> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Dua
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dua  (Okunma Sayısı 857 defa)
29 Mayıs 2010, 14:11:47
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
Dua
« : 29 Mayıs 2010, 14:11:47 »



Elimizde Kalan Elimizden Gelen "Dua"

 İstemek, yoksulluğun ve çaresizliğin hemen yanı başında bekler. Elimizde bir şey yoksa, dilimiz istemeye yönelir. Elimizden bir şey gelmiyorsa, dudağımıza dilemek gelir. Doygunluk, tokluk, varlık ve tamamlanmışlık dilimizi istemekten geri çevirir, dudağımızı dilekten çeker. Kendimizi kendimize yeter görüyorsak, bir başkasına başvurmayız. İhtiyaç duyduğumuz her şey elimizin altındaysa, önümüzdeki her engeli aşabiliyorsak kimseden bir şey istemek durumunda değiliz demektir. Fakir ya da aciz değilsek kapımız istemeye kapalıdır. Fakre ve acze düştüğümüzde de elimiz istemeye açılır.

Hayatın akışı içinde hem ister hem istemez olduğumuz hallere uğrarız. Kendimizi oldukça muktedir ve mükemmel hissettiğimiz anlarda, kimseye tenezzül etmeyiz, içimizden istemek gelmez. Böyle durumlarda, iş "bizim işimiz"dir, iş "çocuk oyuncağı"dır. Yardım istemeyiz çünkü bu işi "biz yaparız", işi "şansa bırakma"yız, "iş bitirici"yizdir. Elbet bunun aksi de olur; işi yapabileceğimizi garantileyen bir hazırlık işin yolunda gideceğine dair görünür hiçbir neden yoktur. İşte o zaman, biz "iş bitiriciler" için, iş "Allah'a kalmış"tır, iş "duayla gider". Hasılı, bir koyu belirsizliğin ortasında ne kadar duaya şartlıyorsak herşeyin "baştan belli" olduğu, "yolunda" göründüğü meydanlarda o kadar çok güveniriz kendimize: tersinden söylersek, sözüm ona "işimiz Allah'a kalmış" değildir.

Öyle mi? Kendimizi kendimize yeter hissettiğimiz yerlerde, sahiden "Allah'a iş kalmıyor" mu? İşler yolundayken, dua gerekmiyor mu? Bu soruların cevabı, kendimizi kendimize yeter hissettiğimiz anların tahliline ve işlerin yolunda gidişini tanımlamaya bağlıdır. Bu durumda, soruları yeniden sormamız gerekiyor. "İşimiz Allah'a kalmış" değilken, sahiden kendi kendimize yetiyor muyuz: yani işin hepsini biz mi yapıyoruz? İşler yolundayken, sahiden kimseden bir şey istemeyecek halde miyiz; işin hepsini yola koyan biz miyiz?

Gelelim cevaplara: Yeryüzünde yapageldiğimiz her şey, bir sebep-sonuç ilişkisi içinde yürümektedir. Bir sonuca mutlaka onun için gerekli sebepleri hazır ederek ulaşabiliriz. Çünkü, bu dünyada sonuca ulaşmanın, bir işi başarmanın yolu yordamı böyle konulmuştur. Bu yolu izleyen istediğine erişir, dileğine ulaşır. Buna göre, belli bir sonuç için gerekli tüm sebepleri hazır eden biri de, istediğini elde etme konusunda kendisini "kendi kendine yeter" görür ya da işin "yolunda" olduğunu söyler. Görünüşte haklıdır. İşi kuralına göre oynadığına göre, işi bir başkasına bırakmış değil, bir başkasından yardım istemeyecek kadar da yoluna koymuş sayılır. Dilediğini elde etmek isteğine ulaşmak konusunda, bundan öte yapacak bir şey yoktur. Gerisi nasılsa gelir: garantidir. Dilimize nereden yerleşmişse, "işi Allah'a bırakmak" tabiri, bu sınırların berisinde pek kullanılmaz. İş, ancak gerekli hazırlıkların yapılamadığı yerde, eksiklikler ya da aksaklıkların kaçınılmaz olduğu anlarda "Allah'a kalmış"tır.

Görünen o ki, işi Allah'a bırakmak ya da bırakmamak, bir başka tabirle, dua etme ya da dua etmeme kararı, sebepler ile sonuçlar arasındaki boşluğu ne kadar doldurduğumuza bağlıdır. Sonuca giden yolda hiçbir boşluk bırakmamışsak iş "Allah'a kalıyor" değildir ve dua etmesek de iş zaten olur. Sonuç, elimizde olan sebeplerin ve yaptığımız hazırlıkların garanti edeceği bir şey değilmiş gibi göründüğünde, yani sebepler ile sonuçlar arasında boşluk bıraktığımız yerde, işimiz "Allah'a kalıyor" ve dua etmemiz gerekiyor.

İşte işin tam burasında, sebep-sonuç ilişkisine nasıl baktığımızı açığa çıkarmamız gerekiyor. Kendimizi sebepler ile mesafeyi doldurabilir yeterlilikte mi görüyoruz, yoksa sebepleri ne kadar hazır edersek edelim, istediğimiz şeyin, yani sonucun sebeplerin bir uzantısı olarak değil de, ayrıca verildiğini mi düşünüyoruz.

İşte burada, önemli bir kavşağa geliyoruz. Sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi nasıl görüyoruz? Alışık olduğumuz ve pek de sorgulamadığımız görüşümüz şudur: Sebepler sonuçları garanti eder; yani sonuç sebeplerin bir uzantısı gibidir. Bu görüşe göre, sebepleri hazır eden istediği sonucu garanti ediyor demektir. Sonuç garanti edilmişken, elbette dua gibi fazladan bir çabaya ihtiyaç duymayız. Dua etsek de, etmesek de iş olacaktır zaten; sonuç garantidir. Bu durumda, kendimize güveniriz, bir yetersizlik duygusuna kapılmayız, bir çaresizlik hissetmeyiz.

Çaresizlikten ve yetersizlikten uzak bu güven halinin temelinde sebeplerin sonuçları garanti ettiği görüşü vardır. Ne var ki, bu görüş, üzerinde akıl yürütülmemiş bir görüştür. Zaman içinde, alışkanlıklarla oluşmuş bir hükümdür. Sebeplerin sonuçlara yettiği hükmü, akıl yürütülerek oluşmuş değil, gözümüzün gördüğüne göre oluşmuştur. Gözümüz, her defasında ilgili sebeplerden sonra ilgili sonuçların geldiğini göre göre, zaman içinde sebeplerin sonuçlara yettiği yargısına varmıştır. Buna göre, sebepler sonuçlara yeter görünüyordur. Ama sadece görünüyordur. Bu yüzden de, ilgili sebepleri hazır edip sonucu garanti ettiğini, işi yoluna koyduğunu düşünen, kendisini kendine yeter gören, sadece görünüşte haklıdır.

Oysa, aklımızla yapacağımız ciddi bir sorgulama, sebep ve sonucu, birbirinin uzantısı bir zincir olarak görmek yerine, birbirinden bağımsız, ayrı ayrı yaratılıyor olduğunu görmeye davet eder bizi. Gözümüzün hükmüne göre, meselâ su olmayınca bir çiçek solar; yani hayatını kaybeder. Burada sebep olarak görünen su, sonuç olan çiçeğin hayatı için vazgeçilmez görünür. Çünkü, gördüklerimizden biliriz ki, su olmayınca, hayat da olmaz. Bu ilk bakışta, suyun çiçeğe hayat verdiği gibi bir hükme götürür bizi. Ama sadece ilk bakışta. İlk bakışta, suyun olmaması, hayatın yokluğu için yeter sebep görünür. Ancak suyun olması, hayatın olması için yeter sebep midir? Gözümüzün "su olmayınca, hayat da olmuyor" gözlemi, bizi doğrudan "su olunca hayat da olur" hükmüne sıçratır. Burada her iki tarafı da olumsuz bir önermeden, her iki tarafı da olumlu bir önermeye atlarız. Son önermeye göre, su hayat için yeter sebep gibi görünür. Ama işin aslı böyle olmayabilir. Bu görüntüyü, bir hayat için -örneğimizde çiçeğin hayatı için- gerekli bildiğimiz tüm sebepleri, -örneğimizde, su, toprak, hava, ışık vesaire- bir araya getirerek doğrulamaya çalışalım. Tüm bu sebeplerin hepsi hayat dediğimiz sonucu kendileri hazırlıyor olabilir mi? Bir çiçeğin hayatını bir tarafa koyup, diğer tarafa da ona sebep görünen şeyleri koyarsak, gerçekte hiçbirinin tek başına ya da hepsinin birlikte bir çiçeğe hayat vermek işinden sonsuz uzak olduğunu kavrayabiliriz. İşte bu aklımızın hükmüdür. Aklımız sebeplerin sonuçlara yettiğine hükmetmez. Sonuçların sebeplere yettiğine hükmeden sadece gözlerimizdir.

Doğrusu, gözümüzün gördüğü, sebep ve sonucun, sadece "beraberce" ya da "ardışık" olarak var edildikleridir. Yani, istediğimiz bir sonucun var edilmesinde ilgili sebepler bir katkıda bulunuyor değil, sadece önceden geliyor. Sebeplerin önceden hazırlanması o sonucun var edilmesi için bir kural olarak konulmuştur. Bu kurala uymakla, ilgili sonucun, bu sebeplerin ardından ve ayrıca yaratılmasını istiyoruzdur. Yoksa, sonucun yaratılmasını kolaylaştırıyor ya da gerçekleştiriyor değilizdir. Bir diğer ifade ile, sebepleri hazır ederek, sebep ile sonuç arasındaki boşluğu kapatıyor değil; bu boşluğun kapanması için gerekli şartları yerine getiriyoruzdur. Yani, işleri ne kadar yoluna koyarsak koyalım, ne kadar işi "Allah'a bırakmıyor" olursak olalım, ne kadar hazırlık yaparsak yapalım, eninde sonunda yaptığımız şey. "istemek"tir. Sebepleri hazır etme yolunda göstereceğimiz her türlü özen, sonucun kendi varlığına bir katkıda bulunmaz, sonucu "istemeye" katkıda bulunur. Buna göre, sebepleri hazır etmek ile sonucu istemek arasında ters orantı değil, doğru orantı vardır. O halde, işleri ne kadar yoluna koyuyorsak, o kadar güzel "istiyoruz" demektir. Sonuç için ne kadar iyi hazırlık yapıyorsak, o kadar çok "istiyoruz" demektir.

Bu anlamıyla, bir sonuca yönelik hazırlıkların tümü, bir işi başarmayı hedefleyen eylemlerin hepsi, bir tür "dua"dır. Sonucu, isteme eylemlerinin hemen hepsi -öznesi kim olursa olsun- bir "fiilî dua"dır. Nihai tahlilde, kendimize güvenerek, kendimizi kendimizi yeter bilerek yapageldiğimiz bütün işler, bir duadır, "işi Allah'a bırakmak"tan ibarettir.

Bu nihai hükmün hemen herkes tarafından benimsenebileceğini, hazmedileceğini beklemek zor görünüyor. Ancak, bu noktaya bir "yönlendirme levhası" koymak istiyorum. Eğer, sebeplerin sonuçların oluşumuna katkıda bulunduğunu düşünüyorsak, yani sebeplerin sonuçları yaptığını sanıyorsak, kudret-i İlahi ile kul fiilleri karşı kutuplara çekilirler, birbirine rekabet ediyormuş gibi görünüyorlar. Bu durumda işimizi "yoluna koyduğumuz" sürece "dua"sız kalırız, dua etmeyi de elimizden iş gelmediği, işimizin yolunda gitmediği zamanlarla sınırlarız. Eğer, sebeplerin ve sonuçların sadece beraberce yaratıldığını görmeyi başarırsak, işimizi yaparken aslında dua ediyor olduğumuzu bilir, dua etmeyi hayatımızın her anına yayabiliriz. Üstelik bu durumda, üzerimize düşeni yaptığımızda "gururlanma"ya değil, "tevekkül"e hak kazandığımızı, "dua"nın ise tembellik yüzünden ve tembellik yerine yapılacak bir şey olmadığını kavramaya başlarız.

Sebeplerin hemen yanı başında durmakla, sonuçlara giden yolu kendi elimizle kısaltıyor değiliz. Bir sonuca yönelik bütün hazırlıkları tamamlamakla, sonucun ayrıca yaratılması için sadece bir istekte bulunuyoruz. Sonuçlar sebeplerden ve bizden sonsuz uzakta ve aradaki boşluğu dolduramayacak kadar aciz ve fakiriz. İşte, istemek, yani dua etmek ihtiyacı, aczimizi ve fakrımızı farkettiğimiz anda başlar. Çünkü, istemek yoksunluğun ve çaresizliğin hemen yanı başında bekler.

Elimizden bir şey gelmediği özel zamanlarda, elimizden gelen tek şey sadece dua olduğu gibi, elimizden herşeyin geliyor göründüğü zamanlarda da elimizden gelenin hepsi dua olmalıdır...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dua
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 05:29:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dua rüya tabiri,Dua mekke canlı, Dua kabe canlı yayın, Dua Üç boyutlu kuran oku Dua kuran ı kerim, Dua peygamber kıssaları,Dua ilitam ders soruları, Duaönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes