> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Nikah
Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7 ... 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nikah  (Okunma Sayısı 12852 defa)
13 Mart 2010, 16:31:38
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #15 : 13 Mart 2010, 16:31:38 »



METİN

İmamlarımız şuna ittifak etmişlerdir ki, o kimse buna kendi küçük kızını veya velîsi bulunduğu bir kadını nikâhlasa caiz olmaz. Nitekim muayyen bir kadını yahut hürre veya cariye nikâhlamasını emretse de, emrine uyması; yahut kadın kendisini evlendirmeyi emrederek kiminle olacağını tayin etmese, bu da onu küfü olmayan birine verse bil ittifak caiz olmaz. Bir kadın nikâhlamak için memur olan kimse ona bir akitle iki kadın nikâhlasa geçerli olmaz. Çünkü emre uymamıştır. Ama âmir, kadınların her ikisine veya birine razıolabilir. Kadınları iki akitle nikâhlarsa birinci akit geçerli, ikincisi mevkuf olur. Âmir ona bir akitle iki kadın nikâhlamasını emreder de, o bir kadın nikâhlar yahut iki akit!e iki kadın nikâhlarsa caiz olur. Ancak âmir "Bana bir akitle iki kadından başkasını alma!"; yahut "İki akitle iki kadından başkasını alma." derse, buna muhalefet etmesi caiz değildir.

İZAH

«Kendi küçük kızını» demesi şundandır: Çünkü büyük kızını onun rızasıyla nikâhlarsa, İmam-ı Âzam´a göre caiz olmaz; İmameyn´e göre olur. Ama kendi büyük kız kardeşini onun rızasıyla nikâhlarsa bil ittifak caiz olur. Bahır. Bu ifadenin bir misli de Zahîre´dedir.

«Nitekim muayyen bir kadını» sözü. musannıfın, "bir kadın nikâhlamasını" sözünden ihtirazdır. Meselâ bin dirhem olacak diye mehri tayin eder de vekil daha fazlasıyla nikâhlarsa, hüküm yine böyledir. Bunu bilmeyerek o kadınla zifaf olursa muhayyerdir. Kadından ayrılırsa, mehr-i misille mehr-i müsemmanın az olanını verir. Vekili kadın tayin ederse, mehrinin bin dirhem olacağını söyler de onu nikâhlarsa, kocası -velev ki zifaftan sonra olsun- "ben seni bir altın mehirle aldım" der, vekil de tasdik ederse. kocası onun bir altına vekâlet vermediğini ikrar ettiği takdirde kadın muhayyerdir. Reddederse, kaça çıkarsa çıksın mehr-i misli verilir. Ona iddet nafakası yoktur. Çünkü reddetmekle anlaşılır ki zifaf mevkuf bir nikâh esnasında olmuştur. Bu da mehr-i misli icabeder, iddet nafakasını icabetmez. Kocası onu yalanlarsa, yemini ile beraber söz kadınındır. Bunu reddederse, cevabın geri kalanı hali üzeredir. Bunda ihtiyat icabeder. Çünkü çok defa kadının ondan çocukları olabilir de, sonra kadın vekilin kendisini ne kadar mehirle nikâhladığını inkâr eder. Söz kadının olur. O da nikâhı reddeder. Bu satırlar kısaltılarak Fetih´ten alınmıştır. Bezzâziye sahibi diyor ki: «Bu, mehri söylediğine göredir. Mehirden bahsetmez de vekil onu mehr-i mislinden fazlasıyla ve kimsenin aldanmayacağı bir miktarla yahut mehr-i mislinden daha azla kimsenin aldanmayacağı bir şekilde nikâhlarsa, İmam-ı Âzam´a göre akit sahih olur. İmameyn buna muhaliftir. Lâkin velîler için kadın tarafından itiraz hakkı vardır. Bu, kendilerinden ârı def etmek içindir.» Velî bâbında söylediklerimize bak!

«Bil ittifak caiz olmaz.» Çünkü kefâet kadın hakkında muteberdir. Dâmat küfü olur da; kör, kötürüm, çocuk veya bunak çıkarsa, bu caizdir. Enenmiş veya aleti kalkmaz çıkarsa, hüküm yine böyledir. Velev ki bundan sonra kadın için ayrılma hakkı olsun. Bahır. Bundan sonra Bahır sahibi şöyle diyor: «Vekil kadını kendi babasına veya oğluna nikâhlasa. İmam-ı Âzam´a göre caiz olmaz. Her nerede vekilin fili geçersiz sayılırsa, akit de müvekkilin icazesine mevkuf olur. Bütün bu söylediklerimiz hususunda elçinin hükmü de vekilin hükmü gibidir. Evlenen bir kadının boşanıp iddetini bitirdikten sonra nikâhına vekil tayin etmek sahihtir. Meselâ birini, evlenen kadını kendisine nikâhlamasına vekil etmiştir. Kadın boşanır veiddetini bitirir de onu bu müvekkile nikâhlarsa sahih olur.

«Bir kadın nikâhlamak için» diyerek kadını belirsiz bırakması şundandır: Muayyen bir kadın söyler de başka bir kadınla onu da nikâhlarsa, muhalif hareket etmiş sayılmaz. Tayin ettiği kadın hakkında nikâh geçerlidir. Hâniyye´de şöyle denilmiştir: «Bir kimseyi, ya filan kadını yahut filanı nikâhlamak için vekil tayin ederse, hangisini nikâhlasa caiz olur. Bu kadarcık bilinmezlikle tevkil bâtıl olmaz.» Nehir.

«Çünkü emre uymamıştır. » Bu talih yetersizdir. Hidâye´nin ibaresi şöyledir: «Çünkü birinin nikâhını geçerli saymaya imkân yoktur. Buna sebep muhalefettir. Muayyen olmayarak birinin nikâhını geçerli saymaya da imkân yoktur. Çünkü belli değildir. Tâyine de imkân yoktur. Çünkü evleviyet yoktur. Binaenaleyh aralarını ayırmak düşer.»

«Ama âmir kadınların her ikisine veya birine razı olabilir.» Bununla Zeylâî, Hidâye´nin, "Binaenaleyh ayırmak düşer." sözüne itiraz etmiştir. Bahır sahibi buna cevap vererek; "Onun maksadı. cevaz bulunmadığı vakittir. Her ikisinin yahut birinin nikâhına cevaz verirse geçerli olur" demiştir.

«İkincisi mevkuf olur.» Çünkü vekil onun hakkında fuzûlidir. T.

«Ancak âmir ilh...» Gâyetü´l-Beyân´da şöyle denilmiştir: «Vekile bir akitle iki kadın nikâhlamasını emreder de vekil bir kadın nikâhlarsa caiz olur. Fakat bana bir akitle ancak iki kadın nikâhlayacaksın derse caiz olmaz.» Yani bir kadın nikâhlaması caiz olmaz. Ona iki akitle iki kadın nikâhlarsa, zâhire göre caiz olmaz. Çünkü bir akitle sözü, inhisarda dahildir. Şarihin sözünden anlaşılan da budur. Muhit´te şöyle denilmiştir:«Vekile bir akitle iki kadın emreder de, vekil iki akitle iki kadın nikâhlarsa caiz olur. Ama, "Bana iki kadını ancak iki akitle nikâhla." der de, onları bir akitle nikâhlarsa caiz olmaz. Fark şudur: Birincide vekâleti toplu halde isbat etmiş; ayrı ayrı olurlarsa kabul etmeyeceğini resmen söylemeyip susmuştur. Toptan diye söylemek, ondan başkasını nevi değildir. ikincide ayrı ayrı olursa vekâleti nefyetmiştir. Bu nevi bir mânâ ifade eder. Çünkü toplu olmakta, maksadının hemen hâsıl olması vardır. Binaenaleyh ayrı ayrı nikâhlamaya vekil olmamıştır.» Zahire bakılırsa, bu şekilde nefyeder de vekil ona bir kadın nikâhlarsa sahih olur, ayrı akitle ikinciyi nikâhlamasına tevakkuf etmez. Keza şarihin dediği şekilde nevi derse, yani bana iki akitte ancak iki kadın nikâhla derse, hüküm yine budur. Ama bu onun sözünden anlaşılanın hilâfınadır,

METİN

Sair akitlerde, nikâh olsun satış veya başkası olsun icap mecliste olmayan birinin kabulüne tevakkuf etmez. Bilâkis icap bâtıl olur. Ona bil ittifak cevaz laîk olmaz. Nikâhın iki tarafını bir kişi üzerine alabilir. Yani bir kişi, kabul yerine geçecek bir icapla beş surette nikâh yapabilir:

1) iki taraftan velî,

2) İki taraftan vekil,

3) Bir taraftan asil, bir taraftan vekil.

4) Bir taraftan asil, bir taraftan velî,

5) Bir taraftan velî, diğer taraftan vekil olur. Buna misal. "Kızımı müvekkilime verdim" demektir. Ancak bu bir kişi, hiçbir taraftan fuzûli olmamalıdır. Râcih kavle göre velev ki her iki sözü söylesin. Çünkü onun kabulü şer´an muteber değildir. Tekarrur etmiş bir kaidedir ki icap, gaip bir kimsenin kabulüne tevakkuf etmez.

İZAH

«Mecliste olmayan birinin kabulüne tevakkuf etmez.» Yani mecliste bulunan kimse bir taraftan veya her iki taraftan fuzûli olarak icap yaparsa, gaibin kabulüne tevakkuf etmez, bâtıl olur.

«Sair akitlerde...» Musannıf Minah´ta şöyle demiştir: «Bu tabir Kenz´deki gaipte olup nikâh edenin kabulüne, sözünden daha iyidir. Çünkü onun sözü bunun nikâha mahsus olduğu zannını verebilir. Halbuki öyle değildir. »

«Bilâkis icap bâtıl olur.» Tevakkuf etmeyince, yalnız icapla yetinerek sözün tam olduğu zannedileceğinden şarih bu zannı gidermek için bilâkis icap bâtıl olur demiştir. Bâtıl olduğu yer, gaip namına fuzûlî kabul etmediği vakittir. Onun namına kabul ederse, onun kabulüne tevakkuf eder. T.

«Ona bilittifak cevaz laîk olmaz.» Yani diğerine icap varır da kabul ederse, akit sahih değildir. Çünkü bâtıla cevaz yoktur. T.

«Kabul yerine geçecek bir icapla...» Meselâ filan kızı kendime aldım demekle nikâh olur. Çünkü bu, iki tarafın sözlerini tazammun eder ve ondan sonra bir kabule hâcet yoktur. Bazıları, kendisinin asil olduğunu gösteren bir söz söylemesi. meselâ filan kızı zevceliğe aldım demesi şarttır demişlerdir. Naip olarak nikâh kıyması bunun hilâfınadır. Onda filan kızı kendime tezviç ettim der.

«İki taraftan veli» olur ve oğluma kardeşimin kızını nikâh ettim der.

«İki taraftan vekil» müvekkilime müvekkilem filan hızı nikâhladım der. Tahtâvî diyor ki: «Onun ve kadının vekil olduğuna ve akde iki şahit kâfidir. Çünkü bir şahit birçok şahitlikleri üzerine alabilir.» Evvelce arzetmiştik ki, vekâlete şahitlik ancak inkâr edildiği zaman lâzımdır.

«Bir taraftan asil, bir taraftan vekil olur.» Meselâ bir kadın kendisini ona nikâhlamak için onu vekil eder.

«Bir taraftan asil, bir taraftan veli olur.» Meselâ küçük bir amca kızı olur da ondan başka volîsi yoktur. Bu takdirde onu kendine nikâh ederken, müvekkilemi yahut amcam kızınıkendime aldım der.

«Kızımı müvekkilime verdim. » cümlesi beşinci surete misâldir. Adıyla, nesebiyle tarif mutlaka lâzımdır. Musannıfın bunu söylememesi, evvelce geçtiği içindir.

«Hiçbir taraftan fuzûli olmamalıdır.» İki taraftan yahut birisi tarafından fuzûli olup diğer taraftan asil veya vekil yahut velî olursa, bu dört surette nikâh mevkuf olmayıp İmam-ı Azam´la İmam Muhammed´e göre bâtıl olur. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Ona göre gaibin kabulüne mütevakkıf olur. Nasılki gaip namına başka bir fuzûli kabul etse bil ittifak nikâh mevkuf olur. Geçen beş suret bil ittifak geçerlidir. Onuncu bir suret kalır ki aklidir. O da iki taraftan asil olmaktır. Ama bu imkânsız olduğu için musannıf onu zikretmemiştir.

«Velev ki her iki sözü söylesin.» Yani filanı tezviç ettim ve onun namına kabul ettim diyerek hem icabı hem kabulü yapmış olsun...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nikah
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 08:13:31 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nikah rüya tabiri,Nikah mekke canlı, Nikah kabe canlı yayın, Nikah Üç boyutlu kuran oku Nikah kuran ı kerim, Nikah peygamber kıssaları,Nikah ilitam ders soruları, Nikahönlisans arapça,
Logged
13 Mart 2010, 16:33:07
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #16 : 13 Mart 2010, 16:33:07 »

MEHİR BÂBI


METİN


Mehirin isimlerinden bazıları; sadâk, sadaka, nihle, atiyye ve ukrdur. Cevhere´nin istilâd bâbında, "Hür kadınlarda ukr mehr-i misildir. Cariyelerde ise bâkirenin kıymetinin onda biri, dul kadının kıymetinin onda birinin yarısıdır." denilmektedir. Mehrin en az miktarı on dirhemdir. Çünkü Beyhâkî´nin ve başkalarının rivayet ettiği bir hadiste, "On dirhemden az mehir yoktur." buyrulmuştur. Az rivayeti mehr-i muaccele yorumlanır.

İZAH

Musannıf nikâhın rüknünü ve şartını beyan ettikten sonra hükmünü beyana başlıyor. Hükmü mehirdir. Çünkü mehr-i misil akitle vâcip olur. Binaenaleyh hükümdür. İnâye´de böyle denilmiştir. Sadiyye sahibi buna itiraz etmiş; "Mehr-i müsemma da nikâhın hükümlerindendir." demiştir. Mehir sahibi kendisine şu cevabı vermiştir: «Ayrıca mehr-i misli söylemesi şundandır: Çünkü bir şeyin hükmü o şeyle sabit olan eseridir. Akitle vâcip olan ancak mehr-i misildir. Onun içindir ki ulema nikâh bâbında aslî mûcip mehr-i misildir derler. Mehr-İ müsemmaya gelince: O ancak iki taraf ona razı oldukları için mehr-l misil yerine geçmiştir.»

Sonra inâye sahibi mehri şöyle tarif etmiştir: «Mehir; nikâh kıyarken bud´ (cima istifadesi) karşılığında kocaya vâcip olan malın adıdır. Bu, ya adını söylemekle yahut akitle olur.» Bu tarife; şüphe ile cimada ne lâzım geldiğine şümulü yoktur diye itiraz olunmuştur. Bundan dolayı bazıları mehri: "Kadının nikâh akdiyle yahut cima ile hakettiği malın ismidir." diye tarif etmişlerdir. Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Tarif edilen şey, akitle hâsıl olan nikâhın hükmüdür." demiştir.

«Mehirin isimlerinden bazıları» sözü, mehrin birçok isîmleri olduğunu ifade eder ki: ecr, alaîk, hibâ´ da bunlardandır. Nehir sahibi diyor ki: «Bu isimleri ulemadan biri şu beytte toplamıştır:

«Sadâk, mehir, nihle ve ferîda,

Hibâ´, ecr sonra ukr, alaîk.» Lâkin atiyye ile sadakayı zikretmemiştir.

«Hür kadınlarda ukr mehr-i misildir.» İzahı ve tafsilâtı ileride gelecektir.

«Cariyelerde ise ilh...» Bâkire cariyede kıymetinin onda biri, dul cariyede kıymetinin onda birinin yarısıdır. Zâhire bakılırsa, onda birin yahut yansının on dirhemden aşağı olmaması şarttır. On dirhemden az olursa, onu tamamlamak vâcip olur. Çünkü on dirhemden aşağı mehir yoktur, Bu hususta mehr-i misille mehr-i müsemma birdir. H.

Ben derim ki: Feyz sahibi şarihin bazı muhakkıklardan naklettiklerini söyledikten sonra şöyle demiştir: «Cariyeler hakkında gerek güzellik gerek sahip cihetînden o cariyenin misline bakılır. O kaça nikâhlandıysa bu da o kadara itibar edilir denilmiştir. Mühtar olan kavilbudur» Anlaşılıyor ki, aşağıda mehr-i misilden bahsederken, "Cariyenin mehri ona gösterilen rağbete göredir." sözünden murad bu olacaktır, Fethu´l-Kadir´in kölelerin nikâhı bâbında şöyle denilmiştir: «Ukr, güzellikte kadının misli olan bîrinin mehridir. Yani onun gibi bir kadının sadece güzelliği hususunda gösterilen rağbettir. Bazıları, caiz olsa, bu kadın gibi birine zina için verilen ücrettir demişlerse de mânâ doğru değildir. Bilâkis âdet, zina için verilen paranın mehir için verilenden az olmasıdır. Çünkü mehir için verilen, nikâhın devamı içindir. Zina için verilen böyle değildir.»

«Beyhâki´nin» rivayet ettiği hadisin senedi zayıftır. Onu İbn-i Ebû Hâtim de rivayet etmiştir. Hâfız İbn-i Hacer, "Bu isnatla bu hadis hasendir." demiştir. Nitekim Fethu´l-Kadir´de kefâet bâbında zikredilmiştir.

«Az rivayeti ilh...» Yani rivayet edilen hadislerden zâhire göre ûn dirhemden aşağı mehir caiz olacağını gösterenlerin hepsi zayıftır. Yalnız, "Ara! Velev ki demirden bir yüzük olsun." hadisi müstesnadır. O zayıf değildir. Onu mehr-i muaccele yorumlamak icabeder. Çünkü Araplarca âdet, zifaftan evvel mehrin bir kısmını peşin vermek idi. (Mehr-i muaccel. peşin mehir demektir.) Hattâ ulemadan bazıları Peygamber (s.a.v.)´in, Fâtma (r.a.)´ya bir şey vermeden Hz. Ali´nin zifafına razı olmamasıyla istidlâl ederek, kadına peşin bir mehir ödemeden zifaf yapılamayacağını söylemişlerdir. Hz. Ali, "Ya Rasulallah! Verecek bir şeyim yok!" demiş; bunun üzerine Rasulallah (s.a.v.), "Ona zırhını ver." buyurmuşlar. O da zırhını vermiştir. Bu hadisi Ebû Dâvud ve Nesaî rivayet etmişlerdir. Malûmdur ki bu mehir, dört yüz dirhem gümüş idi. Lâkin muhtar kavle göre zifaftan önce vermek caizdir. Çünkü Hz. Aişe (r.a.)´den rivayet edilen bir hadiste, Âişe (r.a.). "Bana Rasulullah (s.a.v.) kocası bir şey vermeden kadını onun yanına salmamı emretti." demiştir. Bunu Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Binaenaleyh Rasulullah (s.a.v.)´ın zikri geçen razı olmayışı mendup mânâsına yorumlanır. Yani kadını sevindirmek ve kalbini yatıştırmak için ona peşin bir şey vermek mendup olur. Bu mâlûm olunca, rivayet ettiğimize muhalif olanları buna yorumlamak icabeder. Hadislerin araları böyle bulunur. Her ne kadar bu; "Ara! Velev ki demirden bir yüzük olsun!" hadisinin zâhirine muhalif olduğu söylenirse de, lâkin bununla amel vâciptir, Çünkü yüzük hadisinin sonunda Peygamber (s.a.v.) "Ezberindeki Kur´an-la onu sana tezviç ettim." buyurmuştur. Hadis, bildiği Kur´an´ı kadına öğretmesi mânâsına yorumlansa veya hiç mehir olmayacak mânâsına alınsa, Allah´ın kitabına aykırı düşer. Kitaptan murad. "Mallarınızla akit yapmanız size helâl kılındı." âyet-i kerîmesidir. Bu âyette helâl kılınmak mal vermekle kayıtlanmıştır. Binaenaleyh hadisin buna muhalif olmaması icabeder. Aksi takdirde hiç kabul edilmez. Çünkü haber-i vâhittir. Haber-i vâhit, delâleti kesin ol

METİN

Dirhemler, zekâtta olduğu gibi yedi miskal ağırlığında gümüş olacaktır. Madrub otmuş olmamış fark etmez. Velev ki alacak borç veya akit zamanında on dirhem kıymetinde eşya olsun. Ama cimadan önce boşayarak ödenirse, teslim aldığı günkü kıymeti itibara alınır.

İZAH

«Yedi miskal ağırlığında» demek, her dirhem on dört kırat (yani takriben üç gram) olarak demektir. Şurunbulâliyye.

«Madrub olmuş olmamış fark etmez.» On dirhem külçe gümüş veyâ o kıymette eşya mehir konulsa sahih olur. Para haline getirilmiş olması, el kesmek için hırsızlık nisabında şarttır. Bu, had vurmak az bulunsun diyedir. Bahır.

«Velev ki alacak borç...» Yani kadının veya başkasının zimmetinde olsun. Kadının zimmetinde olması zâhirdir. Başkasının zimmetinde olması şöyle tasavvur edilir: Kadını Zeyd´de alacağı olan on dirhem mehir ile alır. Bu sahihtir. Kadın on dirhemi hangisinden isterse alır. Borçludan isterse. kocası ondan teslim almak için kadını tevkil etmeye zorlanır. Nitekim Nehir´de böyle denilmiştir. Yani borcu, borçlu olmaksızın temlik lâzım gelmesin diye böyle yapılır. H. Lâkin nikâh kadının zimmetindeki dirhemlere izafe edilirse, misle değil ayna taallûk eder. Borcun başkasının zimmetinde olması bunun hilâfınadır. Çünkü borçlu olmaksızın borç temliki lâzım gelmesin diye o misle taallûk eder. Bunun izahı Zahîre´dedir.

«Velev ki eşya olsun. » Evinde oturmak, hayvanına binmek ve arazisini ekmek gibi menfaatler dahi müddet bilinmek şartıyla böyledir. Nitekim Hindiyye´de belirtilmiştir.

Ben derim ki: Mukabilinde mal lâzım olan şeylerden olması mutlaka lâzımdır. Tâ ki aşağıda gelen hür kocanın hizmeti ve Kur´an öğretmek gibi şeylerin mehir tesmiyesinin sahih olmadığı çıkarılmış olsun.

«Akit zamanında on dirhem kıymetinde eşya olsun.» Yani teslim zamanında sekiz dirhem etse de kadın ancak onu olabilir, Bunun aksi olursa, kadın mehir eşya ile birlikte iki dirhem alır. Bu hususta eşyanın elbise veya ölçülen yahut tartılan şeylerden olması fark etmez. Çünkü mehir olarak konulan şey haddi zâtında değişmez. Değişen sadece insanların rağbetidir. Bunu Bedâyi´den naklen Bahır sahibi söylemiştir.

«Ama cimadan önce ilh...» Yani buradaki ödeme hükmü, teslim aldığı günkü kıymetine göredir. Meselâ kadına on dirhem kıymetinde bir elbise vermek üzere evlense. kadın elbiseyi teslim aldığı gün kıymeti yirmi dirhem olsa, zifaftan önce kadını boşadığında elbise istihlâl edilmiş bulunsa, kadın kocasına on dirhem çevirir. Çünkü elbise kadının garantisine teslim almakla girmiştir. Binaenaleyh o günkü kıymeti itibara alınır. (Zifaftan önce boşanan kadının hakkı yarım mehir olduğu için, yirmi dirhemin yarısını iade eder.) Bunu Muhit´ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Helâk olmak da istihlâk etmek gibidir. Çünkü istihlâkta teslimaldıktan sonra artan kıymet hususunda kadın mesul tutulmayınca, kendiliğinden helâk olduğu surette evleviyetle mesul tutulmaz. Bu şunu ifade eder ki, elbise mevcut olsa, boşadığı günkü kıymeti itibara alınır. Teslim aldığı günkü kıymetine itibar edilmez. Hem kadından onu alıp da kıymetinin yarısını da veremez. Bilâkis ölçülen, tartılan şeyler gibi bölmekle kusurlu sayılmayan şeylerden olursa yarısını alır. Aksi takdirde hâkimin hükmünden veya razı olduktan sonra aralarında müşterek kalır. Zira ileride göreceğiz ki, o mehir kadına teslim edilmişse, kadının milkî bâtıl olmaz. Kocasının mîlkine dönmesi hâkimîn hükmüne veya anlaşmalarına bağlıdır. Hattâ bundan önce kadının o malda tasarufu geçerlidir. Kocasınınki geçersîzdir. Bunu Muhammed Ebussuud böyle söylemiştir. Şunu da ifade etmiştir ki, kadın o eşyanın yarı kıymetînî kocasına vermek îstese, zâhire göre kocası kabule mecbur edilîr.

Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü hâkimin hükmü veya anlaşma olmadan adamı îcbar etmenin bir mânâsı yoktur. Zira hakkını istemekten tamamen feragat edebilir. Hükümden sonra da böyledir. O mal aralarında müşterek olunca, hissesine düşenin kıymetini kabule mecbur etmenin bir mânâsı yoktur.

METİN

Mehri on dirhem veya daha az koyarsa on dirhem, fazla koyarsa fazlası vâcip olur. Mehir cima ile yahut koca tarafından halveti saliha ile yahut karı kocadan birinin ölümleriyle veya iddet içinde ikinci ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:34:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #17 : 13 Mart 2010, 16:34:34 »

TRAMPA NİKÂHI

METİN


Şigarda mehr-i misil vâcip olur. Şigar; bir kimseye kızını verip, kendine onun kızını veya kız kardeşim almak ve her iki akdi bedel yapmaktır. (Trampadır.) Bu yasak edilmiştir. Çünkü mehirden hâlidir. Biz de onda mehr-i misli vâcip kıldık ve trampa olmaktan çıktı. Bir hürre veya cariye mehir olmak üzere hür olan kocasının bir sene hizmeti şart koşulduğunda dahi mehr-i misil vâcip olur. Çünkü bunda mevzuu tersine çevirmek vardır.

İZAH

Nehir sahibi diyor ki: «Şigâr; bir kimseye hemşiresini, onun da hemşiresini kendisine vermek şartıyla evlendirmek ve bundan başka bir mehir vermemektir. Mugrib´te böyle denilmiştir. Yani her birinin cima istifadesi diğerine mehir olmak şartıyla kıyılan nikâhtır. Şigâr adı verilmek için bu kaysı mutlaka lâzımdır. Bunu demez veya bu mânâda başka bir söz söylemez de, sen de bana kızını vermen şartıyla kızımı sana verdim diyerek kabul ederse; yahut kızımdan edeceğin istifade senin kızına mehir olmak şartıyla der de, öteki kabul etmez fakat bunu mehir yapmadan kızına verirse, şigâr değil, bilittifak sahih nikâh olur. Velev ki hepsinde mehr-i misil vâcip olsun. Bu, mehir olmaya yaramayan bir şeyi mehir yaptığı içindir. Şuğûrun aslı boşluk demektir. Araplar kimsenin sakin olmadığı yere ´Beldedü´n-Şağira´ derler. Burada ondan murad, mehirden hâli olmaktır. Çünkü iki taraf bu şartla sanki cima istifadesini mehirden hâli bırakmışlardır.»

«Bu yasak edilmiştir ilh...» cümlesi, Şâfîi´nin itirazına cevaptır. İmam Şâfiî, Altı Hâdis kitabında merfu olarak rivayet edilen şigâr hadisiyle itiraz etmiş; "Bu hadiste trampa nikâhı yasak edilmiştir. Yasak etmek o işin fâsit olmasını iktiza eder." demiştir. Cevabımız şudur: Şigârın yasak edilmesi, onun mânasından yani mehirden hâli olmasından alınmıştır. Bir de cima istifadesi mehir yapıldığı için yasaklanmıştır. Biz de bu şekilde nikâhın caiz olmadığına, şer´an buna nikâh denilemeyeceğine kailiz. Böyle nikâh sabit olmaz. Binaenaleyh bunu bâtıl sayarız. Ortada mehir olamayacak bir şey mehir gösterilmiş bir nikâh kalır. Bu nikâh mehr-i misli icabederek münakit olur ve mehr-i müsemması şarap veya domuz olan nikâha benzer. Demek oluyor ki, biz yasak edilen şeyi isbat etmiyoruz. Bizim isbat ettiğimize yasak taallûk etmiyor. Bilâkis umumi deliller sahih olmasını gerektiriyor. Meselenin tamamı Fetih´tedir. Zeylâî burada, "Yahut nehy kerahete hamledilmiştir." cümlesini ziyade etmiştir. Yani kerahet de fesadı icabetmez demek istemiştir.

Hâsılı mehr-i misil vâcip olur demekle, şigâr hakikaten trampa nikâhı olmaktan çıkmıştır. Trampa olduğunu teslim etsek bile, oradaki yasaklama kerahet mânâsınadır. şu halde şeriat şigâr nikâhında iki şey icabetmiştir. Biri kerahet, diğeri mehr-i misil. Kerahet yasaklamadan alınmıştır. Mehr-i misil ise, bir nikâhta mehir olmaya yaramayan bir şey mehr-i müsemmagösterilirse, o nikâh mehr-i misli icabederek münakit olacağını gösteren delillerden alınmıştır. Bu ikincisi, yasaklamanın fesada değil, kerahete yorumlanacağına delildir.

Bu izah sayesînde bize vârit olan itiraz defedilmiş olur, itiraz şudur: Yasaklamayı kerahete yorumlamak bugün şigârın yasak olmamasını gerektirir. İtiraz, "çünkü biz bu nikâhta mehr-i misil vâciptir diyoruz." sözüyle def edilir. Şöyle ki: Yasaklamayı fesat mânâsına alırsak, bugün şigârın yasak olmaması, yani mehr-i misil icabeden bir nikâhın sahih olması teslim edilir. Kerahet mânâsına yorumlanırsa, yasaklık bâkîdir.

«Hür olan kocasının bir sene hizmeti» meselesinde Şeyhayn´a göre mehr-i misil vâcip olur. İmam Muhammed hîzmetin kıymetinin verileceğinî söylemiştir. Hizmetle kayıtlaması şundandır: Çünkü kadını evinde oturtmak, hayvanına bindirmek yahut hayvanı ile yükünü taşıtmak veya arazîsini ekmek gibi aynî şeylerin mâlûm bir müddet menfaati karşılığında nikâh ederse, mehr-i müsemma olarak sahîhtir. Zira bu menfaatler maldır yahut ihtiyaçtan dolayı mal hükmünde sayılmıştır. Nehîr. Musannıf hür demekle köleden ihtiraz etmiştir. Nasıl ki ileride, "Köle olursa hizmeti kadına mehir olur." dediği yerde gelecektir. Şarihin, "veya cariyeye" sözünü ziyade etmesi; Nehir sahibi, "Ulemanın zâhir olan sözlerînden anlaşıldığına göre, cariye ile hürre arasında fark yoktur. Hattâ illet olarak gösterilen zıddiyet cariyede hürredekinden fazladır." dediğî içindir. Şarihin, "bir sene" kelimesini ilâve etmesi. müddet tayin edilirse, hizmet mehr-i müsemma olabilir zannını gidermek içindir. Muayyen müddette sahih olmayınca, meçhul müddette evlevîyetle sahih olmaz. T.

«Çünkü bunda mevzuu tersine çevirmek vardır.» Evliliğin mevzuu, kadının kocasına hizmet etmesidir. Bunun aksi değildir. Çünkü aksi ihanet ve tahkir olduğu için haramdır. Nitekim gelecektir. Böyle yapan kimse mehir olmaya yaramayan bir şeyi mehr-i müsemma yapmış demektir. Binaenaleyh akit sahihtir, mehr-i misil vâcip olur. Nehir sahibi diyor ki: Mehir olmak üzere kadının koyunlarını gütmek ve arazisini ekmek hususunda rivayetler muhteliftir. Çünkü bunların hâlis hizmet olup olmadığında tereddüt vardır. Asıl ile Câmi´in rivayetlerine göre caiz değildir. Esah olan da budur. İbn-i Semâa caiz olduğunu rivayet etmiştir ve, "Görmüyor musun oğlu hizmet için babasını kiralarsa caiz olmaz. Ama koyun gütmek veya ziraat için kiralasa sahih olur." demiştir. Dirâye´de de böyledir. Bu kuvvetli bir şahittir. Onun için musannıf Kâfî adındaki eserinde Asl´ın rivayetini zikrettikten sonra, "Doğrusu kadına bilittifak mübah olmasıdır." demiştir.

METİN

Ulema böyle söylemişlerdir. Bunun ifade ettiği mânâ, kadının sahibine veya velîsine hizmet etmek şartıyla evlenmenin sahih olmasıdır. Nasıl ki Şuayb ve Mûsa (a.s.) kıssasında böyle olmuştur. Nitekim kölesinin veya cariyesinin yahut sahibinin izniyle başka birinin kölesininveya kendi rızasıyla hürrün hizmeti şartıyla evlenmek sahihtir.

İZAH

«Ulema böyle söylemişlerdir.» Şarih bunu söylemese daha iyi olurdu. Çünkü ulemanın bu gibi ibareler karşısında âdetleri, söyleneni zayıf bulmak ve ondan kendilerini beri tutmalarıdır. Halbuki burada murad bu değildir.

«Bunun ifade ettiği mânâ ilh...» cümlesi Nehir sahibinin bir incelemesidir. Rahmetî diyor ki: «Zâhire bakılırsa, o zaman velîsi hizmetin kıymetini öder. Ama cariyenin efendisi ödemez. Çünkü mehir kendi cariyesinin hakkıdır. Burada zâhir olan, evlendirmenin bilittifak sahih olmasıdır. Kadına hizmeti meselesi bunun hilâfınadır.»

Ben derim ki: Lâkin Bahır´da Zahîriyye´den naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse kadını babasına bin dirhem hîbe etmek şartıyla alsa, o kadına mehr-i misil vardır. Babasına hîbe edip etmemesi birdir. Hîbe ederse, hîbesinden dönebilir.» Bu sözün muktezası, kadının velîsine hizmet şart koşulduğunda mehr-i misil vâcip olması, hizmet lazım gelmemesidir. Şuayb (a.s.) kıssası gibi yerlerde de böyledir. Koca mehr-i müsemma olarak söylediğini yaparsa, kadının velisinin ona ecr-i misil ödemesi gerekir. Nitekim bir kimse birine "Benimle beraber bağımda çalış da sana kızımı vereyim." der de, o kimse çalışır fakat adam kızını vermezse, ecr-i misil ödemesi gerekir.

«Şuayb (a.s.)» kıssası şudur: Kızını sekiz sene koyunlarını gütmek karşılığında Mûsa (a.s.)´a vermiştir. Bunu Teâlâ Hazretleri inkâr etmeden bize hikâye buyurmuştur. Binaenaleyh bizim için de şeriat olmuştur.

«Nitekim kölesinin hizmeti ilh...» Yani dâmadın kölesi geline hizmet şartıyla demektir. Mastar failine muzaftır. Bundan sonra zikrettikleri de öyledir.

«Veya kendi rızasıyla hürrün hizmeti şartıyla evlenmek sahihtir.» Gâye´de Muhit´ten naklen şöyle denilmiştir: «Kadını başka bir hürrün hizmeti şartıyla alsa, sahih olan kavil caiz olmasıdır. Onun hizmetinin kıymetini kadın kocasından alır.» Fetih sahibi diyor ki: «Bu, ona hizmet etmeyeceğine işarettir. Sebebi ya ecnebi olup hizmetinde bulunmakla beraber kadının açılıp saçılmasından emin olmayacağı içindir; yahut muradı o hürrün emriyle olmadığı zamandır,» Fetih sahibi bir hayli söz ettikten sonra şunları söylemiştir: «Bakmak icabeder. Eğer kendi emriyle değil ve razı da olmamışsa, hizmetin kıymeti vâcip olur. Kendi emri ile ise bakılır: Muayyen bir hizmet olup açılıp saçılmaktan ve fitneden emin olamayacağı bir şekilde beraber bulunmayı gerektirirse, men etmesi vâcip olur. Kıymetini kadın kendi verir. Böyle bir şey gerektirmezse, kadına teslimi vâcip olur. Hizmet muayyen olmayıp şu hürrün menfaatları mehrin olsun diye evlenir de, çırak sayıldığı için kadın bunları hak ederse, o zaman kadın bunu birinci mânâda alırsa birinci gibi; ikinci mânâda alırsa ikinci gibi olur.» Yani kadın onu birinci nevide kullanırsa -ki onunla beraber düşüp kalkmayı gerektirir- onu men edip hizmetinin kıymetini vermek hususunda birincisi gibidir. O adamı böyle bir şey gerektirmeyen yerde kullanırsa, hükmü ikincisi gibidir. Yani hîzmetîn teslimi vâcip olur.

METİN

Kur´an tâliminde de mehr-i misil vâcip olur. Çünkü malla akit yapmak nassla sabittir.

"Onu sana ezberinde olan Kur´an´la verdim.» hadisindeki ´ba´ harfi, ya sebebiyet yahut ta´lil içindir. Lâkin Nehir´de "Müteehhirin ulemanın kavline göre sahih olmak gerekir." denilmiştir. Evlenen bu hususta izinli köle ise, hizmeti kadının mehri olur. Hür ise kadına hizmeti haramdır. Çünkü bunda iharet ve tahkir vardır. Hizmetinde kullanmak da böyledir. Bunu Nehir sahibi Bedâyi´den nakletmiştir.

İZAH

«Kur´an tâliminde de mehr-i misil vâcip olur.» Yani evlenirken kadına mehir olarak Kur´an öğretmeyi veya benzeri bir tâatı mehir tayin ederse, yine mehr-i misil lâzım gelir. Çünkü mehr-i müsemma mal değildir. Bedâyi. Yani üç imamımıza göre bu maksatla adam kiralamak sahih değildir.

«Hadisdeki ´ba´ harfi...» Yani Sehl b. Sa´d Es-Sâidî hadisindek...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:38:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #18 : 13 Mart 2010, 16:38:09 »

MÜT´ANIN HÜKÜMLERİ

METİN


Müfevvida için müt´a vaciptir. Müfevvida; mehirsiz nikâhlanıp cimadan önce boşanan kadındır. Müt´a; bir entari, bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibaret olup, kocası zenginse mehr-i mislinin yarısından fazla olmayacak, fakir ise beş dirhemden az olmayacaktır.

İZAH

«Müfevvida için müt´a vâciptir.» Müfevvida, işini velîsine ve kocasına mehirsiz olarak havale eden kadındır. Bu kelime, müfevveda şeklinde okunursa, velîsi tarafından işi kocasına mehirsiz olarak havale edilen kadın mânâsına gelir. Bilmelisin ki, müt´a icabeden talâk, mehr-i müsemma konulmayan nikâhta clmadan önce vuku bulandır. Sonradan mehr-i müsemması konulsun konulmasın veya konulan mehir fâsit olsun fark etmez. Nitekim Bedâyi´de beyan edilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Müt´a ancak mehr-i müsemması hiçbir vecihle sahih olmayan nikâhta vâcip olur. Mehr-i müsemma bir vecihten sahih olur da bir vecihten olmazsa, müt´a lâzım gelmez. Velev ki cima ile mehr-i misil vâcip olsun. Nitekim kadını bin dirhem mehir ve bir de onun kerameti şartıyla alır veya bin dirhem mehir, bir de hediye şartıyla evlenirse, cimadan önce boşadığı takdirde kadına bin dirhemin yarısı verilir, müt´a verilmez. Halbuki cima etmiş olsa bin dirhemden az olmamak şartıyla mehr-i misil verilirdi. Nitekim Gâyetü´l-Beyân´da böyle denilmiştir. Çünkü mehr-i müsemma her cihetten fâsit değildir. Kadın iyi çıktığı, kocası hediyeyi verdiği takdirde bin dirhemi vermek vâcip olur; mehr-i misil lâzım gelmez.» Bunun ta´lili hususunda Bedâyi´den nakletmiştik ki, cimadan önce vuku bulan talâkta mehr-i mislin bir tesiri yoktur.

«Cimadan» ve halvet-i sahihadan önce boşanan kadındır. Bahır. Yukarıda geçmişti ki, halvet-i sahiha cima hükmündedir. Talâktan murad;koca tarafından gelen ayrılık olup, mehrin sahibi sebebinde -sebebi talak olsun fesih olsun- ona ortak olmamıştır. Talâk, îtâ, liân, âlet kesikliği, kalkınamamazlık, dinden dönme, kocanın müslümanlıktan yüz çevirmesi, karısının kızını veya anasını şehvetle öpmesi gibi sebeplerle ayrılmak bu kabildendir. Ayrılık kadın tarafından gelirse, meselâ kadın dinden döner, müslümanlıktan yüz çevirir, kocasının oğlunu şehvetle öper, emzirir, bülûğa ermekle muhayyere olur, âzâd edilir veya dengine düşmezse, kendisine müt´a verilmez. Bu ne vâciptir ne de müstehap. Nitekim Fetih´te beyan edilmiştir. Mehr-i müsemma konmuşsa, onun yarısı da vâcip değildir. Erkek bizzat veya vekili vasıtasıyla nikâhlısını velîden satın alırsa, bu meseleden hariç olur. Çünkü mehre mâlik olan sebepte kocaya ortaktır. Sebep milktir. Onun için ne müt´a vâcip olur, ne de mehr-i müsemmanın yarısı. Cariyeyi sahibi bir adama satar da sonra kocası ondan satın alırsa iş değişir. Burada müt´a vâciptir. Nitekim Tebym´de beyan edilmiştir. Bahır.

«Müt´a, bir entari, bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibarettir.» Fahru´l-İslâm diyor ki: «Bu, onlarınmemleketine mahsustur. Bizim memleketimizde ise bunlara bir izâr ile mükâ´ab ilâve edilir.» Dirâye´de böyle denilmiştir. Şüphesiz ki bu tefsire göre, çarşaf izârın yerini tutmaktadır. Meğer ki Mekke-i Mükerreme´de olduğu gibi değişik şeyler adet olsun. Bunların kıymetini verirse, kadın kabule mecbur edilir. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiştir. Zikredilen üç elbise müt´anın en azıdır. Bunu Kemâl´den naklen Şurunbulâliyye sahibi söylemiştir. Bedâyi´de ise "Dışarı çıkarken kadının giyinerek örtündüğü elbise en az üçtür." denilmiştir.

Ben derim ki: Fahru´l-İslam´dan nakledilenle bunun gereği, her beldede kadının dışarı çıkarken giydiği elbiseyi itibara almaktır. Sonra gördüm ki hâşiye yazarlarından biri şöyle diyor: «Bercendî´de beyan edildiğine göre, ulema bunun onların memleketine mahsus olduğunu söylemişlerdir. Bizim memleketimize gelince: Bundan daha fazlası vâcip olmak gerekir. Çünkü bizim memleketimizde kadınlar üç elbiseden fazla giyerler. Binaenaleyh bu üçe bir izâr ile bir de mükâ´ab ziyade edilir.» Kâmûs´un beyanına göre mükâ´ab; nakışlı elbise demektir.

«Mehr-i mislinin yarısından fazla olmayacak ilh...» Fetih´te Asıl ile Mebsût´tan naklen şöyle denilmiştir: «Müt´a yarım mehirden fazla olamaz. Çünkü mehrin halefidir. Mehirle ikisi müsavi olurlarsa, müt´ayı vermek vâcip olur. Çünkü Kur´an-ı Kerîm ile farz kılınan odur. Yarı müt´adan daha az olursa, o zaman az olanı vermek vâciptir. Ancak beş dirhemden az olursa, beş dirhem tamamlanır.» Şarihin evvelâ "kocası zenginse", sonra "kocası fakirse" demesinin vechi bence zâhir değildir. Zâhir olan, bu işin müt´ada kocanın haline göre itibar alınmasıdır. Bu söz bundan sonrakine muhaliftir.

METİN

Müt´a nafakada olduğu gibi karı-kocanın hallerine göre itibara alınır. Fetva buna göredir. Müfevvidadan başkasına müt´a vermek müstehaptır. Bundan yalnız, mehri konup almadan önce boşanan kadın müstepnadır. Ona müt´a vermek müstehap değildir. Fakat evvelâ mehiri konup cima edilen kadına müt´a vermek müstehaptır. Şu halde boşanan kadınlar dört kısımdır.

İZAH

«Müt´a karı-kocanın hallerine göre itibara alınır.» Yani ikisi de zenginse, kadına pahalı elbise verilir. İkisi de fakir ise ucuz elbise; biri fakir biri zenginse orta elbise verilir. Musannıfın söylediği Hassâfın kavlidir. Fetih´te fıkha en yaraşanın bu olduğu bildirilmiştir. Kerhî, kadının halini itibara almış; Kudûrî bunu tercih etmiştir. İmam Serahsî ise erkeğin halini nazar-ı itibara almış; Hidâye sahibi bu kavli sahih bulmuştur.

Bahır sahibi diyor ki: «Tercitı muhteliftir. En güzeli Hassâf´ın sözüdür. Çünkü Valvalcî onu sahih bulmuş; "Fetva buna göredir." demiştir. Nitekim ulema nafakada bununla fetvavermişlerdir. Onların sözlerinden anlaşılan şudur ki; her iki şeyi nazar-ı itibara almak, yani müt´anın yarım mehirden fazla, beş dirhemden az olmaması bütün kavillerde muteberdir. Nitekim Asıl ile Mebsût´ta bu açıktır. Zahîre´de bildirildiğine göre, müt´a orta olacak; ne son derece iyi ne de son derece kötü olmayacaktır. Fetih sahibi buna itiraz etmiş, bunun üç kavilden birine uymadığını söylemiştir. Bahır sahibi ise ona cevap vererek, bunun bütün kavillere uyduğunu bildirmiştir. Şöyle ki: Müt´a kadının haline göre itibar edilir diyen kavle göre; kadın fakir ise orta ketenden, orta halli ise orta ipekten, zengin ise orta ibrişimden verilir. Erkeğin haline bakılır diyenlere göre, keza her ikisinin hali itibara alınır diyenlere göre de böyledir. İkisi de fakir iseler, kadına orta ketenden, ikisi de zengin iseler orta ibrişimden, biri zengin biri fakir ise orta ipekten müt´a verilir. Nehir´de beyan edildiğine göre, Zahîre´nin sözünü buna yorumlamak mümkündür. Fetih sahibinin buna itirazı, mutlak olması cihetindendir. Çünkü daima ipekten verileceğini ifade etmektedir.

«Müfevvidadan başkasına» demesi, müfevvidaya müt´a vâcip olduğundandır. Nitekim biliyorsun.

«Cimadan önce boşanan ilh...» Bu söz Kudûrî´nin bazı nüshalarındaki kavline göredir. Dürer sahibi de bunu benimsemiştir. Lakin Kenz ve Mültekâ´da buna da müt´a vermenin müstehap olduğu bildirilmiştir. Mebsût ile Muhit´te de böyle denilmektedir. Te´vitât ile Teysîr. Keşşâf ve Muhtelif sahiplerinin rivayeti de budur. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir.

Ben derim ki: Bunu Bedâyi sahibi dahi açıklamış; Mi´râc´da bu kavil Zâdü´l-Fukaha ile Câmi-i isbicâbî´ye nisbet edilmiştir. Bundan dolayıdır ki Mültekâ şarihi "Meşhur olan bu kavildir." demiştir. Hayreddin-i Remlî "Kudûrî´nin bazı nüshalarındaki kavil Mebsût ile Muhit´in ifadelerine karşı duramaz." demiştir.

Ben derim ki: Öyleyse zikredilen bu kitaplardakine nasıl karşı durur! Binaenaleyh musannıfın bu istisnayı yapmaması gerekirdi. Bahır sahibi diyor ki: «Evvelce arzettiğimize göre cimadan önce ayrılık kadın tarafından gelirse, ona da müt´a vermek müstehap değildir. Çünkü cinayet işlemiştir.»

«Fakat cima edilen kadına ilh...» Müt´a vermek müstehaptır. Bedâyi sahibi diyor ki: «Cimadan sonra koca tarafından gelen her ayrılıkta kadına müt´a vermek müstehaptır. Meğer ki koca dinden dönmüş veya müslümanlıktan yüz çevirmiş olsun! Çünkü müstehap olmak, fazilet istemektir. Kâfir fazilet ehli değildir.»

«Şu halde boşanan kadınlar dört kısımdır.» Yani ya cimadan önce boşanmıştır ya sonra. Ya mehri konmuştur yahut konmamıştır. Cimadan önce boşanan kadının mehri konulmamışsa ona müt´a vermek vâciptir. Mehr-i konmuşsa müt´a vermek vâcip değildir. Buradaki izaha göre müstehap dahi değildir. Cimadan sonra boşanan kadına, mehir konsun konmasınmüt´a vermek müstehaptır.

METİN

İki tarafın rızalarıyla yahut mehirden hâli olan akitten sonra hâkimin mehr-i misil koymasıyla sabit olan veya mehr-i müsemma üzerine ziyade edilen miktar kadının o mecliste kabulü veya küçük çocuğun velîsinin kabulü ve bunun miktarının bilinmesi, zâhire göre karı-kocalığın devamı şartıyla kocasına lâzım gelir. Nehir. Kafî´de şöyle denilmektedir: «Mehr-i bin dirhem fazlalaştırarak nikâhı yenilese, zâhire göre ikibin dirhem vermesi lâzım gelir.»

İZAH

«Yahut hâkimin mehr-i misil koymasıyla...» Bedâyı´de şöyle denilmiştir: «Kadını mehir vermemek şartıyla almışsa, bize göre bizzat akitle mehr-i misil vacip olur. Şu delil ile ki, bu kadın mehir koymasını kocasından istemiş olsa, mehir koyması vâcip olur. Hattâ koymazsa hâkim buna mecbur eder. Yine dediğini yapmazsa, onun yerine hâkim mehir koyar. İşte bu, mehir koymadan mehri misil vâcip olduğuna delildir.»

«Kadının o mecliste kabulü şartıyla» ifadesi gösterir ki, bu sahihtir. Velev ki şahitsiz veya mehri hîbe ettikten ve kocasını ibradan sonra olsun. O malın mehir cinsinden olup olmaması müsavidir. Bahır. Ödemenin koca veya velî tarafından yapılması da müsavidir. Ulemanın açıkladıklarına göre, baba veya dede oğlunu evlendirir de sonra mehri arttırırsa sahih ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:40:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #19 : 13 Mart 2010, 16:40:05 »

METİN

Belki mâni yalnız ramazan orucunun edâsıyla farz namazdır. Halvet-i sahiha ileride görülecek hükümlerde cima gibidir. Velev ki koca âleti kesik, âleti kalkmaz veya enenmiş yahut hali anlaşılan hünsa olsun. Aski takdirde o adamın nikâhı mevkuftur. Bahır ve Eşbâh´ta bildirilen, Nehir sahibinin izah ettiği gibi zâhirî mânâsına göre değildir. Nehir´de Vehbâniyye şerhinden naklen bildirildiğine göre, kalkınmazlık bazen hastalıktan veya hilkaten zayıflıktan yahut yaşlılıktan olur.

İZAH

«Yalnız farz namazdır.» Bahır sahibi diyor ki: şüphesiz bozmak, farz olsun nafile olsun özürsüz namazı bozmak haramdır. Şu halde mutlak olarak mâni olmalıydı. Halbuki ulema, "Vâcip namaz nâfile gibi halvete mani değildir." demişlerdir. Halbuki onu terk etmek günahtır. Bundan daha garibi, Muhit´in şu ifadesidir: "Nâfile namaz halvete mâni değildir. Yalnız öğleden evvel kılınan dört rekât mânidir. Çünkü o sünneti müekkededir. Böyle bir özür sebebiyle onu terk etmek caiz değildir." Çünkü bu ifade sünneti müekkedeler arasındafark bulunmamasını, vâcibin ise evleviyetle mâni olmasını gerektirir.

Ben derim ki: Hâsılı ulema hacc ihramında farzı ile nâfilesi arasında fark yapmamışlardır. Çünkü bunların ikisi de kaza ve ceza kurbanı hususunda ortaktırlar. Oruçla namazda ise farzla nâfile arasında fark bulmuşlardır. Oruçta bu farz zâhirdir. Çünkü farz oruçta kaza ve kefaret lâzımdır. Nâfile oruç ile o hükümde olan diğer oruçlar bunun hilâfınadır. Zira böyle bir orucu bozmakla lâzım gelen zarar azdır. Çünkü kazadan başka bir şey lâzım gelmez. Nitekim Cevhere´de böyle denilmiştir.

Namaza gelince: Farzla nâfile arasındaki fark müşkildir. Çünkü namazın farzında günahtan ve kaza lâzım gelmesinden başka bir zarar yoktur. Bu nafile ile vâcip namazda da vardır. Evet, farzda günah daha büyüktür. Ama halvetin sahih olmasına sebep teşkil etmesinde gizlilik vardır. Aksi takdirde ramazanın kazasıyla kefaretin nâfile gibi olmaması lâzım gelir. İhtimal kendi sahibinin yukarıda arzettiğimiz gibi farz orucu mutlak olarak ihtiyar etmesinin vechi bu olacaktır. Namaz da öyledir. Onun da farzı ve nâfilesi farz oruç gibi olmak gerekir. Orucun nâfilesi bunun hilâfınadır. Çünkü o daha müsamahalı meşru olmuştur. Şu delil ile ki, bir rivayette özürsüz bozması caizdir. Namazın nâfilesini ise özürsüz bozmak bütün rivayetlere göre caiz değildir. Binaenaleyh onun nâfilesi farzı gibidir. Belki Müctehid´e göre aralarında bizim anlayamayacağımız bir fark vardır. Allahu a´lem.

«Hali anlaşılan hünsa olsun.» Yani halvetten önce bu hünsa kocanın erkek olduğu anlaşılır. Nikâhı da sahih ise, o zaman onun ciması caizdir. Halveti de cima gibidir. Hali anlaşılmazsa nikâh mevkuftur, cimada bulunması mübah değildir. Binaenaleyh halveti de cima gibi sayılmaz.

«Bahır´da» halvetin sahih olduğu mutlak olarak bildirilmiş; halinin anlaşılması kaydedilmemiştir. Eşbâh´ın ifadesini ileride göreceksin.

«Nehir»in ibaresi şöyledir: «Bundan, hali anlaşılan hünsa murad edilmek gerekir. Hunsa-ı müşkile gelince: Onun nikâhı hali anlaşılıncaya kadar mevkuftur. Onun için velîsi onu sünnet edene nikâhlayamaz. Çünkü mevkuf nikâh bakmayı mübah kılmaz. Nihâye´de de böyle denilmiştir.» Yani ciması evleviyetle mübah kılmaz. Binaenaleyh halveti sahih değildir demek istiyor, Bu hayızlı kadınla halvete benzer. Hattâ ondan evlâdır. Çünkü hali anlaşılmazdan önce yabancı mesabesindedir. Sonra Nehir sahibi şunları söylemiştir: Mebsût´un ifadesine göre, hünsanın hali bülûğa ermekle anlaşılırsa, erkek alâmeti görüldüğü takdirde babası ona bir kadın almışsa, nikâhını kıydığı zamandan itibaren nikâhın sahih olduğuna hükmedilir. Şayet kadına cima edemezse, kalkınamayan gibi ertelenir. Babası onu bir erkekle evlendirmişse nikâhın bâtıl olduğu anlaşılır. Bu, ondan önceki halvetinin sahih olmaması hususunda açıktır. Bu izahla anlarsın ki, Eşbâh sahibinin Asıl´dan naklettiği şu ibare zâhirinegöre değildir: "Babası hünsayı bir erkekle evlendirir de cima ederse caizdir. Aksi takdirde ne olacağını bilmiyorum yahut babası onu bir kadınla evlendirir de bülûğa ererek cima ederse caiz olur. Aksi takdirde ona kalkınamayan gibi mühlet verir." Muvaffakiyet Allah´tandır. Yani Eşbâh´ın bu ibaresinden anlaşıldığına göre, mücerret erkeğin onunla cima etmesiyle yahut onun kadına cima etmesiyle nikâh sahih olur. Velev ki bu iş bulûğa erimeden ve kendisinde alâmet görülmeden olsun. Hali anlaşılmadan ciması helâldir. Onunla yapılan halvet sahihtir. Bülûğa erdikten sonra bazen hali anlaşılır, bazen anlaşılmaz. Halbuki Mebsût´ta bülûğa ermekle halinin kesinlikle anlaşılacağı bildirilmiştir. Yine Eşbâh´ın zâhirine göre hünsanın hali belli olmadan önce nikâhı mevkuftur. Bu, hali belli olmazdan önce yapılan halvetin sahih olmayacağı hususunda açıktır. Çünkü cima helâl değildir. Fakat bu söz götürür. Çünkü caizdir sözünün mânâsı, hali belli olduğu için akit caizdir demektir. Ulemanın açıkladıklarına göre bu onun işkâlini giderir ve bundan cimanın helâl olması lâzım gelmez. "Aksi takdirde ne olacağını bilmiyorum." sözü, hünsada bu alâmet görülmezse akdin sahih olduğuna veya olmadığına hükmedemem demektir. Yani bu başka bir alâmetin zuhuruna bağlıdır demek istemiştir. Mebsût sahibinin, «Hünsanın hali bülûğa ermekle anlaşılır." sözü, ekseri hallere göredir. Yoksa ulema bazen bunun halinin bülûğdan sonra da müşkil kaldığını açıklamışlardır. Meselâ kadınlar gibi fercinden hayız görür, erkekler gibi âletinden meni gelirse hali müşkil olmakla devam eder. Bazen de bülûğa ermeden hali belli olur. İki su yolundan birinden bevleder, ötekinden etmez. Böylece halveti sahih olur. Hâsılı halvetin sahih olmasını halinin anlaşılmasıyla kayıtlamak zâhirdir. Çünkü daha önce ciması helâl değildir.

"Hastalıktan" ve keza sihirden olur. Böylesine bağlanmış derler. Nitekim bâbında Vehbâniyye´den naklen gelecektir.

METİN

Halvet-i sahihanın cima hükmünde olması nesebin sübûtu, velev ki âleti kesik kocadan olsun, mehr-i müsemmayı tekid ve mehr-i müsemma yoksa mehr-i misil lâzım gelmesi; nafaka, mesken, iddet, kız kardeşinin nikâhı ve o kadının iddeti içinde başka dört kadının nikâhının haram olması, cariyeyeyi nikâh etmenin haram olması ve kadın hakkında talâk vaktine dikkat hususundadır. Muhtar kavle göre başka bir talâk-ı bâin vâki olmak:hususunda dâhi cima hükmündedir.

İZAH

Nesebin sübutu ilh...» hakkındadır. Bahır sahibinin inceleme neticesi anladığı, sonra Hassâf´tan nakledildiğini gördüğü şudur: «Halvet ancak mehri tamamlamak ve iddet vâcip olmak için cima yerini tutar.» Bahır sahibi diyor ki: «Bundan maadası nesep gibi akdinhükümlerindendir.» Yani hiç halvet bulunmasa da nesep yine sabit olur. Meselâ doğulu bir erkek batılı bir kadınla evlense nesep sabit olur. Yahut bundan maadası iddetin hükümlerindendir. Nitekim kalan hükümler böyledir. Şaşırtacak şey Nehir sahibidir. Bu tahkik hususunda kardeşine tâbi olmuş; sonra aşağıda gelen nazımda ona muhalefet etmiştir. Bahır sahibinin söylediklerini ondan önce ibn-i Şıhne İkdü´l-Feraid adlı kitabında beyan etmiştir. Lâkin o. "Cimadan önce boşanan kadın talâktan itibaren altı ay geçmeden doğurursa, nesebi sabit olur. Çünkü gebe kalma işi kesin olarak boşanmadan önce olmuştur. Boşamak cimadan sonradır. Çocuğu altı aydan fazlada doğurursa, nesebi sabit olmaz. Çünkü iddet yoktur. O kadınla halvette bulunur da sonra boşarsa, nesep sabit olur. Velev ki altı aydan fazlada doğursun. Bu surette hususiyet halvete ait olur." demiştir.

«Velev ki âleti kesik kocadan olsun.» Çünkü sürtüşmek suretiyle meni indirmesi mümkündür. İnnîn bâbında gelecektir ki, kadınla halvette bulunur da sonra araları ayrılırsa, çocuğu iki senede bile doğursa nesebi sabit olur.

«Mehr-i müsemmayı te´kid...» Yani sahih nikâhın halvetinde mehr-i müsemmayı te´kid eder. Fâsit nikâhın halvetinde ise mehr-i misil halvetle değil cima ile vâcip olur. Çünkü bu talâk cimadan öncedir. İddet de icabetmez. Zira iddetin vâcip olması, halveti ihtiyaten cima gibi saydığımız içindir. Çünkü zâhire göre halvet-i sahiha esnasında cima bulunur. Bir de kansına dönmek kocanın hakkıdır. Kocanın cimadan önce boşadığını ikrar etmesi, kendi aleyhine geçerlidir. Binaenaleyh talâk bâin olur. Birinci talâktan sonra karısına dönmezse, ikinci talâkın da onun gibi olması lâzım gelir. Şarihin, "başka bir talâkı bâin" sözü buna işaret etmektedir. Çünkü bu söz, birinci talâkın da bâin olduğunu ifade eder. Az sonra gelecek olan, "Bu talâktan sonra ricat yoktur." sözü de buna delâlet eder. Bunun açıklaması ricat bâbında gelecektir. Bu anlattıklarımızdan anladın ki, Zahîre´de zikredilen ikinci talâktır. Birinci değildir. Sonra ulemanın mutlak olan sözlerinden anlaşılan, birinci talâkın da, ikincisinin de bâin olmasıdır. Velev ki acık talâk lâfzıyla olsun. Cima edilen kadının talâkı böyle değildir. Şu halde burada halvet cima gibi değildir. Halebî buna cevap vermiş; "Teşbih bazı cihetlerindendir ki o da ikisinde de talâktan sonra talâk vâki olmasıdır." demiştir. "Cima" edilen kadında bazen bâin üstüne bâin talâk yapılabilir." şeklinde verilen cevap ise, adı geçen muhalefeti def edemez.

METİN

Geri kalan; yıkanmak, ihsan, kızlarının haram olması, kadının ilk kocasına helâl olması, ricat, miras ve muhtar kavle göre kadının bâkireler gibi kocaya verilmesi vesair hükümler hakkında halvet cima gibi değildir.

İZAH

"Yıkanmak" Yani mücerret halvet yapmakla karı-kocadan birinin yıkanması icabetmez. Cima bunun hilâfınadır.

"İhsan" (yani namuslu ve iffetli olmak) hususunda halveti sahiha cima gibi değildir. Halveti sahihadan sonra zina yaparsa resmedilmesi gerekmez. Çünkü ihsanın şartı yoktur. İhsanın şartı cimadır. İkdü´l-Ferâid sahibi diyor ki: «Bu, ihsanın erkeğe ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7 ... 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes