> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti  (Okunma Sayısı 534 defa)
06 Ekim 2010, 15:54:51
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 06 Ekim 2010, 15:54:51 »



Dar Bir Çerçevede Din ve Vicdan Hürriyeti

Din ve vicdan hürriyeti; herkesin istediği dini serbestçe seçebilmesi, seçtiği dinin kendisine yüklediği mükellefiyetleri herhangi bir engelle karşılaşmadan rahatlıkla yerine getirebilmesi, inandıklarını tastamam yaşaması adına gerekli olan eğitimi alabilmesi ve inanıp uyguladığı bu sistemi icabında başkalarına da anlatabilmesi şeklinde hulâsa edilebilir.

Dini sırf bir kanaat-ı vicdaniyeden ibaret görenler, hem onu ilâhî vaz’a aykırı yorumlarla tahrif etmekte hem de onun uygulanma ve tesir alanını daraltarak Allah’ın dine bağlı vaadettiği ferdî, ailevî, içtimaî fayda ve maslahatlardan yararlanmayı engellemektedirler. Oysaki din, iman esaslarına yürekten inanmanın yanında, islâmî disiplinleri tastamam yerine getirmeyi, ahlâkî kuralları arızasız yaşamayı ve daha bir kısım ailevî, içtimaî, hukukî esasları da ihtiva etmektedir ki, bu kuralların hemen bütünü inanan insanlar için bağlayıcı birer disiplin olduğu gibi, bunlara terettüp eden sonuçlar da oldukça hayatî ve ciddîdir. Evet, ne bu esaslar kulak ardı edilebilecek türden şeylerdir, ne de sonuçları önemsenmeyecek gibi hususlardır. Dünyevî nizam ve ahenk, ferdî ve ailevî huzur ve saadet büyük ölçüde bu esaslara bağlı olduğu gibi insandaki ebediyet arzusunun cevabı ve ötedeki kesintisiz mutluluk da bunların birer sonuç ve semeresidir.

Ne var ki, dünden bugüne kimi idareler bu esasları hiç mi hiç kâle almamış; kimileri onlarla oynamış ve çerçevelerini değiştirmiş; kimileri de sık sık uygulanma alanlarına müdahale ederek düpedüz vicdanlara baskı yapmış ve insanların inandıkları gibi yaşamalarını zorlaştırmış, hatta engellemişlerdir. Bu arada, dinî kurallarla idare edilen bazı devletler, o dini benimseyen vatandaşlarına din ve vicdan hürriyeti adına belli ölçüde cömertçe davranmış görünseler de, başka din ve felsefeye inananlar için aynı şekilde hareket ettiklerini söylemek çok zordur. Ancak Müslümanlığı hakkıyla yaşayanlardır ki, her dine, her düşünceye, her hayat felsefesine karşı saygılı davranmış, bu düşünce ve sistem müntesipleriyle hep diyalog içinde olmuş, sürekli hoşgörü soluklamış ve her zaman onları şefkatle kucaklamışlardır. Aksine, Müslümanlığı doğru anlayamamış olanlar ve hangi dinden olursa olsun, yaşama felsefelerini kine, nefrete, ayrımcılığa, bağnazlığa, taassuba bina edenler, kendi ufukları, kendi vicdanları gibi, semavîlikten gelen dinin özündeki enginliği de büzmüş, daraltmış ve felâh vesilesi sayılan bir sistemi/sistemleri iflâh etmeyen müesseseler hâline getirmişlerdir; müntesiplerini gayz, öfke ve hasetle; “ötekiler” dediklerini de –tabiî elleri ulaşıyorsa– şiddetle, cebirle, harb u darple ve daha başka pek çok vahşice yollarla...

Günümüzde, tamamen dinin devletten ayrıldığı lâik ve liberal sistemler hemen herkesin inandığı şekilde yaşamasını benimsemiş gibi görünse de, pek çok yerde dinsizliğin şiddetle iltizam edildiği, dine ve dindara karşı da olabildiğine sert ve müsamahasız bir tavır takınıldığı açıktır. Böylelerinin, bir milletin kaderine hâkim oldukları coğrafyalarda ise, sık sık huzur ve istikrarın dinamitlendiği, halka kahreden baskıların yapıldığı, hatta değişik bahanelerle toplumun tazyiklerle sindirildiği ahvâl-i âdiyeden olmuştur/olmaktadır. Buna, kaba kuvvetle vicdan hürriyetinin mücadelesi de diyebiliriz. Böyle bir mücadelenin tarihi çok eskilere dayanır. Bu tür bir çatışmada, Allah, din, peygamber kabul etmeyenlerin yanında, bazen değişik diyanet erbabı da aynı zalim silahı kullanarak münkirler gibi davranmada beis görmemiştir: Farklı dönemlerde her şeyi ırka dayayan bir kısım Yahudi idareciler kendilerinden olmayan milletlere olabildiğine sert davranmış; ötekiler dedikleri kimseleri bir türlü hazmedememiş; dahası insanlar arası barış ve emniyet vaadiyle gelen semavî bir dini, vicdanlara baskı ve savaş vesilesi hâline getirmişlerdir. Aslında böyle bir tutum, başkalarının mağduriyet ve mazlumiyetine sebebiyet vermenin yanında onların da inkırazlarıyla sonuçlanmıştır.

Esefle ifade etmeliyim ki, dünyanın diğer yerlerindeki durum da bundan farklı olmamıştır ve şimdilerde de değildir. Batı, Müslümanlarla ilk karşılaştığı andan itibaren, bir kısım bağnaz ve mutaassıp ruhanî reislerin tahrikiyle, daha önce başkalarının Hazreti Mesîh ve onun mesajına karşı aldıkları yakışıksız tavrı almış ve bu yeni din mensuplarını ezmek, hatta tarihten silmek için haçlı seferleri tertip ederek gelip gelip bu mazlumlar coğrafyasına toslamıştır. Hem de Romalılar’ın aynı şeyleri kendilerine yapmış olmalarının izleri henüz silinmediği bir dönemde; âh o öldüren taassup ve kahreden bağnazlık..! Bu işgal ve tecavüzler, Hazreti Mesîh’in temel mesajlarıyla telif edilebilir miydi.? Ayrıca, tarih karşısında bu hoyratça saldırı ve baskılar hangi mâkul sebeplere dayandırılacaktı? Şayet bütün bunlar din adına idiyse –genelde öyle gösteriliyor– acaba bir diyanet hesabına bunca mesâvînin irtikâbı garip değil miydi.? Elbette garipti; ondan daha garibi de bütün bunların, mesajının özü şefkat ve merhamet olan Hazreti İsa adına yapılmasıydı...

Keşke, din, iman ve vicdanlara baskı bu kadarlıkla kalsaydı; heyhât, bu dünya tarih boyu içten içe hep bir fitne kazanı gibi kaynadı ve farklı düşünce, farklı felsefe, farklı dinî yorumlar karşısında fevkalâde sert ve müsamahasız davrandı. Böyle bir hercümerç içinde saf kitleler ne düşünürdü, onu bilemeyiz ama idare eden kadroların tagallüp, tahakküm, tasallut ve taassuplarında şüphe yoktu. Öyle ki, Hıristiyanlık bir devlet dini hâline geldiği günden itibaren, idare edenler Hazreti İsa Mesîh adına muhalif gördüğü herkesi astı, kesti ve hiçbir zaman onun sevgi, hoşgörü ve afv u safh çizgisine saygılı olamadılar. Her zümre bir sürü öteki icat etti ve bütün farklı anlayış, farklı düşüncelere baskı uygulayarak Hazreti Mesîh’i hoşnut edip Cennet’e gireceği vehmiyle cinayetler işledi; hâlâ da öyle yaşayanların var olduğu söylenebilir..

Bir gün geldi, bu mütemâdî çalkantılar, bir kısım ilim adamı ve filozofları harekete geçirdi. Bunların hareket noktası: Allah’tan gelmiş bir din, insanların birbirilerini kırıp geçirmesini emredemezdi.. bu işe bir “dur!” denmeliydi. Din adına bu kavgacı yorum, bir reform veya daha değişik bir yöntemle mutlaka değiştirilmeliydi. Neticede kısmen de olsa öyle sonuçlandı: Bir taraftan peşi peşine reform hareketleri gerçekleştirildi; diğer taraftan da birbiriyle mücadele içinde bulunan din ve ilim belli sınırlara çekilerek uzlaştırma yoluna gidildi. Din ve devlet ayrımı adına ciddî adımlar atıldı. Derken, düşünce ve vicdan hürriyetinden söz edilmeye başlandı. Ne var ki, bu defa da vaz-ı ilâhî’nin yerine vaz-ı beşerî gelip oturdu.. ve din bir kere daha herhangi bir nazariye gibi büzüşüp vicdanlara hapsedildi.

Oysaki, dinî inanç aynı zamanda diyanet demekti; o, herhangi bir ideoloji veya hukukî sistemin belirlediği sınırlara göre değil, Allah’ın vaz’ettiği esaslar çerçevesinde ifâ edilince semavîliğiyle kalabilir ve işte ancak o zaman ona din denebilirdi. Evet, din hürriyeti, vicdanî bir kanaat olmanın yanında, Allah’tan geldiğine inandığımız bütün semavî esasların yaşanması, icabında onların yazıyla, sözle başkalarına da anlatılması ve ne suretle olursa olsun ona ait kuralların engellenmeden yerine getirilmesinden ibarettir. Aksine, kısmen dahi olsa, onu yaşamaya bir kısım manilerin bulunduğu veya “şu alan-bu alan” mülâhazasıyla diyanete sınırlar konmaya çalışıldığı bir yerde din ve vicdan hürriyetinden söz etmek mümkün değildir.

Bugün Batı dünyası upuzun bir hercümerç yaşadıktan sonra belli ölçüde de olsa kendi problemlerini dinin dünyaya, dünyanın da dine karışmamasını ifade eden “lâisizm” kavramıyla halletmiş gibi görünüyor. Ne var ki, bu dünya onu hiçbir zaman cerh edilmez bir inanç sistemi ve bu konuda bütün problemleri çözebilecek biricik esas olarak da görmedi/görmemekte. O, menşei olan bu dünyada sırf bir uzlaşma yöntemi, din ve vicdan hürriyetinin de teminatı şeklinde algılanmaktadır. Bunun böyle yorumlandığı ülkelerde, o gün-bugün din lâisizmle, o da diyanetle çatışmaya girmeden şöyle-böyle birbirlerine destek olagelmektedirler. Bugün hâlâ bazı ülkelerde, lâiklik, dine, diyanete baskıya vesile yapılıyorsa bu, ya onun ilmî bir tarifle ortaya konamayışından, ya uygulayıcıların dinsizliğinden veya bazı ülkelerde yabancı servislerin kargaşa çıkarmak istemelerinden kaynaklanmaktadır ki -bu kabîl durumların söz konusu olduğu bir kısım- karanlık coğrafyalarda din ve idareler arasındaki kavga daha bir müddet sürüp gideceğe benzer. Şüphesiz bunda İslâm’ın karakteristiğinin önemli bir faktör olduğunu da göz ardı etmemek icap eder. Ne var ki, eğer o, kendi hususiyetleri nazara alınmadan bir kısım yabancı kavramlarla telif edilmeye çalışılarak kendi ruhuna aykırı yorumlara tâbi tutulur, semavîliğine dokunulur ve reform türünden değişik hezeyanlara girilecek olursa insanlık çapında çok ciddî problemlere sebebiyet verilmiş olur.

Her şeyden evvel İslâm, çok sağlam ve birbirinin lâzımı inanç esasları üzerine oturtulmuş mükemmel bir ibadet ve ahlâk sistemi, akıl ve vahiyle müeyyed bir ruhî hayat yolu, vicdanların beklentilerine cevap teşkil eden bir Cennet ve ebedî saadet anahtarı, ferdî, ailevî ve içtimaî problemlerin çözümünde bir “zîc-i semavî” ve kusursuz bir iktisadî ve idarî disiplinler mecmuasıdır. Bütün bunları görmezlikten gelmek ona ihanet, müntesiplerine de apaçık haksızlık demektir ki, ona inanan kimseler değişik baskılarla bütün bütün susturulsalar da, içten içe hep homurdanacak, bu ihanet ve bu haksızlığı kat’iyen affetmeyeceklerdir.

Aslında, İslâm’ın yukarıdaki hususlarla alâkalı emir ve tavsiyeleri, içtimaî barışı sağlaması, milletler arası diyalog ve hoşgörüyü gerçekleştirmesi, sesinin ulaştığı hemen her yerde genel emniyete katkısı açıs...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 10:26:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti rüya tabiri,Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti mekke canlı, Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti kabe canlı yayın, Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti Üç boyutlu kuran oku Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti kuran ı kerim, Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti peygamber kıssaları,Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti ilitam ders soruları, Dar bir çerçevede din ve vicdan hürriyeti önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes