> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Nikah
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6 ... 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nikah  (Okunma Sayısı 12852 defa)
13 Mart 2010, 16:21:24
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #10 : 13 Mart 2010, 16:21:24 »



METİN

İleride beyan edilecek velînin küçük oğlan ve kızı cebren nikâhlamaya hakkı vardır. Velev ki dul olsun, velev ki bunak ve bir ay delirmiş büyük olsun nikâh geçerlidir. Velev ki çok aldanmayla yapılmış olsun. Bu, kızın mehrini eksiltmek, oğlanınkini arttırmakla olur. Yahut bizzat aldanarak akit yapan velî baba veya dede ise. keza mevlâ ve deli kadının oğlu olup kötü niyetleri, fisku fücurları bilinmiyorsa, dengi olmayan biriyle evlendirmesi sahihtir.

İZAH

İleride beyan edilecek velî» musannıfın, «Nikâhta velî bizzat asabe olandır..." ifadesinde gelecektir. Bununla o, itiraz hakkına mâlik olan velîden ihtiraz etmiştir. Çünkü itiraz hakkı yalnız asabe olan velîye mahsustur. Nitekim yukarıda geçmişti. Akraba olmayan vasîden de ihtiraz etmiştir. Nitekim geçti ve tekrar gelecektir.

«Küçük oğlan ve kızı nikâhlamaya» diye kayıtlaması, onların aleyhine nikâhı ikrar etmesi sahih olmadığı içindir. Bu, ancak şahitlerle yahut bülûğa erdikten sonra o küçüklerin tasdikiyle sahih olur. Nitekim musannıf bâbın sonunda bundan bahsedecektir. Böyle diyeceğine, "velî mükellef olmayanları ve köleleri nikâh edebilir" deseydi, bunak ve emsaline de şâmil olurdu.

T E T İ M M E : Baba ile dededen başkası, örfen alınması âdet olan mehri almadan küçük kızı teslim edemez. Ama baba teslim ederse, men etmeye de hakkı vardır. Bunu Tahtâvî beyan etmiştir, tamamı Bahır´dadır.

Ben derim ki: Ama cimaya dayanacak gelişmenin önce zifaf için teslime hakkı yoktur. Yaşın itibarı yoktur. Nitekim bunu şarih mehir bâbının sonunda söyleyecektir.

«Velev ki dul olsun.» sözünü musannıf, Şâfiî muhalif olduğu için söylemiştir. Çünkü onagöre nikâha icbar edebilmenin illeti bekârettir. Bize göre ise, aklı olmamak veya aklı eksik bulunmak suretiyle âcizliktir. İzahı usul-ü fıkıh kitaplarındadır.

«Velev ki bunak ve bir ay delirmiş büyük olsun.» Bundan murad, bunamış bir şahıs gibi demektir ve erkeğe kadına şâmildir. Nehir sahibi diyor ki: «Şayet delilik devamlı ise - ki fetvaya göre bir aydır - velî bunakla deliyi nikâhlayabilir.» Münyetü´l-Müftî´de, "Çocuk deli veya bunak olarak bülûğa ererse, babanın velâyeti eskisi gibi kalır. Bülûğa erdikten sonra delirir veya bunarsa, esah kavle göre velâyet hakkı sabit olur." denilmektedir. Hâniyye´de de şöyle ifade edilmiştir: «Bir kimse bülûğa ermiş oğlunu evlendirir de oğlu delirirse, ulema babasının, "Nikâhı oğluma geçerli kıldım." demesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü delirdikten sonra onun nikâh hakkı vardır.»

«Nikâh geçerlidir.» Yani kimsenin cevaz vermesine bağlı değildir. Baba, dede ve mevlâ nikâh ederlerse, muhayyerlik de sabit olmaz. Oğul da öyledir. Nitekim gelecektir.

«Velev ki çok aldanmayla yapılmış olsun.» Çok aldanmaktan murad, herkesin aldanmayacağı miktardır. Yani umumiyetle halk o kadar aldanmayı taşımazlar. Bunu az aldanmaktan ihtiraz için söylemiştir. Onu herkes yapar Cevhere sahibi diyor ki: "insanların aldanabildikleri miktar, yarım mehirden aşağısıdır. Üstadımız Muvaffakuddin böyle söylemiştir. Onda birden aşağıdır diyenler de vardır.» Birinci kavle göre çok aldanmak, yarı yarıya veya fazla olandır. İkinciye göre, onda bir ve fazlasıdır.

"Bizzat" sözüyle, evlendirmeye vekil olandan ihtiraz etmiştir. Bunun beyanı yakında gelecektir. H.

«Keza mevlâ...» Yani köle olan küçük oğlan veya küçük kızı sahipleri evlendirir de sonra âzâd eder, sonra bülûğa ererlerse, nikâhları geçerlidir. Velev ki kızı dengine vermemiş yahut mehr-i misilsiz nikâhlamış olsun. Her ikisi için bülûğa erdiklerinde muhayyerlik yoktur. Çünkü sahiplerinin velâyeti mükemmeldir. O, baba ile dededen dahi yakındır. Bir de âzâd muhayyerliği buna hâcet bırakmaz. T. Doğru tasvir budur. Bu meseleyi evlendirmezden önce âzâd etmişse diye tasvir etmek doğru değildir. Çünkü bu surette her ikisine bulûğ muhayyerliği sabit olur. Nitekim ileride anlatacağız. Sözümüz muhayyerlik olmaksızın akdin geçerliliğindedir. Nitekim baba ile dedenin akitleri böyledir.

«Deli kadının oğlu» deli erkek de deli kadın gibidir. Bahır sahibi diyor ki: «Deli erkekle deli kadını oğlu evlendirir de sonra ayrılırlarsa, kendilerine muhayyerlik yoktur.»

«Kötü niyetleri bilinmiyorsa...» cümlesindeki zamir, baba ile dedeye râcîdir. Oğlun da onlar gibi olması gerekir. Köle sahibi bunun hilâfınadır. Çünkü o kendi milkinde tasarruf eder. Binaenaleyh sair mallarında olduğu gibi tasarrufu mutlak surette geçerli olmak gerekir. Rahmetî.

«Fisku fücurları bilinmiyorsa.» Mecma şerhinde şöyle denilmiştir:«Hattâ babamın akılsızlığından veya tamahından dolayı kötü davranışı bilinirse, yaptığı akit bil ittifak caiz olmaz.»

«Dengi olmayan biriyle evlendirmesi sahihtir.» Meselâ oğluna bir cariye alması. kızını bir köleye vermesi caiz olur. Fakat bu İmam-ı Âzam´a göredir. İmameyn´e göre kızını dengi olmayan birine vermesi caiz değildir. Onlara göre mehirde fiyat indirimi bindirimi de caiz değildir. Ancak herkesin aldanabileceği miktarda olabilir. Bunu Halebî Minâh´tan nakletmiştir. Birinci misali zikretmemeliydi. Çünkü kadın tarafında erkek için denk olmak muteber değildir. Bunu şurunbulâliyye sahibi söylemiştir. Tahtâvî´de de benzeri vardır.

Ben derim ki: Bundan dolayı şarih fazla aldanma meselesini umumileştirdiği halde, "yahut kadını evlendirirse" diyerek sözü müennes zamirine izafe etmiştir ki, uyanıklığı methe şâyandır. Lâkin burası söz götürür. Yakında izah edeceğiz.

METİN

Kötü niyetleri ve fisku fücurları bilinirse, nikâh bil ittifak sahih olmaz. Sarhoş olur da kızı fâsık veya kötü yahut fakir ve kıymetsiz sanat sahibi biriyle evlendirirse, hüküm yine budur. Çünkü kötü tutumu meydana çıkmıştır. Onun zannedilen şefkati buna muaraza edemez. Bahır.

İZAH

«Kötü niyetleri bilinirse nikâh sahih olmaz.» Fethu´l-Kadir sahibi bunu Nevâzil´in şu ifadesi karşısında müşkil saymıştır: «Baba küçük kızını sarhoşluk veren içkiler içtiğini inkâr eden birine verir de o kimse ayyaş çıkar ve kız büyüdükten sonra ben nikâha razı değilim derse, babası dâmadın içkici olduğunu bilmemek ve ailesi ekseriyetle iyi kimseler olmak şartıyla bu nikâh bâtıldır. Çünkü o adam kızını dâmat küf´dür (denktir) zannıyla vermiştir.» Fethu´I-Kadir sahibi, "Çünkü baba onun sarhoş olduğunu bilse nikâhın geçerli olması gerekir. Halbuki hayır ve şer her ahlâkı kabul edecek küçük bir kızını içkici fâsık birine bile bile verirse, onun kötü niyeti açıktır." demekte; sonra cevap vererek, "Bu husustaki kötü niyetinin tahakkukundan, kötü niyetli olmakla tanınması lâzım gelmez. Binaenaleyh kötü niyet tahakkuk ettiği zaman nikâhın bâtıl olması lâzım gelmez. Halbuki halk nazarında kötü niyetle tanınması tahakkuk etmemiştir.» demektir.

Hâsılı mâni, babanın akitten önce kötü niyetle meşhur olmasıdır. Bununla meşhur değil de kızını bir fâsıkla evlendirirse akit sahihtir. Velev ki bununla kötü niyetli olduğu tahakkuk edip halk nazarında şöhret bulsun. İkinci bir kızını bir fâsıkla evlendirirse, ikinci akit sahih olmaz. Çünkü akitten önce kötü tutumu ile meşhur idi. Birinci akit bunun hilâfınadır. Zira ondan önce mâni yoktur. Mâni sırf kötü niyetli bulunması olup, şöhret bulması şart olmasaydı, meseleyi, yani ulemanın, "Nikâh; çok aldanmakla veya dengi olmayana vermekle geçerli olur" sözünü velî, baba veya dede olduğu surete havale etmek lâzım gelirdi. Sonra bil ki, yukarıda Nevâzil´den naklen, "Nikâh bâtıldır." demesi, bâtıl olacaktır mânâsınadır. Nitekim Zahire´de böyle denilmiştir. Çünkü mesele kız büyüdükten sonra razı olmadığına göre farz edilmiştir. Nitekim Hâniyye ve Zâhire sahipleriyle diğer ulema bunu açık söylemişlerdir. Kınye´nin şu ifadesi de ona ham olunur: «Bir kimse küçük kızını aslen hür zannetiği bir adama verir de âzâdlı çıkarsa, bu nikâh bil ittifak bâtıldır.» Hınye´nin ibaresinden anlaşılıyor ki, kıza denk olmama hususunda fâsıklıkla başkasının arasında fark yoktur. Hattâ kızını fakir birine yahut kıymetsiz bir sanat sahibine verir de kızına denk olmazsa, sahih değildir. Demek ki Kemâl b. Hümam´ın ulemanın sözlerini fâsıka münhasır bırakması, yakışmayan hallerdendir. Nitekim bunu Bahır sahibi söylemiştir. Bu söylediğimiz bülûğa erdikten sonra kızın muhayyer olması, küçük kız hakkındadır. Velîler büyük kızı onun izniyle evlendirirler de dâmadın denk olmadığını bilmezler, sonra denk olmadığı meydana çıkarsa, hiçbirine muhayyerlik yoktur. Nitekim şarih bunu gelecek bâbın başında söyleyecektir. Bu hususta sözün tamamı orada gelecektir.

«Kızı fâsık biriyle ilh...» Keza mehir de çok aldanmak suretiyle evlendirirse bil ittifak caiz olmaz. Ayık biriyle evlendirirse caiz olur. Çünkü sarhoşun halinden zâhir olan, onun düşünmemesidir. Onun tam düşüncesi yoktur. Binaenaleyh eksiklik hâlis zarar olarak kalır. Ayık bir kimsenin halinden zâhir olan, onun düşünmesidir. Bahır. Sonra şöyle demiştir: «Dengi olmayana kız veren sarhoş da öyledir. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiştir. Bununla anlaşılır ki, babadan murad, sarhoş olmayan ve kötü tutumuyla bilinmeyen kimsedir.»

Ben derim ki: Ta´lilin muktezası şudur: Sarhoş yahut kötü tutumuyla mâruf olan kimse kızını bir dengine mehr-i misille verirse sahih olur. Çünkü ortada sırf zarar yoktur.

«Zâhire göre ayık kimsenin hali düşünüldüğünü gösterir.» sözünün mânâsı; o kimse baba olması dolayısıyla şefkati çok olduğundan, kızını dengi olmayana ve çok aldanarak az bir mehirle vermez. Bunu ancak bu zarardan daha büyük bir maslahat için yapar. Meselâ, kızıyla güzel geçineceğini ona eziyet etmeyeceğini vesaireyi bilir. Sarhoşta ve kötü tutumlu kimsede bu yoktur. Çünkü onun fikir sahibi olmadığı, bu hususta kötü tutumlu olduğu meydandadır.

Mühim Bahis: Asabenin Küçük Çocuğa Küf´ü Olmayan Bir Kadını ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nikah
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 07:59:51 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nikah rüya tabiri,Nikah mekke canlı, Nikah kabe canlı yayın, Nikah Üç boyutlu kuran oku Nikah kuran ı kerim, Nikah peygamber kıssaları,Nikah ilitam ders soruları, Nikahönlisans arapça,
Logged
13 Mart 2010, 16:23:45
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #11 : 13 Mart 2010, 16:23:45 »

Nikâhta Ayrılmalar

METİN


Bunların her biri için hüküm şarttır. Bundan yalnız sekiz mesele müstesnadır. Nehir sahibi bunları nazma çekerek şöyle demiştir:

«Nikâh ayrılıkları sana toptan faydalı olarak geldi.

Bunlar fesih ve talâktır. Bu inci onları hikâye etmektedir.

Memleket değişikliği ile beraber mehir noksanlığı.

Keza akdin fâsitliği ve denk bulunmaması kadına ölümünü haber verir.

Öpmek, esir olmak ve dar-ı harp dekinin müslüman oluşu.

Yahut ortağını emzirmek de ayrılıklardan sayılmıştır.

Azâdlık muhayyerliği, bülûğ muhayyerliği, dinden dönmek.

Keza bir kısmına mâlik olmak bu fesihtir, hepsini toplar.»

İZAH

«Bundan yalnız sekiz mesele müstesnadır.» Çünkü bunlar açık bir sebebe dayanır. Başkaları böyle değildir. Zira gizli sebebe dayanır. Meselâ kefâet (denklik) hisle bilinmeyen bir şeydir. Sebepleri çeşitlidir. Keza mehri misil noksanlığı ve bülûğ muhayyerliği, şefkat eksikliğine dayanır. Bu da bâtıl bir şeydir. Müslümanlıktan yüz çevirmek bazen vardır, bazen yoktur. Bahır´da böyle denilmiştir. H.

«Nikâh ayrılıkları ilh...» Beytin bu kısmı Bahr-i Kamil´den, geri kalanı Bahr-i Basîttendir. Bu caiz değildir. Onun için ben değiştirerek şöyle dedim: «Nikâh için ulemanın sözlerinde ayrılıklar vardır.» H.

«Bu inci» den murad, manzumedir. Nefis olduğu için Nehir sahibi onâ inciye benzetmiştir.

«Memleket değişikliği» hakikaten ve hükmen olur. Nitekim harbî olan karı-kocadan biri pasaportsuz müslüman veya zımmî olarak İslâm memleketine çıksa; yahut bizim memleketimizde müslüman veya zımmi olsa, hakikaten ve hükmen memleketler değişmiştir. Pasaportlu olarak çıkarsa böyle değildir. Çünkü memleketler yalnız hakikaten değişiktir. Bir müslümanın veya zımmînin dar-ı harpte bir harbîyye ile evlenmesi de bunun hilâfınadır. Çünkü memleketler sadece hükmen değişiktir. Bunu ziyade ederek Halebî bildirmiştir.

«Mehir noksanlığı...» Yani bir kadın mehr-i mislinden daha azıyla nikâhlanır do velîsi kocasından ayırırsa bu fesih olur. Ama zifaftan önce ise kadına mehir verilmez. Sonra ise mehr-i müsemması verilir. Nitekim gelecektir. T.

«Keza akdin fâsitliği...» Meselâ hürriyetin üzerine cariyeyi nikâhlar. T. Yahut şahitsiz nikâh kıyarsa akit fâsit olur.

«Ve denk bulunmaması...» Yani kadın dengi olmayan birine varırsa, velîlerinin o nikâhı feshetmeye hakları vardır. Bu, zâhir rivayete göredir. imam Hasan´ın rivayetine göre ise akitfâsittir. T. Yukarıda görmüştük ki müftabih kavil budur.

«Kadına ölümünü haber verir.» Bu söz tekmiledir. Nehir sahibi bununla, dengiyle evlenmeyen kadın ölmüş gibi sayılacağına işaret etmiştir. T.

"Öpmek" Yani erkeğin kadının, kadın olan fürûna ve usûlüne hürmet-i musahare icabeden şeyi yapması yahut kadının bunu erkeğin erkek olan asıl ve fer´lerine yapmasıdır. T.

«Esir olmak» ifadesi söz götürür. Çünkü kâfirin nikâhı bâbında, "Kadın, memleketlerin birbirine zıd düşmesiyle kocasından ayrılır, esir edilmekle ayrılmaz." denilmektedir. Şayet murad. memleketlerin bir birine zıd olmasıyla birlikte esir almaksa, memleket değişikliği buna hâcet bırakmaz. H.

«Ve dar-ı harplinin müslüman oluşu...» Yani dar-ı harpte (küffar memleketinde) karı-koca iki mecûsîden biri müslüman olur da diğeri müslümanlığı kabul etmeden üç hayız veya üç ay geçerse, kadın kocasından ayrılır. Bu ayrılığın şartı olan hayız veya ayların geçişini sebep yerine koymakla olur; Sebep müslüman olmayışıdır. Çünkü velâyet olmadığı için müslümanlığı ona arzetmek imkânsızdır. Binaenaleyh bu müddetin geçmesi hâkimin ayırması yerine tutulur. Bu ayrılık Tarafeyn´e göre talâk, Ebû Yusuf´a göre fesihtir Bahır sahibi kafirin nikâhı bâbında, «Kadın müslüman olduğu takdirde buna talâk demek gerekir. Çünkü müslümanlıktan yüz çeviren hükmen kocasıdır. Kocası müslüman olursa fesih sayılır." demiştir.

«Yahut ortağını emzirmek» Yani büyük kadın bebek olan ortağını iki sene zarfında emzirirse nikâh feshedilir. Nitekim radâ bâbında gelecektir. Çünkü o adam anne ile kızını bir nikâh altına toplamış sayılır. T. Ortak sözü kayıt değildir. Zira Bedâyi sahibinin verdiği misâl de bu kabildendir. O, "Küçük kızı kocasının annesi emzirir yahut bir adamın iki küçük zevcesini ecnebi bir kadın emzirirse, nîkâh bozulur." demi^tir.

«Âzâdlık muhayyerliği...» Biliyorsunuz ki ancak kadın tarafından olur. Ondan sonra zikredilenler bunun hilâfınadır. H.

«Dinden dönmek» den murad, yalnız birinin dönmesidir İkisi birden dönerlerse, beraberce tekrar müslüman olduklarında nikâhları bâkidir, tazelemeye gerek yoktur.

«Bir kısmına mâlik olmak» ifadesinden anlaşılıyor ki, tamamına mâlik olmak evleviyetle aynı hükümdedir. H.

«Bu fesihtir, hepsini toplar.» Ve hepsinde fesih tahakkuk eder. İsm-i işaret, yukarıda sayılan on iki şeye aittir. Esirin sâkıt olduğunu gördün Onun yerine Bedâyi´deki şu sözü zikretmeliydi: «Bir müslüman, Ehl-i Kitap´tan yahudi veya hıristiyan bir kadınla evlenir de, kadın mecûsiliğe dönerse, aralarında ayrılık sabit olur. Çünkü mecûsî kadın müslümanın nikâhına elverişli değildir. Sonra bu, zifaftan önce olursa, kadına mehir ve nafaka verilmez. Çünkü bu talâksız bir ayrılmadır, fesih sayılır. Zifaftan sonra ise, kadına mehir verilir, nafaka verilmez. Çünkü ayrılık onun tarafından gelmiştir.»

METİN

"Talâka gelince: Aletin kelimesi. kalkınamamak ve keza erkeğin îlâ yapması ve ilândır. Bunu hâkimin hükmü takip eder ki hepsinin şartıdır Yalnız milk, âzâd etmek, dâr-ı harpte müslüman olmak müstesnadır. Öpmek, esir olmak, îlâ ile birlikte a canım! Memleket değişikliği akdin fesadıyla birlikte bunun peşindedir."

İZAH

«Talâka gelince...» Talâk suretiyle ayrılık, aleti kesik olmakla, kalkınmamakla, îlâ ve ilânla bir birlerinden ayrılmaktır. Bir beşinci daha vardır ki, o da kocanın müslümanlığı kabulden çekinmesidir. Bunu Fethu´l-Kadir sahibi söylemiştir. Bir zımmînin karısı müslüman olur da kendisi müslümanlıktan çekinirse, bu talâktır. Aksi bunun hilâfınadır. Zira kadın müslüman olmaktan çekinirse nikâh bâkîdir. İmameyn´in kavline göre harbî olan karı-kocadan birinin, müslümanlığı kabul etmesi talâkla ayrılıktır. Lâkin musannıf fesih olduğuna göre hareket ettiğinden, biz bundan bahsetmedik.

TETİMME: Fetih´ten naklen arzetmiştik ki, talâk suretiyle olan her ayrılık iddetinde başka talâk yapılabilir. Bundan yalnız ilân müstesnadır. Çünkü o ebedî haramdır.

«Yalnız milk ilh...» Burada milkten murad, karı-kocadan birinin diğerine yahut onun bir kısmına mâlik olmasıdır. Azâd olmaktan murad, cariyenin muhayyerliğidir. Cariyeyi sahibi kocaya verir de sonra âzâd ederse, bu talâk olmaz. Köle bunun hilâfınadır. Müslüman olmaktan murad da, iki harbîden birinin müslümanlığı kabul etmesidir.

Öpmekten murad, hürmet-i musahareyi icabeden filidir. Çünkü halleri üzere kaldıktan veya hâkim onları ayırdıktan sonra aralarında nikâh bâkîdir. Nitekim mahrem kadınlar bahsinde geçmişti. Binaenaleyh ayırmak taayyün etmez. Biliyorsun ki esiri zikretmeye mahâl yoktur. Hâsılı şarihin söylediği hükme muhtaç olmayan şeyler sekizdir. Buna, dinden dönmekle ayrılık da katılır. İleride göreceğiz ki, karı ile kocadan birinin dinden dönmesi, o anda irtidat sayılır.

METİN

Bâkire nikâhın aslını bilir de kendi ihtiyarıyla olursa, muhayyerliği susmakla bâtıl olur. Kız halvetten önce mehrin miktarını veya dâmadın kim olduğunu sorarsa; yahut şahitlere selâm verirse muhayyerliği bâtıl olmaz. Bunu inceleme suretiyle Nehir sahibi söylemiştir. Muhayyerliği meclisin sonuna kadar uzamaz. Çünkü şuf´a gibidir.

İZAH

"Bâkire"den murad, bâkire haliyle bülûğa eren kızdır. «Kendi ihtiyarıyla olursa muhayyerliğibatıl olur.» Fakat haber kendisine ulaştığında öksürük veya aksırık tutar da, o geçtikten sonra razı değilim derse, ara vermeden söylediği takdirde red caizdir. Keza erkek onun ağzını tutar da, bıraktığında razı değilim derse, red yine caizdir. Bunu Tahtâvî Hindiyye´den nakletmiştir.

«Nikâhın aslını bilirse muhayyerliği bâtıl olur.» Muhayyerlik hakkı olduğunu bilmesi şart değildir yahut bilmesi meclisin sonuna kadar devam etmez. Nitekim Mültekâ şerhinde beyan edilmiştir. Câmiu´l-Fusuleyn´de şöyle denilmektedir: «Kıza nikâh haberi ulaşır da, elhamdülillah kendimi seçtim derse, muhayyerliğinde bâkîdir. Ama bülûğa erer ermez hemen kendimi seçtim ve nikâhı bozdum demesi gerekir. Ondan sonra cimaya temkin bulununcaya kadar gecikmekle hakkı bâtıl olmaz.»

«Halvetten önce mehrin miktarını ilh...» meselesine burada yer yoktur. Bilâkis burası istidrak yeridir. Çünkü nikahın aslını bilirse muhayyerliğin bâtıl olması bu meselelerde onun evleviyetle bâtıl olmasını gerektirir. Bâtıl olmamasını gerektirmez. Çünkü bu meseleler nikâhın aslını bildikten sonra olur. Daha önce olduğunu farzetsek, bunlara nikâhın bâtıl olmaması hususunda niza bulunmazdı. Halbuki niza vardır. Nitekim yakında göreceksin.

«Bunu inceleme suretiyle Nehir sahibi söylemiştir.» Yani Zeylâî, Muhıt ve Zahîre´de nakledilenlerin hilâfına olarak inceleme yapmıştır. Asıl incelemeyi yapan muhakkık İbn-i Hümam´dır. Şöyle demiştir: «Gerçi kız dâmadın adını veya mehri sorarsa; yahut şahitlere selâm verirse, muhayyerliği bâtıl olur denilmişse de, bu delilsiz bir sözdür. Olsa olsa bu hâl nikâhın iptida hali gibidir. Bâkire bir kız dâmadın adını sorsa, aleyhine geçerli olmaz. Mehri sorması da öyledir. Gelene selâm vermesi dahi rızaya delâlet etmez. Nasıl etsin ki, kız onu nikâhı feshe şahit çağırmak için göndermiştir.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bahır sahibi selâm meselesin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:25:52
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #12 : 13 Mart 2010, 16:25:52 »

METİN

Binefsihi asabe, ölen kimseyle hattâ âzâd edilen cariye ile araya kadın girmemek şartıyla nesebi birbirine eklenen kimsedir. Araya kadın girmeksizin sözü, öncekinin beyanıdır. Miras ve hacb tertibine göre hürriyet, mükellef olmak ve evlenmek isteyen müslüman bir kadın ve müslüman bir çocuk hakkında müslümanlık şartıyla sıralanır. Çünkü velâyet yoktur ve deli bir kadının oğlu, kadının babasına tercih edilir. Çünkü onu hacb-i noksanla hacb (yani mirastan men) eder.

İZAH

«Binefsihî asabe» Nehir´de şöyle tarif edilmiştir: «Binefsihî asabe, yalnız olduğu vakit ölenin bütün malını; hisse sahipleriyle olursa, malın kalanını alan kimsedir.» Bu tarif, "Binefsihî asabe, araya kadın girmeksizin nesebi ölüye bitişen erkektir." diye yapılan tariften daha güzeldir. Çünkü âzâd edilen cariyenin de kendisini âzâd eden küçük çocuk üzerinde nikâh velâyeti vardır. Çünkü çocuğun ondan daha yakını yoktur. Şarih, erkek yerine kimse tabirini kullanmış; bu suretle âzâd edilen cariye de tarife dahil olmuştur. O bununla Nehir sahibinin itirazını def etmek istemiştir. Lâkin Rahmetî´nin dediği gibi, kendisine âzâd edilen cariyenin asabeleriyle itiraz olunur. Çünkü cariye öldükten sonra asabelerinin velâyet hakları vardır. Halbuki onlar kadın vasıtasıyla ölene eklenmektedirler. Binaenaleyh evlâ olan Nehir sahibinin tarifidir. Nehir sahibine şu itiraz da vârit değildir: «Burada asabe bütün malı almadığı gibi, o maldan bir şey de almamaktadır.» Çünkü sebebini yukarıda arzetmiştik. Bunun benzeri, ulemanın zevil-erhamın nafakasında "Mirasçıya nafaka alacağı miras miktarı vâcip olur." sözleridir. Halbuki, sözümüz diriye verilecek nafaka hakkındadır. Yahut şöyle denilir: «Murad, evlendirilmesi istenen şahıs ölü farzedilse asabe adı verilecek kimsedir.» Ne olursa olsun, mânâ anlaşılınca te´vîl tekellüfüne girişmek lâzım değildir. Hatıra gelmeyen bir şeyle itiraz vârit değildir. Hattâ böyle bir itiraz yapan ayıplanır. Nitekim ulemanın akarsuyu tarif ederken, "O, saman çöpünü götüren sudur." demelerine, "Bu tarif saman çöpünü taşıyan eşeğe de sâdıktır." diye itirazda bulunan kimse ayıplanmıştır.

«Öncekinin beyanıdır.» Yani binefsihi asabenin beyanıdır. Çünkü binefsihî asabe, ancak araya kadın girmemek şartıyla olur. Yani nesep cihetinden olursa böyledir. Ama nesep cihetinden olursa, bazen âzâd edilen cariyenin asabesi gibi olur. Aşikârdır ki bu beyan, metnin sözüne nisbetledir. Şarihin sözündeki ise tarifin bir cüzüdür. Çünkü ölene annenin babası gibi kadın vasıtasıyla nesebi ekleneni çıkarmayı ifade etmektedir.

«Deli bir kadının oğlu, kadının babasına tercih edilir.» Bu, Şeyhayn´a göredir. İmam Muhammed buna muhaliftir. O, babayı tercih etmiştir. Hindiyye´de Tahâvî´den naklen, "Efdal olan, babanın oğula nikahı emretmesidir. Tâ ki hilâfsız caiz olsun." denilmiştir. Oğlunun oğlu oğul gibidir. Sonra baba tercih edilir. Sonra onun babası, sonra ana-bababir kardeş, sonra bababir kardeş gelir. Kerhî´nin beyanına göre, dedeyi kardeşe tercih etmek İmam-ı Âzam´ın kavlidir. İmameyn´e göre ikisi ortaklaşa velî olurlar. Esah olan, bunun hepsinin kavli olmasıdır. Sonra ana-bababir kardeşin oğlu, sonra anabir kardeşin oğlu, sonra ana-bababir amca, sonra bababir amca, sonra onun oğlu yine bu şekilde, sonra babanın amcası yine bu şekilde, sonra onun oğlu yine bu şekilde, sonra dedenin amcası yine bu şekilde, sonra onun oğlu yine bu şekilde gelir. Bunların hepsi için küçük kızla oğlanı icbar etme hakkı vardır. Büyük oğlanla büyük kız delirdikleri vakit, onları da icbar edebilirler. Sonra âzâdlı köle gelir. Velev ki kadın olsun. Sonra onun oğlu gelir. Velev ki aşağı doğru insin. Sonra onun nesepten asabesi tertipleri sırasıyla gelir. Bunu Bahır sahibi Fetih ve diğer kitaplardan nakletmiştir.

T E M B İ H : Azad edilen kölede velâ hakkının kendinde olması şarttır. Tâ ki annesi aslen hürre, babası azâd edilmiş köle olan cariye tariften çıksın. Çünkü böyle cariyeye babanın âzâdlısının velâyet hakkı yoktur; ona mirasçı da olamaz ve nikâhına da velî olamaz. Nitekim Dürer sahibi velâ bahsinde buna tembihte bulunmuştur. Böyle bir cariyenin annesiyle babanın âzâdlısından başka kimsesi bulunmazsa, velâyet hakkı annenindir. Ama ben buna burada tembihte bulunana rastlamadım. Bunu Ebussuud Efendi şeyhinden naklen söylemiştir.

«Çünkü onu hacb-i noksanla hacb eder.» Burada şöyle denilebilir:Baba muayyen hisse olarak altıda birden fazla alamaz. Altıda biri de oğluyla, oğlunun oğluyla, kızıyla birlikte alır. Kızla beraber ölene muayyen hisseyle mirasçı olur. Kalanı asabe olmak suretiyle alır. Çocuk yoksa, sadece asabe olmakla alır. Asabe olmakla miras aldığı ma! belli değildir ki, ondan birşeyler eksiltilsin. Binaenaleyh evlâ olan, o oğulla beraber asabe olmaz diye ta´lil etmektir.

«Hürriyet şartıyla ilh...» Ben derim ki: Bir de baba veya dedenin kötü tutumlu olduğu, küçük oğlanı veya kızı denginden başkasına yahut fazla aldanışla evlendirdiğinde Tâsık fâcir olduğu meydana çıkmamak şartıyla ve yukarıda beyan edildiği vecihle sarhoş dahi olmaması şartıyla sıralanır. Musannıf hürriyet kaydıyla köleden ihtiraz etmiştir. Kölenin - velev mükâteb olsun - o kimsenin çocuğuna velâyeti yoktur. Yalnız cariyesine velâyeti vardır, kölesine yoktur. Çünkü mehir ve nafakada eksikliği vardır. Nitekim bâbındagelecektir.

Mükellef olmak kaydıyla küçük oğlanla deliden ihtiraz etmiştir. Böylesi, geçici olsun devamlı olsun deliliği halinde evlendirilemez. Delilikten ayıldığı vakit her iki kısmıyla evlendirilebilir. Lâkin daimî delirmişse velâyeti alınır, ayılması beklenmez. Daimî olmayan deli için velâyet sabittir. Onun ayılması beklenir. Uyuyan gibidir. Yerinde iş yapmış olmak için denk bir dâmat gelir de bunun ayılması beklendiği takdirde fırsat kaçarsa, - velev ki deliliği daimî olmasın - velâyeti altındaki kız evlendirilir. Aksi takdirde müteehhirinin tercihine göre beklenir. Nitekim ileride beyan edeceğiz. Fetih. Daimî delilik bir aydır. Fetva buna göredir. Bahır.

T E M B İ H : Zeylâî bu zikredilenlerin başkalarına velî olamamalarını, kendilerine velî olamamakla illetlendirmiştir. Binaenaleyh kendilerine veli olmayınca başkalarına evleviyetle veli olamazlar. Çünkü başkasına velî olmak, kendine velî olmanın fer´idir. Ebussuud Efendi´nin şeyhinden naklen bildirdiğine göre bu söz sorulan bir hadisenin nassan cevabıdır. Hadise şudur: Hakim, bir şeyhin nüfuzu altındaki hayratın gelirini toplamak ve oradakilere ekmek dağıtmak ve işlerine bakmak için bir çocuk tayin etmiş; üstad bu zikredilenden alarak tayinin bâtıl olduğunu söylemiştir.

«Evlenmek isteyen müslüman bir kadın hakkında» sözüyle şarih, müslüman kadından muradın bülûğa eren olduğuna işaret etmiştir. Çünkü evlenmeyi ona isnadetmiştir. Bunu, "müslüman olan çocuğu" sözüyle tekrar etmiş olmamak için yapmıştır. Çünkü çocuk kelimesi erkek ve kıza şâmildir. O zaman sözünde kâfirin müslüman olan küçük kızının malında tasarruf hakkı olmasını gerektirecek bir şey yoktur. Bu söylediğimize göre, müslüman bir kadın kendini nikâh ederse ve onun bir kâfir kardeşi veya amcası bulunursa itiraza hakkı yoktur. Çünkü kâfirin velâyeti yoktur. Bâbın başında geçmişti ki, velîsi olmayan kadının nikâhı sahih ve mutlak surette geçerlidir. Yani isterse dengi olmayana varmış olsun, isterse mehr-i misilsiz evlenmiş olsun. Kâfir babanın müslüman olan çocuğuna velâyeti sâkıt olunca müslüman kızkardeşine yahut kardeşikızına itiraz hakkı evleviyetle sâkıt olur. Yine bundan şu çıkarılır ki, o kadının köle veya küçük asabesi bulunursa, asabesi yok hükmündedir. Çünkü köle ile küçüğün velâyetleri yoktur. Nitekim biliyorsun. Biz bunu bâbın başında arzetmiştik.

METİN

Kezâ gerek nikâhta gerek malda, bir müslümanın kâfir bir kadın üzerinde velâyeti yoktur. Bu ancak, umumi bir sebeple olabilir. Meselâ müslüman, kâfir bir cariyenin sahibi olur; yahut müslüman. sultan veya onun naibi veya şahittir. Fakat kâfirin kendi gibi bir kâfir üzerine bilittifak velâyeti vardır. Asabe yoksa velâyet onaya düşer. Sonra babanın anasına geçer. Kınye´de bunun aksi beyan edilmiştir.

İZAH

«Çünkü velayet yoktur.» sözü, mefhum-u muhalifin ta´lilidir. Yani kâfir, müslüman bir kadınla kendi müslüman çocuğuna velî olamaz. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Allah, müminler aleyhine kâfirlere aslâ yol verecek değildir." buyurmuştur.

«Bir müslümanın kâfir bir kadın üzerinde velâyeti yoktur.» Çünkü Teâlâ Hazretleri. "Küfredenler birbirlerinin velîleridir." buyurmuştur.

«Bu ancak, umumi bir sebeple olur ilh...» Ulema diyorlar ki: «Burada ancak, müslüman, kâfir bir cariyenin sahibi veya sultan olursa caizdir demek icabederdi.» Surûcî, "Ben bu istisnayı bizim ulemamızın kitaplarında görmedim. O ancak şâfî ve Mâlik´e nisbet olunur." demiştir. Mi´râc´da şöyle denilmiştir: «Murad, olması gerekir. Ben bir yerde Mebsût´a nisbet edilmiş olarak gördüm ki, umumî sebeple velâyet kâfir üzerine müslüman için sabit olur. Saltanat ve şehadet velâyeti gibi diyor. İşte bu istisnanın mânâsını zikretmiş demektir.» Bahır, Fetih ve Makdisî. Bunu Zeylâî dahi, "gerekir" sözüyle zikretmiş: Dürer sahibi, Aynî ve başkaları da ona tâbi olmuşlardır. Bu zevatın hepsi. "gerekir" sîgasını kullandıklarına göre, musannıfa da gereken onlara uymaktı. Tâ ki söylediği mezhebin kitaplarında açıkça nakledilmiştir zannını vermesin.

«Veya onun naibi...» hâkim gibi ki, tayininde kaydedilmişse, velîsi olmayan yetim bir kâfir kızı evlendirebilir. Nehir.

«Asabe yoksa...» Yani nesep cihetinden asabe olmadığı gibi, sebep cihetinden de âzâdlı, velev kadın veya asabeleri gibi kimseler de yoksa demektir. Böyleleri anneye tercih edilirler.

«Velâyet anaya düşer» Yani İmam-ı Azam´a göre böyledir. Esah kavle göre Ebû Yusuf da o...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:28:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #13 : 13 Mart 2010, 16:28:10 »

METİN

Kızı yakın velî bulunduğu yerde evlendirirse, zâhir olan kavle göre nikâh caizdir. Zahîriyye. Neseben velîlerin uzak olanına yakın velînin evlendirmekten imtina etmesiyle evlendirme hakkı bilittifak sabit olur. Vehbâniyye şerhi. Lâkin Kuhistânî´de Gıyâsî´den naklen, "Yakın velî evlendirmezse, küf´ü kaçırılacağından korkulduğu takdirde hâkim evlendirir." denilmektedir.

İZAH

«Zâhir olan kavle göre nikâh caizdir.» Yani kaybolan velîyle beraber yakın velînin hakkı bâkîdir kavline binaen caizdir. Bedayi´de bu hususta ulemanın ihtilâf ettikleri bildirilmiş; esah kavle göre velâyet hakkının yakın velîden uzak olana intikal ettiği zikredilmiştir. Mi´râc ve Muhit sahipleri bu hususta rivayet olmadığını söylemişler; "Caiz olmaması gerekir. Çünkü onun velâyeti kesilmiştir." demişlerdir. Mebsût´ta dahi "Caiz değildir. Teslim edilse bile kadın onun reyinden istifade etmiştir diye teslim edilir. Lâkin bu bilittifak kadın için hasıl olmuş bir menfaattir. Binaenaleyh onun üzerine hüküm kurulamaz." denilmiştir. Keza Hidâye´de evvelâ men edilmiş. sonra, "teslim edilse bile" denilerek teslim edilmiştir. Fetih sahibi "Bu tenezzüldür." demiştir. Zeylâî, rivayet ve akıl cihetinden memnu olmasını teyid etmiştir. Bedâi sahibi de öyle yapmıştır. Bundan anlaşılır ki, "zahir olan kavle göre" sözünden murad, zâhir rivayet değildir. Zira biliyorsun ki bu hususta rivayet yoktur. Bu ancak iki kavilden birini daha zahir bulmaktan ibarettir. Gördün ki bunun hilâfı sahihlenmiş; ekseri kitaplarda men edilmiştir.

Ben derim ki: Bundan evleviyetle şu mâna çıkarılır: İki velî aynı derecede bulunurlar da, meselâ iki kardeş olup biri gaipte bulunur; onun yerine öteki evlendirirse sahih olmaz. Çünkü uzak velînin huzuru ile gaip olan yakın velînin evlendirmesi sahih olmazsa, derecede müsavi olan velînin bulunmasıyla gaip velînin akdi evleviyetle sahih olmaz.

«Lâkin Kuhistâni´de ilh...» sözü, Vehbâniyye şerhine istidraktır. Çünkü Vehbâniyye açık bir nakle istinat etmemiştir. Kuhistânî´deki ise nakledilmiş bir delildir. Bunu Allâme Şurunbulâlî dahi, "Keşfu´l-Mu´dil" adını verdiği bir risalesinde teyid etmiş; Enfeu´l-Vesâil´de Müntekâ´dan naklen "Küçük kızın babası olup onu nikâhlamaktan kaçınırsa, velâyet dedeye intikal etmez. Bilâkis onu hâkim evlendirir." demiştir. Bu sözün mislini İbn-i Şıhne Gâye´den nakletmiştir. Keza Makdısî Gâye´den, Nehir sahibi Muhit´ten, Feyz sahibi de Müntekâ´dan nakletmişlerdir. Zeylâî dahi "Yakın velî bulunmadığında uzak velînin evlendirmesi meselesi" diyerek buna işarette bulunmuştur. İmam Şâfiî "Bilâkis velînin mâni olmasına bakarak onu hâkim evlendirir." demiştir. Bedâyi sahibi dahi "Velâyetin sultana nakli -yani yakın velî bulunmadığı zaman- bâtıldır. Çünkü sultan velîsi olmayanın velîsidir. Burada ise kızın bir veya iki velîsi vardır. Binaenaleyh sultana velayet ancak velî mâni olduğu zaman sabit olur. Böyle bir şey de yoktur." demiştir. Keza Teshil´de, kaybolmakla mâni olmanın arasında fark olduğu bildirilmiş; "Mâni olan velî evlenmeye razı olmamakla zâlimdir. Binaenaleyh zulmü def için sultan onun yerini tutar. Gaip bunun hilâfınadır. Bilhassa hac için gitmişse zulümle alâkası yoktur." denilmiştir. Mekkî´nin Mecma şerhinde bunun benzeri vardır. Allâme İbn-i Şilbî bununla fetva vermiştir.

Bu nakiller gösteriyor ki, bize göre yakın velî mâni olursa, velâyet bilittifak yalnız hakim içinsabit olur. Hulâsa ile Bezzâziye´de "Yakın veli mâni olursa, velâyet bilittifak uzak velîye intikal eder." denilmişse de, uzak veliden murad hâkimdir. Çünkü o, velilerin sonudur. Binaenaleyh söz yemindedir. Bahır sahibi onu velîlerin en uzak olanına yorumlamış; iki satır sonra kendi kendini nakzederek "Ulema demişlerdir ki: kızı dengi olan biri ister de velî mâni olursa, mâni olanın yerine niyabeten velâyet hâkime sabit olur. O evlendirebilir. Velev ki fermanında yazılı olmasın." demiştir. Bu satırlar risaleden hulasa edilmiştir. Sonra yine Hulâsa´da Vehbâniyye şerhinden, o da Müntekâ´dan naklen bildirildiğine göre, yakın veli mâni olup kızı hâkim evlendirirse, bülûğa ermekle kendisine muhayyerlik sabit olur. Mücerret adlı kitaptan sabit olmadığı nakledilmiştir. Birinci kavil hâkimin evlendirmesi velâyet yoluyla olduğuna göre, ikinci kavil mâni olan velînin yerine niyabet yoluyla olduğuna göredir. Şurunbulâlî ulemanın sözleri arasında çelişmeyi def için bunu tercih etmiştir.

Ben derim ki: Yukarıda Teshil´den naklettiğimiz İfade dahi bunu teyid eder. Ulemanın "Evlendirebilir. Velev ki fermanında bu olmasın." demeleri de öyledir. Mücerred´deki İfadeyi, mâni. baba veya dede olduğu surete yorumlamak icabeder. Çünkü onlardan başkası evlendirirse, kız için muhayyerlik sabit olur. Hâkim niyabeten evlendirirse hüküm yine böyledir.

«Yakın velînin evlendirmekten imtina etmesiyle...» Yani kızı mehr-i misliyle dengine vermekten çekinmesiyle evlendirme hakkı uzak velîye sabit olur. Fakat kızın dengi olmayan birine vermekten çekinir yahut mahir onun mehr-i mislinden az olduğu için vermezse, mani olmuş sayılmaz. T. Yakın velî başka bir dengine vermek için kızı istemeye gelen dengine vermezse, Bahır sahibi mâni sayılacağını zâhır bulmuş; "Ama ben bunu görmedim." demiştir. Makdisî ile Şurunbulâiî ona tâbi olmuşlardır. Remli kendisine itiraz ederek "Mâni olmakla velâyet niyabeten kızdan zararı def etmek için hâkime İntikal eder. Başka bir dengine vermek istemekle mâni olma diye bir şey bulunmamıştır." demiştir.

Ben derim ki: Bu da söz götürür. Çünkü her ne zaman kıza denk bir isteyici gelirse, kaçırılacağından korkularak başkası beklenmez. Onun için yukarıda geçtiği gibi, yakın velî bulunmazsa velayet uzak veliye intikal eder. Evet, öteki denk talip dahi hazır bulunur da yakın velî kızı birinci tâlibine vermekten imtina ederse, mani olmuş sayılmaz. Zira zâhire göre küçük kıza olan şefkatinden dolayı ona daha faydası olanı seçmiştir. Çünkü kıza denk olan talipler ahlâk ve sıfat itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. Binaenaleyh bu tafsilâtla amel etmek taayyün eder. Allahu alem.

METİN

Yakın velî gurbetten dönmekle sabık tezvici bâtıl olmaz. Çünkü bu tezviç tam velayetle hâsıl olmuştur. Nikâhta deli kadın ile deli erkeğin velîsi -velev ki delilikleri ârızî olsun- aşağı doğruinse de oğludur, babası değildir. Nitekim yukarıda geçmişti. Fakat malda tasarruf hususunda velâyet hakkı bilittifak babanındır. Evlâ olan, babanın oğluna emretmesidir. Tâ ki bilittifak sahih olsun. Küçük bir oğlanın veya kızın velîsi yahut bir adamın veya kadının vekili veya bir kölenin efendisi nikahı ikrar etseler geçerli olmaz. Çünkü başkası aleyhine ikrardır.

İZAH

«Sâbık tezvici bâtıl olmaz.» Yani önceliği muhakkak olan nikah bâtıl olmaz. Bu söz, yakın olan gaip akrabanın orada mevcut uzak valîden önce nikâhlamasından ihtiraz içindir. Çünkü sonraki akit hükümsüz kalır. Bir de tarih bilinemediği suretten ihtirazdır. Çünkü bu surette her iki akit bâtıl olur. Bu, gaibin velâyeti devam ettiğine binaendir. Velayeti kesildiğine bina edilirse, o zaman itibar mutlak surette yeni akdedir.

«Nikâhta deli kadın ile deli erkeğin velisi» delilikleri umumi ise oğludur. Umumi delilikten murad bir aydır. Nitekim geçmişti. Bunaklığın da aynı hükümde olduğunu görmüştük.

«Velev ki delilikleri ârızi olsun.» Yani velev ki bülûğa erdikten sonra delirmiş olsunlar demektir. İmam Züfer buna muhaliftir.

«Babası değildir.» Dedesi de böyledir. Maksat şudur: Deli kadının oğluyla beraber babası veya dedesi bulunursa, velâyet Şeyhayn´a göre oğlunun hakkıdır. Babanın veya dedenin hakkı değildir. Nitekim Fetih´te beyan edilmiştir. Diğer asabeler dahi onu yukarıda geçen tertip üzere evlendirirler. Nitekim bu tertibi Fetih´ten nakletmiştik.

«Malda tasarruf hususunda velâyet hakkı bilittifak babanındır.» Nikah bunun hilâfınadır. Nikâhta imam Muhammed´e göre velayet babanındır.

«Nikâhı ikrar etseler geçerli olmaz.» Hâkim-i Şehid zâhir rivayet kitaplarını içine olan Kafî´de şöyle demiştir: «Valîlerden baba veya başkası, küçük oğlan veya küçük kız aleyhine, dün nikah oldu diye ikrar ederse, bu sözü şahitsiz veya küçüğün bülûğa erdikten sonra ikrarı olmaksızın Ebû Hanife´nin kavline göre kabul edilmez. Köle sahibinin kölesi aleyhindeki ikrarı dahi makbul değildir. Ama böyle bir şeyi cariyesi aleyhine ikrarı caiz ve makbuldür. İmam Ebû Yusuf´la İmam Muhammed´e göre; bunların bütün bu hususatta ikrarları caizdir. Vekilin müvekkili aleyhine ikrarı da bu ihtilâfa göredir.» Fethu´l-Kadir´de Musaffâ´dan nakledildiğine göre hilâf, velînin bu çocuklar küçükken ikrarı hususundadır. Mebsût ve diğer kitaplarda buna işaret olunmuştur. Mebsût´ta "Sahih olan budur." denilmiştir. Bazıları hilâfın çocuklar bülûğa erdikten sonra inkâr etmeleri, velîninse ikrarda bulunması hakkında olduğunu söylemişlerdir. Çocuklar küçükken ikrar ederse bilittifak sahihtir denilmiştir. Fetih sahibi bunu zâhir görmüştür. Biliyorsun ki birincisi zâhir rivayettir; sahih olan odur.

METİN

Cariyenin efendisi bunun hilâfınadır. Onun akdi bilittifak geçerlidir. Çünkü cariyeden cimaistifadesi onun mülküdür. Ancak şahitler nikâha şehadet ederse -hâkim küçük namına bir hasım tayin eder. O inkâr ederse, beyyine onun aleyhine getirilir- yahut küçük oğlan veya kız bülûğa erer de îkrar eden velîyi tasdikte bulunursa; yahut Ebû Hanife´ye göre müvekkil veya köle tasdik ederse, o zaman geçerli olur. İmameyn´e göre bu hususta ikrar edenin sözü tasdik olunur. Bu mesele ulemanın "Bir şeyi yapmaya mâlik olan, onu ikrara da mâliktir." sözünden çıkarılmıştır. Onun benzerleri de vardır.

F E R´ Î B İ R M E S E L E : Acaba delinin ve bunağın velîsi onu birden fazla kadınla evlendirebilir mi? Bunu görmedim. İmam Şâfiî bunun c...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 16:29:52
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #14 : 13 Mart 2010, 16:29:52 »

METİN

Kefâet mal ve sanat cihetinden de muteberdir. Meselâ dâmat sanat sahibi değilse, mehr-i muacceli ve karısının bir aylık nafakasını vermeye muktedir olmalı, aksi takdirde kadın cimaya elverişli ise her gün onun günlük yiyeceğini kazanabilmelidir. Sanat yönünden: meselâ bir dokumacı, terziye; terzi manifaturacı ve tâcire; bunların ikisi de, âlim ve kadıya küfü olamazlar.

İZAH

«Kefâet, mal cihetinden» Arab olanlarla olmayanlar için muteberdir. Nitekim Bahır´dan naklen yukarıda geçmişti. Çünkü mal ile öğünmek, âdeten başka şeylerle öğünmekten daha çoktur. Bilhassa zamanımızda böyledir. Bedâyi.

«Mehr-i muaccel» den murad, peşin verilmesi âdet olan mehirdir. Velev ki bütünü olsun. Fetih. Bütününü vermeye kudreti olmak şart değildir. Zâhir rivayete göre zenginlikte kadına müsavi olmak da şart değildir. Sahih olan kavil budur. Zeylâî. Dâmat çocuk olursa, babasının veya annesinin yahut dedesinin zenginliği ile o da zengin sayılır. Nitekim gelecektir. Bu söz, mehir miktarı borcu olana da şâmildir. Böylesi de küfü sayılır. Çünkü iki borçtan hangisini dilerse ödeyebilir. Nitekim Valvalciyye´de belirtilmiştir. Yine bu söz, fakir bir ailenin fakir kızına da şâmildir. Nitekim Vâkıat sahibi bunu açıklamış; mehir ve nafaka kocaya aittir; binaenaleyh bu vasıf onun hakkında muteberdir diye ta´lilde bulunmuştur. Keza bu söz sultan ve âlim gibi mevki sahibine de şâmildir. Zeylâi diyor ki:«Bazıları nafakadan hiçbir şeye mâlık olmasa yine küfü olacağını söylemişlerdir. Çünkü bozuk düzen bununla yoluna girer. Onun içindir ki ulema "Arap olmayan bir fâkih, cahil bir Araba küfüdür." demişlerdir.

«Bir aylık nafaka» yı Tecnîs sahibi sahihlemiştir. Müctebâ sahibi ise, kazanmak suretiyle nafakaya muktedir olmayı kâfi ve sahih bulmuştur. Şu halde sahih kabul edilen kavil muhtelif demektir. Bahır sahibi ikinci kavli zâhir bulmuş; Nehir sahibi ise şarihin söylediği şekilde iki kavlin arasını bulmuş, Hâniyye´de buna işaret edildiğini söylemiştir.

«Kadın cimaya» elverişli değilse, yani buna tâkat getiremeyecek kadar küçük ise, erkek ona küfüdür. Velev ki nafakaya kudreti olmasın. Çünkü böyle bir kadına nafaka yoktur. Fetih. Bu ifadenin bir misli de Zahîre´dedir.

«Sanat» cihetinden kefâet, Kerhî´nin beyanına göre İmam Ebû Yusuf indinde muteberdir. Ebû Hanife bu hususta işi Arapların âdetine bina etmiştir ki, Araplara mevâlî olanlar bu işleri yaparlar, ama bunlardan sanat kasdetmezler ve bunlar sebebiyle ayıplanmazlar. Ebû Yusuf beldeler halkının âdeti ile cevap vermiştir. Onlar bu işleri sanat ittihaz ederler ve bunların aşağı olanıyla ayıplanırlar. Binaenaleyh hakikatta İmam-ı Âzam´la Ebû Yusuf arasında hilâf yoktur. Bedâyi. Bu izaha göre Araplardan şehirlerde yaşayan ve sanat ittihaz edenler hakkında bu işlerde kefâet muteberdir. O zaman bunlar Araplarla Acemler orasında muteber sayılır.

«Meselâ bir dokumacı ilh...» Mültekâ ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Bir dokumacı, kan alıcı, süpürgeci, tabak, berber, baytar, demirci veya bakırcı, sair sanat ehline meselâ atlara, manifaturacıya veya kumaş satana küfü değildir. Bu sözde sanatın iki cins olduğuna ve bir sanat ehlinin diğerine küfü olmayacağına işaret vardır. Lâkin her sanat ehlinin fertleri birbirlerine küfüdürler. Bununla fetva verilir. Zâhidî.»

Yani sanatlar birbirinden uzaklaşınca, birinin ehli diğerininkine küfü olamaz. Yalnız birinin efradı birbirine küfüdürler. Bu söz şunu da ifade eder ki; iki tarafın sanatta birleşmesi târafın değildir. Birbirine yakın olması kâfidir. Binaenaleyh dokumacı kan alıcıya, tabak süpürgeciye, bakırcı demirciye, attar manifaturacıya küfüdür. Hulvânî "Fetva buna göredir." demiştir. Fetih´te "Mucip, örf sahiplerinin azımsamasıdır. Hüküm buna göre devreder." denilmiştir. Şu halde İskenderiye´de dokumacı attara küfü olmak gerekir. Çünkü dokumacılığın orada itibarı iyidir, küçümsenmez. Meğerki onunla birlikte başka bir sanatın düşüklüğü olsun. Bu ifade gösterir ki, sanatlar birbirine yakın olduğu veya birleştiği vakit, kalan cihetlerden kefâetin itibara alınması icabeder. Meselâ Acem attar Arap attara veya manifaturacıya küfü olamaz. şimdi tabak ve berber Arap olursa. Acem attara veya manifaturacıya küfü sayılırını sayılmazmı meselesi kalır. Öyle görünüyor ki; nesep veya ilim şerefi. sanat noksanlığını tamamlar. Hattâ şair sanatlan geçer bile. Binaenaleyh cahil bir Acem attar Arap berbere veya âlime küfü olamaz. Fetih´in sözü de bunu teyid eder. Orada bildirildiğine göre, İmam Ebû Yusuf´tan bir rivayette, kendisi müslüman olan veya âzâd edilen kimse karşı tarafın nesebine karşı fazilet sahibi olursa, ona küfü´dür.

«Bunların ikisi de âlim ve kadıya küfü olamazlar.» Nehir sahibi şöyle diyor: «Binâye´de Gâye´den naklen bildirildiğine göre süpürgeci, kan alıcı, tabak, bekçi, seyis, çoban ve kayyim yani tellâk, dikicinin kızına küfü değillerdir. Terzi de manifaturacıyla tacirin kızına küfü değildir. Manifaturacıyla tacir dahi âlim ve kadının kızına küfü olamazlar. Dokumacı çiftlikçinin kızına küfü değildir. Velev ki kız fakir olsun. Bazılarının küfü olduğunu söylemişlerdir.»

Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, terzi gibi biri usta olur da iş kabul eder ve yanında çalışan çırakları bulunursa, zamanımızda manifaturacının ve tacirin kızına küfü olur. Nitekim Fethu´l-Kadir´in yukarıda geçen sözünden de anlaşılmaktadır. Çünkü örf-ü âdette bu noksan sayılmaz. Gerçi Mülteka şerhinde Kâfî´den naklen "Kunduracı manifaturacıya ve attâra küfü değildir." denilmişse de, zâhire göre bundan murad, mest veya ayakkabılarını eliyle yapandır. Usta olur da çırakları bulunursa; yahut onları dikilmiş alıp dükkânında satarsa, bizim zamanımızda manifaturacı ile attârdan daha aşağı sayılmaz. Tahtâvî diyor ki: «Ulema âlimle kadı hakkında mutlak söz etmiş, âlimi amel eden diye kayıtlamadıkları gibi; kadıyı da rüşvet almayan diye kayıtlamamışlardır. Zahire göre kayıtlamak lâzımdır. Zira o takdirde kadı zâlim sayılır. İlmi ile amel etmeyen âlim de onun gibidir. Bunu kaydetmelidir.»

Ben derim ki: İhtimal bunu mutlak bırakmaları diyanet hususunda kefâeti söylemelerinden anlaşıldığı içindir. Zâhire göre o zaman, fasik âlim ile fâsık kadı iyi insanların salih kızına küfü olamazlar. Çünkü salâh şerefi fıskla birlikte yürüyen ilim ve kaza şerefinden üstündür.

METİN

Zâlimlerin yolundan gidenler ise hepesinden aşağıdır. Vazifelere gelince: Bunlar sanatlardan sayılır. Binaenaleyh vazife sahibi -şayet vazifesi kapıcılık gibi aşağı bir sanat değilse- tacire küfü´dür. Müderris veya nâzır şehirdeki emîrin kızına küfü´dür. Bahır. Kefâetin itibara alınacağı yer akdin başıdır. Ondan sonra yok olması zarar etmez. Akdi yaparken küfü olur da sonra yoldan çıkarsa, akıt feshedilmez. Ama tabak olur da sonra işi ticarete çevirirse. ayıplanması devam ettiği takdirde küfü olamaz; devam etmezse olur. Bunu inceleme neticesi Nehir sahibi söylemiştir. Bir Acem, Arap kızına küfü olamaz. Velev ki âlim veya sultan olsun. Esah kavil budur. Bunu Yenâbî´den naklen Fetih sahibi söylemiştir. Bahır sahibi ise zâhir rivayet olduğunu iddia etmiş; musannıf da onu tasdiklemiştir.

İZAH

«Hepsinden aşağıdır» Yani isterse faziletli ve çok zengin olsun. Çünkü kendisi kan dökenlerden ve başkalarının mallarını yiyenlerdendir. Nitekim Muhit´te beyan edilmiştir. Evet, bunlar kendi aralarında birbirlerine küfü´dürler. Mültekâ şerhi. Nehir´de Binâye´den naklen şöyle denilmiştir: «Mısır´da bir cins vardır ki, bütün cinslerden aşağıdır. Bunlar lağımcılar taifesidir.»

Ben derim ki: "Yolundan gidenler" diye kayıtlaması gösterir ki, emir ve sultan gibi metbu böyle değildir. Çünkü o örfen tacirden daha şereflidir. Nitekim şarihin Bahır´dan naklen aşağıda söyleyeceği de bunu ifade etmektedir. Anladın ki vâcip, örf sahiplerinin noksan görmeleridir. Hüküm onunla beraber devreder. Bu izaha göre bir kimse emîr veya emîre tabi bulunur da; varlıklı, insanlar arasında sevilip sayılan biri olursa, şüphesiz örf-ü âdette kadın tabak, dokumacı ve emsalinde olduğu gibi onunla ayıplanmaz. Her gün hatâlara inerek müslüman - kâfir bütün evlerin pisliğini taşıyan lağımcıyı geç. Velev ki bununla insanların veya mescitlerin pisliklerden temizlenmesini kasdetmiş olsun. Velev ki emîr veya ona tâbi olanlar âlemin mallarını yesinler. Çünkü burada istinat noktası dünyadaki alçaklık ve yüksekliktir. Onun içindir ki imam Muhammed "Diyanet hususunda kefâet mutebar değildir. Çünkü diyanet âhiret hükümlerindendir. Dünya hükümleri onun üzerine kurulamaz." dediği vakit, ulema ona şöyle cevap vermişlerdir: «Her yerde muteber olan, âhiret hükümlerinden olsun olmasın delilin iktiza ettiği şeydir. Bilâkis diyaneti itibara almak dünyevî bir şeye mebnîdir ki, o da dâmadın fıskı ile iyi insanların kızının ayıplanmasıdır.»

Ben derim ki: ihtimal Muhit´ten yukarıda naklettiğimiz "Zâlime tâbi olan kimse hepsindenaşağıdır." sözü onların zamanına aittir. O zaman din ve takva ile öğünmek galip idi. Bizim zamanımızda öyle değildir. Şimdi dünya ile öğünmek modadır. Allahu a´lem.

«Vazifelere gelince...» Bundan murad. Evkaf´taki memuriyetlerdir. «Bunlar sanatlardan sayılır.» Çünkü bunlar Mısır´da sair sanatlar gibi birer kazanç yolu olmuşlardır. Bahır.

«Aşağı bir sanat değilse...» Yani örfen kapıcılık, şoförlük, odacılık, el ulaklığı gibi bayağı sayılmıyorsa demektir. Bahır. "Müderris" Yani şer´î bir ilim okutan.

"Nâzır" Vakıf işlerine bakan memurdur. Bu söz Bahır sahibinin yaptığı bir incelemedir. Lâkin şimdi nâzır şerefli bir insan sayılmamaktadır, bilâkis herkes gibidir. Bazen âzadlı bir zenci olabilir. Çok defa vakfın maIını yer; kötü yerlere sarfeder. Şu halde bu zikredilenlere nasıl küfü olabilir. Meğerki faziletli bir nâzır ve mescit nâzırı gibi kayıtlarla kayıtlanmış ola. Vâkıfın şartıyla bir vakfa tay...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6 ... 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes