»

«Mehirleri muhtelif olursa...» sözü, yalnız miktarca muhtelif olmaya sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki ikibin dirhem gümüş ağırlığında olur. Bu söz yalnız cinsçe muhtelif olmalarına da sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki bin dirhem altın ağırlığında olur. Hem miktar, hem cinse muhtelif olmalarına da sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki ikibin dirhem altın ağırlığında olur.

«Ve bilirlerse ilh...» Bilmelisin ki, bu tafsilât Dürer´den alınmıştır. Hâşiyecileri Dürer sahibine itiraz etmiş; ondan başka bu tafsili yapan olmadığını söylemişlerdir. Ekseri kitaplarda mevcut olan şudur: «Mehr-i müsemma ikisine verilir. Eğer müsemmaları muhtelif ise, herbirine mehrinin dörtte biri verilir.» Bazı kitaplarda da, "ikisine iki mehr-i müsemmanın yarısının az olanı verilir. Birinin mehr-i yüz dirhem, diğerininki seksen dirhem ise; birinci kavle yöre birinci kadına yirmibeş dirhem, ikinciye yirmi dirhem verilir. ikinci kavle göre, iki mehr-i müsemmadan az olanının yarısı ki kırk dirhemdir ayrılır, sonra aralarında yarıya bölünür ve her birine yirmişer dirhem verilir, denilmiştir.

Dürer´in Nuh Efendi hâşiyesinde böyledir. Dürer´in Şeyh İsmail şerhinde ise, ihtiyatın ikincisi olduğu kaydedilmektedir. Kâfi ve Kifâye´de mevcut olan da budur. Bunun iIIetini bildirirken, bunda yakînen bilgi olduğu kaydedilmiştir. Zâhire bakılırsa, Dürer sahibi iki kavlin arasını bulmak istemiş, birincisi; herbir kadına aynen mâlûm bir mehir tesmiye edildiği zamandır. Meselâ, Fâtıma´ya beşyüz, Zâhide´ye bin dirhem demiştir. İkincisi; bu şekilde mâlûm olmadığı zamandır. Meselâ, birisine beşyüz, diğerine bin dirhem mehir koyduğunu bilir, ancak muayyen olarak kime ne dediğini unutmuştur. Lâkin Kâfi ve Kifâye´nin söz gelişleri işin bu kadara münhasır olduğunu göstermemektedir. Onun için denilmiştir ki; bu mesele rivayetin muhtelif olduğuna yorumlanırsa, daha iyi olur. Bu anla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nikah
« Posted on: 27 Nisan 2024, 10:14:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nikah rüya tabiri,Nikah mekke canlı, Nikah kabe canlı yayın, Nikah Üç boyutlu kuran oku Nikah kuran ı kerim, Nikah peygamber kıssaları,Nikah ilitam ders soruları, Nikahönlisans arapça,
Logged
13 Mart 2010, 13:59:04
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 13 Mart 2010, 13:59:04 »

METİN

Ama bunda görülüyor ki, cariyeyi beşinci kadın saymamak ve benzeri ihtiyatsızlıklar vardır. Vesenî bir kadım nikâh etmek bil icma haramdır. Kitabîye olup, gönderilen bir peygambere inanan, Allah tarafından indirilen bir kitabı ikrar eden kadını nikâh etmek ise sahihtir. Velev ki tenzilen mekruh olsun. Velev ki Mesih´in ilâh olduğuna inansınlar. Mezhebe göre onların kestikleri de helâldir. Bahır.

İZAH

«Ama bunda görülüyor ki ilh...» cümlesi Şurunbulâliyye´den alınmıştır.

«Ve benzeri»nden murad, cariyeye kasım lâzım gelmemesi, cariyenin boşanmaması, iddiasız çocuğunun nesebinin sabit olmaması gibi şeylerdir.

Lâkin âşikârdır ki, ona nikâh kıyılırken ihtiyat olan, ancak bunu milkin sahih olmaması ihtimali kuvvetli olduğu zaman yapmaktır. Tâ ki cima şüphe götürmeksizin helâl olsun. Bundan dolayı ona nikâh kıymaktan cariyeyi kendisine beşinci kadın ve benzeri saymaması lâzım gelmez. Bilâkis diyoruz ki, bunda da ihtiyat göstermesi gerekir.

"Vesenî" kelimesi ´vesen´e tapmaya nisbet edilmiştir. Vesen; cüssesi olan, yani insan suretinde ağaçtan, taştan veya gümüşten, cevherden oyulan heykeldir. Cem´i ´evsân´ gelir. Sanem ise, cüssesiz surettir. Lügat ulemasından birçokları, aralarında böyle fark yapmışlardır. Bazıları aralarında fark olmadığını söylemiş; birtakımları da suretten başkasına ve sen denileceğini bildirmişlerdir. Binâye´de böyle denilmiştir. Nehir. Fetih´te beyan edildiğine göre;güneşe yıldızlara ve beğendikleri suretlere tapanlara Muattile (Allah´ın sıfatlarını inkâr eden fıkra), Zındıklar, Bâtıniler, İbahacılar da efsâne tapanlarda dahildir. Veciz şerhinde, "îtikat edenlerin kâfir sayıldığı her mezhep, evsâne tapanlarda dahildir." denilmiştir.

Ben derim ki: Bu Dürzîlere, Nusayrîlere ve Teyamine´ye de şâmildir. Onlardan da kız alıp vermek ve kestiklerini yemek caiz değildir. Çünkü semavî bir kitapları yoktur. Şarih nikâhlarının haram olması ifadesiyle, milki yeminle (yani cariye olarak) cimalarının da haram olduğunu anlatmak istemiştir. Nitekim gelecektir. Maksat, müslümana haram olmalarıdır. Çünkü Hâniyye´de, "Mecûsi ve vesenî olan kadın her kâfire helâldir. Bundan yalnız mürted müstesnâdır." denilmiştir.

"Kitâbî" kelimesini musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh harbiyeye, zımmîyeye, hürre ve cariyeye şâmildir. Bunu Halebî Bahır´dan nakletmiştir.

«Bir kitabı ikrar eden kadını nikâh etmek sahihtir.» Nehir´de Zeylâî´den naklen şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki, her kim semâvî bir dine îtikat eder de, Hz. İbrahim´in ve Şît´in sahifeleri, Dâvûd´un Zebur´u gibi Allah´tan indirilmiş bir kitabı olursa, o Ehl-i Kitap´tandır. Böylelerin nikâhla alınmaları ve kestiklerinin yenilmesi caizdir.»

«Velev ki tenzihen mekruh olsun.» Yani kadın zımmîye olsun, harbîyye olsun, nikâhla alınması tenzihen mekruhtur. Zira Bahır sahibi harbî olan kitâbîyenin keraheti tenzihiye olduğunu zâhir bulmuştur. Zımmîyyenin de öyle olacağı evleviyette kalır. H.

Ben derim ki: Bunu Bahır sahibi şöyle ta´lil etmiştir: «Kerahet-i tahrimiye için mutlaka bir yasaklama veya o mânâda bir şey bulunmalıdır. Çünkü o vâcip kuvvetindedir.» Yine Bahır´da beyan edildiğine göre; ulemanın harbîyye hakkında mutlak olarak kerâhet sözünü kullanmaları, ondaki kerahetin kerahet-i tahrimiye olduğunu ifade eder. Delilini müctehid bilir. Şu da var ki. ta´lil de bunu ifade eder. Fetih´te şöyle denilmiştir: «Kitâbî kadınlarla evlenmek caizdir. Ama evlâ olan, bunu yapmamak ve kestiklerini yememektir. Zaruret bundan müstesnadır. Harbî olan kitâbî kadınla evlenmek bilicma mekruhtur. Çünkü fitnenin kapısını açar. Ona aşık olur; bu da onunla birlikte dûr-ı harpte oturmayı gerektirir Çocuğu ehl-i küfrün ahlâkıyla ahlâklanmaya ve köleliğe mâruz bırakılmış olur. Bu şöyle olur: Kadın gebe iken esir edilir, çocuk köle olarak doğar. Velev ki müslüman olsun,» Evlâ olan yapmamaktır sözü, harbîyyeden başkaları hakkında kerahet-i tahrimiye ifade eder.

«Mezhebe göre» Yani müstesfa´ya muhalif olarak demek istiyor. Çünkü Müstesfa´da helâlolmak, "bunu îtikat ederlerse" diye kayıtlanmıştır. Şeyhü´l-İslâm´ın Mebsût´undaki şu ibare de ona uymaktadır: «Ehl-i Kitap, Mesih´in ve Üzeyir´in ilâh olduğunu îtikat ederlerse, onların kestiklerini yememek, kadınlarını nikâh etmemek vâcip olur. Fetvanın buna göre olduğu söylenir. Lâkin delile bakarak kestiklerin! yemek ve kadınlarını almak caizdir.» Bahır sahibi diyor ki: Bunun hâsılı şudur: Mezhep bunu mutlak bırakmaktır. Çünkü Şemsü´l-Eimme´nin Mebsût´ta zikrettiğine göre, hıristiyanın kestiği mutlak surette helâldir. İsterse, Allah üçün üçünsüdür desin, ister demesin fark etmez. Çünkü burada kitap ve delil mutlaktır. Fethu´l-Kadir sahibi bunu tercih ederek, Peygambere Allah diyenlerin, yahudilerle hıristiyanlardan iki taife olduğunu. bunların tamamen munkarız olup bittiğini, bununla beraber şirk lâfzı mutlak söylenildiği vakit şeriat dilinde Ehl-i Kitab´a yorumlanmadığını söylemiş; "Velev ki bir veya birkaç taife hakkında sahih olsun. Çünkü bundan Allah´la birlikte başka-sına yani bir peygambere ve kitaba tâbi olduğunu iddia etmeyen birine ibadet etmek murad edildiği mâlûmdur." denmiştir.

METİN

Nehir´de, "Mutezile taifesiyle nikâh alışverişinde bulunmak caizdir. Çünkü biz Ehl-i Kıble´den hiçbirini tekfir etmeyiz. Velev ki münakaşalarda hasmı ilzam için söylenmiş olsun." denilmiştir. Kitabı olmayan yıldızperest bir kadını nikâh etmek ve milk-i yeminle ona cimada bulunmak sahih değildir. Mecûsiyye ile vesenîye de öyledir. Bu cümle şerhin nüshalarından düşmüş, metnin nüshalarında mevcuttur. Ve yıldızperest cümlesi üzerine matuftur.

İZAH

«Nehir´de ilh...» ifadesi, Fethu´l-Kadir´den alınmıştır. Orada şöyle denilmektedir: «Mutezile´ye gelince: Vechin muktezası, onlarla nikâhlanmanın helâl olmasıdır. Çünkü hak, Ehl-i Kıble´nin tekfir edilmemesidir. Velev ki mubahaselerde ilzam için söylensin. Zarurat-ı diniyyeden olduğu kesin bilinen şeylere muhalefet edenler bunun hilâfınadır. Meselâ bu âlemin kadîm olduğunu söyleyenlerle, Allah cüz´iyyatı bilmez diyenler, muhakkık ulemanın açıkladıklarına göre tekfir edilirler.»

Ben derim ki: "Allah bizzat icabeder, Allah´ın ihtiyarı yoktur." diyenler de böyledir.

«Velev ki mubaheselerde ilzam için söylensin.» sözünün mânâsı, "Onlarla münakaşa ederken, mezheplerini reddetmek için Mutezile kâfirdir diye açık söylense bile, bundan murad, onların bu şöyledir demesinden küfür lazım gelir." demektir. Bundan onların kâfir olmaları lâzım gelmez. Çünkü mezhebe lâzım gelen şey mezhep değildir. Bir de onlar bu söylediklerini kendi îtikatlarınca ancak şer´î bir delil şüphesiyle söylemişlerdir. Velev ki hata etmiş olsunlar. Şu da var ki, onların halleri Ehl-i Kitap´tan aşağı değildir. Bilâkis Kütüb-i Semâviyye´nin en şereflisini ikrar ederler. Onlarla nikâh alış-verişinde bulunmanın helâlolmadığını söyleyen, herhalde îtikatları dolayısıyla onların mürted sayıldığına hükmetmiş olacaktır. Bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu, onların îtikadının aslıdır. Küfür olduğu teslim edilse bile, dinden dönmek sayılamaz.

Bahır sahibi şöyle diyor: «Bir kimse tekfir edildiği bir mezhebe îtikat eder de, bu önceden sahih itikatda bulunmadan oluyorsa, o kimse müşriktir. Sahih îtikat üzerine geliyorsa mürted sayılması gerekir» Bununla anlaşılır ki, Râfızî bir kimse Hz. Ali´nin Allah olduğuna yahut Cebrâil´in vahyi getirirken yanıldığına îtikat ederse, veya Ebû Bekr-i Sıddîk´ın Sahabî olduğunu inkâr eder yahut Hz. Aişe´ye iftira atarsa kâfirdir. Çünkü dinden olduğu bizzarure bilinen kesin delillere muhalefette bulunmuştur Hz. Ali´yi diğerlerinden üstün gören veya Ashab´a söven bunun hilâfınadır. O kâfir değil bid´atçıdır. Nitekim ben bunu, "Tenbîhü´l-Vülat Ve´l-hükkâm...» adlı kitabımda izah etmişimdir.

T E M B İ H : Ben mü´minim inşaallah diyen kimseyle nikâh alışverişinde bulunmak caiz değildir. Çünkü o kâfirdir denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu söz, onun îmanında şüphe ederek söyleyen hakkındadır diye yorumlanmıştır. Şâfiîler böyle bir şey söylemezler. Binaenaleyh onlara aramızda hiç şüphe etmeksizin nikâh alış-verişi caizdir.» Fetih sahibi bunu tahkîk etmiş ve, «Şâfiîler bununla can teslim ederken îmanı kasdederler. Nitekim bunu açıkça söylemişlerdir. Bu, istikbalde kendisinin yapacağı bir şeyi haber vermektir. Binaenaleyh ona Teâlâ Hazretlerinin, "Sakın bir şey için ben bunu yarın yaparım deme. İnşaallah dersen o başka." âyet-i kerîmesi taallûk eder. Şu kadar var ki, bize göre bu, evlânîn hilâfıdır. Çünkü böyle yerlerde meleke olsun diye nefsi kesin söylemeye alıştırmak, tereddüt edatını oraya sokmaktan daha hayırlıdır. Yani ben ölürken mü´min olur muyum olmaz mıyım diye tereddüt etmekten hayırlıdır.» demiştir.

«Kitabı olmayan yıldızperest bir kadın...» ifadesi, metinlerde zikredilen sâbienin iki tefsirinden biridir. Hidâye sahibi diyor ki: «Sabiîler bir peygamberin dinine inanır ve bir kitabı tasdik ederlerse, kadınlarını almak caizdir. Ehl-i kitap´tandırlar. Şayet yıldızlara taparlar da kitapları yoksa, onlarla nikâh alış-verişinde bulunmak caiz değildir. Zira müşriktirler. Bu hususta nakledilen hilaf, mezheplerinde şaşırıldığına yorumlanır. Herkes elinde olana göre cevap vermiştir. Kestikleri hayvanların hâli de buna göredir.» Yani onların kitabı olduğunu; lâkin kendileri müslümanın Kâbe´yi tâzimi gibi yıldızları tâzimde bulunduklarını söyleyen ve buna binaen kestikleri helâldir diyen İmam-ı Azam´la; onlar yıldızlara taparlar, binaenaleyh kestikleri helâl değildir diyen İmameyn arasında hilâf vardır. Fetih sahibi diyor ki: «Bunların tefsiri hususunda ittifak edilse, haklarında verilecek hükümde de ittifak edilirdi.» Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Hidâye´nin zâhirine bakılırsa, onlarla nikâh alış-verişinde ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 14:00:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 13 Mart 2010, 14:00:01 »

METİN

Mahrem kadına katılan kadının nikâhı sahihtir. Mehr-i müsemmanın hepsi onun olur. Haram olan kadınla cima ederse, ona mehr-i misil verilir. Nikâh-ı müt´a ve nikâh-ı muvakkat bâtıldır. Velev ki müddeti bilinmesin veya esah kavle göre uzun olsun.

İZAH

«Mahrem kadına katılan kadının nikâhı sahihtir.» Meselâ, bir akitle, biri nikâha mahâl olan, diğeri olmayan mahrem veya kocalı yahut müşrik bir kadını alırsa, mahâl olan kadının nikâhı sahihtir. Çünkü nikâhı bozan hâl kadınların birindedir. Binaenaleyh kendi miktarınca takdir olunur. Biri hür, biri köle iki kişiyi bir pazarlıkta satmak bunun hilâfınadır. Her ikisinin satışı bâtıl olur. Çünkü satış fâsit şartlarla bâtıl olur. Nikâh böyle değildir. Nehir.

«Mehr-i müsemmanın hepsi onun olur.» Yani İmam-ı Âzam´a göre nikâhın akdine mahrem kadını katmak, duvarı katmak gibi mânâsız olduğundan, mehrin hepsi nikâhı helâl olan kadına verilir. Taksim edilmek akde dahil olmadan eşitliğin hükümlerindendir. Ama mahrem kadına cima etmekle had vâcip olmaz. Çünkü haddin sükutu akdin suretinin hükümlerindendir. İn´ikadının hükümlerinden değildir. Binaenaleyh tevehhüm olunduğu gibi, akidde dahil olmadığı için taksim edilemez sözü, sureten akit mevcut olduğu için had sâkıt olur sözüne aykırı değildir. İmameyn´e göre mehr-i müsemma her ikisinin mehr-i misline taksim olunur. Meselenin tamamı Bahır´dadır.

«Ona mehr-i misil verilir.» Yani mehr-i misil kaça çıkarsa çıksın hepsi ona verilir. Nitekim Mebsût´ta beyan edilmiştir. Esah olan da budur. Ziyâdat´da zikredilen, "Mehr-i misil müsemmayı geçmez." sözü İmameyn´indir. Nitekim Tebyin´de belirtilmiştir. Mebsût´ta beyan edildiğine göre, kaça çıkarsa çıksın, vâcip olması akitte dahil olmadığı içindir. Nitekim Bahır´dan naklen arzetmiştik. Binaenaleyh mehr-i müsemmaya aslâ itibar yoktur. Eğer, "Bunlarla bir nikâhta iki kız kardeşi atarak ikisine de zifaf olması arasında ne fark vardır ki, kız kardeşlerin her birine mehr-i misille mehr-i müsemmanın az olanımı veriyorsunuz?" dersen, ben de derim ki: Fark şudur: Kız kardeşlerden her biri kendisine akit yapılmak için mahâldir. İmkânsız, olan yalnız ikisini bir araya getirmektir. Bundan dolayıdır ki her ikisi, akitte dahildir diyoruz. Buradaki onun hilâfımadır. Çünkü haram olan kadın aslâ nikâha mahâl değildir. Muvaffakiyet Allah´tandır. H.

«Nikâh-ı müt´a ve nikâh-ı muvakkat bâtıldır.» Fetih sahibi diyor ki: «Şeyhü´l-İslâm bunların aralarındaki fark hususunda şunu söylemiştir: Nikâh-ı muvakkatta, vakitle birlikte nikâh ve tezviç sözlerini; müt´ada ise temettu veya istimta sözlerini söyleyecektir. Yani müt´a maddesine şâmil olan kelimeler kullanacaktır. Anlaşılıyor ki, müt´ada şahitleri ve müddet tayinini şart koşmak yoktur. Nikâh-ı muvakkatta ise bunlar vardır. Şüphesiz ki evvelâ mübah kılınıp sonra haram edilen müt´anın kendisinde allettâyin / m t a/ harflerinin toplandığı kelime olduğuna onların bir delili yoktur. Çünkü hadislerden kesinlikle anlaşılmıştır ki, müt´a hakkında Asha´ba izin verilmiştir. Bunun mânâsı, bu işe başlayana, kadını temettu sözüyle ve benzeriyle istemek lâzım gelir demek değildir. Çünkü mâlûmdur ki, bir söz söylenince, onun mânâsı kasd edilir. Temettu edin denirse, bu sözün mânâsını icat edin demek olur. Onun meşhur mânâsı ise bir kadına akit yapmaktır. Ondan nikâh akdinin maksatları olan çocuk için evinde oturmak, çocuğu terbiye etmek gibi şeyler murad edilmez. Bilâkis muayyen bir müddete kadar devam eden akittir ki, onun bitmesiyle akit de biter. Yahut muayyen olmayan bir müddete yapılan akittir. Bunun mânâsı, kadınla beraber bulundukça akit bâki olmak ve kadından ayrılıncaya kadar böyle devam etmektir. Binaenaleyh gerek müt´a maddesiyle yapılan gerekse nikâh-ı muvakkat bunda dahildir. Ve tezviç sözüyle de yapılsa, şahitler de çağrılsa, nikâh-ı müt´anın fertlerinden olur.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bahır ve Nehir sahipleri de ona tâbi olmuşlardır. Bun-dan sonra Fetih sahibi müt´ayı haram kılan delilleri sıralamıştır. Müt´a, Veda haccı´nda haram kılınmıştır. Bu tahrimin ebedî olduğunda müctehidlerle şehirler uleması arasında hilâf yoktur. Yalnız Şia fırkasından bir taife müstesnadır. Müt´anın cevazını, Hidâye sahibinin yaptığı gibi İmam Mâlik´e nisbet etmek yanlıştır. Hidâye sahibi sonra İmam Züfer´in, "Nikâh muvakkat sahihtir, şu mânâya ki, ebedî diye mün´akit olur, muvakkatliği hükümsüzdür." sözünü tercih etmiştir. Zira nikâh-ı muvakkat, olsa olsa nikâh-ı müt´adır. Müt´a ise mensuhtur. Lâkin mensuh, bir zamanlar meşru olan muvakkat nikâhın mânâsıdır ki, o da müddetin sona ermesiyle akdin sona ermesidir. Muvakkat olması şartının kaldırılması neshin eseridir. Bunun en yakın benzeri, nikâh-ı şigâr (trampa nikâhı) dır. Ondan murad, iki kadından her birinin cima istifadesi diğerine mehir yapılmaktır. Bunun da yasaklandığı sahihtir. Biz de her iki kadına mehr-i misil tayinine yarayacağına kail olduk. Böylelikle bize nehy lâzım gelmez. Müt´a lâfzıyta yapılıp da müebbet olan sahih nikâhı kasd etmek bunun hilâfınadır. Çünkü o, şahitler de gelsemün´akit olmaz. Zira milk-i müt´a mânâsını ifade etmez. Helâl kılmak sözü gibi ki, başkasına bir yiyeceği helâl kılan kîmse, o yiyeceği temlik etmez. Binaenaleyh bu söz, yukarıda geçtiği gîbi nikâh mânâsından mecaz olamaz. Kısaltılarak alınmıştır.

«Velev ki müddeti bilinmesin.» Meselâ kadını kendisi bırakıp gidinceye kadar almak böyledir. Nitekim geçti. H.

«Veya esah kavle göre uzun olsun.» Meselâ ,iki yüz seneye kadar nikâh etmek bu kabildendir. Mezhebin zâhiri budur. Sahih olan da budur. Nitekim Mi´râc´da beyan edilmiştir. Zira müt´a cihetini tayin eden, vakîtte sınırlandırmaktır. Bahır.

METİN

Bir ay sonra boşamak şartıyla yapılan nikâh; yahut kadınla muayyen bir müddet yaşamaya niyet etmek, muvakkat nikâh değildir. Gündüzcülerle evlenmekte beis yoktur. Aynî. Kendisi nikâh inşasına mahâl, mânilerden hâli bir kadın hâkim huzurunda, "Bu adam beni sahih nikâhla aldı" diye iddia eder de hâkim kadının getirdiği beyyine ile nikâhına hüküm verirse, hakikatta evlenmemiş de olsa, o adamın bu kadınla cimada bulunması helâl olur. Nikâhlı olduğunu erkek iddia ederse, yine kadın o erkeğe helâl olur. İmameyn buna muhaliftir. Şurunbulâliyye´de Mevahib´den naklen, "İmameyn buna muhaliftir. Şurunbulâliyye´de Mevahib´den naklen "İmameyn´in kavliyle fetva verilir." denilmiştir.

İZAH

«Muvakkat nikâh değildir ilh...» Çünkü kesin olarak bir şeyi şart koşmak, nikâhın müebbed olarak vukuuna delâlet eder ve şart bâtıl olur. Bahır.

«Yahut niyet etmek... muvakkat nikâh değildir.» Çünkü vakit tayini niyetle değil ancak sözle olur. Bahır.

«Gündüzcülerle evlenmekte beis yoktur.» Bundan murad, kadının yanında gündüz bulunup gece bulunmamak şartıyla evlenmektir. Fetih. Bahır sahibi diyor ki: «Bu şartın kadına lâzım gelmemesi gerekir. Kadın kocasının yanında gecelemesini isteyebilir. Sebebi kasım bâbından anlaşılır.» Yani kadının ortağı bulunur da, gündüzün bunun yanında, geceleyin de ortağının yanında kalmayı şart koşarsa, geceleyin yanında kalmasını isteyebilir. Fakat ortağı yoksa, zâhire göre bunu isteyemez. Bahusus erkeğin sanatı bekçilik gibi geceleyin icra edilirse, istemeye hakkı yoktur. Hattâ kasım bahsinde şâhitlerden naklen göreceğiz ki, bekçi gibiler karılarının arasında kasım gündüzün yaparlar. Nehir sahibi bunu beğenmiştir.

«Mânilerden hâli bir kadın.» cümlesi, nikâh inşaasına mahâl cümlesinin tefsiridir. Mânilerden murad, kadının müşterek cariye olması, erkeğe mahrem bulunması, başkasının karısı veya iddetlisi olmasıdır. H.

«Hâkim huzurunda...» Acaba hakem tayin edilen kimse de hâkim gibi midir? Araştırmalıdır. T.

Ben derim ki: Zâhire göre evet onun gibidir. Çünkü ulema hâkimle hakem arasında ancak hakemin, kısas, had ve âkile üzerine diyetle hüküm edememesi hususunda fark görmüşlerdir.

«Sahih nikâhla» kaydı, fâsit nikâhtan ihtiraz içindir. Çünkü fâsit hakikaten yapılsa bile, cimanın helâl olmasını ifade etmez. T.

«Hâkim hüküm verirse...» Bu hüküm hakikatta geçerli olmak için, İmam-ı Âzam´a göre hüküm verdim derken şahitlerin bulunması şarttır. Umumiyetle ulema bununla amel etmişlerdir. Bazıları şart olmadığını söylemişlerdir. Çünkü akit hakikatte hüküm sahih olmak için mukteza yoluyla sabit olmuştur. Başkası sahih olsun diye mukteza yoluyla sabit olan şey bütün şartlarıyla sabit olmaz. Meselâ, "Köleni benim namıma bin dirheme âzâd et" sözünde sabit olan satış bu kabildendir. Fetih´te bunun en güzel yol olduğu bildirilmiştir. Metinlerin mutlak olan sözleri de buna delâlet eder. Bahır.

Ben derim ki: Lâkin Bahır´da hâkimin hâkime mektubu bahsinde bildirildiğine göre, mutemet olan birinci kavildir.

«Cimada bulunması helâl olur.» Keza kadının da kendini cima için teslimi helâldir. Evet. bâtıl bir dâvâya girişmek günahtır. Nitekim Bahır´da bildirilmiştir. Helâlliğin sübut bulması İmam-ı Âzam´ın bu nikâh hakkında-ki hükmünün hakikatta geçerli olmasına istinat eder. Bu hüküm zâhiren de bilittifak geçerlidir. Binaenaleyh nafaka, kasım vesaire vâcip olur.

«İmameyn buna muhaliftir.» Bu söz her iki meseleye râcidir. Ve İmameyn´e göre, yalancı şahitlikle hüküm velev ki akit ve fesihlerde olsun hakikatta geçerli olmayacağı esasına bağlıdır. Çünkü hâkim huccette yanılmıştır. Şahitler yalancıdırlar. İmam-ı Âzam´ın delili şudur: Şahitler hâkime göre doğru söylemişlerdir. Hüccet de budur. Çünkü doğruluğun hakikatine vakıf olmak imkânsızdır. Bu hükmü hakikatte geçerli kılmak, nikâhı öne almak suretiyle mümkündür. Binaenaleyh çekişmeyi kesmek için geçerlidir. Mâğrib ulamasından biri, "Çekişmeyi boşamakla kesmek de mümkündür." diyerek bu hususa dokunmuşsa da, kendisine Ekmel cevap vermiş; "Eğer sen meşru olmayan talâkı kasd ettinse, bu muteber değildir. Meşru...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:17:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 13 Mart 2010, 16:17:18 »

VELİ BÂBI

METİN


Velî lügatta düşmanın hilâfıdır. Örfen velî, Allah Teâlâ´yı bilen kimsedir. Şer´an ise, âkil bâliğ ve mirasçı olan kimsedir. Mezhebe göre, perdesi patlamadıkça velev ki fâsik olsun. Çocuk ve vasî gibiler mezhebe göre bu tariften mutlak surette hariçtirler. Velâyet, başkası üzerinde ister istemez sözünü geçirmektir ki, dört şeyle sabit olur:

1 - Akrabalık,

2 - Milk,

3 - Velâ,

4 - İmamlık.

İZAH

Musannıf nikâhı, sözlerini ve nikâhın mahallini bildirdikten sonra onu akdedeni beyana başlıyor. Bunu geriye bırakması, bütün suretlerde nikâhın sıhhatinin şartlarında olmadığı içindir. Velî faîl vezninde ve faîl mânâsındadır. T.

«Örfen" Yani usul-i din ulemasının örfüne göre demektir. Bahır sahibi diyor ki: «Usul-i dinde velî, Allah Teâlâ´yı isimleriyle, sıfatlarıyla bilen kimsedir ki, bu, taatlara ve günahlardan kaçınmaya devam, şehvetlere ve lezzetlere düşkün olmamak nisbetinde mümkün olur. Nitekim Akâit şerhinde beyan olunmuştur.» H.

«Mirasçı» tabiri Fetih ve diğer kitaplarda vardır. Remlî diyor ki: «Bunu zikretmek gerekmez. Çünkü hâkim velîdir. Fakat mirasçı değildir.»

Ben derim ki: Kölenin efendisi de öyledir. şu halde tarif, akrabalık cihetinden velîye hastır.

«Mezhebe göre» demesi, Bezzâziyye´de şu ifade kullanıldığı içindir: «Baba ile dede fâsık olurlarsa, hâkim kızı dengine verebilir.» Fetih sahibi bu ifade için, "Mezhepte böyle bir şey mâlûm değildir." demiştir.

«Perdesi patlamadıkça» diye tercüme ettiğimiz ´mütehettik´ kelimesi, Kâmûs´ta perdesinin yırtılmasına aldırış etmeyen adam şeklinde tefsir edilmiştir. Fetih sahibi kendisinden az yukarıda naklettiğimiz sözden sonra şunları söylemiştir: «Evet, perdesi patlak olursa. kızı mehr-i mislinden az mehirle ve denginden başkasına vermesi geçersizdir. Bu ileride gelecektir.» Hâsılı şudur: Fısk bize göre ehliyeti selbetmese de, baba perdesi patlak fâsık olursa, kızını evlendirmesi ancak maslahat şartıyla geçerli olur. Musannıfın aşağıda gelecek olan, "Ama geçerli olur. Velev ki çok aldanmayla veya dengi olmayana evlendirmek suretiyle olsun. Elverir ki velî, baba veya dede olup, kötü hareketleri görülmemiş olsun. Kötü hareketleri olduğu bilinirse, caiz değildir." ifadesi de bunun gibidir. Bundan anlaşılır ki, fâsıktan murad, perdesi patlak olandır. Bu söz. kötü hareketli manâsınadır. Ve velâyetini mutlak surette ıskat etmez. Çünkü kızı dengine mehr-i misille verirse sahih olur. Nitekimizahı gelecektir. Bu, yukarıda Bezzâziyye´den nakledilene muhaliftir. Onu bu mânâya yorumlamakla arabulmak da mümkün değildir. Çünkü Bezzâziye sahibinin, "Hâkim kızı dengine verebilir." demesi, babanın velâyetinin aslından sükutunu gerektirir.

«Çocuk gibiler» deliler ve bunaklardır. Ancak çocuk, bâliğ sözüyle; deli ile bunak da âkil tabiriyle tariften çıkmışlardır. T.

«Vasî gibiler» Yani mirasçı olmayan kimselerden köle ve müslüman kızı olan kâfir yahut kâfir kızı olan müslüman gibi kimselerdir. Nitekim gelecektir. Evet, vasî akrabadan yahut hâkim olursa, velâyeti îtibariyle kızı evlendirmeye hakkı vardır. Nitekim velîleri beyan ederken gelecektir.

«Mezhebe göre mutlak surette hariçtlrier.» Yani baba ona bu hususu vasiyet etsin etmesin birdir. Bir rivayete göre caiz olur. Keza vasiyet eden bunun için hayatında birini tayin etsin etmesin müsavidir. Fethu´l-Kadir´in ifadesi buna muhaliftir. Nitekim gelecektir.

«Velâyet, başkası üzerinde ister istemez sözünü geçirmektir.» Bu söz, velâyetin fıkhî tarifidir. Nitekim Bahır´da da böyle denilmiştir. Yoksa lügat itibariyle mânâsı sevgi ve yardımdır. Nitekim Muğrib´de beyan edilmiştir. Ancak musannıfın söylediği velâyetin iki nevinden birinin tarifidir ki, o da icbar velâyetidir. Buna karine, şarihin, "Burada o iki nevidîr." demesidir. Bu gösterir ki, metinde zikredilen bu bâba mahsus değildir. Vasinin velâyetî, vakfın kayyımı ve fitre sadakasının vücûbu velâyeti de bundandır. Şuna binaen ki, başkasına sözünü geçirmekten murad, nefiste veya malda yahut her ikisindedir. Bu bâbtakînden murad, birinci ile üçüncüye şâmildir. İkincîye şâmil değildir.

«Akrabalık...» Asabeler ile zevil-erham denilen hısımlar bunda dahildir.

«Milk»ten murad; sahibinin kölesine veya cariyesine mâlik olmasıdır. «Velâ»dan murad, mevlel-atâka ve mevlel-muvâlâttır ki, ileride gelecektir.

«İmamlık» sözünde. evlendirmeye mezun olan hâkim de dahildir. Çünkü hükümdarın naibidir. Musannıf, "ister istemez" ifadesiyle, vekilin velâyetinden ihtiraz etmiştir.

METİN

Burada velâyet iki nevidir. Birincisi; mendup olan velâyettir ki, mükellef olan kadına velî olmaktır. Velev ki bâkire olsun. ikincisi icbar velâyetidir ki, küçük kız üzerine olur. Velev ki dul veya bunak yahut cariye olsun. Nitekim musannıf bunu şu sözüyle ifade etmiştîr: Yani velî, küçük çocuğun, delinin ve cariyenin nikâhı sahih olmak için şarttır. Mükellef kadının nikâhında şart değildir. Binaenaleyh mükellef hür kadının nikahı, velînin rızası olmasa da geçerlidir.

İZAH

«Mendup olan velâyettir.» Yani kadının kötülüğe yorumlanmasın diye işini velîsine havaleetmesi müstehap olur. Bahır. Bir de bâkire hakkında imam Sâfiî´nin hilâfından çıkmak içindir. Bu, hakikatta vekâlet velâyetidir.

"Mükellef" kadından murad, âkil baliğ olandır.

«Velev ki bâkire olsun.» Burada evlâ olan, velev ki dul olsun demektir. Tâ ki bâkirenin işini velîsine havale etmesinin mendup olduğunu evleviyetle ifade etsin. Biliyorsun ki, mendup olmasının illeti, kadına kötülük nisbet edilmemesidir. Ancak şarihin muradı Şâfiî´nin hilâfına işaret etmekse o başkadır. Buna karine, bundan sonraki sözü, yanî, "Velâyet menduptur, vacip değildir. Bize göre velev ki bâkire olsun. Şâfiî buna muhaliftir." sözüdür.

«Velev ki dul» sözüyle Şâfiî´nin muhalefetine işaret etmiştir. Çünkü O´na göre icbar velâyeti bâkire olmaya bağlıdır. Bâkire olursa, velîsi onu izinsiz kocaya verebilir. Velev ki bulûğa ermiş olsun. Dul olursa, izni olmaksızın kocaya veremez. Velev ki küçük olsun. Demek oluyor ki, O´na göre küçük dul bülûğa ermedikçe kocaya verilmez. Çünkü babanın velâyeti sâkıttır.

«Mükellef kadının nikâhında şart değildir.» Burada evlâ olan, hür kadını ziyade etmekdi. Tâ ki cariyeye mukabil düşsün. T. Mükellef sözü, metnin mefhum-u muhalifidir. Şarihin bunu zikretmesi, musannıfın´ binaenaleyh diye başladığı cümlenin buna teferru ettiğini anlatmak içindir.

«Geçerlidir ilh...» sözüyle musannıf nikâhın sahih olduğunu, talâk ve miras gibi hükümlerin bunun üzerine terettüp edeceğini anlatmak istemiştir. Yoksa nikâhın lâzım olacağını kasdetmemiştir. Çünkü bu onlardan daha hâstır. Zira bozulması mümkün olmayan bir şeydir. Bunun ise dengiyle evlendirilmeyen kız hakkında ortadan kaldırılması mümkündür. Binaenaleyh Şurunbulâliyye´nin, «Yani lâzım olarak münakittir." diye mutlak bıraktığı ifadesi söz götürür. Musannıf hür kadın sözüyle cariyeden ihtiraz etmiştir. Velev ki mükâtebe veya ümmü veled olsun. Mükellefe sözüyle de, küçük ve deliden ihtiraz etmiştir. Bunların nikâhı ancak velîyle sahih olur. Nitekim evvelce beyan etmişti.

"Hangi kadın kendini velîsinin izni olmaksızın evlendirirse, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır." hadisine gelince: Gerçi Tirmîzî bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Bir de, "Velisiz nîkâh yoktur." hadisi vardır. Onu Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bunlar Peygamber (s.a.v.)´in, "Kocasız kadın, kendisini evlendirmeye velisinden daha haklıdır." hadisine muarızdır. Bu son hadisi Muslim, Ebû Dâvud, Tirmîzî, Nesâî, ve Muvatta´da İmam Mâlik rivayet etmişlerdir. Kocasız kadın dul da olabilir, bâkire de. Böyle bir kadının velîsi ancak onun rızasıyle nikâh akdine girişebilir. Hadis-i şerif, kadını akıt yapmak için velîsinden daha haklı göstermiştir. Bu hadis, senedinin kuvvetiyle ve sahih olduğuna ittifak edilmekle tercih olunur. İlk iki hadis böyle değildir. Zira onlar zayıf yahut hasendirler. Yahut tahsis suretiyle araları bulunur. Veya nikâh yoktur sözünden murad, nikâhın kemâli yoktur diye te´vil edilir. Yahut velîden murad, nikâh onun iznîne bağlı olan kimsedir. Yani nikâh ancak kâfirin müslüman kadınla evlenmesini önlemeye, bunak kadına, köle ve cariyeye velâyeti olan kimsenin izniyle kıyılır. Bâtıldan murad, velînin, kızı dengi olmayana vermesini sahih görmeyenlerin kavline göre kelimenin hakikatıdır. Yahut sahih görenlerin kavline göre hükmüdür. Mutlak olan nasslarda bunların hepsi geçerlidir. Murazayı def etmek için bunu irtikâb vâcip olur. Bu husustaki sözün tamamı Fetih´te izah edilmiştir.

METİN

Kaide şudur: Kendi malında tasarruf eden herkes nefsinde de tasarruf eder. Malında tasarruf edemeyen nefsinde de tasarruf edemez. Velî asabe olursa - Velev ki esah kavle göre amca oğlu gibi gayrı mahrem olsun. Hâniyye. Küf (denk) olmayan dâmat hakkında itiraz hakkı vardır. Zevi´l - erham anne ve hakim bundan hariçtir. Binaenaleyh evlendiği adamdan çocuk doğuruncaya kadar susmadıkça hakim nikâhı fesheder ve nikâhın yenilenmesiyle itiraz da yenilenir. Tâ ki çocuk zayi olmasın. Zâhir olan gebeliği buna katmak gerekir.

İZAH

«Kaide şudur...» Bahır´ın ibaresi şöyledir: «Burada kaide şudur ki, kendi malında kendi velâyeti hasebiyle tasarrufu caiz olan herkesin iln...» Bu ifade izinli çocuğu hariç bırakır. Çünkü çocuğun malında tasarrufu caiz ise de, kendi nefsine velî olması hasebiyle değildir. Lâkin aksine alırsak, tasarruftan men edilen kadın ile itiraz edilir. Çünkü o, İmameyn´in kav...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:19:43
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 13 Mart 2010, 16:19:43 »

İZAH

«Birincide tevkildir.» Yani akitten önce izin istemesi tevkildir. Hattâ akitten sonra kız, "razı değilim" der de velî bunu bilmeyerek o kızı nikâhlarsa sahih olur. Nitekim Zahîriyye´de belirtmiştir. Çünkü vekil azledildiğini bilmedikçe ma´zûl sayılmaz. Bahır.

«Akdi yapanlar müteaddit olursa ilh...» Burada Bahır´ın ibaresi şöyledir: «Kızı, derecede müsavi iki velîden her biri bir adama nikâhlarsa. kız ikisine birden razı olduğu takdirde her iki akit bâtıl olur. Çünkü evleviyet yoktur. Susarsa kavlen veya fiilen birine razı oluncaya kadar her iki akit mevkuf kalır. Zâhir olan cevap budur. Nasıl ki Bedâyi´de de bildirilmiştir.» Şüphesiz ki bu razı olma hususundadır. Halbuki şimdi bizim sözümüz tevkildedir. Yani akitten önce izin hakkındadır. Lâkin zâhire göre iki velî izin aldıktan sonra o kızı beraberce nikâhlarlarsa, hükmen her iki yerde değişmez. İzin istedikleri zaman kız susar da onu aralıklı olarak iki adama nikâhlarlarsa, öncekinin akdinin sahih olması gerekir. Çünkü muarızı yoktur.

«İkincide nikâh bâki kalmak şartıyla izindir» Yani akitden sonra izin isterse, nikâh bâki kalmak şartıyla izindir. Esah olan budur. Bir rivayete göre akitten sonra susmak izinsayılmaz. Nitekim Fethu´l-Kadir´de beyan edilmiştir. Kızı dengi olmayan birine verir de, haber aldığı vakit susarsa, hükmün ihtilâflı olduğunu da evvelce arz etmiştir.

«Velînin ölmesiyle bâtıl olursa izin değildir.» Çünkü razı olmanın şartı, akdin bâki olmasıdır. Bahır.

«Söz kızındır.» Zira kaide şudur; Mükellef bir müslüman, ancak sahih ve geçerli olan akdi yapar.

«Söz mirasçılarındır.» Çünkü kız akdin tam olmayarak yapıldığını ikrar etmiş; sonradan geçerliliğini iddia etmiştir. Bu sözü kabul edilemez. Zira töhmet vardır. Bahır. O zaman mirasçı da olamaz. Acaba iddet bekler mi? Nefselemirde doğruyu söylerse, şüphesiz diyaneten iddet beklemesi icabeder. Aksi takdirde iddet gerekmez. Evet, evlenmek isterse kendisini kendi sözüyle muaheze etmek için mâni olunur. Fakat evlenirse, Zahîre´ de şöyle denilmiştir: «Kadın evlenir de sonra iddet iddiasında bulunursa, kocası ben seni iddetin bittikten sonra aldım dediği takdirde söz kocasınındır. Çünkü doğruyu iddia etmektedir.» İhtimâl burada öyle denilir. Çünkü kadının sâbık ikrarı her vecihle sabit olmamıştır. Bana zâhir olan budur.

«Akitten önce ise reddir, sonra ise red değildir.» Ulema bunların arasında fark görmüş: "Çünkü bunun izin olmaya da, olmamaya da ihtimali vardır. Nikâhtan önce ise nikâh sayılmaz. Binaenaleyh şüpheyle caiz olmaz. Nikâhtan sonra nikâhtır. Binaenaleyh şüpheyle bâtıl olmaz." demişlerdir. Zahîriyye´de de böyledir. Fakat bu müşkildir. Çünkü susmak ancak sahih olduktan sonra nikâh olur. Sahih olması ise izinden sonradır. Zâhire bakılırsa, susmak her iki meselede izin değildir. Bahır. İşkâlin aslını meydana çıkaran Fetih sahibidir. Makdisî ona cevap vermiş; "Akit yapılıp da sonra onu hem kabule, hem redde yarayacak bir söz vârit olursa, kabul ihtimaline bakarak tercih olunur. Akitten sonra izin olmaya ve olmamaya ihtimalli bir söz vârit olursa, red olması tercih edilir. Çünkü akit yapılmamıştır. İzin tahakkuk etmediği için yapılmasına mâni olunur." demiştir.

«Velî kızı kendisine alırsa...» Yani velî amca oğlu gibi biri olur da, amcasının ermiş bâkire kızını onun izni olmadan kendine alırsa, kız duyduğunda sükût etse bile, bu razı olmak sayılmaz. Çünkü amca oğlu kendisi hakkında asil. kadın tarafından fuzûlidir. Binaenaleyh Ebû Hanife ile İmam Muhammed´in kavline göre akit tamam değildir; razı olmanın buna bir tesiri yoktur. Fakat kendisine olmak hususunda kızdan izin ister de susarsa. Bil ittifak caiz olur. Bunu Hâniyye´den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Hâsılı fuzûli - velev bir taraftan olsun - akdin iki tarafını üzerine alırsa, Tarafeyn´e göre akdi izin almaya bağlı değildir. Bilâkis bâtıldır. Başkasıyla birlikte akde başlaması bunun hilâfınadır. Başkası, asil olsun, velî veya vekil olsun yahut başka bir fuzûli olsun fark etmez; ve akit bil ittifak izine bağlı olur. Nitekimkefâet bâbının sonunda gelecektir.

«Susmuş olsa akit sahih olur.» Ama duyduğu vakit, "Ben filancayı istemediğimi söylemiştim." diyerek başka bir şey söylemezse, nikâh caiz değildir. Çünkü kendisinin ilk defa razı olmadığında devam ettiğini haber vermiştir. Zahîre.

«Duyar da reddeder, sonra razı oldum derse caiz olmaz.» Çünkü evliliğin geçerliliği izin vermeye bağlıydı. O da reddetmekle bâtıl oldu. Birincide red, izin istemek hakkındaydı. Sonradan ârız olan evlenme hakkında değildi. Lâkin Fetih sahibi diyor ki: «En münasibi sahih olmamaktır. Çünkü bu açık red, sükûtun delâleten rıza olmasını zayıflatmaktadır. » Bahır sahibi bunu kabul etmiştir. Ama şöyle denilebilir: Kadın bundan sonra dâmadın güzel ahlâklı olduğunu öğrenmiş olabilir. İlk defa reddetmesi utandığından da olabilir. Çünkü ekseriyetle görülen hâl, ansızın işitince nefret göstermek olduğunu biliyorsun. Eğer bu kadın ilk rıza göstermediği halinde devam etseydi, evvelce söylediği gibi reddettiğini açık söylerdi.

«Dâmat ve mehir belli olmak şartıyla caizdir.» Bunun ihtilâflı olması gerekir. Nitekim metnin bundan sonra gelen meselesi ihtilâflıdır. H.

«Bahır sahibi bunu müşkil görmüştür ilh...» Nikâh bahsinin başında arzettiğimiz, "bana tezviç et" sözünün tevkil mi yoksa icap mı sayılacağı meselesi bunu te´yid eder. Hulâsa´dan naklen demiştik ki: «Vekil kızını filana hîbe et der, o da hîbe ettim cevabını verirse, bundan sonra vekil kabul ettim demedikçe nikâh münakit olmaz. Çünkü vekil temlike salahiyetdar değildir.» Bu da nikâhta vekilin tevkile hakkı olmadığını ve bunun ulema tarafından bu kaideden istisna edilen meselelerden sayılmadığını gösterir.

Orada Rahmetî şunları söylemişti: «Hamevî´nin Eşbâh üzerine yazdığı hâşiyede imam Muhammed´in Asıl adındaki kitabından naklen şöyle denilmiştir: Vekilin huzurunda vekilin vekilinin nikâh kıyması bizzat vekilin kıyması gibi değildir. Satışta iş bunun hilâfınadır. İsâm Muhtasar´ında, "Nikâh satış gibi kabul edilmiş, vekilin huzurunda vekilinin nikâh kıyması bizzat kendi kıyması gibidir´ denilmiştir.» Şu halde Kınye´deki ifade İsâm rivayetine terfi edilmiş olabilir. Lâkin Asıl, yani Mebsût zâhir rivayet kitaplarındandır. Binaenaleyh zâhire göre caiz değildir.

METİN

Sükut vesairenin izin sayılması, kadının dâmadı bilmesi şartıyladır. Yani ona rağbet göstermek veya göstermemek için kim olduğunu bilecektir. Velev ki komşularım veya amca oğulları gibi umumi bir sözün zımnında olsun. Bunlar sayılabilirlerse, nikâh sahihtir; sayılamazlarsa emri ona havale etmedikçe caiz olmaz. Mehri bilmesi şart değildir. Ama şart olduğunu söyleyenler de vardır. Müteehhirin ulemanın kavilleri budur. Bunu Zahîre´dennaklen Bahır sahibi söylemiş; musannıf da kabul etmiştir. Dürer sahibinin Kâfî´den naklen sahihlediği sözü Kemâl reddetmiştir. Keza kızı velîsi onun huzurunda nikâh eder de susarsa, esah kavle göre dâmadı bildiği takdirde sahih olur. Nitekim yukarıda geçti. Eşbâh´ta zikredilen otuz yedi meselede susmak konuşmak gibidir. Kızdan, ecnebi veya uzak velî gibi yakın velîden başkası izin isterse, susmasına itibar yoktur.

İZAH

«Umumi bir sözün zımnında olsun.» Keza filan veya filan diye birkaç isim sayar da kız susarsa, onu bu saydıklarından dilediğine verebilir. Bahır.

«Sayılabilirlerse nikâh sahihtir» Feth´in ibaresi, "Bunlar sayılı olurlar, kız tarafından bilinirlerse" şeklindedir. Bu sözün muktezası, kız onları bilmezse, sayılı da olsalar nikâhın sahih olmamasıdır.

«Sayılamazlarsa...» Meselâ seni bir adama veriyorum yahut seni Temîm oğullarından birine veriyorum derse, emri ona havale etmedikçe caiz olmaz. Ama velî, "Seni birçok kimseler istiyor" dedikten sonra, "Ben senin yaptığına razıyım." yahut, "Beni dilediğine ver." gibi bir söz söylerse bu sahih izindir. Nitekim Zahîriyye´de belirtilmiştir. Bu sözle velîsi o kızı evvelâ nikâhını reddettiği kimseye veremez. Çünkü bu umumdan murad, o kimseden başkalarıdır. "Bana bir kadın bul." diye tevkil etmek gibi ki, vekil o adamın karısını boşadığını ve ondan şikayet ettiğini bilip dururken boşadığı kadını ona nikâh edemez. Nitekim Zahîriyye´de bildirilmiştir. Bahır.

«Mehri bilmesi şart değildir. Ama şart olduğunu söyleyenler de vardır.» Şarih bununla, şarttır diyenlerin sözünün zayıf olduğuna işaret etmiştir. Velev ki Fetih´te bu daha münasiptir denilmiş olsun. Çünkü Hidâye sahibi birinci kavli sahihlemiştir. Bahır sahibi de bunun, mezhebin kavli olduğunu bildirmiştir. Çünkü Zahîre´de, "İmam Muhammed´in kitaplarının işaretleri buna delâlet etmektedir." denilmiştir.

Ben derim ki: Mehir konması şarttır diyen kavle göre. bunun mehr-i misil olması şarttır. Binaenaleyh bu mehir olmaksızın susması rıza sayılamaz. Nitekim Zeylâî´den naklen Bahır´da böyle denilmiştir. Şimdi şu kalır:Şart değildir diyen kavle göre acaba o kızı mehr-i misli ile nikâhlaması şart mıdır ve ondan eksik bırakırsa kızın rızasını almaksızın akit sahih olmaz mı? Bu, fetva hadisesi olmuştur. Bezzâziye´nin on birinci faslında gördüm ki: "Mehri zikretmez ve vekil insanların aldanmadıkları şeyde mehr-i misilden ziyadeyle yahut insanların aldanmadıkları şeyde mehr-i misilden daha az!a evlendirirse, İmam-ı Âzam´a göre sahihtir, İmameyn´e göre sahih değildir. Lâkin velîlerin kendilerinden âr´ı def için kadın tarafından itiraza hakları vardır." denilmiştir. Yani kadın buna razı olduğu takdirde demektir. Bu sözün muktezası şudur: Vekil, hadisemizde olduğu gibi velînin kendisiyse kız da bunarazı olursa sahihtir. Aksi takdirde sahih olmaz.

«Dürer sahibinin Kâfî´den naklen...» Yani Kâfi´nin sahihlediğini naklederek söylediği tafsilât ki şudur: «Velî baba veya dede olur da, dâmadı zikrederse kâfidir. Çünkü baba mehr-i misilden aza razı olursa. bu ancak ondan daha yar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes