> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Nikah
Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8 ... 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nikah  (Okunma Sayısı 12837 defa)
13 Mart 2010, 16:42:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #20 : 13 Mart 2010, 16:42:17 »



METİN

Bir kimse o beldeden çıkarmamak veya üzerine evlenmemek şartıyla bin dirheme nikahlarsa; yahut kadınla oturursa bin dirheme, dışarıya çıkarırsa ikibine diye nikahlarsa, birinci surette şartını ifa ettiği, ikinci surette kadınla oturduğu takdirde o kadına bin dirhem verilir çünkü buna razı olmuştur. Burada iki suret vardır. Birincisi kadına faydalı olacak bir şartla mehir koymak, ikincisi bir takdire göre mehir, başka takdire göre başka mehir koymaktır. Şartını ifa etmezse ve kadınla oturmazsa, mehr-i misil verilir. Çünkü fayda olmayınca kadının rızası da yoktur. Lakin son meselede mehir ikibinden fazla verilmediği gibi binden de aşağı bırakılmaz. İki taraf buna ittifak etmişlerdir.

İZAH

«Kadınla oturduğu takdirde» diyerek burada birinci suretteki gibi şartını ifa ederse dememesi, birinci surette mehr-i müsemma mal olunca az veya çok olması hususunda takdirde bulunmuş; ikinci surette mal olmadığı için bu takdiri yapamamıştır.

«Birincisi ilh...» Bunun esası kadına bir miktar mehr-i müsemma yahut mehr-i mislinden fazla mehir koyması ve bununla birlikte kadına yahut kadının babasına zirahm-i mahremine bir fayda şart koşmaktır. Bu şart, faydalanılması mübah ve kocanın fiiline bağlı olacaktır. Mücerret akitle hasıl olan bir şey olmamalıdır. Kocasının bundan kendisine bir şey iade etmesini kadına şart koşmaması da lazımdır. Bu şöyle olur: Kadını bulunduğu beldeden çıkarmamak veya ona ikramda bulunmak yahut hediye vermek yahut onun babasına kendi kızını nikahlamak veya kadının kardeşini azad etmek yahut ortağını boşamak suretiyle bin dirheme alır. Menfaat ecnebi için şart koşulur da şartı îfa etmezse, kadına mehr-i müsemmadan başka bir şey verilmez. Çünkü bu menfaat akdi yapan iki taraftan biri için kasd edilmiş değildir. Üzerine evlenmek gibi kadına zarar verecek bir şeyi şart koşsa, hüküm evleviyetle bunun gibidir. Keza konulan mehir misil kadar veya ondan daha çok olursa hüküm yine böyledir. şart koşulan şey şarap ve domuz gibi mübah değilse, konulan mehir on dirhem veya daha fazla olduğu takdirde, kadına onu vermesi vâcip olur. Şart koştuğu şeybâtıldır. Mehr-i misli de tamamlamaz. Çünkü müslüman haramdan faydalanmaz. Onun yerine başka bir şey de vâcip olmaz. Kadını kardeşini âzâd etmek veya ortağını boşamak şartıyla bin dirheme fakat muzârî değil de mastar sîgasıyla nikâh ederse, kardeşi âzâd olur. Akdin kendisiyle, ortağı, bir talâk-ı ric´î ile boş düşer. Çünkü mukabilinde kıymeti olmayan bir mal gösterilmiştir. O mal da kadından istifade hakkıdır. Karısına sadece konulan mehir verilir, veyâ hakkı kocasınındır. Ancak, "Kadının kardeşi de, veyâ kadına olmak üzere âzâd olacak." derse, o zaman veyâ hakkı kadının olur. Kadını bin dirhem mehirle ve kendi karısı filancayı boşamak, kadının da ona bir köle iade etmesi şartıyla alırsa, bin dirhem mehr-i misli ile kölenin kıymetine taksim edilir. Her ikisi musavi gelirse, binîn yarısı köleye kıymet, yarısı da mehir olur. Bu kadını cimadan sonra boşarsa bakılır; kadının mehr-i misli beş yüz dirhem veya daha az ise, ona bundan başka bir şey verilmez. Daha fazla ise, Kocası şartı îfa ettiği takdirde hüküm yine budur. Etmezse mehr-i misil verilir. Meselenin tamamı Muhit´te ve Mebsût´tan naklen Fetih´tedir.

İkramda bulunmayı ve hediye vermeyi şart koşması meselesi hakkında iIeride söz gelecektir. Meselenin hulâsası birkaç vecih üzerinedir. Çünkü şart ya kadına faydalı olacaktır yahut ecnebi birisine; yahut da zararlı olacaktır. Bunlardan her biri ya mücerret nikâhla meydana gelecektir, yahut kocamın fiiline bağlı kalacaktır. Bu altı kısmın her birine göre mehr-i misil ya mehr-i müsemmadan daha çok, ya ona müsavî. yahut daha azdır. Bunların her biri ya cimadan önce yahut sonradır ve her birinde ya şarttan faydalanmak mübahtır yahut değildir. Her birinde kadının kocasına ya bir şey iade etmesi şart koşulmuştur yahut koşulmamıştır ve her birinde şartı îfa ya hâsıl olmuştur ya olmamıştır. Böylece vecihler iki yüz seksen sekize ulaşır. Bahır´daki izahın hulâsası budur.

İkincisi ilh...». Fetih sahibi diyor ki: «İkinciye gelince: Meselâ kadını yanında oturmak veya üzerine cariye getirmemek yahut ortağını boşamak veya mevlât yahut acem veya dul olmak şartıyla bin dirheme, bunların zıddında ikibine nikâhlamak suretiyle olur.»

«Çünkü fayda olmayınca kadının rızası da yoktur.» Zira birincide kadına faydalı bir şart koşmuştu ki, o da evinden çıkarmamak ve üzerine evlenmemek gibi şeylerdir. Bu şartı îfa edince kadına mehr-i müsemması verilir. Çünkü mehir olmaya yarayışlı bir şeydir. Kadın da buna razı olmuştur. Bu yoksa kadın da mehr-i müsemmaya razı olmaz. O zaman mehr-i misli tamamlanır. İkincide iki mehir koymuştur, fakat bunların ikincisi doğru değildir. Çünkü meçhuldür. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh burada mehr-i misil vâcip olur.

«Binden de aşağı bırakılmaz.» Yani her iki meselede hüküm budur.

«Çünkü iki taraf buna ittifak etmişlerdir.» Yani son meselede kadının mehr-i misli iki binden fazla olursa, iki binden fazla bir şey alamaz. Çünkü kocasının karşısında buna razı olmuştur. Birinci mesele bunun hilâfınadır. Çünkü binden fazla olursa, kaça çıkarsa çıksın kadına mehr-i misil verilir. Zira yalnız bine razı olmamış, faydalı bir vasıfla birlikte ona razı olmuştur. Bu vasıf da meydana gelmemiştir. Her iki meselede mehr-i misil binden az olursa, kadına bin dirhem verilir. Çünkü kocası buna razı olmuştur.

METİN

O kadını cimadan önce boşarsa, her iki meselede mehr-i müsemma yarıya bölünür. Çünkü şart sâkıt olmuştur. İmameyn, "Her iki şart sahihtir." demişlerdir. Kadını çirkinse bin dirheme, güzelse iki bin dirheme nikâhlaması bunun hilâfınadır. Çünkü her iki şart esah kavle göre bil ittifak sahihtir. Sebebi bilinmeyen cihetin azlığıdır. Ama dullukla bekârlık sebebiyle mehrin azlık ve çokluğunda tereddüt göstermesi bunun hilâfınadır. Çünkü kadın dul ise az olanı vermesi. değilse mehr-i misil vermesi gerekir. Yalnız bu mehr-i misil müsemmanın çoğundan fazla olmayacak, azından da az olmayacaktır. Fetih. Bâkire çıkmasını şart koşar da dul çıkarsa. bütün mehrini vermesi lâzım gelir. Dürer. Bezzâziye sahibi de bunu tercih etmiştir.

İZAH

«Çünkü şart sâkıt olmuştur.» Zira koca şartı îfa edemeyince, mehr-i mislin tamamı vâcip olur. Cimadan önce boşadığında ise mehr-i misil sabit olmaz. Binaenaleyh o da itibardan sâkıt olur, mehr-i müsemmadan başka bir şey katmaz. Artık o yarıya bölünür. Bedâyi.

«İmameyn, "Her iki şart sahihtir." demişlerdir.» Yani son meselede böyledir. Hidâye sahibi diyor ki: «Hattâ kadınla beraber oturursa kadına bin dirhem, dışarı çıkarırsa iki bin verilir. İmam Züfer her iki şartın fâsit olduğunu söylemiştir. Ona göre kadına mehr-i misil verilecek, fakat bu, binden az iki binden çok olmayacaktır. Meselenin aslı icareler bahsindedir.»

«Esah havle göre» bunun mukabili Nevâdir´de İbn-i Semâa´nın İmam Muhammed´den naklen, "Bu mesele ihtilâflıdır." demesidir. Bahır sahibi bunu zayıf bulmuştur.

Sebebi bilinmeyen cihetin azlığıdır.» sözü, İmam-ı Âzam´ın kavline yapılan itirazın cevabıdır. İmam-ı Azam evvelki meselede ikinci şartın fâsit olduğunu söylemişti. Mesele; kadını yanında oturursa bin dirheme, dışarı çıkarırsa iki bin dirheme nikâhlaması meselesiydi. Bu surette İmam-ı Âzam her iki şartı sahih kabul etmişti. Halbuki her iki surette terdit vardır. Gâye sahibi buna cevap vermiş; "Geçen meselede tereddüt ikinci mehr-i müsemma üzerineydi. Çünkü koca onu evinden çıkarıp çıkarmayacağını bilmiyordu. Burada ise kadın güzel veya çirkin tek bir sıfat üzeredir. Kocanın onun sıfatını bilmemesi tereddüt icabetmez." demiştir. Zeylâî bu cevabı reddederek; "Evvelki meselenin suretleri arasında kadın hücre ise yahut kocanın başka bir karısı olursa iki bine, kadın âzâdlı ise yahut kocanın başka karısı yoksa bin dirheme ciması da vardı. Halbuki burada tereddüt yok, fakat hâl meçhûl idi." demiştir. Bahır sahibi de ona şu cevabı vermiştir: «Kadın bütün suretlerde bir sıfatta olsa dahücre olup olmaması hususundaki bilinmezlik kuvvetlidir. Çünkü bu, gözle görülür bir şey değildir. Onun için bunda münazaa olursa isbatına ihtiyaç görülür. Binaenaleyh bunda manen tereddüt vardır. Güzellik, çirkinlik bunun hilâfınadır. Çünkü görülen bir şeydir. Onun bilinmezliği azdır. Çünkü zahmetsizce giderilebilir.» Nehir sahibi de buna itiraz etmiş; "O halde bir karısı olursa iki bin dirheme: olmazsa bin dirheme nikâhladığı kadının akdi sahih olmak gerekir. Çünkü nikâh birbirlerini işitmekle sabit olur. Münazaa vaktinde isbata muhtaç değildir."´demiştir.

Ben derim ki: Bu ifadenin söz götürdüğü meydandadır. Çünkü nikâhın birbirlerini işitmekle isbatı, ancak nikâhın isbatına ihtiyaç görüldüğü zamandır. Şu da var ki; o adamın başka memlekette bir karışı olur da onu kimse bilmeyebilir. Güzellik. çirkinlik bunun hilâfınadır. Onun için şarih Bahır´ın ifadesine tâbi olmuş, Nehir´in sözüne bakmamıştır.

«Tereddüt göstermesi bunun hilâfınadır ilh...» Bu mesele dahi evvelki meselenin suretlerinden biridir. O meselenin, güzellik, çirkinlik için tereddüt ettiği meseleye muhalif olduğunu söylemişti. Binaenaleyh tekrarına hâcet yoktur.

Hâsılı mehri azla çok arasında mütereddit bırakmak meselesinde azın şartı bulunursa azı vermesi lâzım gelir. Aksi takdirde çoğu vermesi icabetmez. Bilâkis mehr-i mislini verir. İmameyn buna muhaliftirler. Yalnız güzellik, çirkinlik meselesinde İmam-ı Azam´la beraberdirler. Zira hangi şartta bulunursa bulunsun bil ittifak mehr-i müsemma vâcip olur. İmamı Âzam´ın gördüğü fark yukarıda geçti.

«Bâkire çıkmasını şart koşar da dul çıkarsa...» meselesini şarih istidrat kabilinden (yani yeri gelmişken) zikretmiştir. Yoksa bu mesele öncekilerin cinsinden değildir. Münasebeti mehr-i müsemmayı arzu edilen bir vasfa bağlı bıra...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nikah
« Posted on: 08 Mayıs 2024, 08:39:23 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nikah rüya tabiri,Nikah mekke canlı, Nikah kabe canlı yayın, Nikah Üç boyutlu kuran oku Nikah kuran ı kerim, Nikah peygamber kıssaları,Nikah ilitam ders soruları, Nikahönlisans arapça,
Logged
13 Mart 2010, 16:43:35
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #21 : 13 Mart 2010, 16:43:35 »

METİN

Nevi zikredilen hayvanda hüküm bu değildir. Nevi hükümlerde bir olan çok şeylere verilen addır. Bir elbise ve bir hayvan gibi cinsi meçhûl olanlar bunun hilâfınadır. Çünkü onun ortası yoktur.

İZAH

«Hükümlerde bir olan şeye» usulcüler hâs bahsinde adamı misal vermişlerdir. Buna itiraz olunmuş ve "Bu kelime; hür, köle, akıllı ve deliye şâmildir. Bunların hükümleri ise başka başkadır!" denilmiştir. Onlar buna şöyle cevap vermişlerdir: "Hükümlerin değişmesi asaleten değil arızîdir. Erkek ve kadın bunun hilâfınadır. Çünkü onların değişmesi asaletendir." Bahır.

T E M B İ H : Bu söylediklerimizden anlaşılır ki, hayvan, dâbbe, memlûk ve elbise bir cinstir. At, eşek, köle, rahat kumaşı, keten ve pamuk ise bir nevidir. Mehir tesmiyesi sahih olan ve ortası yahut kıymeti ödenmek icabeden ikincisidir. Binaenaleyh musannıfın "Nevi zikredilip vasfı zikredilmeyen her hayvanda hüküm budur." demesi icabederdi. Nitekim Muhtâr´ın metninde "Kadını bir hayvan vermek şartıyla alırsa, at gibi nevini söylediği takdirde caiz olur. Velev ki vasfını söylemesin." denilmiştir. Muhtâr şerhi ihtiyar´da ise şöyle ifade edilmiştir: «Sonra bilinmemenin nevileri vardır. Biri hem nevinin, hem vasfının bilinmemesidir. Bir elbise veya bir hayvan yahut bir hane demesi böyledir. Bu tesmiye sahih değildir. Bilinmemenin nevilerinden biri de nevi mâlûm, sıfatı meçhûl olandır. Meselâ bir köle, bir atveya bir inek yahut bir koyun veya bir ferah elbisesi demesi bu kabildendir. Bu tesmiye sahihtir ve ortayı vermek icabeder ilh...»

Görülüyor ki hayvan ve elbiseyi cinsi mâlûm, nevi ve vasfı meçhûl saymış; köle, at, ferah elbisesi gibileri cinsi ve nevi mâlûm, vasfı meçhûl kabul etmiştir. Bu, yukarıda geçen fukahaya göre cins ve nev´in tarifine uygundur. Eğer "Hidâye´de bu meselenin mânâsı, hayvanın cinsini söyleyip vasfını söylememektir. Meselâ kadını bir at veya eşek vermek şartıyla nikâh etmektir. Ama cinsin adı söylenmezse, meselâ bir hayvana denirse, bu tesmiye caiz değildir. Mehr-i misil vâcip olur denilmiştir. Görülüyor ki Hidâye sahibi at ve eşeği bir cins saymıştır." Dersen, ben de derim ki: O cinsten, nev´i murad etmiştir. Nitekim Gâyetü´l- Beyân´da bu açıklanmıştır. Onun için de bunu vasıfla karşılaştırmıştır. Bahır sahibinin "Cinsi nev´e yorumlamaya hâcet yoktur. Çünkü fukahaya göre cins çok şeylere verilen isimdir ilh..." sözüne gelince: Onun hakkında da şöyle denilir: Hidâye´nin ifadesindeki cinsi fıkhî cins mânâsına yorumlamak doğru değildir. Nitekim bu açıktır. Bilâkis onu nev´e yorumlamak taayyün eder. Keza Hidâye sahibi "Cins söyler, meselâ ferah kumaşı derse, mehir tesmiyesi sahih olur ve koca muhayyer bırakılır. Bu heravî kelimesini cins olarak söylemiştir, ama o yukarıda geçen mânâda cins değildir." demiştir. Musannıf Hidâye sahibine uysa da, "nev´ini zikretmezse" diyeceğine "cinsini zikreder de vasfını zikretmezse" dese, sözü sahih olurdu. Cins-ten nev´i kasd edilirdi. Çünkü onun karşılığında vasfı zikretmiş ,olurdu. Karşılığında nev´i zikredince sahih olmaz. Bana zâhir olan budur.

«Cinsi meçhûl olanlar bunun hilâfınadır.»» Yani nevi ile kayıtlamaksızın yalnız cinsini zikretmek; meselâ bir elbise veya bir hayvan demek bunun hilâfınadır. Çünkü bunu mehr-i müsemma yapmak doğru değildir. Ortasını veya kıymetini vermek vâcip olmaz, mehr-i misil vermek icabeder.

T E M B İ H : Bu meselenin hâsılı şudur: Mehr-i müsemma paradan başka bir şey ise; meselâ eşya veya hayvansa ya işaretle veya izafetle muayyen olur ve aynen onu vermek icabeder; yahut muayyen olmaz. Eğer ölçülen ve tartılan şeylerden değilse ve bir hayvan, bir elbise gibi aynı meçhûl ise, ondan mehr-i müsemma yapmak fâsittir ve mehr-i misil vâcip olur. Nev´i bilinir de vasfı bilinmezse, meselâ bir at veya bir ferah elbisesi veya bir köle derse, mehr-i müsemma yapması sahih olur ve onun ortası ile kıymetini vermek arasında muhayyer bırakılır. Zâhir rivayete göre elbisenin vasfı bilinirse hüküm yine böyledir. Yukarıda esah olduğu bildirildiğine göre, ortasını vermek taayyün eder. Çünkü selem gibi zimmette vâcip olur. Hayvan bunun hilâfınadır. Çünkü o selemde zimmette vâcip olmaz. Tesmiye edilen şey ölçülen veya tartılan bir şey ise, bir kile iyi ve arpasız saîd buğdayı gibi nevi ve vasfı bilinirse, tesmiye ettiğini aynen vermek tâzim gelir. Bu. kendisine işaret edilen eşya gibi olur. Çünkühalen zimmette sabit olur. Ödünç gibidir. Veresiye ise selem gibi olur. Vasfı bilinmezse, koca orta ile kıymetini vermek arasında muhayyerdir. İhtiyar, Fatih ve Bahır´ın ibarelerinin hulasası budur.

Lâkin Hâniyye´nin ibaresi müşkil kalır. Orada şöyle denilmiştir: «Kadını on dirhem ile bir elbiseye nikâh eder de vasfını söylemezse, kadına on dirhem verilir. Kendisiyle zifaf olmadan boşarsa ona beş dirhem verir. Ancak kadının müt´ası bundan fazlaysa o zaman iş değişir.» Bahır sahibi şöyle diyor: «Bundan anlaşılır ki, cinsi meçhûl bir şeyi mehr-i musemma, yaptığında mehr-i misil vâcip olması, ancak kendince mâlûm bir müsemma olmadığı yerdedir. Lâkin bu izaha göre müt´aya aslâ bakmaması gerekir. Çünkü burada mehr-i müsemma sadece on dirhemdir. Elbisenin zikredilmesi hükümsüzdür. Şu delil ile ki, boşamazdan önce kadına mehr-i mislini tamamlamamıştır.» Hayreddin-i Remlî buna cevap vermiş ve "Elbise iddete yorumlanmıştır. Teberru âdet olduğu vecihle mehr-i müsemmada dahil değildir. Çünkü dahil olsa bilinmeyen tarafı çok olduğu için tesmiyenin fesadını icabederdi." demiştir. Fetâvâ-i Hayriyye adlı kitabında da "Bahir sahibi ile kardeşinin elbiseyi hükümsüz saymakta zihinleri şaştı. Kuvvet ve kudret ancak Allah´a mahsustur." demiştir.

Ben derim ki: Onun iddet ve teberruya yorumlaması, tesmiyede hükümsüz bırakması mânâsınadır. Bu fer´in müşkil olmasının vechi şudur:Elbise mehir tesmiyesinde dahil değilse. cimadan önce boşadığı için müt´aya bakmadan kadına mehr-i müsemmasının yarısını vermesi lâzımdır. Çünkü on dirhemi mehir temsiye etmek sahihtir. Dahil ise bin dirhem ve kadına ikram şartıyla evlendiğinde bu şartı yerine getirmesi hediyeyi şart koştuysa onu vermesi gerekir. Nehir sahibinin açıkladığına göre Mebsût´ta İmam Muhammed´in "Kadını bin dirhem mehîr ve ikram yahut bir hediye vermek şartıyla alırsa, mehr-i misli bin dirhemden az olmamak üzere verilir." dediği zikredildikten sonra Mebsût sahibi şunu söylemiştir: «Bu mesele iki vecihlidir. Kadına ikram eder ve hediye verirse, mehr-i müsemma verilir. Aksi takdirde mehr-i misil icabeder»

Ben derim ki: Bu mesele; kadını evinden çıkarmamak yahut üzerine evlenmemek şartıyla bin dirheme alması meselesi gibidir. Nitekim arzetmiştik Hidaye ve Gayetü´l-Beyan sahipleri bunu açıklamışlardır. Bedayi´de şöyle denilmektedir: «Mehr-i müsemma ile beraber meçhul bir şey söylerse, mesela bin dirhem mihirle kadına bir de hediye derse sonra cimadan önce boşadığı takdirde kadına mehr-i müsemmanın yarısını verir. Çünkü ikram ve hediye şertını yerine getirmeyince, mehr-i mislin tamamı vacip olur. Cimadan önce boşamada ise mehr-i mislin tesiri yoktur.» Lakin İhtiyar´da şöyle denilmiştir: «Kadını bin dirhem mehir ve ikram şartıyla alırsa, o kadına binden az olmamak üzere mehr-i misil verilir. Çünkü koca buna razı olmuştur. Cimadan önce boşarsa, kadına binin yarısı verilir. Çünkü bu müt´adan dahaçoktur.» Bahır sahibi bunun benzerini Valvalciyye ile Muhit´ten nakletmiş, bununla yukarıda geçen mehr-i müsemma vacip olur sözüne itiraz ederek "hediye ve ikram meçhuldürler. Meçhulü ifa etmek mümkün değildir. Bilakis mehr-i müsemma fasit olur ve mehr-i misil vermesi icabeder." demiştir.

Ben buna aklımda kaldığına göre şöyle cevap verdim: «İhtiyar´ın sözünü kocanın ikram etmediğine yorumlamak mümkündür. İkram ederse kadına mehr-i müsemma verilir.» Bu, Mebsut sahibinin İmam Muhammed´in kavlini yorumlamasının aynıdır. Hidaye Gayetü´l-Beyan ve Bedayi sahipleri de yukarıda geçtiği vecihle bu yolu takip etmişleridir. Hediye ve ikram mevcut olduktan sonra onun bilinmemesi ortadan kalkar. Zahire göre Nehir´de belirtildiği gibi burada ikram ve hediye sayılacak şeyin en azı kafidir. Kadına hiçbir şeyle ikram etmezse mehr-i müsemma meçhul kalır. Çünkü kadın yalnız bin dirheme razı değildir. Onun için mehr-i misil vacip olur. Keza onu cimadan önce boşarsa, fesat tekerrür eder ve müt´a vacip olur. Nitekim mehr-i müsemma konulmaz veya fasit olursa hüküm budur. Bedayi sahibinin binin yarısı lazım geleceğini mutlak söylemesi adette bu müt´ada daha çok olduğu içindir. Nitekim İhtiyar´ın sözünden anladım. Bu yukarıda geçen düşük fiyatlı meselenin naziridir. Bu söylediklerimizle ulemanın sözlerinin arası bulunmuş olur ve Haniyyenin sözünü de buna yorumlamak taayyün eder. Bu, "Kadının mehr-i misli on dirhem olur da ona bir elbise vermezse" diye kayıtlamakla olur. O zaman kadına on dirhem vermek vacip olur. Çünkü bu mehr-i misildir. Mehr-i müsemma fasit olunca, vacip olan odur. Cimadan önce boşamakla müt´a da vacip olur. Remli´nin elbise sözünü meçhul olduğu için hükümsüz bırakmayı iddia etmesi doğru değildir. Çünkü ikram ve hediyenin bilinmemesi, elbisenin bilinmemesinden daha çoktur. Zira ikram kelimesinin altında birçok elbise, hayvan, eşya, arsa, para, ölçülen ve tartılan şeylerin cinsleri vardır. Bununla beraber ulema onu hükümsüz saymamışlardır. Binaenaleyh elbisenin hükümsüz sayılmaması evleviyette kalır. Bir de bu hükümsüz bırakılırsa müt´a´nın itibara alınması müşkül kalır. Bizim anlattığımıza göre ise işgal yoktur. Hakikat hali Allah bilir.

Haniyye´nin sözünün benzeri zamanımızda adet olan şeylerdir ki, bakireye mehrinden fazla olarak verilir. Bunların bazısı zifaftan önce verilir. Nakış ve hamam için verilen paralar nişan bohçası denilen şeyle damadın ebe kadınla tellaklara vesaireye verilmek üzere gelin tarafına gönderdiği elbiseler bu kabildendir. Zifaftan sonra verilen gömlek, ayakkabı, çarşaf ve h...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:45:14
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #22 : 13 Mart 2010, 16:45:14 »

METİN

İddet, halvetten sonra değil; cimadan sonra ayırma vaktinden veya esah kavle göre kadın ayrılmayacağını bilmese bile kocasının terkettiği vakitten vâcip olur. Bu iddet ölüm için değil talâk içindir.

İZAH

«İddet halvetten sonra değil ilh...» Ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşılan, iddetin hem kazaen, hem diyaneten ayırma vaktinden başlamasının vâcip olmasıdır. Fetih´te şöyledenilmiştir: «Bunun kazaen olması icabeder. Ama kadın son cimadan sonra üç hayız gördüğünü bilirse, kendisiyle Allah Teâlâ arasında Attâbî´nin naklettiğimiz kıyasına göre evlenmesi helâl olmak gerekir.» Bunun yeri, hâkim tarafından araları ayrıldığı vakittir. .Fakat son olmadan itibaren üç hayız görür de kocası ondan ayrılmazsa, bil ittifak evlenmeye hakkı yoktur. Nitekim Gâyetü´l-Beyân sahibi buna işaret etmiştir. Zeylâî´nin ibaresi bunun hilâfını îhâm etmektedir. Bahır.

«Cimadan sonra...» Yani iddet cima bulunmayan mücerret halvetten sonra vâcip olmaz. İddetin velev ki fâsit olsun halvetten sonra vâcîp olması ancak sahih nikâhtadır. Bahır´da Zahîre´den naklen şöyle denilmiştir: «Karı-koca cima olup olmadığında ihtilâf ederlerse, söz kocanındır. Bu hükümlerden hiç biri sabît olmaz.» Yine Bahır´da Fetih´ten naklen "Bu cima edilen kadın karısının kız kardeşi ise, onun iddeti bitinceye kadar karısı kendisine haram olur." denilmiştir.

«Ayırma vaktinden» murad, hâkimin ayırmasıdır. Kendi ayırmaları da öyledir. Bu, ya her ikisinin yahut birisinin nikâhı feshetmesiyle olur. H. Yanı iddet son cimadan değil, ayrılma vaktinden başlar. İmam Züfer buna muhaliftir. Sahih kavil budur. Nitekim Hidâye´de beyan edilmiştir. Fetih, Mi´râc ve Gâyetü´l-Beyân gibi şerhlerinde de tasdik olunmuştur. Mültekâ, Cevhere ve Bahır sahipleri de bu kavli sahih bulmuşlardır. Şüphesiz ki bu muteber kitapların sözleri, Mecmâu´l-Enhur sahibinin sözünden üstündür. O, İmam Züfer´in kavlini sahih bulmuştur. Mevûhib´in ibaresi şöyledir: «Biz iddeti son cimadan değil, ayrılma vaktinden itibar ederiz.»

«Esah kavle göre» bu iki sahih kavilden biridir. Bahır sahibi bunu tercih etmiş; Zeylâî´nin yalnız bunu söylemekle yetindiğini bildirmiştir. İkinci kavle göre bilmek şarttır. Hattâ bunu kadına bildirmezse iddeti geçmez.

«Kocasının terk ettiği vakitten vâcip olur.» Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Cimadan sonra fâsit nikâhta birbirinden ayrılmak ancak sözle olur. Mesela "senin yolunu serbest bıraktım" yahut "seni bıraktım" der. Mucerret nikahı inkar etmek terk sayılmaz. Ama koca inkâr eder de aynı zamanda, "git ve evlen" derse, bu birbirinden ayrılma olur. Buradaki boşama mutarekedir. Lâkin bununla talâkın sayısı eksilmez. Cimadan sonra karı-kocadan birinin diğerinin yanına gitmemesi mutareke değildir. Çünkü mutareke ancak sözle olur. Muhit sahibi cimadan önce dahi ancak sözle tahakkuk edeceğini söylemiştir.» Şarih mütarekeyi Zeylâî´nin yaptığı gibi kocaya tahsis etmiştir. Zira ulemanın zâhir olan sözlerine göre ınutareke kadın tarafından aslâ olmaz. Halbuki bu nikâhı diğerinin huzurunda feshetmek, her ikisi tarafından bil ittifak sahihtir. Mütareke ile fesih arasındaki fark büyüktür. Bahır´da da böyle denilmiştir. Nehir sahibi aralarında fark görerek, mütarekenin talâkmânâsında olduğunu, binaenaleyh kocaya mahsus bulunduğunu söylemiştir.

Feshe gelince; "O, akdi kaldırmaktır, kocaya mahsus değildir. Velev ki mütareke mânâsında olsun." demiştir. Hayreddin-i Remlî bu sözü reddederek "Fâsit nikâhta talâk tahakkuk etmez. O halde nasıl oluyor da mütareke talâk mânâsındadır deniliyor. Doğrusu fark bulunmamaktır. Onun için Makdisî Kenz şerhinde kesin olarak bunu söylemiştir ilh..." demiştir. Tamamı bizim Bahır üzerine yazdığımız hâşiyededir. Cimadan önce boşamak bâbında Cevhere´den naklen gelecektir ki, bir kimse fâsit nikâhla aldığı kansını üç defa boşarsa, hulleciye hacet kalmaksızın onunla evlenebilir. O bu bâbta hilâf rivayet edilmediğini söylemiştir. Bu da talâkın fâsit nikâhta tahakkuk etmediğini teyid eyler. Onun için de talâkın sayısını eksiltmez. Bilâkis bildiğin gibi o mütarekedir. Hattâ kadını bir defa boşar da sonra sahih nikâhla alırsa, kadın ona üç talâk hakkıyla döner.

«Talâk içindir.» Maksat şudur: Fâsit nikâhla cima ettiği kadından; ister ayrılsın, ister ölsün, kadına talâk iddetini beklemesi vâcip olur. Talâk iddeti üç hayızdır. Bu kâdın dört ay on günden ibaret olan ölüm iddetini beklemez. Minah ve Bahır sahiplerinin "Buradaki iddetten murad, talâk iddetidir. Vefat iddetine gelince: Fâsit nikâhtan ona vefat iddeti vâcip olmaz." demelerinin´ mânâsı budur. Yani kadın hayız görürse, üç hayız müddeti; hayız görmezse üç ay yahut çocuğunu doğuruncaya kadar bekler.

METİN

Nesep ihtiyaten iddiasız sabit olur. Nesebin müddeti ki altı aydır cimadan başlar. Eğer cimadan doğurma zamanına kadar hami müddetinin azı, yani altı ay veya fazla geçmiş olursa, nesep sabit olur. Aksi takdirde meselâ altı aydan daha azda doğurursa, nesep sabit olmaz. Bu kavil İmam Muhammed´indir. Fetva da onunla verilir. Şeyhayn´a göre müddetin başlaması, sahih nikâhta olduğu gibi akit zamanından itibarendir. Nehir sahibi, "bu daha ihtiyattır" diyerek bu kavli tercih etmiş ve fâsit tasarruflardan yirmi birini saymıştır.

İZAH

«Nesep ihtiyaten iddiasız sabit olur.» Fakat miras hakkı sabit olmaz. Mevkuf nikâh da böyledir. Bunu Tahtâvî Ebussuud´dan nakletmiştir. Nesep isbatında gösterilecek ihtiyat çocuk içindir. T.

«Nesebin müddeti ilh...» Yani nesebin sabit olacağı müddet ki altı ay veya fazlasıdır cimadan sayılmaya başlar. Yani ayrılma vuku bulmamışsa, hüküm budur demek istiyor. Nitekim aşağıda beyan edilecektir.

«Altı ay veya fazla» sözüyle musannıf, takdirin en az hami müddetiyle yapılması, daha azından korunmak için olduğuna işaret etmiştir. Altı aydan fazladan ihtiraz etmemiştir. Çünkü nikâh akdinden yahut cimadan itibaren iki seneden sonra doğurur da o kadındanayrılmazsa, çocuğun nesebi bil ittifak sabit olur. Bahır.

«Şeyhayn´a göre ilh...» Bu hilâfın faydası kadın akit zamanından sonra altı ayda, cimadan sonra altı aydan azda doğurduğu zaman görülür. Çünkü müftabih kavle göre çocuğun nesebi sabit olmaz.

TEMBİH: Fetih´te beyan edildiğine" göre müddetin başı, ayrıldıkları vakitten itibarendir. Ayrılma olmazsa; ya nikâh yahut cima vaktinden olmak üzere ihtilâflıdır. Bahır sahibi buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: «Bu sözün muktezasına göre kadın ayrıldıktan altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra çocuk doğurursa ve bu akit veya cimadan itibaren ise nesep sabit olmaz. Hâkimin ayırmasından sonra ise, altı aydan azda doğurursa, çocuğun nesebi sabit olmaz. Halbuki çocuğun nesebi sabit olmaktadır.» Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Müddetin nikâh veya cima vaktinden başlamasının mânâsı evvelce geçtiği vecihle daha azı nefydir. Ayırma zamanından itibara alınmasının mânâsı, daha çoğunu nefydir. Hattâ ayrılma zamanından itibaren çocuğu iki seneden fazlada doğurursa, nesebi sabit olmaz." demiştir. Makdisi´nin şerhinde de bunun gibi denilmiştir. Hâsılı ayırmazdan önce nesep sabit olur. Velev ki çocuğu akitten veya cimadan sonra iki seneden fazlada doğurmuş olsun. Ayırdıktan sonra ise ancak ayırma zamanından itibaren akitle veya cima ile doğum arasında altı aydan az müddet geçmemek şartıyla, ayrıldıktan iki seneden az bir zaman geçerse sabit olur.

«Nehir sahibi bu kavli tercih etmiştir.» Onun tercihi, Hidâye sahibi ile başkalarının "Fetva, İmam Muhammed´in kavline göredir." demelerine aykırı değildir.

«Fâsit tasarruflardan...» Yani şartlarından biri bulunmayınca, fâsit olanlardan yirmi birini saymıştır.

METİN

Hulâsa sahibi bunlardan on tanesini nazma çekerek şöyle demiştir: «Akitlerin fâsit olanı ondur: Birinci icaredir. Bunun hükmü ecirdir. O da mehr-i mislin veya mehr-i müsemmanın en azının vâcip olmasıdır. Yahut mehr-i müsemma yoksa bütün mehr-i mislin vâcip olmasıdır. Kitâbette vâcip olan çoğudur. Bunu, lâfı edilen şeyle kölenin kıymetinden hangisi çoksa ondan verir. Nikâhta ise, cima ettiği takdirde mehr-i misil lâzım gelir. Tohumdan çıkan evet sahibinindir. Sulh ile rehni her biri bozabilir. Emanettir yahut hükmü sahih gibidir. Sonra hîbe teslim alındığı günkü kıymetiyle ödenir. Bir kimsenin ödünç aldığı köleyi satması sahihtir. Mudarebenin hükmü de emanettir. Satışta vâcip olan misildir. Aksi takdirde kıymettir.»

İZAH

«Bunun hükmü...» Yani fâsit şartla yapılan fâsit icarenin hükmü haneyi tamir gibi; yahutmüsemması meçhul olarak veya hiç müsemma bulunmayarak yahut şarap gibi bir şey tesmiye ederek yapılan icare gibi ki, hükmü birinci surette ecr-i misildir. Yahut temsiye edilen şeydir. Son üç surette kaça çıkarsa çıksın ecr-i misildir.

«Kitâbette vâcip olan çoğudur.» Yani fâsit olan kitâbette; meselâ kölesini başkasının muayyen bir malı karşılığında kitâbete keserse, mükâtebe kendi kıymetiyle lâfı edilen şeyin kıymetinden hangisi çoksa onu vermek vâcip olur.

«Nikâhta ise...» Yani fâsit nikâhta meselâ şahitsiz kıyılanda mehir olabilecek bir şey göstermediyse, mehr-i misil lâzım gelir. Gösterdiyse, mehr-i misil ile müsemmanın az olanı vâcip olur. H.

«Cima ettiği takdirde» mehr-i misil lâzım gelir. Cima etmediyse, hiçbir şey icabetmez. H.

«Tohumdan çıkan...» Yani fâsit müzâreadan çıkan zahîre tohum sahibinin olur. Meselâ muayyen birkaç ölçeğin birine ait olacağını şart koşarlarsa, müzârea fâsit olur. Sonra yer o kimseninse, çalışana ecr-i misil vermesi gerekir. Tohum çalışandansa, onun yer için ecr-i misil vermesi icabeder. H.

«Sulh ile rehni...» Yani fâsit sulh ile fâsit rehni, akdi yapanlardan herbiri bozabilir. Fâsit sulh, anlaştıkları be...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:46:13
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #23 : 13 Mart 2010, 16:46:13 »

VELÎNİN MEHRİ ÖDEMESİ

METİN


Velînin, kadının mehrîni ödemesi sahihtir. Velev ki kadın küçük olsun. Velev ki akdi yapan velî kendisi olsun. Çünkü o elçidir. Lâkin kendisinin sağlam olması şarttır. Ölüm hastalığında olur da kefil olduğu şahıs da mirasçısı bulunursa sahih olmaz. Aksi takdirde ödeme, malının üçte birinden sahih olur. Kadının veya başkasının ödeme meclisinde kabulü de şarttır. Kadın parayı, bâliğ olan kocasıyla ödemeyi üzerine alan velînin hangisinden olsa isteyebilir.

İZAH

«Velinin kadının mehrini ödemesi sahihtir.» Yani kocanın velisi olsun, kadının velîsi olsun ve karı-koca ister küçük, ister büyük olsunlar bu caizdir. Karı koca büyükseler, velînin onlar nâmına ödemesi zâhirdir. Çünkü ecnebi gibidir. Sonra kocanın emriyle ödediyse, dönüp parasını ondan alır. Emri olmadan ödediyse alamaz. Küçük olan karı-kocanın velîlerine gelince; O, elçi ve sözcüdür. O ölürse kadın için terekesine müracaat hakkı vardır. Kalan vârislerin küçük kocanın hissesi hakkında müracaat hakları vardır. İmam Züfer buna muhaliftir. Çünkü kefâlet mekfûlu´n-anh tarafından muteber sayılan bir emirle olmuştur. Zira küçüğün üzerinde babanın velâyeti sabittir. Binaenaleyh babanın izni onun izni demektir. muteberdir. Kefâlete yönelmesi onun tarafından buna delildir. Bunu Fetih´ten naklen Nehir sahibi söylemiştir.

«Çünkü o elcidir.» cümlesi, karı-kocanın ikisi de: yahut birisi küçükseler ödemek sahihtir sözünün ta´lilidir. Bu cümle şu suale cevap da olabilir: «ödeyen küçük kızın velîsi olursa. hem isteyen, hem istenen olması lâzım gelir. Çünkü isteme hakkı ona aittir. Onun için küçük kız nâmına bir şey satar da müşteri nâmına kıymetini kendi öderse sahih olmaz!» Cevap şudur: Bu adam nikâhta bir elçi ve kız nâmına sözcüdür. Binaenaleyh hukuk ona râci değildir. Satışta ise asildir. Onun mehri alması, babalık velâyeti hükümcedir. Akdi yapan o olduğu için değildir. Onun için kız bülûğa erer de kendisini men ederse, teslim alamaz. Satış bunun hilâfınadır. Tamamı Fetih´tedir.

«Sahih olmaz.» Çünkü ölüm hastalığında mirasçısına teberru yapmış olur. Fetih. Bahır sahibi Zahîre´den naklen, "Keza vârisi nâmına yahut vârisine ödediği her borç böyledir." cümlesini ziyade etmiştir. Yani bu, mirasçısına vasiyet mesabesindedir demek istemiştir. "Kefil tarafından bir teberru yoktur. Çünkü ödemeden ölürse, kadın terekesine müracaatla hakkını alır. Şayet baba oğlunun emriyle kefil oldu ise veya oğlu küçükse, kalan vârisler de oğlunun hissesinden haklarını alırlar." denilemez. Çünkü şöyle cevap veririz: Kalan vârislerin mekfûlu´n anha (kefil olunan şahsa) müracaatla hak istemleri, kefâletî başlangıçta teberru olmaktan çıkarmaz. Çünkü kefilin nasibi helâk olur da iflas etmiş bulunabilir. Yahut bazen ona mürarcaat etme imkânı bulamayabilirler. Buna şu da delâlet eder ki; hasta birkimsenin yabancıya kefil olması, malının üçte birinden itibar olunur. Eğer teberru olmasaydı sair teberruları gibi bütün malından geçerli olurdu. Bundan daha açık olmak üzere; bu adam kendi milkinden bir şeyi, kıymetinin misliyle yahut daha azına veya daha çoğuna mirasçısına satsa, satış bâtıl olur. Hattâ bu satışla şuf´a bile sabit olmaz. İmameyn buna muhaliftirler. Nitekim Mecmâ´da beyan edilmiştir.

«Aksi takdirde...» Yani kendisine veya nâmına kefil olunan şahıs kefil olan velînin mirasçısı değilse, meselâ sağ olan oğlunun oğlu veya amcasının kızı olursa demektir. T.

«Ödeme malının üçte birinden sahih olur.» Nitekim ulema bunu ecnebinin ödemesinde açıklamışlardır. Bahır. Yani kefâlet malı terekesinin üçte biri kadarsa ödeme sahihtir. Daha fazla ise, üçte biri miktarını ödemek sahihtir. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi kefâlet başlangıçta teberrudur.

«Kadının kabulü» bülûğa ermişse şarttır. H.

«Veya başkasının» sözünden murad, kadının velîsi yahut başka bir fuzûlidir. Nitekîm kefâlet bahsinde gelecektir. Onun için Bahır sahibi, "O mecliste kadının yahut herhangi bir kimsenin kabulü mutlaka lâzımdır." demiştir. Halebî diyor ki: Bu kadın küçük; kefil de kocasının velîsi olduğuna göredir. Kefil kadının velîsi olursa, onun icabı kabul yerine geçer. Nitekim Nehir´de beyan edilmiştir.

«Ödeme meclisinde» kabulü de şarttır. Çünkü mezhebe göre akdin yarısı gaibin kabulüne bağlı olamaz. T.

«Ödemeyi üzerine alan veli» ister erkeğin, ister kadının velisi olsun fark etmez. Ödeyen diye kayıtlaması, sözümüz ödeme hususunda olduğu içindir. Bir de az ileride beyan edeceği vecihle ödemeden kendisinden her şey istenilmez.

METİN

Velî öderse, bunu emirle yaptığı takdirde parasını kocadan alır. Nitekim kefâletin hükmü budur. Baba fakir olan küçük oğlunu bir kadınla evlendirdiği vakit, mehri kendisinden istenilmez. Meğer ki kefil olsun. Mutemet kavil budur. Zengin çocuğun ise mehri babasından istenir. Fakat onu kendi malından değil, oğlunun malından verir. Nitekim nafakada da böyledir. Baba ondan mesul değildir. Ancak kefil olmuşsa mesul olur. Baba öderken, bunu sonra alacağım diye şahit getirmedikçe, ödünç bir şey istemeye hakkı yoktur.

İZAH

«Bunu emirle yaptığı takdirde...» Yani koca kefil ol diye emrettiyse. ödediğini ondan alır. Bu şu demektir ki, baba küçük oğlu nâmına mehri, üzerine alır da öderse, sonra dönüp ondan bir şey isteyemez. Çünkü küçük çocukların mehirlerini babaların yüklenmesi âdettir. Meğer ki öderken, sonra ben bunu alacağım diye şahit getirmiş olsun. Fetih. Bunun tamamı ileridegelecektir.

«Mehri kendisinden istenilmez.» Yani gelinin mehri yahut oğluna vâcip olan mehri babadan istenilmez.

«Mutemet kavil budur.» Bu kavlin mukabili, Tahâvi şerhi ile Tetimme´dedir. O kavle göre, baba kefil olsun olmasın gelin mehrini ondan isteyebilir. Fetih sahibi diyor ki: «Manzume´de bildirildiğine göre, bu kavil İmam Mâlik´indir. Biz buna muhalifiz.» Sonra Fetih sahibi itimat edilen kavlin bu olduğunu söylemiştir.

Ben derim ki: Manzume´deki ifadenin bir misli de Mecmâ ile Dûrerü´l Bihâr´da ve şerhlerindedir. Mevahibü´r-Rahmân´da, "Baba fakir olan küçük çocuğunu evlendirirse. bize göre mehir kendisine lâzım gelmez." denilmiştir. Bahır sahibi Tahtâvî şarihinin sözüne cevap vermiş: onun sözünü küçük çocuğun malı olduğu surete yorumlamıştır. Şu delille ki; Mi´râc´da Tahâvî şerhinin sözü zikredilmiş; sonra fakir çocuğun. babası üzerine almadıkça mehri ödemesi lâzım gelmediği bildirilmiştir. Bu suretle birinci sözün zengin hakkında olduğu taayyün etmiştir.

Ben derim ki: Bundan daha açık olmak üzere İnâye´de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmiştir: «Baba küçük çocuğunu bir kadınla evlendirirse, kadının mehrini kocasının babasından istemeye hakkı vardır. Baba da küçük oğlunun malından öder ilh...» Bu izaha göre şarihin, "Mutemet kavil budur." sözü yersizdir.

«Nitekim nafakada da böyledir.» Yani nafaka küçük çocuğun babasından istenmez. Ancak kefil olmuşsa o zaman istenir. Musannıf Minah´ta Hulâsa´dan naklen böyle demiştir. Hâniyye´de şu ibare vardır: «Kadın büyük olur da küçük çocuğun malı bulunmazsa. nafakası babasına vâcip olmaz. Baba çocuğu nâmına ödünç alır. Sonra oğlu zenginlediğinde ondan alır.» Hâkim´in Kâfî´sinde de şöyle denilmiştir: «Çocuk küçük olur da malı bulunmazsa, karısının nafakası babasından istenmez. Ancak onu ödeyeceğine söz vermişse o zaman istenir.» Zeylâî ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir.

Ben derim ki: Bu. şarihin nafaka bâbında fer´î meselelerde söyleyeceklerine muhaliftir. Orada, "Muhtar ve Mültekâ´da bildirildiğine göre, oğlunun karısını nafakası; oğlu küçük, fakir veya kötürüm ise babasına aittir." diyecektir. Meğer ki oradaki sözü, baba verdiği nafakayı oğlu zenginlediği vakit ondan almak üzere mehir aldıysa diye yorumlanmış olsun. Nitekim ulema zengin oğul hakkında da aynı şeyi söylemişler: "Zengin çocuğun annesi ve kocası fakir iseler çocuğua annesinin nafakasını vermesi, sonra kocası zenginlediği vakit ondan olması emredilir." demişlerdir. Hâniyye´nin zikri geçen ibaresi de bunu teyid etmektedir.

«Sahit getirmedikçe bir şey istemeye hakkı yoktur ilh...» Yani baba mehri kendi malından öderse. sonra onu küçük çocuğunun malından almaya hakkı yoktur. Ancak emîrle ödediyseo başkadır. Ama burada o da yoktur." denilmiştir. Lâkin arz etmiştik ki çocuğa kefil olmaya yönelmesi emir mesabesindedir. Çünkü onun üzerinde velâyeti sabittir. Onun içîn mehri babanın izniyle bir yabancı öderse, sonra ödediğini îster. Baba da öyledir.

Evet, Gâyetü´I-Beyân´da bundan dolayı babanın sonra oğlundan isteyeceği zikredilmiştir, istihsana göre babanın istemeye hakkı yoktur. Çünkü âdetten bu malı vermeye, sonra istememek şartıyla katlanmıştır. Örfen sabit olan bir şey nassan sabit gibidir. Ancak sonra isteyeceğini şart koşarsa, o zaman dönüp ister. Çünkü açık söz delâletten üstündür. Yani açıkça şart koşması örf-ü âdetten üstündür. Vasî bunun hilâfınadır. O ödediğini sonra alır. Zira onun teberruu hakkında âdet yoktur. Binaenaleyh sair babadan başka velîler gibi olur.

Demek oluyor ki, şahit getirmeden ödediğini sonra almak babaya mahsustur. Bunun muktezası, örf olmayan yerde annenin de ödediğini isteyebilmesidir. Yalnız bunu, vasiyet ise, bir de buna kefil olduysa yapar, Bunsuz yapıp yapamayacağı fetva hadisesi olmuştur. Bir çocuğu velîsi evlendirmiş, onun namına gelinin mehrini annesi vermiş, fakat çocuğuna vasi değilmiş, sonra çocuk bulûğa ermiş, bu sefer annesi ödediği mehri ondan almak istemiş. Bu hadisede alamaması gerekir. Çünkü anne çocuğun borcunu izinsiz ödemiştir. Velayeti de yoktur. Bilhassa aşağıda gelecek olan, "Babadan başkalarının dahi şahit getirmesi şarttır." sözüne göre hiçbir hakkı yoktur. Bezzaziye´de, "Baba öderken şahit getirir de ödediğini sonra alacağını bildirirse, sonra dönüp alır. Velev ki üzerine alırken şahit gelirmiş olmasın." d...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:47:36
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #24 : 13 Mart 2010, 16:47:36 »

MEHRİNİ ALMAK İÇİN KADININ NEFSİNİ KOCASINA TESLİM ETMEMESİ

METİN


Kadın beyan edilen mehr-i muaccelinin hepsini veya bir kısmını yahut örfen onun gibisine peşin verilen miktarı almak için kocasını kendisiyle cimadan ve cima mukaddimelerinden Mecmâ şerhi kendini sefere götürmekten men edebilir. Velev ki kadının razı olduğu cima ve halvetten sonra olsun. Çünkü her cima için ayrı akit yapılmıştır. Bunların bir kısmını teslim etmek, kalanını teslimi icabetmez. Bununla fetva verilir. Çünkü örfen sabit olan bir şey şart kılınmış gibidir.

İZAH

«Kadın beyan edilen mehr-i muaccelini almak için ilh...» Kocası bir dirhemden maada bütün mehrini vermiş olsa, o dirhemi almak için kadın kendini teslim etmeyebilir. Kocasının verdiklerini geri almaya hakkı yoktur. Bunu Hindiyye sahibi Sirâc´dan nakletmiştir. Muhit´ten naklen Bahır´da bildirildiğine göre, kadın mehrini kocasından almak üzere bir adama havale ederse, o adam hakkını alıncaya kadar kadın kocasına teslim olmayabilir. Musannıf mehrin teslimi önce geldiğine de işaret etmiştir. Ayrı olsun, borç olsun müsavidir. Satış veya ayrı olan semen bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar beraber teslim edilirler. Burada beraberce teslim almak ve teslim etmek imkânsızdır. Satış bunun hilâfınadır. Nitekim Bedâyi´den naklen Nehir´de bildirilmiştir. Tamamı oradadır. Lâkin teslim alma hususunda koca, babasının mehri alıp kıza teslim etmeyeceğinden korkarsa. babaya onu teslime hazır hale getirmesi, sonra mehri teslim alması emrolunur.

«Yahut örten onun gibisine peşin verilen miktarı...» Yanı mehrin hepsinin veya bir kısmının peşin verileceği beyan edilmemişse; kadın, örfen kendisi gibi bir kadına verilmesi âdet olan miktarı alıncaya kadar kocasına teslim olmayabilir. Sayrafiyye´de fetvanın üçte bir veya yarı nazar-ı itibara alınmaksızın karı-kocanın beldelerindeki âdete itibar edileceği bildirilmiştir. Hâniyye´de, "Örf-ü âdet muteberdir. Çünkü örfen sabit olan bir şey, şartan sabit gibidir." denilmiştir.

Ben derîm ki: Zamanımızda Mısır ve Şam´da örf-ü âdet mehrin üçte ikisini peşin vermek, üçte birini veresiye bırakmaktır. Unutma ki, yukarıda Mültekât´tan naklen, "Kadın âdeten şart kılınan ayakkabı. çarşaf. elbise ve şeker parası gibi şeylerden dolayı kocasına teslim olmayabilir." demiştik. Örf-ü âdete bağlı olan bir kimsenin bu gibi şeyleri tereddütsüz vermesi lâzım gelir. Yeter ki verilmeyecek diye şart koşmuş olmasınlar. Zayıf olan örf söylenmeden şart koşulan şeylere katılmaz.

«Kocasını kendisiyle cimadan ilh...» men edebilir. Küçük kızın velîsi dahi onun mehrini olmadan kızı vermeyebilir. Kızın kendisini teslim etmesi doğru değildir. Etse bile velîsi onu geri alır. Baba ile dededen başka velîler mehri olmadıkça kızı teslim edemezler. Ederlersefâsit olur. Musannıf, kadın mehri için teslim olmuyorsa, o kadını cimaya zorlamasının İmam-ı Azam´a göre helâl olmayacağına işaret etmiştir. İmameyn´e göre helâl olur. Nitekim Muhit´te beyan edilmiştir. Bahır. Ama bu hilâfın, kadın evvelâ kendi rızasıyla cima edilmişse diye kayıtlaması gerekir. Kocası onunla cima etmemiş ve onun rızasıyla halvette de bulunmamışsa, bil ittifak helâl olmaz. Nehir.

«Cima mukaddimelerinden ilh...» cümlesi Mecmâ şerhinde açıklanmamış; sadece, "Kocasını kendinden istifade etmekten men edebilir." denilmiştir. Nehir sahibi bunun bütün cima mukaddimelerine şâmil olduğunu söylemiştir. T.

«Sefere götürmekten» tabiri yerine, "çıkarmaktan" dese daha iyi olurdu. Nitekim Kenz sahibi öyle demiştir ve bu kadını evinden çıkarmaya da şâmildir.

«Velev ki kadının razı olduğu cima ve halvetten sonra olsun.» Halvetin hükmü birinci cimadan anlaşılır. Bunu zikretmenin faydası, ancak İmameyn´in aşağıda gelen kavlinde zâhir olur. Kadına zorla cima ve halvet yapması, kadının küçük veya deli olması evleviyetle aynı hükümdedir. Bu ittifâkîdir. Fakat kendi rızasıyla cima ederse, İmameyn´e göre kadın kendini teslimden çekinemez. Çekinirse, bununla naşize (kaçak) sayılır. Kendisine nafaka verilmez. Bahır´da bu hususta inceleme neticesi, "Meğer ki kocasının evinde olduğu halde onu cimadan men etmiş olsun." denilmiştir. Bahır sahibi bu hükmü, ulemanın nafakalar bahsinde, "Mehrini aldıktan sonra bu itaatsizlik sayılmaz." sözlerinden almıştır.

METİN

Yalnız bu mehrin hepsi müeccel veya muaccel konulmadığına göredir. Müeccel veya muaccel mehir koyarlarsa, şartlarına göre hareket ederler. Çünkü açık söylemek delâleten anlaşılandan üstündür. Ancak müddet pek fazla meçhûl olursa, o zaman peşin vermek vâcip olur. Gâye. Ancak talâk veya ölüm sebebiyle tecil müstesnadır. Örf bulunduğu için bu sahihtir. Bezzâziye. İmam Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre erkek bütün mehri veresiye bırakırsa, kadın onu cimadan men edebilir. istihsanen bununla fetva verilir. Valvalciyye.

İZAH

«Şartlarına göre hareket ederler.» Yani hepsinin peşin verilmesini şart koştularsa peşin vermesi; veresiye olmasını şart koştularsa veresiye olması gerekir. H. Müeccel (veresiye) meselesi ihtilâflıdır, ileride görülecektir.

«Çünkü açık söylemek ilh...» Yani mehrin bir kısmının peşin verilmesi âdet olsa da, iki tarafın şortlarına itibar olunur Çünkü şart açık sözdür. Örf ise delâlettir. Açık söz delâletten daha kuvvetlidir.

«Ancak müddet pek fazla meçhûl olursa...» Bahır sahibi diyor ki: Müddetin meçhûl olması orak. harman ve benzeri gibi birbirine yakın olursa, sahih kavle göre mâlûm gibidir. NitekimZâhîriyye´de bildirilmiştir. Satış bunun hilâfınadır. Çünkü o bu şartla caiz olmaz Müddet pek fazla meçhûl ise, meselâ ne zaman zenginlersem veririm yahut ne zaman yeller eserse veya yağmur yağarsa veririm demişse, bu müddet sabit olmaz; mehri derhal vermesi icabeder. Gâyetü´l-Beyân´da da böyle denilmiştir.

«Ancak talâk veya ölüm sebebiyle» sözü, müstesnadan istisnadır. H. «Örf bulunduğu için bu sahihtir.» Bahır sahibi diyor ki: «Hulâsa ve Bezzâziye´de bu hususta ihtilâf olduğu bildirilmiştir. Bezzâziye´de sahih olduğu doğrulanmış; Hulâsa´da ise; talâk ile müeccel (versiye) mehrin muaccele (peşine) döneceği; fakat kadına ricat ederse veresiye dönmeyeceği bildirilmiştir.» Yani veresiye mehir boşanıncaya kadar beklenecekse, boşamakla ödeme zamanı gelmiş olur. Fakat muayyen bir müddete kadar bekleneceği konuşulmuşsa. boşamakla peşinsiz dönmez. Nitekim bu Mısır´da bazen olur. Mehrin bir kısmı peşin, bir kısmı talâka veya ölüme kadar veresiye bırakılır. Bir kısmı da taksitle ödenir. Kadın boşandığı zaman veresiye olan kısım peşine döner. Fakat taksitli olan dönmez. Kadın onu boşadıktan sonra, taksit taksit alır. Acaba veresiye olan mehir talâk-ı ric´î ile mutlak surette peşine döner mı, yoksa iddet bitinceye kadar devam eder mi? Bu husus ihtilâflıdır. Kınye sahibi kesinlikle ikinci kavle kail olmuş;onu umumiyetle ulemaya nisbet etmiştir. Kadın dinden döner de dârı harbe gider, sonra müslüman olarak onunla tekrar evlenirse, muhtar kavle göre talâka kadar te´cil edilen mehir kendisinden istenmez. Nitekim Sayrafiyye´de böyle denilmiştir. Çünkü dinden dönmek fesihtir, talâk değildir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

«İstihsanen bununla fetva verilir.» Çünkü erkek bütün mehrin veresiye bırakılmasını isteyince, kadından istifade hakkının düşmesine razı oldu demektir. Hulâsa´da beyan edildiğine göre, Üstad Zahîruddin, kadının cimadan kaçınmaya hakkı olmadığına fetva verirmiş. Sadru´ş-Şehid ise, hakkı olduğunu söylermiş. Demek ki fetva muhteliftir. Bahır.

Ben derim ki: İstihsan tercih edilir. Onun için şarih kesinlikle onu söylemiştir. Bahır´da Fetih´ten naklen, "Bütün bunlar müddet gelmeden cimayı şart koşmadığına göredir. Bunu şart koşar da kadın razı olursa, bil ittifak cimadan kaçınamaz." denilmiştir.

T E M B İ H : Şarihin, hepsini veresiye bırakırsa demesinden anlaşılıyor ki, bir kısmını veresiye bırakır da peşin olanı verirse, İmam Ebû Yusufun kavline göre kadın kendini teslimden çekinemez. Halbuki Kâdıhân Câmi şerhinde evvelâ, "Mehir veresiye dememişse; müddet gelmeden olsun, geldikten sonra olsun kadın kendini teslimden imtina edemez. Bir kısmı müeccel olur da peşin olanını alırsa, hüküm yine böyledir. Keza akitten sonra mehri kadın veresiye bırakırsa yine böyledir." demiş; sonra şunları söylemiştir; «Ebû Yusuf´un kavline göre kadınla zifaf olmamışsa, bu fasılların hepsinde müddet gelinceye kadar kadınkendini teslim etmeyebilir ilh...» Bu söz musannıfın, "Peşin verileceği beyan edilen miktarı almak için ilh..." sözüne muhaliftir. Lâkin Zahîre´de gördüm ki, Sadru´ş-Şehid´den naklen bir kısmını veresiye bırakma meselesinde, "Bizim memleketimizde o kadınla cima etmesi hilâfsız caizdir. Çünkü peşin olan mehir verilince. zifafa girmek örfen şart koşulmuştur. Binaenaleyh nassan şart koşulmuş gibidir. Bütün mehri veresiye bırakmada ise, ne örfen şart vardır, ne de nassan. Binaenaleyh İmam Ebû Yusuf´un kavline göre istihsanen cimaya hakkı yoktur." denilmiştir.

METİN

Nehir´de şöyle denilmiştir: «Kadınla veresi hükmüne göre yüz dirhem mehirle evlenir de kırk dirhemini peşin vermeyi şart koşarsa, onu alıncaya kadar kocasını cimadan men etmeye hakkı vardır. » Kocasını cimadan men ettikten sonra kadının nafakaya, sefere, bir hâcet için kocasının evinden çıkmaya ve mehrini yani muaccel kısmını almadıkça kocasından isimsiz ailesini ziyarete hakkı vardır. Şu halde ancak kendinin alacağı bir hak veya kendinden istenilen bir hak yahut haftada bir defa annesiyle babasını, senede bir defa yakın hısımlarını ziyaret için yahut ebe kadın veya cenaze yıkayıcı olduğu için çıkabilir. Bundan başka yerlere çıkamaz. Kocası izin verse bile her ikisi âsî olur. Mutemet kavle göre zînetlenmemek şartıyla hamama gitmek caizdir. Eşbâh. Bu, nafaka bahsinde gelecektir.
...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8 ... 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes