> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Hacc
Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hacc  (Okunma Sayısı 10340 defa)
23 Mart 2010, 00:35:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #35 : 23 Mart 2010, 00:35:34 »



METİN

Ebeveyni veya ecnebi iki kimse namına teberru için hacca telbiye getirip, ondan sonra tayinde bulunmak bunun hilâfınadır. Bu caizdir. Çünkü sevabını teberru etmiştir. Onu her ikisine yahut birisine bağışlayabilir.

İZAH


«Bunun hilâfınadır ilh...» Bu cümle, yukardaki "bir kimse her iki müvekkili namına haccederse" cümlesine bağlıdır.

«Bu caizdir» cümlesi, iki mesele arasındaki muhalefetin vechini göstermek için getirilmiş yeni bir cümledir. Çünkü birincide caiz değildir, ikincisi onun hilâfınadır. Lâkin burada caiz olması, haccı emretmemiş olmaları şartıyladır. Musannıfın "ebeveyni veya ecnebi iki kimse namına" demesi. Kenz´de geçen ´ebeveyn´ sözünün ihtirâzî bir kayıt olmadığına tembih içindir. Bunun faydası, evlâdın anne ve babası için haccetmesi pek münasip ve mendup olduğuna işarettir. Nitekim Nehir´de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, bu meselede ´ebeveyn´ diye kayıtlaması, yukardaki meselede geçen iki müvekkilin ecnebi olduğuna delâlet etmez. Ebeveyn de emrederlerse, hüküm iki ecnebinin hükmü gibidir. Nitekim Fetih´ten naklen arzetmiştik. Böylece anlaşılır ki, her iki meselede ebeveynle ecnebiler arasında fark yoktur. İtibar, emrin bulunup bulunmamasınadır. Yani açık olarak emretmiş olmasınadır. Nitekim yakında anlaşılacaktır. İki kişi ayrı ayrı "benim namıma haccet" diye emreder de, her ikisi için bir hacca ihramlanırsa, hacc kendi namına olur. Onu ikisinden birine tahsis edemez. Ama emir olmaksızın ikisi namına ihrama girerse, o haccı birine veyaher ikisine tahsis edebilir. Keza müphem olarak biri namına ihrama girerse, sonradan tayini evleviyetle sahih olur. Nitekim Fetih´te beyan edilmiştir.

Fetih sahibi diyor ki: Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur. O kimse teberru etmiş olur, Binaenaleyh yaptığı ameller kesin olarak kendinin olur. Ancak sevabını onlara bağışlar. Sevap terettübü edadan sonra olur. Binaenaleyh önceki niyeti hükümsüzdür. O sevabı, ikisinden birine yahut her ikisine tahsisi sahihtir. Her ikisi namına yaptığı bu hacc nâfile ise, meselede işkâl yoktur. Anne-babasından birinin üzerinde farz hacc olup onu vasiyet ederse, mirasçının kendi malından teberru suretiyle yaptığı bu hata ödenmez. Ama vasiyet etmemiş de, mirasçı teberruan onun namına birini hacca göndermiş veya bizzat kendisi haccetmiş olursa, Ebû Hanîfe, "ona kâfi gelir inşaallah" demiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Has´em kabilesinden bir kadına, "Ne dersin, babanın borcu olsa ödermiydin? ilh..." buyurmuştur. Bundan, bu meseleyi ebeveynle kayıtlamanın başka bir faydası daha olduğu anlaşılır. O da, vasiyet yoksa müphem bıraktıktan sonra, tayin ettiği şahıstan farzın sâkıt olmasıdır. Lâkin şu müşkil ortaya çıkar: Emir bulunmayınca, "anne-babasına" diye yaptığı niyet geçersiz kalıp, bütün hacc amelleri sırf kendinin olunca, bunları ebeveyninden birine çevirmesi nasıl sahih olur. Yukarıda geçmişti ki, hacc vekil namına sahih olunca; onu müvekkiline çevirmek mümkün değildir. Evet, yalnız sevabını çevirmek mümkündür. Bu bâbta nass vardır. Nitekim yukarıda geçti. Allahu a´lem. Bunun için Fetih sahibi, "Ebeveyni namına nâfile hacc yaptırsa, bunda işkâl yoktur." demiştir. Yani nâfile ibadet yapan, nihayet sevabını başkasına bağışlayabilir demek istemiştir ki, doğrudur. Fakat emri olmaksızın başkasının farzı yerine geçmesi müşkildir. Bunun cevabı şarihin sözünde geçmişti: «Mirasçı, mûrisî namına hacceder veya ettirirse caizdir. Çünkü burada delâleten emir vardır. demişti. Yani mirasçı onun tarafından memur edilmiş gibidir demek istemiştir. Bu izaha göre yapılan ameller, yapan namına değil ölen namına geçerli olur. Şu halde Fetih sahibinin, "Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur ilh..." sözü, ebeveyninîn üzerinde vasiyet ettikleri farz hacc olmamakla tahsis edilmiştir. Bunun nassla ta´lilini dahi Bedâyi´den nakletmiştir ki, o da bildiğin Has´amiyye hadisi idi. Bununla mirasçı ecnebiden ayrılır. Lâkin Lübab şerhinden naklen biz ecnebinin de böyle olduğunu söylemiştik. Evet, bu başkası namına haccda emrin şart kılınmasına muhaliftir. Ecnebi, ne sarahaten, ne delâleten hacca memur değildir. Cevaben arzetmiştik ki, bu mesele, bu şart hakkındaki rivayetin muhtelif olmasına dayanır. Meşhur olan şart olmasıdır. Mirasçıda delâleten bulunduğu bilinince, Kenz ve diğer kitapların ebeveyni zikirle yetinmelerinin üçüncü bir faydası meydana çıkar ki, o da delâlet yoluyla olan emrin her cihetçe hakiki emir hükmünde olmamasıdır. Biliyorsun ki, ebeveyni okimseye hakikaten haccı emretmezse, müphem söyledikten sonra tayın etmesi sahih olmazdı. Nitekim iki ecnebi hakkında sahih değildir. Açık olarak emretmezlerse, tayin sahih olur. Ulema bu meseleyi baştan iki ecnebi hakkında farzetseler, ebeveynîn tayini sahih olmayacak sanılırdı. Çünkü delaleten emir vardır. Binaenaleyh meseleyi ebeveyn hakkında farz ve tâhmin etmişlerdir ki, delâleten emir bulunsa bile tâyinin sahih olduğu anlaşılsın. Bir de birinci meseledeki emirden murad, açık emir olduğu anlaşılsın. Allahu a´lem.

TEMBİH:
Bütün bu anlattıklarımızdan hâsıl olan şudur ki; bir kimse iki şahıs namına hacca niyet ederse, her ikisi de haccı emrettikleri takdirde, yaptığı hacc mutlaka kendisi için olur. Velev ki ondan sonra haccı birisine tahsis etsin. Ama hacc bittikten sonra sevabını her ikisine yahut birisine bağışlayabilir. Haccı emretmemişlerse hüküm yine budur. Ancak mirasçı olur da ölenin vasiyet etmediği farz haccı bulunursa yaptığı hacc ölünün farz haccı yerine geçer. Çünkü delâleten emir ve bir de nass vardır. Vasiyet ederse iş değişir. Çünkü maksadı, kendi malından harcananın sevabıdır. Binaenaleyh mirasçının onun namına teberruu sahih olmaz. Ecnebi ise mutlak surette bunun hilâfınadır. Çünkü emir yoktur.

«Çünkü sevabını teberru etmiştir.» cümlesi, müvekkiller meselesinde değil, ebeveyn meselesinde tayinin sahih olmasının vechini beyandır. Yukarıda Fetih´ten naklettiğimiz, "Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet, emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur ilh..." ifadesinin mânâsı da budur. Şurunbulâliyye sahibi şöyle demiştir: Bu meselenin ta´lîli, haccın, yapan namına olduğunu ifade eder. Bununla farz hacc sakıt olur. Velev ki sevabını başkasına bağışlasın. Fetih sahibinin rivayet ettiği hadisler de buna delâlet etmektedir. O şöyle demiştir: Bilmiş ol ki evlâdın bunu yapması pek yerinde ve menduptur. Çünkü Dârekutnî´nin İbn-i Abbas (r.a.)´dan, Onun da Peygamber (s.a.v.)´den naklen rivayet ettiği bir hadiste, ebeveyni için hacceden veya onların borcunu ödeyen kişi için bir olacak vardır. O kıyamet gününde iyilerle beraber haşrolunacaktır, buyrulmuştur. Dârekutnî Câbir´den şu hadisi tahriç etmiştir: Peygamber (s.a.v.), "Bir kimse babası veya annesi namına haccederse, onun hacc borcunu ödemiştir. Ona, fazladanda on hacc sevabı verilir", buyurdu. Zeyd b. Erkam´dan da şunu tahriç etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), "Bir adam ebeveyni namına haccederse, haccı kendisi ve ebeveyni namına kabul olunur. Ebaveyninin ruhları şâd olur. Kendisi de Allah indinde iyi kul yazılır," buyurdu.»

Ben derim ki: Bu anlattıklarımızdan anlamışsındır ki, bir mirasçı ebeveyni namına hacceder de onlardan birinin üzerinde vasiyet etmediği farz haccı bulunursa, o hacc ölen namına geçer. İnşaallah bununla onun farz haccı sâkıt olur. Şu halde bununla hacceden kimseden dahi farzın sâkıt olduğu nasıl iddia edilebilir. Bu adam onu başkasına sarfetmiş, biz de onun bu tasarrufunu caiz görmüşüzdür. Evet, bu şurada zâhir olur: Ebeveyninden birininüzerinde vasiyet ettiği farz hacc olur. Yahut farz hacc hiç bulunmaz. Buna delil, Fetih sahibinin, "O ancak ebeveynine sevabını bağışlar. Bu da edadan sonra olur." sözüdür. Kâdıhân´ın Câmi şerhindeki şu sözü de bunun gibidir: «O ancak fiilinin sevabını ebeveynine bağışlayabilir. Bu bize göre caizdir. Haccının sevabını başkasına bağışlamak ise ancak haccı eda ettikten sonra olur. Böylece ihram hakkındaki niyeti bâtıl olur, kendisi sevabını hangisine isterse bağışlayabilir.»

Bu açık olarak gösteriyor ki, niyet, ebeveyn için yapılmamıştır. Hacc amelleri kendi namına olmuştur. O şahıs edadan sonra sevabını dilediğine bağışlayabilir. Bu surette farzın hacceden şahıstan sükutu iddia edilebilir. Nitekim biz bunu iki müvekkil namına hacc meselesinde yazdık. Bundan anlaşılır ki, insan farz haccının sevabını da başkasına bağışlayabilir. Nitekim bâbın başında da zikretmiştik. Ama ölenin üzerinde, vasiyet etmediği farz hacc bulunur da, onunla ölenin farzı sâkıt olursa, bundan hem niyetin, hem amellerin haccı yapan için değil, ölen için yapılmış olması lâzım gelir. Meğer ki ameller burada dahi yapana aittir, denilsin. Nitekim Fetih, Kâdıhân ve diğer kitapların mutlak olan ibareleri bunu iktiza eder. Lâkin bununla Allah´tan bir fazilet olmak üzere ölenin farz haccı da sâkıt olur. Bunu nassla yani Has´em kabileli kadının hadisiyle amel ederek söylüyoruz. Velev ki kıyasa muhalif olsun. Onun içindir ki Ebû Hanife ´inşaallah´ diyerek onu meşiete ta´lîk etmiştir. Bu haccla hacceden kimsenin farzı dahi sâkıt olur. Bu hükmü. zikri gecen hadislerden alıyoruz. Onun için de bu hususta mirasçının hükmü ecnebiye uymamıştır.

«Yukarıda delâleten emir bulunduğu için mirasçının haccı caizdir.» şeklinde geçen ta´lîl, amellerin ölen namına olacağını gerektirir. Çünkü açık olarak emretseydi, şüphesiz onun namına olurdu. Binaenaleyh Fetih ve diğer kitapların mutlak olan sözlerinin muktezası buna muhaliftir. Ve o zaman bununla farzın haccedenden sükutu da mümkün değildir, dersen: ben de şöyle derim: Biliyorsun ki delâleten emir, her yönden açık emir gibi değildir. Onun içindir ki sözünü müphem bıraktıktan sonra ebeveyninden birini tayin etmesi sahih olur. Eğer açık olarak emretseydi, iki ecnebi hakkındaki gibi burada da sahih olmazdı. Nitekim evvelce arzettik. Eğer delâlet y...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hacc
« Posted on: 27 Nisan 2024, 09:43:22 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hacc rüya tabiri,Hacc mekke canlı, Hacc kabe canlı yayın, Hacc Üç boyutlu kuran oku Hacc kuran ı kerim, Hacc peygamber kıssaları,Hacc ilitam ders soruları, Haccönlisans arapça,
Logged
23 Mart 2010, 00:43:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #36 : 23 Mart 2010, 00:43:39 »

HEDY BÂBI



METİN


Hedy, lügatta ve şeriatta Harem-i Şerif´te kendisiyle ibadet edilmek için oraya hediye edilen hayvandır ki, en aşağısı bir koyundur. Hedy deveden beş yaşında, sığırdan iki yaşında ve koyundan bir yaşında olandır. Tarifi vâcip değildir. Yalnız şükür kurbanında menduptur,

İZAH

Hedy kurbanı, geçen meseleler içinde kimi ibadet, kimi ceza olarak zikredildiği için açıklanması ve ona taallûk eden şeylerin beyanına ihtiyaç görülmüştür. İbn-i Kemâl.

«Hediye edilen hayvandır.» Bu kelime, ´hedy´den daha umumi olan´ hediyye´den alınmıştır. ´Hareme´ sözüyle musannıf ´Harem´den başkasına hediye edilen hayvan vesaireden ihtiraz ettiği gibi; ´hayvan´ sözüyle de Harem´e hediye edilen hayvandan başka şeylerden ihtiraz etmiştir. Fukahanın yemin ve nezirler bâbında bundan başkasına ´hedy´ ismi vermeleri mecazdır. Bahır.

«Kendisiyle ibadet edilmek için» sözünden maksat, Harem´de kesilerek kanı akıtılmaktır. Bununla Harem-i Şerif´te bir adama hediye olmak üzere verilen hayvandan ihtiraz etmiştir ve bununla velev delâleten olsun hedyde niyet lâzım olduğunu anlatmıştır. Bahır´da Muhit´ten naklen şöyle denilmektedir: «Hayvanlardan biri ya açık söylemekle yahut delâlet yoluyla hedy olur. Delâlet yoluyla hedy ya niyetle, yahut Mekke´ye bir deve götürmekle olur. Velev ki niyet etmesin istihsânen caizdir. Çünkü hedy niyeti örfen sabittir. Mekke´ye deve götürmek örfü adette binmek ve ticaret için değil, hedy için olur.» Götürmekten muradı da, gerdanlık taktıktan sonra götürmektir. Mücerret deveyi sevketmek değildir.

«En aşağısı bir koyundur.» Yani en yukarısı da bir deve veya sığırdır. Bir devenin yedide biri hedyin en aşağısı hükmündedir. Lübab şerhi. Musannıf en aşağısını beyan etmekle, bir kimse "AIIah için hedy göndermek boynuma borç olsun." diyerek birşey niyet etmese, bir koyun kesmesi lâzım geleceğine işaret etmiştir. Çünkü hedyin en aşağısı bir koyundur. Muayyen bir şey söylerse, onu göndermesi lâzım gelir. Bir rivayette kıymetini hediye etmesi de caizdir. Diğer rivayette caiz değildir ki, tercih edilen de budur. Edilen nezir kanı akıtılmayan menkul eşyadan olursa, arsa bile olsa kıymetini Harem´de veya Harem dışında tasadduk edeceği hususunda söz yoktur. Çünkü bu nezir tasadduktan mecazdır. Bunu Bahır ve Lübab sahipleri söylemiştir.

«Deveden beş yaşında» olandır. Bu, hedyde caiz olan en az yaşın beyanıdır. Hedyi caiz olacak deve beş yaşını bitirmiş, altısına basmış ol-malıdır. Sığırdan iki yaşını bitirmiş üçüne basmış koyundan bir yaşını bitirmiş ikisine basmış olandan caizdir. Lâkin bu söz, altı aylık kuzudan hedy olmayacağı zannını vermektedir. Lübab sahibi diyor ki: «îki yaşından aşağı, ancak tokludan caiz olur ki, o da senenin ekserisini geçiren hayvandır ve ancak büyükolmak şartıyla caizdir.»

«Tarifi vâcip değildir.» Tariften murad, ya Arafat´a götürmek, yahut gerdanlık takarak sergilemektir. Bunu Bahır´dan naklen Halebî söylemiştir.

«Şükür kurbanında menduptur.» Yani şükür kurbanında her iki mânâda tarif menduptur. H. Lâkin koyuna gerdanlık takmak mendup değildir. Lübab´da, "Şükür devesine gerdanlık takmak sünnettir. Kusur tamamlamak için boğazlanan cebir devesine gerdanlık takmak sünnet değildir. Şükür kurbanını Arafat´a götürmek iyidir." denilmiştir. Görülüyor ki, birincide koyun hariç kalsın diye tabiri kullanılmış, ikincide koyun dahil olsun diye hedy denilmiştir. Birincinin sünnet, ikincisinin mendup olduğu da ifade edilmiştir. Şarihin sözünde kısalık vardır.

«Şükür kurbanı»ndan murad, kıran ve temettu kurbanıdır. Tetavvu ve nezir kurbanlarına da gerdanlık takılabilir. İhsar ve cinayet kurbanına da takılsa caizdir, beis yoktur. Nitekim gelecektir.

METİN

Kurbanlıklar nelerden caiz olursa, hedy kurbanları da onlardan caiz olur. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh satın alınan bir deveye ibadet niyetiyle altı kişinin iştirak etmesi sahihtir. Velev ki ibadet cinsleri muhtelif olsun.

İZAH

«Kurbanlıklar nelerden caiz olursa...» ifadesi, Hidâye´de de bu şekildedir. Hidâye sahibi onun illetini göstererek, "Çünkü kurbanda olduğu gibi bu da kan akıtmaya taallûk eden bir ibadettir. Onun için her ikisi bir yere mahsus olmuştur." demiş; bunun muttarid mün´akis olduğuna işaret etmiştir. Yani kurbanda caiz olan burada da caiz; onda caiz olmayan bunda da caiz değildir.

«Altı kişinin iştirak etmesi sahihtir.» Yani bu kurbanda caiz olduğu gibi burada da caizdir. Fetih sahibi Asıl ve Mebsut´tan naklen diyor ki: «Bir kimse meselâ temettu için bir deve satın alır da onu kendisine tahsis ettikten sonra altı kişi iştirak ederse caiz olmaz. Çünkü kendisine tahsis edince, devenin bütünü vâcip olmuştur. Bunun bir kısmı şeriatın vâcip kılmasıyla, bir kısmı da kendi vâcip kılmasıyla olmuştur. Ortak kabul ederse, kıymetini tasadduk etmesi lâzım gelir. Ama o deveye altı kişiyi ortak etmeyi niyetlenirse caiz olur. Çünkü onu satın almakla bütününü kendine vâcip kılmış değildir. Satın alırken yok da, deveyi kendine vâcip kılmadan altı kişiyi ortak kabul ederse caiz olur. En iyisi, satın almayı o altı kişi yahut onlardan biri diğerIerinin emriyle yapmalıdır. Tâ ki işin başında ortaklık sabit olsun.» "Çünkü onu satın almakla bütününü kendine vâcip kılmış değildir." sözü gösteriyor ki, kendisine vâcip kılmanın mânâsı, kendisi için satın alması yahut aldıktan sonra ibadetiniyet etmesidir. Bu ibarenin bir misli de Lübab şerhindedir. Orada, "Yani niyeti kendisi için tayin ve tahsis etmesidir." denilmiştir. Bunu öğrendikten sonra bil ki suretler altıdır:

1) O kimse deveyi ya hassaten kendisi için satın alır yahut

2) Niyetsiz satın alır da sonra kendisi için tayin eder.

3) Yahut niyetsiz satın alır, kendisi için tayin de etmez.

4) Yahut ortak olmak niyetiyle satın alır.

5) Yahut altı kişiyle birlikte;

6) Veya onların emriyle kendisi satın alır. Binaenaleyh şarihin, "İbadet niyetiyle satın alınan" demesi, mutlak şekliyle sahih değildir. Bu söz, ilk iki suretten geri kalan şekillere mahsustur. Lâkin bu tafsilâtın fakire yorumlanması gerekir. Çünkü zengine, satın almakla o hayvanı kurban etmek vâcip olmaz. Buna delil, Bedâyi´nin kurban bahsinde Asıl´dan nakledilen şu sözdür: «Bir kimse kendi namına kurban etmek için bir inek satın alır da, başkalarını ona ortak ederse, hepsine kâfi gelir. En iyisi bu ortaklığı satın almadan yapmaktır.» Bedâyi sahibi, "Ulemanın hepsine kâfidir sözü, zengine yorumlanmıştır. çünkü zengine bu hayvan taayyün etmemiştir. Fakire gelince: O hayvana başkasını ortak etmesi caiz olmaz. Çünkü kurban etmek için satın almakla onu kendisine vâcip kılmıştır. O hayvan taayyün etmiştir." diyor. Lakin Hâniyye sahibi kurban meselesinde zenginle fakir arasında fark göstermemiştir.

«Velev ki ibadet cinsleri muhtelif olsun.» Fetih´te Asıl ile Mebsut´tan naklen şöyle denilmiştir: «Hacc kurbanlarından bir kimseye ne vacip olursa, ona kendilerine kurban vâcip olmuş altı kişiyi ortak edebilir. Velev ki cinsleri muhtelif olsun da, kimisi temettu, kimisi ihsar, av cezası vesaire için lâzım gelsin. Ama hepsinin bir cinsten olması daha makbuldür.» Bahır´da da burada buna benzer bir ibare zikredilmiştir. Bundan anlaşılır ki, Bahır sahibinin kırân ve cinayetler bâblarında, "Cinayetlerde ortaklık kâfi değildir. Şükür kurbanı bunun hilâfınadır." demesi söz götürür. Biz buna cinayetler bâbının başında tembihte bulunmuştuk.

METİN

Haccda her şeyde bir koyun caizdir, yalnız rükün tavafını cünüp veya hayızlı olarak yapana ve vakfeden sonra evvelce geçtiği vecihle tıraş olmadan cima edene kâfi gelmez. Tetavvu için götürdüğü hedy hayvanı Harem´e ulaşırsa, ondan ve yalnız temettu ile kırân hayvanlarından yemesi caizdir. Hattâ kurbanda olduğu gibi menduptur. Başka kurbanlardan yerse, yediğinin kıymetini öder.

İZAH


«Haccda her şeyde...» Yani hacca taallûk eden şükür, cinayet, ihsar ve nâfile gibi her kan için bir koyun caizdir. Nehir sahibi diyor ki: «Burada deve nezredene koyun kâfi değildir diye itiraz vârit olamaz.»

«Yalnız rükün tavafını ilh...» istisna etmektedir ki, burada deve boğazlamak vâcip olur. Bu iki yerin üçüncüsü yoktur. Lübab. Lübab şârihi diyor ki: «Bu iddia söz götürür. Çünkü yukarıda geçti ki, bir kimse vakfeden sonra ölür de haccının tamamlanmasını vasiyet ederse, ziyaret tavafı için bir deve vâcip olur ve haccı caizdir. Keza İmam Muhammed´e göre devekuşu öldürene bir deve vâcip olur. Sonra haccda demesi, umreden ihtiraz içindir. Umrede rüknü olan tavaftan önce cima etmekle veya onun tavafını cünüp, hayızlı veya nifaslı olarak eda etmekle deve vâcip olmaz.»

«Evvelce geçtiği vecihle tıraş olmadan cima edene kâfi gelmez.»

Tıraş olduktan sonra cima ederse, vâcip olup olmayacağı ihtilâflıdır. Bir koyun vâcip olması tercih edilmiştir. Bunu Halebî Bahır´dan nakletmiştir. Mesele evvelce cinayetler bahsinde geçmişti. H.

«Tetavvu için götürdüğü hedy hayvanı Harem´e ulaşırsa...» Bunu Harem´e ulaşırsa diye kaydetmesi, fakirlerden başkası ondan faydalanmak için hayvanın Harem´e ulaşması şart olduğu içindir. Nitekim ileride gelecektir. Bahır´da beyan edildiğine göre, bu kayda hacet yoktur. Çünkü o hayvan Harem´e ulaşmadan hedy değildir. Binaenaleyh musannıfın ibaresinde dahil değildir ki, çıkarmaya hacet kalsın. Bahır sahibi şöyle demiştir: «İkisinin arasında fark şudur: Hayvan Harem´e ulaşırsa, orada kurbet kan akıtmakla olur. Bu da olmuştur. Şu halde yenilmesi kurbetten sonra demektir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:50:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #37 : 23 Mart 2010, 00:50:26 »

METİN

Mükellef bir kimse yürüyerek hacca gitmeyi nezrederse, esah kavle göre evinden yürüyerek gitmesi vâciptir ve farz tavafı yapıncaya kadar yürür. Çünkü rükünler bununla biter. Bütün yolculukta veya ekserisinde vasıtaya binerse, kurban kesmesi lazım gelir. Yolun az bir kısmında binerse, hesabına göre sadaka verir. Ama Mescid-i Haram´a veya Medinemescidine yahut başkalarına yürümeyi nezrederse, bir şey lazım gelmez. İhramlı bir cariye satın alırsa, velev izinle ihrama girmiş olsun onu ihramdan çıkarabilir. Bunda bir kerahet de yoktur. Çünkü vad´inden dönmüş değildir. İhramdan çıkarması, cariyenin saçını kısaltmak veya tırnağını kesmek yahut koku sürmekle olur. Sonra onunla cima eder. Bu şekil, cima İle ihramdan çıkarmaktan daha iyidir. Keza İhramlı hür bir kadın nikâh ederse, ihramı nâfileye olduğu takdirde hüküm yine budur. Kadının mahremi varsa, farz için ihramlanması bunun hilâfınadır. Mahremi yoksa o kadın muhsaradır; hedy kurbanı kesinceye kadar ihramdan çıkamaz. Bir kimse karısına nâfile ihram için izin verirse, artık ondan dönemez. Çünkü kadın menfaatlerine maliktir.

İZAH

"Vaciplik" sözü, "evinden yürüyerek gitmesi" cümlesine râcîdir. Esah kaye sözü ise, her ikisinde vâcip olduğuna râcidir. Birincinin mukabil aslı yani İmam Muhamed´in Mebsut´unun rivayetidir. Ona göre inmek, binmek ikisi arasında muhayyerdir. İmam-ı Âzam´dan rivayet edilen "Binek efdaldir." kavline de mukabildir. İkincinin mukabili,"Vücubun yeri, yürümeye mikattan başlamaktır." kavli ile. "ihrama girdiği yerden vacip olur." sözüdür. Çünkü haccın başı ihram, sonu tavaf-ı ziyarettir. Binaenaleyh iltizam ettiği kadarı kendisine lazım gelir. itimat edilen kavil, sahihlenen birinci kavildir. Zira Ebû Hanife´den rivayet olunduğuna göre, Bağdatlı biri, "Filân kişiyle konuşursam yürüyerek haccetmek boynuma borç olsun." der de o kimseye Kûfe´de rastlayıp konuşursa, Bağdat´tan yürüyerek haccetmesi lâzım gelir. Tamamı Fetih ile Bahır dadır.

T E M B İ H:
Ulemanın buradaki açık sözleri, yürüyerek haccın binek haccdan efdal olduğunu göstermektedir. Şarihin hacc bahsinin başında söyledikleri bunun hilâfınadır. Biz de ona söyleyeceklerimizi orada söylemiştik.

«Ve farz tavafı yapıncaya kadar yürür.» Umreyi nezretmişse bu, tıraş olmakla sona erer. Lübab. Lübab şarihi diyor ki: « Bunun haccda kıyası, ihramından çıkmak için tavaftan önce veya sonra tıraş olmasıyla kayıtlamaktır.»

Ben derim ki: Lâkin haccda mücerret tavaf, kadınlardan başka her şeyi helâl kılar.

«Yolun az bir kısmında binerse...» bindiği miktar için orta bir koyunun kıymeti üzerinden sadaka vermesi lâzım gelir. Bahır.

«Bir şey lâzım gelmez.» Çünkü orada, bir ibadeti üzerine almak âdet olmamıştır. Bir de Medine mescidine ihramsız girmek caizdir. Binaenaleyh ona yürümeyi nezretmekle ihramı nezretmiş sayılmaz. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir.

«İhramlı bir cariye satın alırsa.» Keza ihramlı bir köle satın alırsa, onu da ihramdan çıkarabilir. Bahır.

«Velev izinle...» Yani satanın izniyle ihrama girmiş olsun. Onu ihram dan çıkarabilir.

«Çünkü va´dinden dönmüş değildir.» Yani müşteri va´dinden dönmüş değildir. Çünkü ona bir va´dde bulunmamıştır. Satıcının izin vermesi bunun hilâfınadır. Çünkü ona bu cariyeyi ihramdan çıkarmak mekruh idi. Nitekim Bahır´da böyle denilmiştir.

«Saçını kısaltmakla olur ilh...» ifadesi gösteriyor ki, ihramdan çıkarmak, "seni ihramdan çıkardım" demekle sabit olmaz. Bilâkis ya kendi fiili veya kendi emriyle cariyenin taranması gibi bir fiiliyle olur. Bahır.

Ben derim ki: Bu şunu da ifade eder ki; cariyeyi ihramdan çıkarmak hacc fiillerine bağlı değildir. O mücerret yasak bir fiili yapmakla ihramdan çıkar. Bunu ulemanın açıkça söyledikleri şu sözle itiraz edilemez:

«Haccı fâsit olan kimse, İhramdan ancak fiillerle çıkar. O kimseye bunlarla ihramdan çıkmak lâzım gelir.» Nasıl ki Şurunbulâlî cinayetler bahsinde bunu tevehhüm etmiştir. Çünkü terk etmeye memur olanla, kendisine yasak edilen arasında açık fark vardır. Görmüyor musun iki hacc için ihrama giren kimseye bunlardan birini terk etmesi ve tıraş olarak ihramdan çıkması lâzım gelir. Fiilleri lâzım değildir. Düşman veya hastalık sebebiyle ihsarda kalan da öyledir. Hedy kurbanı keserek ihramdan çıkar. Burada da öyledir. Çünkü cariye sahibinin hakkından dolayı hacca devam etmekten menedilmiştir. Zevce de öyledir.

Haccı fâsit olana gelince: Cinayetler bahsinde tembih ettiğimiz gibi; o kimse fâsit haccına devam etmeye memurdur. Musannıfın bu sözü şunu da ifade eder ki; her ikisinin ihramdan çıkmaları hedy kurbanına bağlı değildir. Velev ki üzerlerine vâcip olsun. Nitekim Lübab´da açıklanmıştır. Bunlara düşen, şayet ihramları hacc için ise, bir hedy göndererek gelecek yıl hacc ve umre yapmaktır. İhramları umre içinse, sadece bir umre yapmaktır. Köleyle cariye bunu âzâd olunduktan sonra yaparlar. Nitekim ihsar bâbının başında arzetmiştik.

«Bu şekil daha iyidir.» Çünkü cima ihram yasaklarının en büyüğüdür. Hattâ buna fesat taallûk eder. Bahır. Bahır sahibi bundan sonra şunu zikretmiştir: «Cariye ile cima etmek, onun ihramlı olduğunu bilirse kendisini ihramdan çıkarmaktır. Bilmezse ihramdan çıkarmak değildir ve haccı fâsit olur.»

"Keza..." Yani kadını ihramdan çıkarabilir ve ihramdan çıkarması hedy kurbanını kesinceye kadar gecikmez. Bahır.

«Kadının mahremi varsa, farz için ihramlanması bunun hilâfınadır.» Çünkü bu takdirde kadında bütün vücup şartları mevcut demektir. Artık kocası ona mâni olamaz. H.

«Muhsaradır.» Çünkü mahremi yoktur. Kocası onu menedebilir. Zira kendisinin karısıyla beraber gitmesi vâcip değildir. Kadın şer´an muhsaradır.

«Hedy kurbanı kesinceye kadar ihramdan çıkamaz.» Yani nâfile haccda olduğu gibi, kocasıonu derhal ihramdan çıkaramaz. İhramdan çıkarması hedy kurbanını kesinceye kadar gecikir. Bu, iki kavilden biridir. Bunu Mensik-i Kebir sahibi, Kerhî ile Mebsut´a nisbet etmiştir. Kocasının hedy kurbanı kesmeden ihramdan çıkabileceğini de Asıl adlı kitaba nisbet etmiştir. Nitekim Lübab şerhinde belirtilmiştir. Şu halde Asıl´ın rivayetine göre, nâfile ile farz arasında fark yok demektir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:54:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #38 : 23 Mart 2010, 00:54:15 »

HACClN SADAKADAN EFDAL OLDUĞU; CUMA GÜNÜ VAKFENİN FAZÎLETİ VE HACC-l EKBER



METİN


Mükâtep cariye de öyledir. Hâlis cariye bunun hilâfınadır. Meğer ki sahibi cariyesine izin vermiş olsun. Bu takdirde kocası ona mâni olamaz.

FER´Î MESELELER:

1)
Zenginin haccı fakirin haccından efdaldir.

2) Farz hacc, anneye-babaya itaattan evlâdır. Nâfile hacc bunun hilâfınadır.

3) Kışla yaptırmak nâfile haccdan evlâdır. Sadaka hakkında ihtilâf edilmiştir. Bezzâziye´de haccın efdal olduğu tercih edilmiştir. Çünkü haccda hem mal, hem beden hususunda meşakkat vardır. Ebû Hanife, haccettiği vakit meşekkatı gördüğünde bununla fetva vermiştir.

4) Cuma günü yapılan vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır. O vakfede her ferdin günahları vasıtasız affolunur.

İZAH

«Mükâtep cariye de öyledir.» Çünkü bir vecihten hür olmuş sayılır.T.

«Hâlis cariye bunun hilâfınadır.» Ona izin verdikten sonra dönebilir. Çünkü cariyeye menfaatlerini temlik etmiştir. Menfaatler ise temlik edilemez. Binaenaleyh söz efendisinindir. T. Lâkin dönmesi mekruhtur. Nitekim geçmişti.

«Kocası ona mâni olamaz.» Çünkü cariye, evlendikten sonra dahi sahibinin tasarrufundadır. Sahibi onu hizmetinde kullanabilir. Kocasıyla başbaşa bırakması vâcîp değildir. T.

«Zenginin haccı fakirin haccından efdaldir.» Çünkü fakir, farzı Mekke´den eda eder. Oraya gitmek hususunda gönüllü sayılır. Farzın fazileti ise tetavvuun faziletinden daha çoktur. Bunu Halebî Minah´tan nakletmiştir. Ama bu, Tahtâvî´nin dediği gibi ancak farz olan haccda, bir de her İkisi mikâttan ihrama girdiklerinde meydana çıkar. İkisi de memleketinde ihrama girerlerse, gitmenin vücubunda müsavi olmuşlardır.

«Farz hacc anneye-babaya itaatten evladır.» Çünkü Hâlik´a (Allah´a) ma´siyet olan yerde mahlûka itaat yoktur. Lâkin bu, onun yolculuğu sebebiyle helâk olmayacaklarına göredir. Zira hacc bahsinin başında beyan edildiğine göre, izin alması vâcip olan bir kimseden izinsiz hacca gitmek mekruhtur. İzin alması vâcip olanlar, kendi hizmetine muhtaç olan anne ve babası gibi kimselerdir. Anne-baba bulunmadığı zaman dedelerle ninelerin de onlar gibi olduğunu söylemiştik.

«Nâfile hacc bunun hilafınadır.» Yani anneye-babaya itaat mutlak surette nâfile haccdan evlâdır. Nitekim bunu Bahır´dan nakletmiştik.

«Bezzâziye´de haccın efdal olduğu tercih edilmiştir.» Bezzâziye sahibi şöyle demiştir: «Sadaka nâfîle haccdan efdaldir. İmam-ı Âzam´dan böyle rivayet olmuştur. Lâkin kendisihaccedip meşekkatı görünce, haccın efdal olduğuna fetva vermiştir. Onun muradı şudur: Nâfile haccederek bin dirhem harcarsa, bu parayı muhtaçlara sadaka vermek daha yerinde olur. Yoksa maksadı bir kuruş sadaka vermek, Allah yolunda bin dirhem harcamaktan efdal demek değildir. Haccda çekilen meşekkat hem mala, hem bedene ait olduğundan, muhtar kavle göre haccı sadakadan üstün görmüştür.»

Rahmeti diyor ki: «Hak olan, tafsilâta gitmektir. Hangisine ihtiyaç daha çok ve menfaati daha şumüllü ise, o daha faziletlidir. Nitekim hadis-i şerifte, "Bir hacc on gazadan efdaldir", buyrulmuştur. Bunun aksi de rivayet olunmuştur. Binaenalyh hangîsi daha faydalıysa o daha fazîletlidir diye yorumlanır. O kimse daha cesur ve harpte daha faydalıysa, cihadı haccından efdaldir. Bunun aksine ise haccı efdaldir. Kışta yaptırmak da öyledir. İhtiyaç varsa, sadakadan ve nâfile haccdan evlâdır. Fakir muztar kalmışsa, yahut salah ve takva ehlinden veya Peygamber (s.a.v.)´in sülalesinden ise, ona ikramda bulunmak, birkaç haccla umreden ve kışla yaptırmaktan efdal olur. Nitekim Müsâmerât´da hikâye edildiğine göre: bir adam hacca niyet ederek bin altın hazırlamış, giderken yolda bir kadına rastlamış. Kadın, "Ben Peygamber (s.a.v)´in sülalesindenim ve zaruret içindeyim." demiş. Bunun üzerine elinde olan bütün parayı kadına vermiş. Memleketinin hacıları döndüğü vakit onlardan hangisine rastlarsa, buna "Allah senden kabul etsin." dermiş. O da hacıların böyle demesine şaşarmış. Derken rüyasında Peygamber (s.a.v.)´i görmüş. O kendisine, "Sen hacıların Allah senden kabul etsin demesine mi şaşıyorsun?" diye sormuş. "Evet ya Rasulullah!" deyince şöyle buyurmuşlar: "Gerçekten Allah senin şeklinde bir melek yarattı. Senin yerine o haccetti. Benim sülâlemden nâçar kalan bir kadına ikramda bulunduğun için, o melek senin namına kıyamete kadar haccedecek." Şu zâtın nâil olduğu ikrama bak!.. Buna, defalarca haccederek ve kışlalar yaptırarak nâil olmamıştır.»

«Cuma günü yapılan vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır.» Şurunbulâliyye´de Zeylâî´den naklen şöyle denilmiştir: «Günlerin en faziletlisi, cumaya rastlayan arefe günüdür. O, cumaya rastlanmayan yetmiş haccdan daha faziletlidir. Bunu Rezîn b. Muâviye Tecrid-i Sıhah´ta rivayet etmiştir.» Menâvi´nin bazı hâfızlardan nakline göre bu hadis bâtıldır, aslı yoktur. Evet İmam Gazâlî´nin İhya´da beyan ettiğine göre, Seleften biri, "Arefe günü cumaya rastlarsa, bütün Arafat´takilerin günahları affolunur." demiştir. Dünyada en faziletli gün odur. Rasulullah (s.a.v.) Vedâ Haccını o gün yapmıştır. Vakfe halinde iken (Size dininizi bugün ikmâl ettim ve size olan ni´metimi tamamladım...) âyeti inmiştir. Bunun üzerine Ehl-i Kitap olanlar, "Bu âyet bize inseydi, mutlaka biz bu günü bayram ederdik." demişler, Ömer (r.a.) de, "Ben şahidim! Gerçekten bu âyet, iki bayram olan bir günde, yani hem arefe hem cuma olan günde Rasulullah (s.a.v.)´e Arafat´ta vakfe esnasında indi." demiştir.

«Vasıtasız affolunur.» Sindî´nin Mensik-i Kebir´inde şöyle denilmektedir: Eğer, bütün vakfe yapanların mutlak surette affolunacağı rivayet edilmiştir. Şu halde bunu cuma gününe tahsis etmenin vechi nedir? denilirse; şöyle cevap verilir: Çünkü cuma gününde vasıtasız affedilir. Başka günde ise vasıtayla bağışlanır. Bazıları, cuma gününün vakfesinde haccedenlere de, etmeyenlere de günahları affolunur. Başka günlerde ise yalnız hacıların günahları affolunur demişlerdir. Vakfe yerinde haccı kabul olunmayanlar da bulunabilir. Onun günahı nasıl affedilir? denilirse şöyle cevap verilir: Caiz ki günahları affolunur da hacc-ı mebrur sevabı verilmez. Mağfiret, kabulle kayıtlı değildir. Bu şunu icabeder ki, bütün hadisler vakfe yapanların günahları affolunur şeklinde rivayet olunmuştur. Blnaenaleyh bu kayıt mutlaka lâzımdır. Allahu a´lem!

T E T İ M M E: Allâme Nûh Efendi, hacc-ı ekberi tahkik için yazdığı risalesinde şöyle demiştir: «Söylenildiğine göre hacc-ı ekber (en büyük hacc) Rasulullah (s.a.v.)´ın haccettiği senedir. Meşhur olan da budur. Bazıları cumaya rastlasın rastlamasın arefe günü olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr ve başkaları buna kaildirler. Birtakımları, hacc-ı ekber kurban bayramı günüdür demişlerdir. Hz. Ali (r.a.) ile İbn-i Ebi Evfâ ve Muğîre b. Şu´be´nin kavilleri budur. Bazıları da Mina günlerinin hepsi hacc-ı ekber olduğunu söylemişlerdir. Mücahid ile Süfyan-ı Sevrî´nin kavillerl de budur. Mücahid, "Hacc-ı ekber kırândır, hacc-ı asgar (küçük hacc) da ifrâddır." demiş, Zührî ile Şa´bî ve Atâ, ekberin hacc; asgarın umre olduğunu söylemişlerdir.»

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

23 Mart 2010, 00:57:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #39 : 23 Mart 2010, 00:57:00 »

Haccın Büyük Günahları Örtmesi



METİN

5)
Yatsının vaktiyle vakfe daralırsa, namazı bırakır ve Arafat´a gider. Çünkü güçlük vardır.

6) Hacc büyük günahları örter mi örtmez mi? Bazıları buna evet cevabını vermişlerdir ve Müslüman olan harbî gibidir demişlerdir. Birtakımları insana taallûk etmeyen günahları örteceğini söylemişlerdir ve Müslüman olan zımmî gibidir demişlerdir. Kadı iyâz diyor ki: Büyük günahları ancak tevbenin örteceğine Ehl-i Sünnet uleması ittifak etmişlerdir. Borcun sâkıt olduğunu söyleyen yoktur. Velev ki namaz ve zekât gibi Allah Teâlâ´nın hakkı olan borç olsun. Evet uzatmanın, namazı geciktirmenin ve benzerlerinin günahı sâkıt olur. Kefaret olur diyenlerce tekfirin mânâsı budur.

İZAH

«Yatsının vaktiyle vakfe daralırsa...» Meselâ yatsıyı kılmak için yolda durmuş olsa, Arafat´a varmadan fecir doğacaksa, yahut Arafat´a giderek vakfeyi yapsa, yatsının vakti geçecekse namazı bırakır. Sirâc sahibi bu yoldan yürümüştür. Lübab şarihi ise aksini tercih etmiştir. Çünkü bir özürden dolayı vakfeyi tehir etmek, hele de gelecek sene tedariki mümkünse caizdir. Fakat şeriatta başka bir farzı yapmak için vakti gelmiş farzı terk etmek yoktur. Naklî ve aklî delillerden zâhir olan ve akla gelen budur. Râfiî de bunu tercih etmiştir. Şâfiî imamlarından Nevevi buna muhaliftir. Nuhbe sahibi diyor ki: «Caizdir diyenlerin kavline göre, yürürken îmâ ile namaz kılar, sonra ihtiyaten onu kaza eder. Bu güzel bir sözdür ve iyi bir ara bulmadır.»

«Bazıları evet cevabını vermişlerdir.» Çünkü İbn-i Mâce´nin Süneninde Abdullah b. Kinâne b. Abbas b. Mirdâs´tan, ona da babası dedesinden naklen haber vermiş olmak üzere rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: «Rasulullah (s.a.v.) arefe günü akşam üzeri ümmeti için dua etti de kendisine, "Ben onların zâlimden maada hepsinin günahlarını affettim. Çünkü zâlimden mazlumun hakkını alacağım", diye cevap verildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), "Ey Rabbim! Sen dilersen mazluma cenneti verir, zâlimi de affedersin." dedi. Arefe günü akşamı kendisine cevap verilmedi. Ertesi sabah Müzdelife´de bu duayı tekrarladı ve dileğî kabul edildi...»

İbn-i Hibbân, "Kinâne´nin kendisinden oğlunun rivayet ettiği hadis münkerdir. Oğul-baba her ikisiyle ihticac olunmaz." demiştir. Beyhâkî de şunları söylemiştir: «Bu hadisin birçok şahitleri vardır. Biz onları Kitabü´şşüab´da zikrettik. Eğer hadis, şahitleriyle sahih ise, huccet teşkil eder. Değilse, Allah Teâlâ, "Bundan aşağısını dilediğine affeder" buyurmuştur. Şirkten gayrı kulların birbirine zulmünü da bağışlar.»

İbn-i Mübârek´in rivayet ettiğl bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki Allah Azze ve Cell Arafat´ta ve Meş´ar-i Haram´da duranları affetmiş, mes´uliyetleriniüzerine almıştır. Bunun üzerine Ömer kalkarak, "Ya Rasulallah! Bu yalnız bize mi mahsus?" diye sormuş. Rasulallah (s.a.v.), "Size ve sizden sonra kıyamet gününe kadar gelenleredir" buyurmuş. Ömer (r.a.) de, "Rabbimizin hayrı çoktur." demiştir. » Tamamı Fetih´tedir. Fetih sahibi başka hadisler de rivayet etmiştir. Hâsılı İbn-i Mâce hadisi zayıf da olsa onu sahihleyecek şahitleri vardır. Âyet dahî onu te´yîd etmektedir. Buhâri´nin merfu olarak rivayet ettiği şu hadis dahi ona şahittir: «Bir kimse hacceder de kötülük konuşmaz, fâsıklık yapmazsa, günahlarından anasının doğurduğu gün gibi döner.»

Müslim´in merfu olarak rivayet ettiği şu hadis da öyledir: «İslâm, kendinden öncekini yıkar hicret kendinden öncekini yıkar: hacc dahi kendinden öncekini yıkar.» Lâkin Ekmel´in Meşârik şerhinde bu hadisi şerhederken bildirdiğine göre; harbînin bütün günahları; İslâmiyet, hicret ve haccla sâkıt olur. Hattâ insan öldürürse, ve malını alıp düşman memleketine götürse, sonra Müslüman olduğu takdirde kendisine hiçbir hesap sorulmaz. Bu izaha göre, maksadını elde etmek için Müslüman olması kâfi idi. Lâkin Peygamber (s.a.v.) onun müjdesini te´kîd, bey´atını tergib için hicretle haccı da zikretmiştir. Zira hicret ile hacc, yapılan zulümlere kefaret olmazlar. Onların büyük günahları mahvettiği kesin söylenemez. Ancak küçük günahları örterler. Zımmînin Müslüman olması gibi, kimsenin hukukuna temas etmeyen büyük günahları da mahvettikleri söylenebilir. Bu satırlar Meşârik şerhinden kısaltılmıştır. İmam Tibî dahi şerhinden böyle zikretmiş, şarihlerin buna ittifak ettiklerini söylemiştir. Nevevî ile Kurtubî dahi Müslim şerhinden bunu söylemişlerdir. Bahır´da da mezkûrdur. Lübab şerhinde şöyle denilmiştir: «Tîbî, "Hacc büyük günahları ve zulümleri yıkar." demiştir. Hanefîlerden Emir Padişah ile Şâfiîlerden İbn-i Hacer-i Mekkî arasında garip bir münakaşa olmuştur. Emir Padişah Tîbî´nin sözüne meyletmiş. İbn-i Hacer ise Cumhur´un kavlini tutmuştur. Ben bu meseleyi açıklamak için bir risale yazdım.»

Ben derim ki: Fetih sahibinin zâhir olan sözüne bakılırsa, o haccın zulümlere de kefaret olduğuna meyletmektedir. İmam Serahsî dahi Siyer-i Kebir şerhinde bu yoldan yürümüş; Allah için sabrederek ölen şehidi buna kıyas etmiştir. Bunu Menâvî de Kurtubî´ye nisbet etmiş ve şöyle demiştir: «Bu büyük günahlara ve mes´uliyetlere şamildir. Kurtubî de buna kaildir. Kadı İyâz bu zulümlere nisbetle tevbe edip de icabını yapmaktan âciz kalana yorumlanmıştır. demiştir.» Tirmizî de bunun Allah Teâl´ânın hakkına müteallik günahlara mahsus olduğunu; kulların günahlarına taallûku olmadığını söylemiş ve, "Bizzat hak sâkıt olmaz. Bilâkis üzerinde namaz borcu olanın namazı geciktirmekle günahı sâkıt olur. Ondan sonra bir daha geciktirecek olursa günah yenilenir." demiştir. Bahır´da da buna benzer bir ifade vardır. Burhan-ı Lakkânî bunu Cevheratü´t Tevhid şerhinde tahkik etmiş; «Peygamber (s.a.v.)´in, "Günahlarından çıkar." buyurması, Allah haklarıyla kullarının haklarına şâmildeğildir. Çünkü bunlar zimmette olup günah değildirler. Günah olan onları uzatmaktır. Düşen de sadece Allah Teâlâ´ya muhalefetten doğan günahtır.» demiştir.

Hâsılı borç vesaireyi geciktirmekle ve Allah haklarından namaz ve zekât gibileri geciktirmekle sadece geciktirme günahı sâkıt olur. Asılları sâkıt olmaz. İleride geciktirilecek olanlar da sâkıt olmaz. Bahır sahibi diyor ki: «Şu halde kefaret olmanın mânâsı, birçok kimselerin zannettiği gibi, borcun o kimseden sâkıt olması değildir. Keza namazın, orucun ve zekâtın da kazaları sâkıt olmaz. Çünkü bunu hiçbir kimse söylememiştir.» Bununla anlaşılır ki, şarihin, "Müslüman olan harbî gibi" sözü yersizdir. Çünkü Halebînin dediği gibi bizzat hakkın sâkıt olmasını gerektirir. Bildiğin gibi buna kail olan yoktur. Bilâkis bu hüküm, Ekmel´den naklettiğimiz gibi harbîye mahsustur.

Ben derim ki: Bazen bizzat hak sâkıt olur denilebilir. Kul hakkı olsun Allah Teâlâ´nın hakkı olsun; edasına imkân bulamadan ölür de ödeyecek malı bulunmazsa, bizzat hak da sâkıt olur. Çünkü geciktirmenin günahı sâkıt olur da, bir daha günah işlemezse, bizzat hakkın sâkıt olmasına bir mâni yoktur. Allah Teâlâ´nın hakkında bu zâhirdir.

Kul hakkına gelince: Allah Teâlâ hasmını ondan razı eder. Nitekim hadiste geçmiştir. Zâhire bakılırsa, zulümlere de kefaret olur diyenlerin murada budur. Aksi takdirde onların kefaret olmasını söylemeye mahal yoktur. Şu da var ki, bizzat borcu vermeyip uzatmak dahi kul hakkıdır. Çünkü bunda hakkını geciktirmekle o kula cinayet vardır. Madem ki ulema bunun sâkıt olduğunu söylemişlerdir, acz halinde borcun kendisi de sâkıt oluversin. Nitekim Kadı İyâz´dan naklen yukarıda geçti. Lâkin iyâz´ ın tevbe ve aczle kayıtlaması zâhir değildir. Çünkü tevbe bizzat kefaret olur. O ancak Allah´ın hakkını ıskat eder, kul hakkını ıskat etmez. Binaenaleyh yukarıda geçen hadislerin iktizasınca ıskat eden hacc olarak taayyün eder.

«Borcun sükutuna kail olan yoktur.» sözüne gelince: Biz de evet deriz. Ama bu, haccdan sonra ödemeye kâdir olduğuna göredir. Şarihlerin gecen sözleri buna yorumlanır. O zaman şarihimizin "Müslüman olan harbî gibi" sözü bu itibarla sahih olur. Sonra bilmiş ol ki, ulemanın hicret ve haccın büyük günahlara kefaret olduğunu caiz görmeleri, Kadı İyâz´ın, "Büyük günahlara tevbeden başka hiçbir şey kefaret olamayacağına icma vardır." demesine aykırıdır. Bâhusus yapılan zulümlere de kefaret-tir diyen kavle aykırıdır. Hattâ borcu uzatma ve namazı geciktirme günahına da kefaret olduğunu bildiren kavil bile buna aykırıdır. Çünkü bu büyük bir günahtır, hacc ona tevbesiz kefaret olmuştur. Teâlâ Hazretlerinin, "Bundan aşağısını dilediğine affeder." âyet-i kerimesine dahi aykırıdır. Ehl-i Hakkın îtikadı şudur ki: Küfürden maada bütün büyük günahları ısrarla işleyerek ölen bir kimse şefaat sayesinde yahut sırf Allah´ın fadl-u keremiyle affolunur. Hâsılı Bahır´da denildiği gibi mesele zannîdir. Kul hakları şöyle dursun, haccın Allah haklarının büyüklerine bile kefaret olacağı kesinliklesöylenemez. Allah-u a´lem!


Kabeye Girmek, Kâbe Örtüsünü Kullanmak Ve Harem Dışında Cinayet İşleyerek Harem´e Sığınmak



METİN


İbn-i Mâce´nin rivayet ettiği, "Peygamber (s.a.v.)´in kanlar ve zulümler hakkındaki duası bile kabul olunmuştur." hadisi zayıftır.

7) Kendine veya başkasına eziyet vermeyecekse. Kâbe´nin içine girmek menduptur. Avam takımının Urvetü´l-Vüskâ dedikleri ve onun ortasındaki dünyanın göbeği adını verdikleri çivinin aslı yoktur Kâbe örtüsünü Benî Şeybe kabîlesinden satın almak caiz değildir Bu, ya imamdan, yahut naibinden satın alınır Alan kimse o örtüyü giyebilir Velev ki cünüp veya hayızlı olsun.

Burası Kâbe´nin duvarında yüksek bir yerdir.

8) Harem-i Şerif´te insan öldürülmez. Meğer ki kâtil orada insan öldürmüş olsun.

İZAH

"Zayıftır." Yani râvileri arasında Kinâne ile oğlu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes