> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İstikamet üzere olmak
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İstikamet üzere olmak  (Okunma Sayısı 1400 defa)
26 Kasım 2010, 12:34:30
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 26 Kasım 2010, 12:34:30 »



İstikamet Üzere Olmak


Bilinmelidir ki, bütün dinlerin, ideolojilerin ve inanç sistemlerinin bağlıları için, “istikamet üzere olmak” gibi bir mesele vardır ve bu meselenin kaynağında da, ‘sınanma’ olgusu yatar. Her dinin, ideolojinin veya inanç sisteminin bağlısı, savunduğu doğrunun hakikat olduğuna sahiden inanıp-inanmadığı noktasında sınanır. Bu sınavdan başarıyla geçenler, öncelikle gerçek bir ‘mü’min’ olduklarını kanıtlamış olurlar; başarısız olanların ise, “kalplerinde gizledikleri şey” açığa çıkmış olur. Sınavdan başarıyla geçmek, her zaman maddî veya dünyevî başarı anlamına gelmeyebilir; ancak bütün (büyük) dünyevî başarıların, sınavı hakkıyla veren kişilerin imzasını taşıdıklarına kuşku yoktur. Çünkü özellikle de toplumsal ve siyasal başarılar için bu sınavı geçmek gerekmektedir. Zira kitlelerin güvenini kazanmak ancak bu şekilde mümkün olabilir.

İstikamet üzere olmak, ilkeli olmak demektir. Yani Hakk’ın hak olduğunun her hal ve şartta tanıklığını yapabilmek demektir. Yani zorluklar karşısında taviz vermemek demektir. Peygamberimizin “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayeti (Hud: 112) hakkında “saçımı ağartan ayettir” demesinin hikmetini de burada aramak gerekir. Peygamberimizin üzerindeki yük ağırdır. Bu yük, insanın belini bükecek, saçını ağartacak bir yüktür. Ama tabii ki, kişi “emrolunduğu gibi” dosdoğru olursa böyledir. Burada “emr olunan şey”in ağırlığı belirleyicidir. Bu vahiydir ve vahyin tebliğinden en küçük bir şekilde sapma, “şah damarın kopartılmasına” sebep olmaktadır. O nedenle, her türlü hile, desise, entrika, zorbalık, ayartma vs. karşısında dik durulmalıdır. Peygamberimiz belki bir başına olsa, bunu daha kolay yapabilir; ancak o bir Ümmet’ten sorumludur. Onların lideridir; her hareketi ve sözü takip ve murakabe altındadır. Tabir-i caizse, attığı her adımı hesaplamalıdır. Ama o da sonuçta bir beşerdir; o da hata yapabilir. İşte bu ikisi arasındaki dengeyi korumak ne de zordur! Hz. Peygamber (Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun) işte bu zor işi başarmıştır. Evet O, emrolunduğu gibi dosdoğru olmayı başarmıştır. Müşrikler çeşitli tekliflerle gelip, ayağını kaydırmak, O’nu ökçeleri üzerinde gerisin geri döndürmek, azıcık da olsa O’nun kendilerine meyletmesini sağlamak için her şeyi yapmışlardır. Fakat O, Allah’ın da yardımıyla bu tuzaklara düşmemiştir. Hak yolda, her türlü zorluğa rağmen, yürümüştür ve sonuçta akıbet Müminlerin olmuştur!

Peki bugünün Müslümanlarının emr olundukları gibi dosdoğru olamamalarının sebebi nedir? Yoksa bugünün Müslümanlarının nefsi zaafları daha mı fazladır? Yoksa O, Peygamberdir de bizler ise aciz beşerler miyiz?! Hayır. Bugünkü Müslümanlarının aslî sorunu, nefsî zaafları değildir. Bu zaaflara neden olan kusurlarıdır. Ve bilinmelidir ki, nefsî zaafların başlıca sebebi, ‘ilimsizliktir.’ Çünkü takvanın kökeninde ‘bilmek’ yatar. Onun içindir ki, Allah’tan huşû ile korkanlar, ilim sahipleridirler (Fatır: 28). Bilen, her türlü zorluk karşısında dik durmasını da bilir. Evet, zorluk derecesi arttıkça, dökülenler de artar. Fakat ‘gerçek mümin’ olanlar (Enfal:4 ve 74), hiçbir zorluk karşısında yollarından dönmezler. Onları zorluklar yollarından dönmeyi bırakın, daha da bilerler. Çünkü onlar gerçekten ‘inanmışlardır.’

O halde, “istikamet üzere olmanın” temel şartı sahici bir iman sahibi olmaktır. Evet, insanlar iman iddiasında bulunabilirler. Fakat bu iddia elbette ki denenecektir. Cennet’e girmenin şartı da bu sınavdan başarıyla çıkmaktır (Bakara: 214). Çünkü gerçekten de sınanmış bir imandan başkasıyla Cennet’e girilemez. Sadece ‘talep etmek’ yetmez. Bu talebin gereği de yerine getirilmelidir. O da iddianın ispatlanmasıdır. Allah Cennet’i müminlere canları ve malları karşılığında satmıştır (Tevbe:111). Kim ki bu alışverişin gereğini yerine getirirse, Cennet’e girecektir. Çünkü bu, Allah’ın verdiği bir sözdür ve sözünü O’ndan daha çok tutan kimse olamaz.

İşte bu noktada “ilm” ile “iman” arasındaki dengenin iyi kurulması meselesi karşımıza çıkar. İman, ilme dayalı olmalıdır. Bilmeyenin imanı makbul değildir. Çünkü burada şirk unsuru bile devreye girebilir. Dağdaki çobanın, samimi olarak taşa Allah diye tapması darb-ı meseli herkesin malumudur. Kimilerince bu iman dahi makbuldür! Fakat Kur’an’a göre bu ‘iman’ Cennet’e götürecek bir iman değildir. Çobanın samimiyeti de burada kurtuluşuna vesile olamaz. Çünkü imanın iman olabilmesi için, ‘ilm’ temeline dayanması gerekir. Allah, kendisini nasıl tavsif etmişse öyle bilinmelidir. Allah’ın bazı sıfat ve isimlerini başka varlıklara atfetmek ‘şirk’tir. Ve insanların çoğu da “şirk koşmadan inanmazlar” (Yusuf: 106). Dünyadaki bütün dinlerin mensupları, ibadet ederken ‘huşû içerisinde’ ibadet ederler. Çünkü insanın doğasında Yaratıcısı karşısında ‘ürpererek’ tapınma duygusu vardır. Fakat bu ürperme ve huşû o dinin mensubunu Cennet’e götüremeyecektir. Çünkü ‘şirk’, sahibinin Cennet’e girmesine engeldir (Nisa: 116; Maide: 72). Peki şirk, son tahlilde, Hakk olan Allah’ın hakikatine varamamanın bir sonucu değil midir? Yani müşrik, aslında “bir şeyi ait olduğu yere koymamakla” zulüm işlemiş, yani adaletsizlik, haksızlık yapmış olmamakta mıdır? Peki bu haksızlık, son tahlilde, ilimsizlik değil midir? Evet, öyledir. Çünkü insanların çoğu şirk koşmadan inanmaz ama yine insanların çoğu bunu kasıtlı olarak da yapmaz. Yani dağdaki çoban “Allah’a inat olsun ve Şeytan sevinsin” diye taşa Allah diye tapmaz! O zanneder ki, taş Allah’tır. Yani burada bir cehalet, aklın işletilmemesi söz konusudur. İşte bu yüzden dağdaki çoban sorumlu olacaktır. Ona “niçin taşa Allah diye taptın?” şeklinde sorulmadan önce, belki “niçin aklını kullanmadın?” diye sorulacaktır. Ve tabii ki beyan edeceği mazeret de kabul edilmeyecektir. Aynı şekilde Hıristiyan, Yahudi, Budist, Marksist, Agnostik, Deist, Ateist vs. de “Şeytan memnun olsun diye” bu din ve ideolojilere inanmamaktadır. Onların çoğu da, bu din ve ideolojilere ‘hak’ diye inanmaktadır. Fakat önce akıllarını gereği gibi işletmedikleri için (ve bunun sonucu olarak da nefislerini ilah edindikleri, gaflete daldıkları, dünya hayatının süsüne kandıkları vs.) için sorumlu olacaklardır.

Görüldüğü gibi, gerçek iman için ‘ilm’ gereklidir. Ve vahiy, “el-ilm”dir. Demek ki, bugün Müslümanların “istikamet üzere olma” noktasındaki sıkıntılarının temelinde vahyin ‘gereğince’ bilinmemesi hadisesi yatmaktadır. “Gereğince bilmek” şuurunda olmak demektir. Ve bu, azımsanacak bir iş değildir. Bu bel bükecek bir yükümlülüktür. Bu, insanın saçını ağartacak denli zorlu bir iştir. Bunu, bilenler bilir! Vahyin künhüne varmak, vahyin mesajlarını içselleştirmek, onu “hayatın içinden okumak” zorlu bir uğraştır. Ve kim bu uğraştan alnının akıyla çıkarsa, işte o, muvahhidtir, salihtir, muttakîdir.

Burada şuna da dikkat edilmelidir ki, insanların çoğu, nefsî zaaflarından dolayı, kusurlarının bilinmesini istemez, onların üzerini örter. Yani insanların çoğu, “gereğince bilmediği” halde, öyle görünmek ister. Bu, onların nefsine hoş gelir. Bugün genel olarak Müslümanların hali de bundan farklı değildir. Bugün “ilm” Müslümanların dünyasından çekilmiştir. Fakat “ilim adamı” kılığında birçok insan ortalıkta gezinmektedir. Ve hayat boşluk kabul etmediği için, insanlar da bu “sözde ilim adamları”nın sözlerini dinlemektedirler. Bunlar kimi zaman bir ‘hocaefendi’ kisvesi altında, kimi zaman bir ‘aydın’ titriyle, kimi zaman da bir ‘üstad’ namıyla arz-ı endam etmektedirler. Ama bu kişiler asla vahyin buyurduğu ‘alimler’den olmayı hak etmedikleri için, toplum da bir türlü ölü toprağını üzerinden atamamaktadır. Evet, işte ‘ilim’ böyle bir şeydir; varsa da yoksa da etkilerini gösterir. Bugün Müslümanlar toplumsal ve siyasal hayatta etkin olamamaktan mı şikayet ediyorlar? O zaman suçu başkalarında değil, kendilerinde arasınlar! Evet, “inanıyorsanız, üstünsünüz” ayetini (Ali İmran: 139) “gereğince bilenler”, güçlü olmanın gerçekten ‘inanmakla’ ilgili olduğunu, inanmanın da gerçekten ‘bilmek’le mümkün olduğunu bilirler. Ve “keşke bilselerdi” formunda gelen ayetleri tam da burada hatırlamak gerekmektedir. Bu bilme, oryantalistin, modernistin ‘bilme’si değildir. Bu bilme, ‘el-ilm’in bilgisine vakıf olmaktır. İşte ‘keşke’ denilecek bilmek de budur. Çünkü bu ‘bilme’ hakikati bilmektir.

Bilinmelidir ki, “yolda dökülenler”, esas itibarıyla ‘bilmeyenler’dir. Onlarınki belki malumatfuruşluktur, ama “keşke bilselerdi” ayetinin ifade ettiği ‘bilme’ asla değildir. Bu kişiler, niçin istikameti yitirmişlerdir? Çünkü yola, daha baştan eksik, yanlış, çarpık başlamışlardır. Çünkü daha baştan istikameti bilmemektedirler. İstikameti bilmeyen, hedefe varamaz. O halde müminler önce, neyi bildiklerini neyi bilmediklerini kontrol etmelidirler. Bildiklerini sandıkları şey, Kur’an’ın ‘ilm’ olarak adlandırdığı şey midir? Önce bunun testi yapılmalıdır. Bu konuda itminan hâsıl olduktan sonra, yolda atılan her adım bir ‘kazanç’ olacaktır. Çünkü o zaman, istikamet doğru olacak ve doğru yolda atılmış en küçük bir adım dahi hedefe yaklaştırıcı olacaktır. Bugün Müslümanların sorunu, yanlış yolda adım atmak (hatta bazen dev adımlar atmak)tır. Tabii ki bu yolda mesafe kat ettikçe de, asıl hedeften giderek daha çok uzaklaşılmakta ve geri dönüş de daha zor olmaktadır. Gösterilen çabalar bu yüzden heba olmakta, insanların ümidi bu yüzden kırılmaktadır. Bu nedenle, müminler ne yapıp edip, kendilerindeki aslî kusurları gidermeye çalışmakla işe başlamalıdırlar. Bizler, selamın hidayete tabi olanların üzerine olmasını temenni ederken de, aslında bu mesajı veririz. Bizim anlayışımızda, mümin olduğu halde yanlış üzere olan yardım alamaz. Müminler hayırlarda yarışırlar. Mümin olduğu halde günah işleyene destek olunmaz. Mümin, kendisine yakışan yol üzerinde olmalıdır. Evet, mümin istikamet üzerinde olmalıdır...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İstikamet üzere olmak
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 12:38:00 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İstikamet üzere olmak rüya tabiri,İstikamet üzere olmak mekke canlı, İstikamet üzere olmak kabe canlı yayın, İstikamet üzere olmak Üç boyutlu kuran oku İstikamet üzere olmak kuran ı kerim, İstikamet üzere olmak peygamber kıssaları,İstikamet üzere olmak ilitam ders soruları, İstikamet üzere olmakönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes