2- Dinî Güdülenme ve Dinî Arzu İnsan davranışının anlamını belirleyen şey “niyettir. Bir kimseyi anlamak için sadece onun içinde bulunduğu durumu nasıl kazandığını değil, hangi hedefe ulaşmak ve neyi başarmak istediğini de bilmek gerekir. Çünkü niyet faaliyeti, ister tabiî ister kültürel olsun objektif bir gerçekliğe atfeder. Dinamik psikoloji niyeti, “bir duyguyla açık bir ilişki ve uyum içinde bulunan bir gaye için ferdin çabalaması” [142] olarak tanımlar. Hz. Peygamberin;
“davranışlar niyetlere göredir..” [143] anlamındaki hadisi de, davranışta güdülen amacın, onun asıl dinî-ahlâkî değerini ve sorumluluğunu belirlediğini ortaya koymaktadır. Dinî inanç ve eğilim sahibi kimseler, çeşitli niyetlerle aynı şekilde davranabilmektedirler. Fakat dinini yaşayan her insan, aynı anda kendisinde etkili olan niyet ve sebeplerin şuurunu tam olarak kazanamaz. Din Psikolojisi bu noktada, terimin genel anlamı içerisinde şuurdışı unsurları incelemek durumundadır. Diğer insan davranışlarında olduğu gibi, dinî davranışı, ancak niyetten de söz ederek ve onu tahlil ederek anlamlı bir biçimde tanımlamak mümkündür.
Bir dinî davranış, ister bir ibadet gibi dıştan görülebilir olsun, ister sessiz bir dua gibi mahrem ve derûnî olarak kalsın, bir faaliyettir. Bu durumda faaliyet, bu tarzı seçmeci bir tarzda harekete geçirten bir güç, bir dinamizm gerektirmektedir. İşte niyet bu güçtür. Fakat ruhî sebeplilik niyetle aynı şey değildir, fakat o, onun dışında da değildir. Bundan dolayı psikoloji bir yandan, davranışta bulunan kişi ve onun müşahede edilebilir davranışı arasındaki ara değişken olarak bir dinamizm dahil ederek, diğer taraftan onun anlamını dile getiren niyeti tasvir ederek bir davranışı açıklar.
Bu bakış açısıyla, dinî niyetin iki farklı şeklini ayırdetmek mümkündür [144]. Niyetin özü bakımından dinî bir amacı izlediği ve iç dinamizmin bu niyete uyarlandığı motivasyona “dinî arzu” diyebiliriz. Burada güdüyü harekete geçiren ve ona sebep olan, hedef durumundaki dinin kendisidir. Din eğer bizzat kendisi tarafından, kendisinin sunduğu şey için güdülenirse, ancak kendisinin sebebi olur. Ne kadar geç oluşursa oluşsun, özü bakımından dini niyetin gelişerek devam etmesi için bir motivasyon değişikliği gerektirmektedir. Gayesi kendiliğinden dinî olan güdülenme içinde, dinin varoluşa kazandırmak istediği yeni bir anlam ve gaye ile kendini değişmeye bırakan bir davranış söz konusudur. Güdülenme kavramı burada değişik bir anlam kazanmaktadır; artık o, dünya alanında kendini gerçekleştiren insanın ruhiyatının motivasyonu değildir. Buna karşılık, dinî niyetin kendine has insanî bir niyetin fonksiyonu olduğu duruma da “dinî güdülenme” denmektedir. Dinî güdülenme, insanî arzulara göre (yaşama arzusu, ölümsüzlük arzusu, sosyal uyum isteği., vb.) yönlendirilmiş olan ve onları tatmin amacı dışında bir hedefi olmayan davranışa yol açar. Bu durumda, psikolojik kendiliğindenliği aşan ve kişide yapı değişimi meydana getiren bir özellik bulunmaz.
Böylece, “din için güdülenme” ve “güdüleyen din” arasında bir ayırım yapmak söz konusudur. Bu ayırım insan realitesine ve dinin kültürel objektif varlığına uygun düşmektedir. Her kültürel olay için olduğu gibi, din, kendine has anlam ve değerlerin kurucusu olarak kendisini ileri sürer ve insandan, ulaştıracağına inandığı hayata girmesini ister. İnsan bu hayata girebilir ve dinî hayatı kendine maledip, bütün kişiliğini onunla yoğurabilir. Dinî inanç ve değerler kendi içinde “dinamik bir tabiata sahiptir. Kendi tabiî, beşerî kaynaklarına bağımlı olmaksızın ferdin motivasyonel hayatında önemli ve bağımsız rol oynayabilir. Böylece, kendi tabiatına uygun davranışlar üretir ve ihtiva ettiği değerlere uygun bir vicdan oluşturur. Bununla birlikte din bunu, insandaki psikolojik eğilim ve ilgilerle ittifak kurarak gerçekleştirir. Dindar insan, kendisinden ölümsüzlük, himaye, mutluluk., beklediği için Allah'ına başvurur. Şüphesiz ki, mümin Allah'ına başvurursa bu, O'nun varlığının kendini kabul ettirdiği kadar, minnettar bıraktığı içindir aynı zamanda. Saygı ve talep, tapınma ve arzu, bunlar dinî tutumun iki yüzüdürler. Ruhî bir fiil olarak din, psikolojik olarak yalnızca kendi önünde bir objeye, davranışı yönlendiren objektif bir birliğe sahip değildir; ayrıca insandan doğan eğilimlerden kaynaklanır. Hedef alınan konu kişinin niyetlerine uygun düşerler. Bundan dolayı, müşahede edilen dini sadece ruhî bir sebeplilikle açıklamak doğru değildir. Çünkü dinî gelenek olmadığı takdirde gerçek anlamda din de olmayacaktır. Ruhî sebeplilikle sınırlı kalan bir dinî açıklama, din gerçeğinin çok az bir bölümü (=dini güdülenme) hakkında bilgi verir; zira, hangi sebeple olursa olsun Allah'a başvuran kimse, ne kadar az olursa olsun her zaman insanî güdüleri aşar (dinî arzu). Dinî tebliğinin kaynağı olan tabiatüstü makama, Allah'a başvurulduğuna göre, hiçbir zaman motivasyonlar vasıtasıyla mutlak determinizm mevcut olmaz. [145]
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın