> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Kendimiz Olabilmek
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kendimiz Olabilmek  (Okunma Sayısı 934 defa)
28 Nisan 2010, 17:06:23
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 28 Nisan 2010, 17:06:23 »



Kendimiz Olabilmek

İslâm, insana kendi aslına dönmesi için yapılmış bir çağrıdır. İlâhi emir ve yasaklar, bize sahte kimlik ve maskeleri bir kenara bırakmamızı söyler. Amaç, “Ben kimim?” sorusuna doğru cevap vermek ve bu cevaba göre yaşamaktır.

Uzun bir süredir kendi benliğimizden uzakta yaşıyoruz. Kendimiz olma vasfını yitirdiğimiz için kendimize ait bir hayat alanından yoksunuz. Etrafımızdaki çizgiler, renkler, sınırlar, tonlamalar başkalarına ait. Bunun yol açtığı yabancılaşma duygusu hepimizde bir rahatsızlığa, bir oturmamışlığa neden oluyor. Adını koymaktan kaçıyoruz ama Türkiye ve İslâm dünyası “kendisi olamama” hastalığının pençesinde yaşıyor.

Oysa İslâm’ın tarih sahnesine çıkışı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve adaletin muhafızı olan insanın kendi aslını, özünü bulması hareketidir. Tevhid inancının insana bakan yüzü budur: Eşref-i mahlukat olarak insan, her tür puttan, sahte otoriteden, kendi nefsinden uzak duracak, onlara başkaldıracak ve asıl mabuduna yönelecek...

Cenab-ı Hak insanın bu asıl vasfını vurgulamak için, bizim ibadet ediş şeklimizi bile farklı kılmış. İnsan, yaratanına bilinçsiz bir şekilde ve herhangi bir biçimde değil, belli bir şuur ile ve sünnet-i seniyyeyi takip ederek ibadet edebilir. Çünkü insanın özü, yaratıcısına olan borcunu ödemektir. Nitekim din kelimesi, d-y-n kökünden türetilmiştir ve “borcunu ödemek” manasına gelir. Rabbine borcunu ödemeyen, insan olma vasfının en önemli rüknünü yitirmiş demektir. Bu manada insanın Allah’a inanması ve O’nun rızasına uygun bir hayat yaşaması, “kendini bulma” mücadelesinin nihai amacıdır.

İslâm, insana kendi aslına dönmesi için yapılmış bir çağrıdır. İlâhi emir ve yasaklar, bize sahte kimlik ve maskeleri bir kenara bırakmamızı söyler. Amaç, “Ben kimim?” sorusuna doğru cevap vermek ve bu cevaba göre yaşamaktır. Sanılanın aksine bu sorunun cevabı soyut felsefi bir önerme değildir. Metafizik, psikolojik ve sosyal manada doğru cevaplandığında bu soru, hayatımıza yön verir. Aldığımız kararları, tercihlerimizi, ilişkilerimizi belirler. “Kendini bil!” demek, “nasıl yaşayacağını bil” demektir. Bu yüzden İslâm düşüncesi kendini bilmekle Rabbini bilmek arasında yakın bir ilişki kurmuştur. Kendini bilen Rabbini bilir, çünkü Rab olmadan insanın tanımı eksik kalır. İnsanı yoktan yaratan Rabbimiz olduğu gibi, hepimizin döneceği nihai son da O’dur. Hadis olarak da nakledilen “Kendini bilen şüphesiz Rabbini bilmiştir.” sözü, bu hakikati işaret eder.

Orta ümmet olabilmek


Kendini bilmekle sahih ve sahici bir yaşam biçimi arasında doğrudan bir irtibat vardır. Modern yaşam düzeninin bize ihanet ettiği yer tam da burasıdır. Modern tüketim kültürü, bizi sürekli başka, dışımızda, sahte ve gölge kimliklere sahip olmaya zorlar. Okulda, devlet dairesinde, televizyonda, resmi törenlerde gerçek duygu ve düşüncelerimizi değil, kalıp haline gelmiş ezber cümleleri söylememiz beklenir. Alışveriş, tüketim ve eğlence sarmalındaki hayatımız “daha fazlası daha iyidir” sloganına bağlı olarak ilerliyor. Oysa her şeyin ortası, itidali doğru olanıdır. İnsanın fıtratına, psikolojisine, madde ve ruh dünyasına uygun olan da budur. O yüzden Kur’an insanları her işlerinde itidal sahibi olmaya davet eder ve müslümanlara “orta ümmet” ismini verir.

Sosyal norm adı altında hayatımıza sokulan kurallar da bizi kendimiz olmaktan alıkoyuyor. Özellikle son yıllarda öne çıkan davranış biçimleri, bizi kendimize, tarihimize ve kültürümüze her gün biraz daha yabancılaştırıyor. Artık nerede ‘merhaba’, nerede ‘iyi günler’ nerede ‘Selamün aleyküm’ diyeceğimiz bizim için kararlaştırılmış durumda. Nerede ‘teşekkür ederim’ nerede ‘Allah razı olsun’ diyeceğimiz de belirlenmiş. Hangi semtlerde ezan okunup okunmayacağına da ‘toplumsal mutabakat’ ile karar veriyoruz artık. Fakat aynı şeyi mesela TV programlarının denetlenmesi yahut gazete manşetleri için yapmıyoruz, yapamıyoruz.

Bu yüzden kendi kültür ögelerimize karşı ya yüzeysel bir hamaset tavrı içindeyiz ya da samimiyetsiz bir ilgi edasına sahibiz. Sıra geceleri, eski Ramazanlar, geniş aile modeli, vs. hakkında popüler kültür alanında karşımıza çıkan şeyler, bu değerlerin içlerinin nasıl boşaltıldığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Son dönemde yaygınlaşan ve artık gına getiren sözümona ‘yerli diziler’in aşıladığı değerler, özendirdiği insan ilişkileri nasıl bir köksüzleşmeye doğru gittiğimizi gösteriyor. Tıpkı modern tüketim ürünleri gibi, yüzeyselleştikçe, sığlaştıkça başarılı ve mutlu olacağımızı zannediyoruz.

Modern düşüncedeki insan tabiatına ilişkin tartışmalar bu eğilimleri destekliyor. Çağdaş sosyal bilimlere göre en yaygın insan tabiatı tanımı, ‘beyaz sayfa’ denen yaklaşımdır. Filozofların “tabula rasa” yani “temiz, boş sayfa” dediği bu teoriye göre insanlar bembeyaz bir sayfa ile doğarlar. Onların “tabiatı” diyebileceğimiz bir özelliği yoktur. Sayfanın üzerine yazılacak şeyleri, yani insanların karakterini, alışkanlıklarını, iyi-kötü kavramlarını dışarıdan gelen etkiler, kültür ve toplum belirler. Buna göre insanların tabiatını belirleyen, çevre şartlarıdır.

Bu manada insanlar hem özgürdür, hem de bağımlı. Özgürdürler, çünkü onların nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini belirleyen birtakım ön-koşullar, kalıplar yoktur. Bağımlıdırlar, çünkü tabiatlarını belirleyecek olan, çevre şartları, içinde büyüdükleri kültür, anne-babaları ve en geniş manada toplumdur. Bu yaklaşımda kısmi doğruluk payı olmakla beraber, en temel hatası insanın doğuştan birtakım asli özelliklerinin var olduğunu reddetmesidir. Tıpkı modern tüketim ve eğlence kültürünün istediği gibi, insan her tür dış etkiye, reklam stratejisine, görsel etkilere göre şekillendirilen, eğilip-bükülen bir varlık haline gelir. “Bu, insanın Allah vergisi tabiatına aykırıdır” diye bir şeye itiraz ettiğinizde beklenen cevap aynıdır: Alışırsın.

Bugün bu görüşü savunanlar işi daha da ileri götürüyor ve “trans-humanizm” denen bir akımın öncülüğünü yapıyorlar. Buna göre insanın biyolojik evrimi, modern teknolojinin sunduğu imkanlarla birleştirilmeli ve yeni bir insan tipi geliştirilmelidir. Genetik mühendisliğin bu ürperti verici senaryolarının bizi nasıl bir çöküşe mahkûm edeceğini görmek için kâhin olmaya gerek yok.


Kendimize giden yol

Taklit ile ittiba farklı şeylerdir. Taklit bir başkasının yaptığını manasına vakıf olmadan aynen yapmak, tekrar etmektir. Oysa ittiba etmek, yani tabi olmak bir bilinç gerektirir. Bu yüzden biz başta Hz. Peygamber s.a.v. olmak üzere bütün peygamberlere ittiba etmişizdir. Hz. Peygamber’in sünnetine uymak, yabancı bir kültür-medeniyet kalıbına girmek değil, İslâm’ın ortaya koyduğu asıl ve öz(-ü-)gür insan tanımına yakınlaşmaktır.

Şüphesiz taklit bireysel ve sosyal öğrenme sürecinin önemli bir parçasıdır. Örneğin konuştuğumuz dili taklit yoluyla öğreniriz. Sanat ve zenaatlar, teorik kitaplar okuyarak değil, ustayı, üstadı taklit ederek öğrenilir. Fakat bunların hiçbiri yabancısı olduğumuz bir geleneğin unsurlarını şuursuz bir şekilde taklit etmek, kendimizi onlara benzetmeye çalışmak demek değildir. Burada aslolan bilinçli bir şekilde ittiba etmek, ondan sonra yapılması gerekeni yapmaktır. Kısacası bizim burada karşı çıktığımız, sosyal bir hastalık haline gelen taklit alışkanlığıdır.

Bunun bireysel ve toplumsal maliyetlerini görmek zor değil. Her şeyden önce başka toplum ve kültürleri taklit ederek kendilerini bulacağını zannedenler, kendilerine ait bir doğru ve hakikat tasavvurunun olmadığını zımnen itiraf etmektedirler. Eğer taklit edilmeye değer şeyler hep başka yerlerde ise, o zaman bizim kendimize ait bir düşünce dünyamız, hayal iklimimiz yok demektir. Bunun oluşturduğu güven krizi, bugün Türkiye gibi pek çok toplumun yer yer travma yaşamasına dahi neden oluyor. Müslüman toplumlar kendilerinin her şeyin daha iyisine layık olduğuna inanıyor. Ama bunu gerçekleştiremediği zaman nasıl bir ruh hezimeti içinde yaşıyor acaba? Bu tür durumlarda çareyi Avrupa yahut dünya kupası futbol maçlarında yahut Eurovizyon yarışlarında arıyoruz.

Bugün kendimiz olabilmek ve kendimize ait bir hayat alanı inşa etmek için köklü bir muhasebe yapmamız gerekiyor. Kendimizi bulmak için kendi köklerimize dönmek zorundayız. Kendi inanç ve düşünce iklimimizin duyarlılıklarını, inceliklerini, letafetlerini tekrar gün yüzüne çıkarmalıyız. Kendisiyle barışık insan, aynı zamanda Rabbiyle ve dolayısıyla bütün âlemle barışık insan demektir. Bu kadar kan, gözyaşı ve kirin olduğu dünyada bu barışa, selamete sadece müslümanların değil, bütün insanlığın ihtiyacı var.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kendimiz Olabilmek
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:38:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kendimiz Olabilmek rüya tabiri,Kendimiz Olabilmek mekke canlı, Kendimiz Olabilmek kabe canlı yayın, Kendimiz Olabilmek Üç boyutlu kuran oku Kendimiz Olabilmek kuran ı kerim, Kendimiz Olabilmek peygamber kıssaları,Kendimiz Olabilmek ilitam ders soruları, Kendimiz Olabilmekönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes