> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  >  İslam ve evrensellik 2
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam ve evrensellik 2  (Okunma Sayısı 1083 defa)
25 Eylül 2010, 22:14:10
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 25 Eylül 2010, 22:14:10 »




İslam ve Evrensellik 2

PEYGAMBERLERİN DİĞERLERİNİ TASDİKİ
Kur’ân’dan öğrendiğimize göre Allah’ın bütün peygamberlerden söz alması hâdisesi de ilâhî dinlerin birliğini, İslâm’ın evrenselliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: Bakın size Kitap ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?’ demişti. Kabul ettik’ dediler. O hâlde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım.’ dedi.”(Âlu İmrân: 81)

Âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre risalet görevinin gereği olarak her peygamber kendisinden sonra gelecek peygamberi tasdik eder, onu müjdeler. Müfessirlere göre aynı şekilde peygamberleri aracılığı ile onlara tabi olan ümmetlerinden de, kendi peygamberlerinden sonra gelecek peygamberleri ve getirdikleri kitapları kabul ve tasdik edecekleri konusunda söz almıştır.40 Bir görüşe göre de Allah (c.c) her peygamberden, ahir zamanda gelecek son peygamberine inanmalarına dair söz almıştır.41 Bunun içindir ki, daha önce açıklaması geçtiği üzere Kur’ân, sadece kendi peygamberlerini inkâr eden ümmetleri bütün peygamberleri inkâr etmiş gibi kabul etmektedir. Çünkü bütün peygamberler aynı zincirin birbirini tamamlayan halkaları gibidirler.

Hakikat ve tevhid dini oluşu bakımından İslâm, daima var olan, bu âlem ve onun Yaratıcısı var oldukça varlığı devam edecek olan ezelî ve ebedî bir dindir. İnsanlar onu tanısalar da tanımasalar da yok olmayan bir gerçektir. Batıl, uydurma dinler ise gerçeklilik açısından hiçbir zaman İslâm Dini gibi olamazlar. Bu uydurma ve batıl dinler, taraftarlarının yüz çevirmesiyle, gerçekte var olmayıp değişik nedenlerle öyle kabul edilen mevhum mabutları gibi ortadan kalkarlar. Ancak, nasıl ki, ilmî gerçekler insanların cehlinden dolayı büsbütün sönüp gitmezler, sadece bu gerçeklerin hayata yansımaları, aksedişleri kaybolup gizlenirse, ilâhî dinler de böyledir. Kim ne derse desin Allah daima birdir. Herşeyin yaratıcısı o’dur.42

İslâm gerçeği, Kur’ân’da çarpıcı bir örnekle ifade edildiği gibi, kökü yerde sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. O ağaç Allah’ın izni ile her zaman, mevsimler tazelendikçe yemişini verdiği gibi43 İslâm ağacı da insanlık tarihinin her döneminde insanlar kabul etsin veya etmesin kökleri sabit ve sağlam, dalları göklere yükselmiş olarak sarsılmadan ayakta kalmıştır. İlk insan ve ilk peygamber Âdem (a.s)’den son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadar her peygamberin o asıl ve sabit olan ağaca canlılık kazandırmasıyla meyvesini vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s)’den sonra Kıyamet’e kadarki süre içinde de -zaman zaman kuruyor gibi görünse de- İslâm aynı özelliği devam ettirerek peygamberlerin varisleri olan âlimler tarafından Allah’ın izniyle canlandırılarak meyvesini vermiş ve sonuna kadar da verecektir. Çünkü meyve verme kabiliyetine her zaman sahiptir.


ESKİ VE YENİ İSLÂM

O hâlde günümüzün yaşanan realitesi içinde en son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)’in getirdiği İslâm ile asıl itibarıyla İslâm olan fakat zaman içinde tahrife uğrayarak asliyetini koruyamamış bugünkü şekliyle Yahûdilik ve Hıristiyanlık arasında ne tür bir ilişki, bir bağ bulunmaktadır. Bu konuda nasıl bir değerlendirme yapmak gerekmektedir?

Böyle bir soruya cevap vermek için de konuyu iki safhaya ayırmak gerekmektedir.

Birinci safhada; Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin, henüz zamanın tesiri ve insan eliyle tahrif edilmemiş hâlindeki asılları itibarıyla geçmiş ilâhî dinlerle olan ilişkisi söz konusudur.44

Bu birinci safhada İslâmiyet’in diğer semavî dinlerle ilişkisinden söz ederken her şeyden önce Kur’ânî gerçeği ifade etmek gerekmektedir. Bu Kur’ânî gerçeğe göre gönderilen her peygamber, indirilen her kitap kendisinden öncekini tasdik ve teyid edici olarak gelmiştir. İncil Tevrat’ı,45 Kur’ân da Tevrat ve İncil’i kendisinden önce gönderilen bütün ilâhî kitapları tasdik ve teyid etmektedir.46 Daha önce mealini verdiğimiz âyete göre de Allah Te’âla bütün peygamberlerden beraberindeki kitabı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona inanıp, yardım etmeleri konusunda söz almıştır.(Âlu İmran: 50)

Ancak bu noktada şu soru akla gelebilir. İlâhî kitaplar arasında mevcut birbirini tasdik ve teyid etme hükmü, sonra gelenin, öncekini herhangi bir şekilde değiştirmeksizin yenilemesi ve tekrarı demek değil midir? Sonra gelen öncekinin bazı hükümlerini değiştiriyorsa buna birbirini tasdik ediyor denilebilir mi? Birbirini tasdik ve teyid etme gerçeği sonra gelenin öncekinden herhangi bir şeyi değiştirmemesini gerektirmez mi? Hakikat bu olunca acaba gerçekte durum nasıldır?47

Gerçekten de İncil, Tevrat’ın bazı hükümlerini değiştirerek gelmiştir. (Âlu İmran: 50) Kur’ân-ı Kerîm de, önceki kitapların bazı hükümlerinin aksine, bütün temiz yiyecekleri helâl, bütün pis şeyleri de haram kılmıştır. Açıkça insanların üzerindeki ağır sorumlulukları, ağır emir ve yasakları kaldırmak için geldiğini söylediğine göre Kur’ân-ı Kerîm, İncil ve Tevrat’ın bazı hükümlerini değiştirmiştir. (7/A’raf: 157) Ancak şu veya bu şekilde sonraki ilâhî bir kitabın önceki kitaptaki bazı hükümleri değiştirmesi, sonrakinin öncekini nakzetmesi, veya önceki kitabın nazil olduğu zaman ve şartlara göre son derece anlamlı olan hükümlerinin hikmetini inkâr etmesi demek değildir. Sadece önceki ilâhî kitaplarda bazı şeylerin haram kılınması, zaman ve şartlar öyle gerektirdiği için ve belirli bir süre için olmuştur. ½artlar değişip, belirli süre geçince eskiler değiştirilmiş yeni zaman ve şartlara daha uygun, daha faydalı hükümler getirilmiştir.48


TEKÂMÜL SEYRİ


Varlık âlemine baktığımızda herşeyde bir tekâmül kanununu müşahede etmekteyiz. Bu tekâmül kanunu da her varlığın türüne göre farklı merhalelere ayrılarak seyretmektedir. İnsanoğlu da şu âlemde gerek fert olarak gerekse topyekün insanlık olarak bir tekâmül kanununa göre hayat sürmektedir. Fert olarak insan farklı merhalelerden geçerek dünyadaki tekâmül sürecini tamamlayıp öbür âleme intikal ederken, topyekün insanlık da başlangıçtan itibaren şu yer küresi üzerindeki ömürleri içinde kültür ve medeniyet açısından birçok devrelerden geçerek bugünkü seviyeye gelmiştir.

İşte nasıl ki bir insan, doğuşundan itibaren bebeklik, çocukluk, olgunluk ve yaşlılık devreleri itibarıyla önce anne sütü, sonra yumuşak nişastalı yiyecekler ve daha sonra normal gıdalarla beslenmek durumundaysa; insanlık da kültür, medeniyet ve anlayış seviyelerine göre farklı devirlerde temelde aynı fakat teferruatta farklı olabilen ilâhî şeriatlere muhatap olmuştur. İnsan için temel ihtiyaçlar olan su, hava, ısınma, temizlik gibi şeyler hiçbir zaman değişmiyorsa insanlık için her zaman ortak ihtiyaçlar olan iman ve ahlâkla ilgili asıllar da değişmemiştir, Söz konusu temel konularda zaman ve toplumlara göre en fazla üslûp ve ifadede bir farklılık olmuştur ki bu da gayet tabiîdir.

Neticede insanlık genel olarak ortak denebilecek bir medeniyet ve anlayışa geldiğinde bütün insanlığa tek bir din olarak Kur’ân şeriati tebliğ edilmiştir. Kıyamet’e kadar gelecek insanlığın farklı zamanlardaki farklı ihtiyaçlarını karşılamak için de Kur’ânî çerçeveyi taşmamak şartıyla, Allah rızası için ehliyetli kişilerin yorum ve içtihada gitmelerine müsaade edilmiştir.

Bütün ilâhî şeriatler de aynen bunun gibidir. Hepsi de bütünüyle doğrudur. Hepsi de A’dan Z’ye kadar birbirini doğrulamaktadır. Ancak bu doğrulama iki türlüdür. Biri; hükmün geçerli oluşunun devamına izin vererek doğrulamadır. Diğeri ise; geçmişin şartları, sınırları içinde doğruluğunu tasdik etmedir. Bu da ilâhî şeriatlerin iki türlü hüküm ihtiva etmelerinden kaynaklanmaktadır.49

Birincisi: Geçerliliği devamlı olan hükümler ki, bunlar şartların, zaman ve mekânın değişmesiyle değişmeyen hükümlerdir.50

Daha önce birçoğuna işaret ettiğimiz Kur’ân âyetleri göz önünde bulundurulursa Allah (c.c)’ın Hz. Mûsa’ya ve Hz. İsâ’ya indirdiği birçok hükümleri ve ahlâkî prensipleri bazı değişikliklerle ve farklı bir üslûpla Hz. Peygamber (s.a.s)’e de indirmiş olduğunu anlarız. Her ne kadar bugün, Yahûdi ve Hıristiyanların elinde bulunan Tevrat ve İncil; Hz. Mûsa ve Hz. İsâ’ya indirilen Tevrat ve İncil’den çok farklı olsa da, içinde sözlü rivayete dayalı olarak bu güne kadar korunan bazı doğru haberlerin, asıldan kalma doğru hükümlerin bulunduğunu da kabul etmek gerekmektedir.

Bugün Tevrat ve İncil’de geçtiği şekliyle Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ tarafından tebliğ edilmiş, geçerliliği devamlı mahiyette olan birçok ahlâkî kaidelere bir göz atacak olursak Kur’ân-ı Kerîm’de de ufak uslûp farkı dışında aynen zikredildiğini görürüz. Meselâ, mahallî ve şartlı vecibe olarak kabul ettiği (sebt) Cumartesi günü balık avlama yasağı hariç51 Tevrat’ın Çıkış kitabında 20. babta yer alan meşhur “On Emir”in, hem Matta İncil’i 5. babta yer alan Hz. İsâ’nın “Dağdaki Vaazı” hem de Kur’ân-ı Kerîm ile tasdik edildiği görülür. Ancak Tevrat ve İncil’de bu emirler topluca zikredildiği hâlde, Kur’ân’da Mekkî ve Medenî surelerde dağınık olarak ve ihtiyaç duyulduğu zamanlarda meselelere çözüm getiren birer hüküm şeklinde indirilmiştir.52
Tevrat’t...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam ve evrensellik 2
« Posted on: 16 Nisan 2024, 07:23:44 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam ve evrensellik 2 rüya tabiri, İslam ve evrensellik 2 mekke canlı, İslam ve evrensellik 2 kabe canlı yayın, İslam ve evrensellik 2 Üç boyutlu kuran oku İslam ve evrensellik 2 kuran ı kerim, İslam ve evrensellik 2 peygamber kıssaları, İslam ve evrensellik 2 ilitam ders soruları, İslam ve evrensellik 2 önlisans arapça,
Logged
25 Eylül 2010, 22:18:29
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #1 : 25 Eylül 2010, 22:18:29 »

TAMAMLANAN “DİN”

Yukarıdaki örneklerden ve açıklamalardan anlaşılıyor ki, ilâhî dinlerde her zaman için geçerli olan eskiyi koruma unsuru ile daha iyi olan yeniyi alma unsuru bir arada bulunmaktadır. Birçok peygamberin diliyle farklı devirlerde insanlığa tebliğ edilen ilâhî şeriatler âdeta aşağıdan yukarıya doğru yükselen basamaklar, din, ahlâk ve toplum siyaseti binasında üst üste konulan tuğlalar gibidir. ½üphesiz son tuğla binayı tamamlayan unsurdur. Aynı zamanda köşe taşı durumundadır.74

Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça; “bugün size dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı beğendim.”(Maide: 3) şeklinde ifade edildiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s)’in gelmesiyle evrensel mahiyetteki “İslâm Dini” tamamlanmıştır.

Bizzat Hz. Peygamber de ilâhî risaletlerin mahiyetini ve en son risaletin mübelliği olan kendisinin diğer risalet sahipleri karşısındaki durumunu çok güzel bir şekilde şöyle ifade etmişlerdir: “Benim ve benden önce gelen peygamberlerin misali şuna benzemektedir ki, bir adam güzel bir bina yapıp onu süsledikten sonra, binanın köşelerinden birinde bir tuğlayı eksik bırakır. İnsanlar da bu binayı ziyaret ederler ve hayretlerini belirterek, “½u tuğla da koyulsaydı ya!” derler. İşte ben o tuğlayım ve peygamberlerin sonuncusuyum.”75 O hâlde ilâhî dinlerin bu şekilde belli bir olgunlaşma süreci içinde insanlığa tebliğ edilmesi, Allah’ın inayet eli, Kader-i İlâhî tarafından insanlığın tedricî bir şekilde terbiye edilmesi için çizilen hikmetli bir siyasettir. O kadar ki, Allah’ın bu konuda takip ettiği siyasette herhangi bir aşırılık ve kopukluk, duraklama ve geriye dönüş, herhangi bir çelişki ve aykırılık yoktur. Aksine aralarında örtüşme, uyuşma, sebat ve istikrarla beraber; gelişme, olgunlaşma ve nihayet en parlak bir noktaya yükselme söz konusudur.76

Daha önce ileri sürülen bir soruya göre bu ikinci merhalede Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği İslâm’ın, üzerlerinden uzun asırların geçmesi sonucu tahrife uğramış hâliyle diğer semavî dinlerle ilişkisi konusu birinci merhaledekinden çok farklıdır.

Daha önce de ifade edildiği gibi Kur’ân, herhangi bir değişikliğe uğramamış ilk asılları itibarıyla geçmiş bütün semavî kitapları tasdik ve teyit etmektedir. Ancak bu ikinci konumda Kur’ân’ın önceki “Tasdik Edici” sıfatına, diğer ilâhî kitaplar üzerine “Müheymin = Kollayıp koruyucu”(Maide: 48) anlamında diğer bir sıfatı da ilâve ettiğini görmekteyiz. Yani Kur’ân kendisinden önceki ilâhî kitapların koruyucusu ve muhafızıdır. Bu vasfı gereği Kur’ân, tarihin tespit ve tescil ettiği önceki kitaplardaki doğruyu, iyiyi teyit ve tasdik etmekle yetinmemiştir. Daha da ileri giderek asılda olmayan şeylerin önceki ilâhî kitaplara ilâve edilmesinden onları korumuştur.77 Yahûdi din adamlarının kendi içtihatlarına dayanarak din adına koydukları aşırı hükümleri,78 “Resulüm de ki; eğer iddianızda doğru iseniz Tevrat’ı getirip onu okuyun”(Âlu İmran: 93) ifadesiyle reddetmiştir. Ayrıca geçmiş semâavî kitaplarda mevcut olduğu hâlde gizlenen bazı gerçekleri de gerektiği zaman açıklamıştır. Bu konudaki Kur’ân’ın açıklaması da şöyledir: “Ey kitap ehli, elçimiz size geldi. Kitap’tan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor, çoğundan da geçiyor...”(Maide: 15).

Kısacası Hz. Peygamber’in en son olarak insanlığa tebliğ ettiği İslâm’ın, ilk asılları konumundaki diğer ilâhî dinlerle ilişkisi, mutlak surette onları tasdik etme ve bütünüyle hükümlerini teyit ilişkisidir. Kur’ân’ın, şu andaki mevcut hâliyle diğer ilâhî dinlerle ilişkisi ise, asıllarından günümüze kadar değişmeden ulaşan kısımlarını tasdik, sonradan bulaşan asılsız hurafeleri, bu ilâhî kitaplardaki ilâveleri tashih etme ilişkisidir.79

Netice olarak anlaşılıyor ki, Kur’ân’ın ve O’nu tebliğ eden en son peygamberin getirdiği İslâm’la, önceki ilâhî kitaplar ve onların tebliğcileri olan geçmiş peygamberlerin getirdiği İslâm aynıdır. Ancak bugün insanlığın sahip olduğu Kur’ân’ın dışındaki semavî kitaplar zaman içinde tahrife uğramış, ilâve ve noksanlıklar arız olmuştur. Dolayısıyla onların bugünkü müntesipleri asıl İslâm’dan uzaklaşmış, inhiraf etmişlerdir. Bunun içindir ki, Kur’ân, nazil olduğu 14 asır öncesinden beri yer yüzünde var olan geçmiş ilâhî kitaplara, dinlere mensup olanları, temelde aynı olan ortak gerçeklere, aynı din çatısına tekrar dönmeleri için mütemadiyen davet etmektedir. Kur’ân’ın Ehl-i Kitab’a yaptığı bu çağrıyı burada bu vesile ile bir defa daha hatırlatmak istiyoruz.

“(Ey Rasûlüm) De ki: Ey Kitap ehli! Bizimle sizin aranızda bir olan kelimeye (tevhid kelimesine) geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım, Allah’ın dışında birbirimizi rabler edinmeyelim.’ buna rağmen yine de yüz çevirirlerse: ½ahit olun, biz müslümanlarız’ deyin.”(Âli İmran: 64).

Kur’ân bütün peygamberlere ve dolayısıyla bütün insanlığa gönderilen mutlak dinin “İslâm” olduğunu her vesîle ile muhataplarına açıklarken daireyi daha da genişleterek en şumullü anlamıyla göklerde ve yer yüzünde var olan bütün varlıkların da dininin “İslâm” olduğunu açıklıkla ifade buyurmaktadır.80 Çünkü herkesin görebileceği şekilde içinde yaşadığımız âlem bir nizama tâbî bulunmaktadır. Kâinattaki gerek herbir varlıkta gerekse topyekün varlıklar üzerinde fevkalâde bir plân dahilinde yürürlükte olan kanun ve nizam hakimdir. Bu kanun ve nizamı koyan da Allah Teâlâ’dır. Bütün varlıkların bu ka-nuna itaat etmeleri, İslâm dinini yaşamaları ve ta-kip etmeleri demektir. Çünkü genel anlamıyla İslâm, kâinâtın yaratıcısı ve sahibi olan Allah Teâlâ’ya itaat ve teslîmiyetten başka bir şey değildir. O hâlde Cenab-ı Hakk’a ve kanunlarına boyun eğmek sûretiyle itaatte bulunan kainattaki herşey İslâmîdir. İnanma ve inkar etmede seçme hürriyetine sahip olan insan ve cin bir tarafa bırakılırsa âlem bütünüyle Allah’a inanmakta Ona boyun eğip teslim olmaktadır. Herşey, kendisini yaratan rabbini bilmekte ve Ona ibadet etmektedir.81 Zîra tek bir Allah’a inanma, Ona teslim olup boyun eğme, Allah’ın insanı ve bütün mahlukatı üzerinde yaratmış olduğu fıtrat dini, tabiî dindir.82(Rûm: 30) Allah’ın yarattığı varlıklar olması hasebiyle kâinattaki herşey Allah’ı tasdik edip şahitlik etmektedir. Yaratılışlarındaki fıtrat ve mahiyetleri istikametinde Tevhîd’i yaşayıp kulluklarını göstermektedirler. Bu gerçeği Kur’ân; “Göklerde ve yer yüzünde bulunanların ister istemez teslim oldukları Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?..”(Âlu İmran: 83) âyetiyle açıkça ifade etmektedir.

Diğer benzer anlamdaki âyetlerde de, göklerde ve yerde bulunan herşeyin bizim anlayamadığımız dillerle Allah’ı tesbih ettikleri, onların ve hatta gölgelerinin bile sabah-akşam Allah’a boyun eğip secde ettikleri açıklanmaktadır.83

İnsanlık tarihinin her döneminde peygamberler aracılığıyla insanlığa tebliğ edilen “din”in, esas itibarıyla değişmeyen “İslâm” olması, yaratılan birer varlık olmaları sebebiyle bütün varlıkları da yaratan Allah’a aynı din çerçevesinde fıtratlarıyla itaat edip teslim olmaları gerçeği, Kur’ân’ın muhataplarına vermek istediği önemli bir olgudur.



İSLÂM’IN TARİHİ


Sözü edilen ve benzeri Kurânî gerçeklerden hareketle diyoruz ki, Allah Teâlâ bütün varlıkları kendisini tanımaları, kendisinden başka bir ilâh olmadığına şâhitlik etmeleri için yaratmıştır. Hem varlığın hem de insanoğlunun yaratılış temeli İslâm’a dayanmaktadır. Bu Kur’ânî gerçeğe göre İslâm’ın tarihi çok eskidir. Çünkü insan yokken de âlem, Allah’a teslim olup boyun eğmiştir. O hâlde İslâm’ın tarihi insandan önce başlamaktadır. İnsandan önce de, İslâm vardır. Başlangıcı varlığın yaratılmasıyla beraberdir. Ancak bilinçli olarak ve ihtiyarî düzeyde, iradeye bağlı olarak yaşanması Hz. Âdem’in (a.s) yaratılmasıyla başlamıştır.84 Nitekim Allah Teâlâ Âdemoğullarını yarattıktan sonra sırtlarından zürriyetlerini aldığı bir merhalede kendilerini kendilerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” hitabını yöneltmiş, onlar da “Evet” diyerek, yegâne rablerinin Allah olduğuna, Allah’tan başka gerçek bir ilâhın bulunmadığına dair söz vermişlerdir.85(A’râf: 172)

Rûm sûresi 30. âyetteki “Allah’ın Fıtratı” ifadesi Resûlullah’tan gelen bir rivayette “Allah’ın dini” şeklinde tefsir edilmiştir.86 Bundan da kasıt İslâm dini, vahdaniyet dinidir ki, insanların tabiatında değişmesi imkânsız bir şekilde yerleşmiştir.

Gerçekten de insan nefsinin yaratılışı ile fıtrat dini İslâm arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Çünkü her ikisi de Allah’ın eseridir. Her ikisi de Allah’ın varlık âlemine koymuş olduğu kanuna uygundur. Herbiri diğeriyle yaratılış ve gayede uyuşmaktadır.87 Bunun içindir ki, yine bizzat Kur’ân’ın; “Allah’a şirk koşan müşrik kafirlere: “Gökleri ve yer yüzünü kim yarattı?” diye sorsanız, muhakkak ki, “Allah”diyeceklerdir.”88(Lokman: 25; Zümer 38) ifadeleriyle bu gerçeğe dikkat çekilmektedir. Bu ifadelere göre, Allah’a inanmayan ve Ona şirk koşan kimse bile maddî varlığı itibarıyla Allah’a boyun eğmeye, kanunlarına itaat etmeye mecburdur. Bu anlamda da Müslüman olmak zorundadır. Çünkü her insan cismanî hayatı itibarıyla Allah’ın takdîiri olan bir çizgide hayata başlayıp bitirmek zorundadır. Ancak imtihana tâbi tutulan insanın bu zorunlu imanı, kurtuluşu için yeterli değildir.89 İnsanın fiilleriyle alâkalı insan olmanın bir gereği olarak başka bir sorumluluk alanı vardır ki, bu al...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes