> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Bir meçhule sesleniş
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bir meçhule sesleniş  (Okunma Sayısı 840 defa)
06 Eylül 2010, 16:37:29
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 06 Eylül 2010, 16:37:29 »



bir meçhule sesleniş

Ah... Gülüşüme, bakışıma hüzün yağmurları yağdıran... Dolup dolup taşsam da, seni anlatmaya gücüm yetmiyor bir türlü... Şairin dediği gibi, “kelimeler kifayetsiz“ kalıyor bu ölçüsüz ve zamansız gelen vurgunu anlatmaya... Bütün zihnimi zorlasam ve bütün bildiklerimi, gördüklerimi, duyduklarımı didik didik etsem de, içimi dolduran bu boşluğu tarif etmeyi başaramıyorum. Öyle ki; bütün bir ufkumu dolduruyor ve hareket edecek bir parçacık alan bile bırakmıyorsun bana...

Doyumsuz ve istikrarsız bir ruh hali bıraktın bana... Hep uzak yerlerin ve uzak zamanların hayalini kuruyorum. Sürekli bir sıkıntı, bir daralma ve bir yangın içinde olan yüreğime söz geçiremiyorum. Beynim ve yüreğim, mantığım ve hissiyatım arasındaki kavgayı sükûnete erdirecek gücü kendinde bulamıyorum. Dağılıyorum, daralıyorum ve geçmişte kendimle yaptığım kavgalara uzanıyorum.

 Öyle bir açlık ki bu; bir sevgi açlığı mı desem bunun adına, bir serseri açlığı mı? Vaktinde doyurulmadığı için büyüdükçe büyüyen ve bugün gelinen noktada artık doyurulması zorlaşan, hatta imkânsızlaşan bir açlık mı acaba? Ötelerin acısını duyarak ellerimi bırakıp giden bir muhabbete duyduğum bir açlık mı yoksa?

“Bir kutsal emanet gibi / bir sır gibi / Ve bir ayıp gibi saklarım seni” ey açlık... Feryadına kulak tıkamak istediğim, ama tıkayamadığım... Söylediklerini işitmemek adına kendime meşgaleler icat etmeye çalıştığım, ama başaramadığım... Sen o musun? Adına sevgi diyemediğim, sevda diyemediğim, aşk diyemediğim.  Hiçbir şey yetmiyorsa eğer; hiçbir şey yerini doldurmuyorsa eğer... Bir şarkıda söylendiği gibi: “ Denenmiş kaç bin senedir/ Sevgi yetmiyor./ Sevilenler çabuk küser / Sevgi yetmiyor.”

Sana bakıyorum da... Sana... Gözlerine... Ellerini birbirine kenetlemene... Boynunun hafif eğik duruşuna... Derin bir mahzunluk içre bakan gözlerine... Düşüncelerim birbirine karışıyor, bir hayal tufanı dört yanımı istila ediyor; gerçekte ne olduğumu, kim olduğumu ve nerede olduğumu unutuyorum. Sanki hoşuma gidiyor bu unutkanlık, sadece bakışların kalıyor bende unutmadığım, unutamadığım. Ördüğüm duvar yıkılıyor ve bir çöl ortasında yapayalnız kalıyorum. Bir ıssızlık ortasında ben ve ufukta gözlerin...

Sana bakıyorum da... Sessizce beni dinleyişine... Sözümü kesmeyişine, acımı keşfedişine, içimden gelen sese kulak kesilişine... Sırrımı yada vermeyeceğine olan güvenişime... Bütün bunlar aklıma, gözümün önüne gelince; bir anda dikkatim dağılıyor, yazdığım ya da uğraştığım şey her ne ise; aramızdaki irtibat birden kesiliyor. Zaman kopup gidiyor, araya sen giriyor ve bütün başka şeylerle olan bağımı koparıyorsun bir anda çünkü. Bir savruluş başlıyor içimde bir yerlerde, bir manzara onarıma muhtaç hale geliyor, bir cam kırılıyor ve zihnimi sana devrediyorum.  Arkasından her zaman olduğu gibi, bir boşluk, bir umutsuzluk, bir karamsarlık çöküyor içerime... Sen beni öylece bırakıp gidiyorsun... Kendimi tamir etmek ve gerçeğe dönmek için verdiğim mücadeleyi bilmem biliyor musun?

Bazen cesaretle yüzüme bakıyorsun ya; gözlerini ta gözlerime dikerek durduğunda hani... O an düşünüyorum, yüzüme mi bakıyorsun, yüreğime mi?.. Baktığın ben miyim yoksa kendin mi? Bir an korkuyorum, telaş içinde çırpınıyorum içimden geçenlerden bir parça da sana değecek diye...

Belki bilmiyorsun ama, işte beni asıl korkutan da bu... Kendime, sadece kendime ait olduğunu ve hep öyle kalmasını dilediğim, istediğim, düşündüğüm bir duygunun, küçücük de olsa sana değmesini, seni üzmesini, seni yaralamasını istemiyorum.

Istırabıyla, narıyla, hayaliyle, bir parçacık ümidiyle yalnızca bana ait olarak yüreğimde öylece dursun. Yalnızca ben taşıyayım onu, yalnızca ben çekeyim kahrını, sitemini ve ruhumu ağırlaştıran yorgunluğunu... “Mahzun ve masum” bir düşünce gibi orada öylesine kal. Yakında olsan da, ulaşılmaz mesafeler olsun aramızda... Bakışınla, duruşunla, hissedişinle içimi acıt, hüzne sal beni, düşündür, derinleştir, bir şeylerin ölmediğine, yaşadığına ve yaşayacağına inandır.

Senden habersiz gözyaşı dökeyim senin için, üzüleyim, dertleneyim; kendime can yoldaşı edeyim türküleri eskisi gibi yine... Dağ başlarına çıkayım, ovalarda, vadilerde, koyaklarda dolaşayım; sesimi, sözümü, nağmemi, yürek yangınımı sulara, kuşlara pay edeyim. Hayalin gezinsin bulutlarda...

Gecenin bir yarısı, aklımda sen, fikrimde sen, zihnimde sen ve o ıssızlıkta yoldaşım sen... Sokakları arşınlayıp, yağmurlarda ıslanayım.  Her nasılsa açık kalmış bir eski zaman kahvesinde oturup seni hayalleyerek, içtiğim sigaranın dumanını tavana savurayım. Buğusu üstündeki çaydan bir yudum alıp, yaşadıklarımın tanığı defterime birkaç mısra daha karalayayım. Bakışların gelsin gözlerimin önüne, bir eski sızıyı hatırlayıp, maziyi çağrıştıran bir ince melalle sarsılayım.

Sen ise öylece kal orada, seni kaybetmeyeyim, düşüncemde gezin sadece... Beni bilme, beni duyma, çektiklerimden bihaber ol ve uzak dur benden... Hiç olmazsa yakındaki uzakla avunayım.

Bakışların; belki sen farkında değilsin ama,-Yoksa farkında mısın?-yüreğimi çekip çekip ellerime koyuyor adeta... Geçmişim, deli sevdalarım, pişmanlıklarım, acılarım, dargınlıklarım, kırgınlıklarım, yanıp yakılmalarım, alıp bir yerlere götüren incitici yanım... Her biri bir taraftan ve aynı anda baskın veriyorlar üzerime... İçim daralıyor, bağrıma ateş doluyor, çeşmim yaşı sel oluyor. Zavallı yüreğim ne yapacağını şaşırıyor, büyüyor büyüyor ve yerine sığmaz oluyor sanki. Ya yüreğimden geçenler; hissettiklerim... Sana belli etmemek hususunda gösterdiğim çaba ve bu çabayla ilgili kaygılarım. Gün geçtikçe ağırlığı artıyor bütün bunların ve ben, bu yükün altında eziliyorum.

Ya bir de sen bunların farkındaysan; o zaman ne demeliyim kendime? Nasıl avutmalıyım kendimi. Kızmalı mıyım? Yoksa ara sıra bir şeyleri bahane ederek senden kurtulmak için yaptığım manevrayı gitgide büyütüp, kendimi senden hepten sıyırmalı mıyım?

Bu soruları, çelişkilerimi taşıyamadığım, kaldıramadığım zamanlarda sorduğumda kendime, hafakanlar basıyor beynimi... Bir telaş, bir heyecan ki; sorma gitsin... Fırtınalara tutuluyorum. Bir korkuya kapılıyorum. Zaman geçip gidiyor bir yandan, ulaşılmazlık ve umutsuzluk bir yandan... Ve sen gözlerime; korkunç bir sadelik, derinlik, saflık içinde bakıyorsun bir yandan...

Arada bir her şeyden ve herkesten uzaklaştığımda ise, hislenemiyorum, efkârlanamıyorum bile... Böyle zamanlarımda, türküler, dinlediğimde cam kırığı gibi yüreğimi çizen o nağmeler eskisi kadar niçin etkilemiyor beni diye endişeye kapılıyorum. Çelişkilerime her gün yeni çelişkiler ekliyorum ve bir zaman öncesinde olduğu gibi, elimde olmadan, büyüyor da büyüyor bütün bunlar.

Öylesine delice bir duyuş, öylesine vakitsiz bir hissediş ki bu... Hani şarkıda diyor ya; “Bu ne yaman çelişki anne!” En çok da, “Bu yaşta bu olur mu?” diye kınanmaktan; anlaşılmadan, düşüncesizce, seviyesizce kınanmaktan ürküyorum. Halbuki; hayatınızda bir kerecik de olsa; “...kendinizi seyrederek bir çift gözle sohbet ettiyseniz”, az çok biliyorsunuzdur nasıl bir şeyden bahsettiğimi...

Aslında çelişkilerimden kurtulmak yerine, ah onlarla yaşamaya bir alıştırabilsem kendimi; o zaman içim rahatlayacak, zihnimdekiler yerli yerine oturacak ve ruhum... Ruhum; acıdan kendine düşen payı alarak yaşamaya alışacak. Ve o sükûnet içerisinde, olana bitene boyun büküp tahammül etmem için bana şöyle haykıracak:

“Sus... Dinle!.. Bir sen değilsin yüreğini oradan oraya vuran, mevsimden mevsime savuran. Herkes kendi hikayesini daha hazin zanneder ve yanılır. Bu yanılgıyı, kendine benzerlerle ve onun gibilerle karşılaştığında farkeder kimileri. “ (Filiz Mercanköşk,“Sizin Tınınız Hangi Mevsimdi?” adlı hikayeden.)

Ne var ki, yine de söylemesi kolay, uygulaması zor olan bu işi, zamana bırakmak belki de en iyisi...



İsmail BİNGÖL
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bir meçhule sesleniş
« Posted on: 29 Mart 2024, 00:46:49 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bir meçhule sesleniş rüya tabiri,Bir meçhule sesleniş mekke canlı, Bir meçhule sesleniş kabe canlı yayın, Bir meçhule sesleniş Üç boyutlu kuran oku Bir meçhule sesleniş kuran ı kerim, Bir meçhule sesleniş peygamber kıssaları,Bir meçhule sesleniş ilitam ders soruları, Bir meçhule seslenişönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes