๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Vaaz Projeleri => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2010, 16:44:39



Konu Başlığı: Allaha İman ve Allahın Sıfatları
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Ekim 2010, 16:44:39
ALLAH’A  İMAN  VE  ALLAH’IN SIFATLARI


Abdullah ÖZBEY


I- Konunun Plânı

A- Allah’a İman
B- Allah’a İman ve Allah’ın  Sıfatları Hakkında  İslam İnancının Özeti
C- Allah’ın Sıfatları: Zati ve Sübuti olmak üzere iki kısımdır.
1. Zati Sıfatlar   :Vücut, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Muhalefetün  lil havadis, Kıyam Binefsihi.
2. Sübuti Sıfatlar : Hayat, İlim, Semi’, Basar, İrade, Kudret,   Kelam, ve Tekvin dir.

II- Konunun Açılımı ve İşlenişi

Konuya kainatı yaratan, idare eden, kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık olan Allah’a iman’ın,  iman esaslarının birincisi  ve temeli olduğu izah edilerek başlanır.Vaazın akışı içinde Allah’ın varlığına delalet eden ve insanı bu konuda düşünmeye  ve iman etmeye çağıran Kur’an ayetleri üzerinde durulur. Müminin Allah’ı tanıması amacıyla,  Allah’ın sıfatlarını bilmesi gerektiği vurgulanır. Allah’ın sıfatlarının ezeli ve ebedi olduğu, yaratıkların sıfatlarına benzemediği anlatılır. Her ne kadar isimlendirmede bir benzerlik varsa da Allah’ın ilmi, iradesi, hayatı, kelamı; bizim ilim, irade, hayat ve kelamımıza benzemediği izah edilir. Bizim Allah’ın zatını ve mahiyetini bilemediğimiz ve kavrayamadığımız için O’nu isim ve sıfatlarıyla tanıyabileceğimiz ifade edilir. Ayrıca Allah’ın zati ve subuti sıfatlarının anlamları, birer, birer açıklanır.

III- Konunun özet sunumu

Ergenlik çağına gelmiş, aklı başında olan her erkek ve kadına ilk önce farz olan, Allah’ı bilmek ve O’na inanmaktır. Allah vardır, O’nun varlığını anlamak ve bilmek için kendimize, kainata ve kainattaki yaratılış inceliklerine  ve her şeyin yerli yerine konduğuna bakmak yeterlidir.
Kainatta hiçbir şey kendiliğinden olmuş değildir. Mutlaka onu yapan ve ona şekil veren birisi vardır. Giydiğimiz elbise, kullandığımız eşya ve içinde oturduğumuz ev, bindiğimiz, vasıta, bütün bunların birer ustası ve yapanı vardır. Bunun gibi bizi, bütün canlıları, kainatı ve kainattaki akıllara durgunluk veren bu düzeni elbette bir yaratan vardır. İşte O, Allah tır. Bizi yaratan ve yaşatan O’dur. Öldürecek ve tekrar diriltecek olan da yine O’dur. Bu sebeple bizim için ilk görev, O yüce yaratıcıyı tanımak ve O’na inanmaktır. Allah, vardır ve birdir, Ondan başka tanrı yoktur.
Allah’a iman, O’nun sıfatlarını bilmeye bağlıdır. O, ancak sıfatlarıyla  bilinir ve tanınır. Çünkü Allah’ın zatını anlayıp kavramamız mümkün değildir. Allah’ın sıfatları, zati ve subuti olmak üzere iki kısımdır.
Zati Sıfatlar: Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Muhalefetün’lil-havadis, Kıyam bi-Nefsihi.
Subuti Sıfatlar: Hayat, İlim, Semi’, Basar, İrade, Kudret, Kelam ve Tekvindir.
Kur'an-ı Kerim ve hadislerde zikredilen Esmaül-Hüsna’nın her biri Allah’ın sıfatlarından birine delâlet eder.

IV- Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Ayetler


وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
“Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahmân’dır, Rahîm’dir.” 
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْش عَمَّا يَصِفُونَ.
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” 
Konu ile ilgili faydalanılabilecek diğer ayetler şunlardır :Kasas, 28/88 ; İhlas 112/1-4; Şûrâ, 42/11; Bakara, 2/255 ; Yasin 36/82 ; Tâ-Hâ, 20/8 ; Zâriyât, 51/20-21 ; A’râf, 7/180 ; Fatiha, 1/1-4.

V- Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Hadisler

مَامِنْ مولودٍ إّﻻ يوُلدُ علَى الفِطْرَةِ ثم يقولُ اِقْرُؤا فِطرَةَ اللّهِ الَّتى فطَرَ النّاسَ علَيْهَا فأبَواهُ يُهَوِّدَانِهِ أوْ يُنَصِّرَانِهِ أوْ يُمَجِّسَانِهِ .

"Her çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum, 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” 
إنّ الإِسْلاَمَ بُنِىَ علَى خَمْسٍ: شَهادَةِ أنْ َ إلَهَ إّ اللّهُ، وَأنّ مُحمّداً عَبْدُهُ وَرَسُولهُ، وإقَامِ الصَّلاَةِ، وَإيتاءِ الزَّكاةِ، وَحجِّ البَيْتِ، وصَوْمِ رَمَضَانَ

İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak”   
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ إِنَّ لِلَّهِ تَعَالَى تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمًا مِائَةً غَيْرَ وَاحِدَةٍ مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ هُوَ اللَّهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ الْغَفَّارُ الْقَهَّارُ الْوَهَّابُ الرَّزَّاقُ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ الْقَابِضُ الْبَاسِطُ الْخَافِضُ الرَّافِعُ الْمُعِزُّ الْمُذِلُّ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ الْحَكَمُ الْعَدْلُ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ الْحَلِيمُ الْعَظِيمُ الْغَفُورُ الشَّكُورُ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ الْحَفِيظُ الْمُقِيتُ الْحَسِيبُ الْجَلِيلُ الْكَرِيمُ الرَّقِيبُ الْمُجِيبُ الْوَاسِعُ الْحَكِيمُ الْوَدُودُ الْمَجِيدُ الْبَاعِثُ الشَّهِيدُ الْحَقُّ الْوَكِيلُ الْقَوِيُّ الْمَتِينُ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ الْمُحْصِي الْمُبْدِئُ الْمُعِيدُ الْمُحْيِي الْمُمِيتُ الْحَىُّ الْقَيُّومُ الْوَاجِدُ الْمَاجِدُ الْوَاحِدُ الصَّمَدُ الْقَادِرُ الْمُقْتَدِرُ الْمُقَدِّمُ الْمُؤَخِّرُ الأَوَّلُ الآخِرُ الظَّاهِرُ الْبَاطِنُ الْوَالِي الْمُتَعَالِي الْبَرُّ التَّوَّابُ الْمُنْتَقِمُ الْعَفُوُّ الرَّءُوفُ مَالِكُ الْمُلْكِ ذُو الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ الْمُقْسِطُ الْجَامِعُ الْغَنِيُّ الْمُغْنِي الْمَانِعُ الضَّارُّ النَّافِعُ النُّورُ الْهَادِي الْبَدِيعُ الْبَاقِي الْوَارِثُ الرَّشِيدُ الصَّبُورُ

Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayetine göre Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın Rasulü (Allah O’na salat ve selam etsin) dedi ki: Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Kim onları öğrenirse cennete girer. O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır ki :er-Rahman, er-Rahim, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb,  er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfî, el-Mu’ızz, el-Müzill, es-Semî’, el-Basîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mucîb, el-Vâsi’, el-Hakîm, el-Vedûd, el-Mecîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metin, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mubdi’, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müteâlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntekım, el-Afüvv, er-Raûf, Mâlikü’l-Mülk, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksıt, el-Câmi’,el-Ganiyy, el-Muğnî, el-Mâni’, ed-Dâr, en-Nâfi’, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedî’, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es-Sabûr.” •

VI- Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar

Konu ile ilgili ayetlerin tefsirlerine bakılabilir. (Örneğin, Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili ; Prof. Dr. Süleyman ATEŞ, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri; DİB Kur’an Yolu)
1.   Diyanet İslam İlmihali, D.İ.B. Yay., Ankara 1999. S.30-33
2.   İlmihal, T.D.V.İlmihali, I.Cilt, İstanbul, 1999 S.81-91
3.   T.D.V.İslam Ansiklopedisi, Allah Mad., C.2, S.471-501; İman Mad., C.22, s.212-219; İslam Mad., C.23, S.1-42.



  Bakara, 2/163.
  Enbiya, 21/22
  Buhari, Cenaiz, 80, (II, 98)
  Tirmizi, Daavât, 82, (V, 530-531)
ESMA'ÜL-HÜSNA
Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayetine göre Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Rasulü (Allah O’na salat ve selam etsin) dedi ki: Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Kim onları öğrenirse cennete girer. O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır ki : ALLAH (Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zatın özel ve en kapsamlı adı) RAHMÂN (Bağışlayan, esirgeyen), RAHÎM  (Bağışlayan, esirgeyen), MELİK  (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi), KUDDÛS (Her eksiklikten münezzeh), SELÂM  (Esenlik veren), MÜ'MİN  (Güven veren, vaadine güvenilen), MÜHEYMİN (Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten), AZÎZ (Yenilmeyen yegane galip), CEBBÂR (İradesini her durumda yürüten, yaratılmışların halini iyi eleştiren), MÜTEKEBBİR (Azamet ve yüceliğini izhar eden), HÂLİK (Takdirine uygun bir şekilde yaratan), BÂRİ' (Bir model olmaksızın canlıları yaratan), MUSAVVİR (Şekil ve özellik veren), GAFFÂR (Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan), KAHHÂR (Yenilmeyen, yegane galip), VEHHÂB (Karşılık beklemeden bol bol veren), REZZÂK (Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren), FETTÂH (İyilik kapılarını açan, hakemlik yapan), ALÎM (Hakkıyla bilen), KÂBIZ (Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan), BÂSIT (Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan), HÂFID (Alçaltan, zillete düşüren), RÂFİ' (Yücelten, izzet ve şeref veren), MUİZ (Yücelten, izzet ve şeref veren), MÜZİL (Alçaltan, zillet veren), SEMİ' (İşiten), BASÎR (Gören), HAKEM (Son hükmü veren), ADL (Mutlak adalet sahibi, aşırılığa meyletmeyen), LATÎF (Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan), HABÎR (Her şeyin iç yüzünden haberdar olan), HALÎM (Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen), AZÎM (Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu), GAFÛR (Bütün günahları bağışlayan), ŞEKÛR (Az iyiliğe çok mükafat veren), ALΠ (İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın), KEBÎR (Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu), HAFÎZ (Koruyup gözeten ve dengede tutan), MUKÎT (Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan), HASÎB (Kullarına yeten, onları hesaba çeken) CELÎL (Azamet sahibi) KERÎM (Fazilet türlerinin hepsine sahip), RAKÎB (Gözetleyip kontrol eden), MÜCÎB (Dileklere karşılık veren), VÂSİ' (İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan) HAKÎM (Bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan), VEDÛD (Çok seven, çok sevilen), MECÎD (Şanlı, şerefli), BÂİS (Ölümden sonra dirilten), ŞEHÎD (Her şeyi gözlemiş olarak bilen), HAK (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan), VEKÎL (Güvenilip dayanılan), KAVÎ (Her şeye gücü yeten, kudretli), METÎN (Her şeye gücü yeten, kudretli), VELÎ (Yardımcı ve dost), HAMÎD (Övülmeye layık), MUHSÎ (Her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen), MÜBDİ' (İlkin yaratan), MUÎD  (Tekrar yaratan), MUHYÎ (Can veren) MÜMÎT (Öldüren), HAY (Ebedi hayatta diri), KAYYÛM  (Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kainatı idare eden), VÂCİD (Dilediğini dilediği zaman bulan bir müstağni), MÂCİD (Şanlı, şerefli), VÂHİD (Tek,bir, Bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında tek), SAMED (Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni), KÂDİR (Her şeye gücü yeten, kudretli), MUKTEDİR (Her şeye gücü yeten, kudretli), MUKADDİM (Öne alan), MUAHHİR (Geriye bırakan), EVVEL (Varlığının başlangıcı olmayan), ÂHİR (Varlığının sonu olmayan), ZÂHİR (Varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından aşikar), BÂTIN (Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli), VÂLÎ (Kainata hakim olup onu yöneten), MÜTEÂLÎ (İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın), BER (İyilik eden, vaadini yerine getiren), TEVVÂB (Kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden), MÜNTAKIM (Suçluları cezalandıran), AFÜV (Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden), RAÛF (Şefkatli), MÂLİKÜ'L-MÜLK (Mülkün sahibi), ZÜ'L-CELÂLİ ve'l-İKRAM (Azamet ve kerem sahibi), MUKSİT (Adaletle hükmeden), CÂMİ'  (Toplayıp düzenleyen, kıyamet günü hesaba çekmek için mahlukatı toplayan), GANÎ (Her şeyden müstağni, kendi dışında her şey O'na muhtaç), MUĞNÎ (Zenginlik verip tatmin eden), MÂNİ' (Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere engel olan), DÂR (Zarar veren), NÂFİ' (Fayda veren), NÛR (Nurlandıran, nur kaynağı), HÂDÎ (Yol gösteren, murada erdiren), BEDÎ' (Eşi ve örneği olmayan, sanatkarane yaratan), BÂKÎ (Varlığının sonu olmayan) VÂRİS (Varlığının sonu olmayan), REŞÎD (Bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşıcı, irşad edici), SABÛR (Çok sabırlı),


Konu Başlığı: Ynt: Allaha İman ve ALLAHın Sıfatları
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 20 Ağustos 2011, 23:58:21


Allah’ın (c.c.) Sıfatları

1Allah’ın (c.c) Zati Sıfatları:
Allah’ın (c:c.) zati sıfatları şunlardır:
a. Vücut: Var olmak demektir. Allah (c.c.) vardır. Ama O bizim gibi bir bedene muhtaç değildir. O’nun varlığı zihinde herhangi bir kalıba sokulamaz. Zihne Allah (c.c.) ile ilgili gelen her şekilden dolayı Allah’ı (c.c.) tenzih etmek (sübhânallah demek)  gerekir.

b. Kıdem: Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) varlığının bir başlangıcı yoktur. Allah (c.c.) ezelde (geçmiş bütün zamanlardan önce de) vardı. Allah (c.c.) zaman kaydından uzaktır.

c. Beka:  Allah (c.c.) ebedidir. Allah (c.c.) biz fani varlıklar gibi ölümlü değildir. Aslında Allah’ın (c.c.) zaman kaydından uzak olduğunu belirtmiştik.

d. Muhalefetü’n-Lil-havadis: Allah (c.c.) yarattığı hiçbir varlığa benzemez.

e. Kıyam Bi-nefsihi: Allah  (c.c.) Kendi zatıyla vardır. Varlığı için kimseye muhtaç olmamıştır.

f. Vahdaniyet: Allah (c.c.) birdir.

Bu sıfatlar, Allah’ın (c.c.) zatı ile ilgilidir. Allah’ın (c.c.) zatı ise bilinemez, tasarlanamaz, nitelenemez, ölçülemez, yer ve zaman kayıtlarına bağlanamaz. Bu özelliklerinden dolayı Allah’ın (c.c.) zati sıfatları sübuti sıfatlarından farklıdır. Çünkü bu sıfatları sübuti (olumlu, gerçekle bağdaşır) sıfatlar gibi varlık dünyasında, özellikle insan üzerinde görmek olanaksızdır. Bu nedenle bu sıfatların bazılarını  tam anlamıyla  kavramak da çok zordur. Çünkü insan zihni bu dünyadaki doğa yasalarıyla biçimlenmiştir. Bu yüzden mantık kuralları Allah’ın (c.c.) zatını, dolayısıyla zati sıfatlarını anlamakta ve kavramakta bir acziyet içerisinde bulunur. Yalnız vahdaniyet zati sıfatı ahirette ceza yada ödül almada en önemli sınav konusu olması dolayısıyla değerlerinden farklı olarak evrende, yeryüzünde, canlı ve cansız varlıklarda değişik ayetlerle gözler önüne serilmiştir.

Allah’ın zati sıfatlarını varlıklara ilişkin benzerliklerden tenzih etmek gerekir. Bu sıfatları sadece Allah’a (c.c.) has kılmak gerekir. Bu nedenle bu sıfatlara tenzihi veya selbi sıfatlar da denir.

a. Vücut: Zati sıfatlardan vücut ile zihinde Allah (c.c.) ile ilgili hiçbir şey tasarlanamaz. Allah’ın (c.c.) vücudu vardır, ama bu hiçbir biçimde yaratılmışların vücuduna benzemez. Ayrıca Allah’ın (c.c.) vücudu ile ilgili bir nitelik ve nicelik tasarlamak da doğru değildir.

Görünüşte insanın da bir vücudu vardır. Bu vücut, Kuran’ın Kerim’in ifadesiyle topraktan yaratılmıştır. Toprak da bütün evren ve içerisindeki her şeyle birlikte Allah’ın (c.c.) “Ol!” emri ile birlikte yoktan var edilmiştir. Allah (c.c.) evreni ve içerisindekileri yaratırken kendisinden hiçbir şey eklememiştir. O bunları yoktan yaratmıştır ve yaratmaktadır. Bilim, evrenin bir şişirilen balon gibi genişlemeye devam ettiğini belirttiğine göre bu yaratma süreci şu anda da sürüyor demektir. Allah’ın (c.c.) yaratma işini sadece bu evrenle de sınırlamak doğru değildir. Kuşkusuz Allah (c.c.) mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz nice evrenlerin de yoktan yaratıcısıdır. Bu yüzden yoktan yaratılmış bir şeyi, hele insan gibi son derece aciz bir varlığı vücut yönü ile evrenleri yaratan Allah (c.c.) ile karşılaştırmak, Allah (c.c.) karşısında insanın bir varlığının olduğunu düşünmek son derece küstahça bir tavırdır. Bu yüzden İslam bilginleri vücut sıfatını, varlık dünyasında, özelikle insan üzerinde  Allah’ın (c.c.) nitelik ve nicelik kaydıyla etkileri yada yansımaları görülen sübuti sıfatlarından saymamışlardır, zati sıfatları arasında kabul etmişleridir.

Allah (c.c.) Vacibü’l-vücuttur (yani varlığı gerekli, olmaması düşünülemez). Diğer varlıklar ise, birer mümkündür ( yani Allah’ın (c.c.)  yaratıp yaratmamada ilahi iradesine bağlı).

b. Kıdem: Allah’ın (c.c.) kıdem sıfatını da mantık kavramakta zorlanır. Çünkü doğada her canlı varlığın bir başlangıcı vardır. Hatta cansız varlıklar için de bu durum geçerlidir. Binlerce, milyonlarca yılda oluşan fosillere belli bir yaş tespit edilebilmektedir. Hatta çağımızda bilim, dünyamızın ve içerisinde bulunduğumuz evrenin bile bir başlangıcı olduğunu kabul etmiştir. Ama Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) ezeli oluşunu yaratılmış herhangi bir varlıkla karşılaştırmak olanaksızdır. Çünkü Allah (c.c.) dışında herhangi bir ezeli varlık yoktur. Bu yüzden Allah’ın kıdem sıfatını kavramak gerçekten çok güçtür.

Çağımıza gelinceye kadar pek çok filozof, dünyanın ve evrenin ezeli olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden Allah’ın (c.c.) da dünya ve evrenle aynı zamanda varolduklarını sanmışlardır. Çağımızda geçerliği yüksek oranda kabul gören “Büyük patlama kuramı (Bingbang)” ile bu anlayış bilim dışı kabul edilmiş, Allah’ın (c.c.) ezeli olduğu, yarattığı varlıkların da sonradan meydana geldiği  doğrulanmıştır.

c. Beka: Allah’ın (c.c.) kıdem (ezeli) oluşu  mantıkla kavranamayacak bir zati sıfatı iken beka (ebedi) zati sıfatı, insanın doğası ile onaylanabilecek bir özellik taşır. İnsan, hiçbir zaman ölümü içine sindirememiştir. Her ne kadar her birimizin sınırlı bir ömre sahip olduğunu zihnen düşünsek de hiçbir insan ölümün kendi başına gelebileceğine ihtimal bile vermek istemez. İnsan bu dünyaya adeta ebedi yaşamak için gelmiştir. Bu onun iç dünyasında bir inançtan da öte bir şeydir. İnsan, ruhsal dünyasından gelen bir güdüyle yani ebedi yaşam arzusuyla adeta hiç ölmeyecekmiş gibi bir ömür için programlanmıştır. Bundan dolayı inançlı birisi de olsa pek çok insan gafletle  ahiret hesabını düşünmeden günah denizine dalmaktadır, Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları karşısında gereken saygıyı ve titizliği göstermemektedir. Kuşkusuz iç dünyasındaki bu ebedi yaşam arzusu ile kişi, Allah’ın (c.c.) beka sıfatını da rahatlıkla kavrayabilir. İnsana böyle bir ebedi yaşam arzusu yüklediğine göre Allah’ın (c.c.) beka zati sıfatı ile ahirette ebedi bir yaşamla insana ömür vereceğine inanabilir.

d. Muhalefetü’n-Lil-havadis: Allah’ın (c.c.) diğer bir kısım zati sıfatlarını anlamakta zihin aslında pek o kadar önemli bir sıkıntı yaşamaz. Çünkü bunlar az çok mantık kuralları ile rahatlıkla anlaşılabilir. Örneğin muhalefetü’n-lil-havadis (Allah’ın [c.c.] yarattığı hiçbir varlığa benzememesi) zati sıfatını mantıkla kavrayabilmekteyiz. Şöyle ki, bir ressam ile yaptığı tablodaki şekiller arasında bir ilişki kurmak, ressamın tablosundaki şekillerle kendi fiziksel görüntüsünü çizdiğini iddia etmek  ne kadar saçma ise Allah’ı (c.c.) yarattığı varlıklara benzetmek, O’nu yarattığı varlıklar biçiminde tasarlamak  da  o kadar mantık dışı bir çabadır. Ressam kendi resmini çizmeksizin kendi dışındaki varlıkların resmini çizmede sınırsız bir olanağa sahiptir. Yüce Allah (c.c.) da mutlak ve özgür iradesiyle böyle bir olanağa  bir ressamdan daha çok hak sahibidir. Bu yüzden yüce Allah’ı (c.c.) yarattığı varlıklara benzetmekten tenzih ederiz.

e. Kıyam Bi-nefsihi: Allah’ın (c.c.) kıyam bi-nefsihi (Allah, [c.c.] Kendi zatı  ile vardır. Varlığı için kimseye muhtaç olmamıştır) zati sıfatını da mantık kavramakta zorluk çekmesine karşın varlık dünyasında verilecek bazı somut örneklerle de bu sıfat mantık için anlaşılır kılınabilir. Örneğin bir trenin vagonlarını düşünelim. En sonuncusu için “Bunu hareket ettiren şey nedir?” diye düşündüğümüzde ilk vagona kadar onu nedenlere bağlayabiliriz. İlk vagondan da makine bölümüne geçebiliriz. Artık “Makine bölümünü hareket ettiren nedir?” diye sormak saçma olur. Zira o kendinden hareketlidir. Onun önünde hareket eden, ettiren bir cisim aramak doğru değildir. Yüce Allah (c.c.) da varlık dünyasını yoktan var etmiştir. Bütün doğa yasaları sonunda O’nun gücüne ve kudretine bakar. Gerek varlık dünyasında gerekse doğa yasalarında ilk neden Allah’a (c.c.) dayanır. Allah’ın (c.c.) varlığı ve sıfatları için Kendi’sinden başka bir dayanak, güç ve kudret aramak tıpkı tren vagonlarının önündeki makine bölümünün önünde başka bir çekici güç aramak gibi saçma bir şeydir.

f. Vahdaniyet: Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (bir oluşu) mantıkla, evrendeki, yeryüzündeki, canlı ve cansız varlıklardaki pek çok ayetle kavranabilecek bir gerçekliğe sahiptir. Bu açıdan diğer zati sıfatlarından ayrılır.  Allah (c.c.) vahdaniyetini insanlar doğru yolu bulsunlar, hak dine girsinler diye adeta gözler önüne sermiştir.

Her birimizin yüzünde aynı organlar bulunmaktadır. Allah (c.c.) bununla her yüze yaratıcılarının tek olduğu (el-Vahid) imzasını vurmuştur. Ayrıca her yüzde diğer yüzden ayrılan özellikler bulunmaktadır. Bu küçük farklılıklar nedeniyle tıpkı aynısı iki yüze dünyada rastlanamaz. İkizlerde bile durum böyledir. Allah (c.c.) bu küçük nüanslarla da eşsiz ve benzersiz olma (el-Ahad) mührünü insanın yüzüne vurmuştur. Aslında bu durum tüm canlı varlıklar için de geçerlidir.
 
Allah’ın (c.c.) tek oluşuna her varlık kendi hal diliyle tanıklık etmektedir. Evrendeki düzen, varlıkların biçimlerindeki uyum, yaratıcının tek olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü pek çok ilahın olduğu bir yerde mutlaka mücadele ve rekabet de olacaktır. Bunun sonucu olarak pek çok ilahın evrendeki düzeni anarşiye, varlılardaki uyumu da kaosa sürüklemesi gerekirdi. Böyle olumsuz şeyler söz konusu olmadığına, yani evrende herkesin tanıklık ettiği  bir düzen,  varlıklarda gözle görülür bir uyum olduğuna göre Allah’ın (c.c.) tek olduğu gün gibi açıktır.

Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin, diğer zati sıfatlarına göre insanın ölümden sonraki ahiret yurdunda ebedi ödül yada ceza görmesinde önemli bir sınav konusu olması da dikkati çeker. Allah (c.c.) insanın Kendi’sinin bir oluşunu kavramasını istemiştir. Kendi’sine başka bir varlığı şirk koşmasını kesinlikle yasaklamıştır. Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de şirk dışında kalan diğer günahları affedebileceğini de belirtmiştir. Şirki en büyük günah olarak kabul etmiştir. Allah’a (c.c.) şirk koşanlar ebedi cehennemle uyarılmıştır.

Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (tek oluşu) insanların aynı ebeveynin evlatları gibi toplumsal yaşamda ve kanun önünde bir ve eşit oluşu anlamına gelmektedir. Şirk ise toplumsal yaşamda ve kanun önünde eşitsizliği ve ayrımcılığı temsil eder.

2. Allah’ın (c.c.) Sübuti Sıfatları:
Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları şunlardır:
a.   Hayat: Allah’ın (c.c.) diri olmasıdır.

b.   İlim: Allah’ın (c.c.) her şeyi ezelde bilmesidir.

c.   İrade: Allah’ın (c.c.) yapmak istediği her şeyde özgür ve bağımsız olmasıdır.
 
d.   Kudret: Allah’ın (c.c.) her şeye gücünün yetmesidir.

e.   Semi: Allah (c.c.) her şeyi işitir.

f.   Basar: Allah (c.c.) her şeyi görür.

g.   Kelam: Allah (c.c.) organa, sese ihtiyaç duymaksızın konuşur.

h.   Tekvin: Allah (c.c.) yoktan yaratır.

Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları zati sıfatları gibi gerçekliğin ötesinde değildir. Mantıkla rahatlıkla kavranabilmenin yanında duyu organları yoluyla gerçeklikle de karşılaştırılabilir.
 
Bu sıfatların önemli bir kısmı belli bir nitelikte ve nicelikte olmak üzere insanda da bulunmaktadır. Oysa zati sıfatlar sadece Allah’a (c.c.) özgüydü. Sübuti sıfatların bazılarının belli bir nitelikte ve nicelikte insan üzerinde bulunmasını yanlış anlamamak gerekir. Zira bu konuda ufacık bir hata insanın itikadını (inançla ilgili ilkelerini) bozmaya yeterlidir. Allah (c.c.), bu sübuti sıfatlara bizim mahiyetini anlayamayacağımız, nitelikten ve nicelikten yoksun bir biçimde sahiptir.

a. Hayat: Allah (c.c.), hayat sahibidir. Diridir. Hayat sahibi yani diri olmak, bütün canlı varlıklar için de geçerli bir durumdur. Ama biz canlı varlıklar için hayat sahibi olmak demek, uyumak, hastalanmak, yaşlanmak ve ölmek anlamlarına da gelir. Daha doğrusu hayatın içinde yada sonunda uyku, hastalanma, yaşlanma ve ölme gibi dönemler yada aşamalar da vardır. Oysa Allah (c.c.) böyle şeylerden uzaktır. O değişim, dönem ve aşama gibi evrelerden münezzeh (uzak) olarak hayat sahibidir. O’nun hayatının başlangıcı (kıdem) düşünülemeyeceği gibi sonu (beka) da tasarlanamaz. Allah (c.c.) ezeli ve ebedi olarak diridir. Ayrıca O canlı varlıklarda olduğu gibi uyku, hastalık, yaşlanma, ölüm gibi zafiyet ve eksiklerden de uzaktır. O, hiçbir değişim, dönem, aşama ve zayıflık geçirmeden diridir.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) diriliği nerede, topraktan yaratılan insanın diriliği nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

b. İlim: Allah (c.c.), ilim (bilgi) sahibidir. Daha henüz evren ve insan yaratılmadan önce de O her şeyi biliyordu. O’nun ilmi ezel ve ebedi kuşatıcıdır. Her insanın kaderi ezelde O’nun ilminde vardı. Hatta bir insanın nefeslerinin sayısını, yaşamındaki hadiselerini, ahirettte nasıl bir muameleye tabi olacağını ve nereye gideceğini de biliyordu. Yaşamındaki en ufacık ayrıntı bile O’nun ilmi dahilindeydi. Ama Allah (c.c.) bu ilmini insanın kısmi (cüzi) iradesiyle doğru yada yanlış yolu seçmesinde mecbur (zorunlu) tutmamıştı. İnsanı da doğru ile yanlışı ayırabilecek bir ilim sıfatı ile donattıktan sonra kısmi irade ile özgür bırakmıştı, fakat bu bedele karşılık her seçiminde sorumlu tutmuştu.

Allah’ın (c.c.) ilim sıfatı her türlü eksiklikten ve kusurdan uzaktır. İnsan sınırlı olanakları ile bazen yanlış şeyler öğrenir. Bazen de öğrendiği doğru şeyleri unutur. Her zaman da bilmediği pek çok şey vardır. Allah (c.c.) insana özgü olan bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olduğu gibi mutlak anlamda da ilim sahibidir. O’nun ilminde ne bir eksiklik ne de bir kusur vardır. Her şeyi ilmine göre yarattığı gibi ilmiyle de her şeye her an tasarruf etmektedir. Onları egemenliği ve kontrolü altında bulundurmaktadır. Ağacından düşen bir yaprak bile O’nun ilminde yer aldığı gibi O’nun izni ve yaratması ile de bu eylemini gerçekleştirmektedir.

Allah (c.c.) ilim sıfatı ile insana varlık âleminde büyük bir üstünlük vermiştir. Hayvanlardan ilim öğrenme yönümüzle ayrılırız. Hatta Allah’a (c.c.) yakın olan melekler bile insana tanınan bu manevi makama gıpta ile bakmışlardır. Çünkü melekler akıl sahibi varlıklar olmasına karşın onların tüm bilgileri Allah’ın (c.c.) kendilerine öğrettiği şeylerden ibarettir. Onlar yeni şeyleri kendi yetenekleri ile öğrenemezler. Oysa insan öğrendiği bilgiye bilgi katacak, bilgisini sürekli geliştirecek özelliklere uygun olarak yaratılmıştır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) ilmi nerede, topraktan yaratılan insanın ilmi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

   c. İrade: Allah (c.c.), mutlak anlamda irade sahibidir. O dilediği şeyi yaratmada özgür ve bağımsızdır. Kimse O’nu yargılayamayacağı gibi O’nun mutlak iradesi karşısında itiraz etmeye de güç ve takat bulamaz. Her şey ister istemez  Allah’ın (c.c.) mutlak iradesine boyun eğmiştir. Yalnız Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği kısmi irade ile yaşam biçimini seçme özgürlüğü tanımıştır. Dileyen kişi Allah’ın (c.c.) dinini seçer, onu yaşam biçimi edinir; dileyen kişi de ona karşı gelir, nefsinin, arzularının yolunu tutar, onları ilahlaştırır, sadece onlara doyum sağlama gibi kısır, yaratılış amacından uzak bir yaşam biçimini sergiler. Tabii Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği bu kısmi irade ile onları sorumlu da tutmuştur, ebedi ahiret yurdunda seçtikleri yaşam tarzından dolayı onları hesaba çekecektir. Allah (c.c.) Kendi iradesine uygun bir hayat biçimini yaşayanlardan ahirette razı olarak onları cennetle ödüllendirecek, peygamberleri aracılığı ile gönderdiği dinlerin emir ve yasaklarına aykırı bir yaşam biçimine sapanları da gazaba gelerek cezalandıracaktır.

Allah (c.c.) bir şeyi irade ettiği (dilediği) zaman o şeye “Ol!” der, o da hemen oluverir. İnsanın dilemesi ise sınırlıdır. Allah (c.c.) dilemedikçe de insan dileyemez. Ama yine de Allah (c.c.) insana bizim mahiyetini (içeriğini, özelliklerini) pek kavrayamadığımız bir özgürlük de vermiştir. İnsan kendisine tanınan bu özgürlükten ötürü yaptıklarından sorumlu tutulmaktadır. Aslında yaşamımızdaki tüm olaylara kuşbakışı baktığımızda bunlarda bize tanınan kısmi iradenin ne kadar küçük bir rol oynadığını (yani sadece belli belirsiz bir niyet olduğunu,) görürüz. Örneğin bir arkadaşımız bizden biraz borç para istedi. Ama bizim niyetimiz arkadaşımıza borç para vermemek yönündedir. Bunu da bir irade olarak göstermek istiyoruz. Böyle basit bir olayı enine boyuna incelediğimizde kısmi irademizin boyutunu da daha yakından kavramış olabiliriz. Arkadaşımızın bizden borç para istemesini arzulamadığımızı belirtmiştik. Ama bir zamanlar biz ondan borç para almıştık. Bu durumda bizim de ona borç para vermemiz gerekmektedir. Çünkü vicdanımızda bu yönde bir baskı hissettiğimiz gibi arkadaşımız imalarıyla bize bu konuda manevi bir yaptırım da uygulamaktadır. Ayrıca yakın çevremiz de bizi borç para verme yönünde zorlamaktadır. Elimizde de yeterli para varsa borç para vermek dışında başka bir seçeneğimiz kalmayabilir. Hele hele o arkadaşımız bizim yeterli paraya sahip olduğumuzu da biliyorsa bu konuda elimiz kolumuz bağlanabilir. İstemediğimiz halde, yani irademiz dışında kalarak arkadaşımıza borç para verebiliriz. Oysa gönlümüz bu işi hiç onaylamamıştı ve arkadaşımıza borç parayı uygun görmemişti. İşte yaşamımızdaki her olayı böyle inceden inceye irdelediğimizde gerçekte insanın çoğu kez iradesi dışında kalan güçlere yenik düşerek hareket ettiğini görürüz. Oysa yüce Allah’ın (c.c.) iradesi böyle bir zayıflık ve kusur içermez. Allah (c.c.) mutlak anlamda bir irade sahibidir.

Allah’ın (c.c.) insana kısmi irade vermesi de O’nun kudretinin büyüklüğüne ve yüceliğine bir işarettir. İnsan bilgisayar yapabilmekte, bu yolla zihnin bilgiyi hafızada tutma işlemini maddeye, tekniğe en mükemmel şekilde yansıtmaktadır. Hatta bu özellik bilgisayarda insandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır. Zira insanlar unutkanlık ile genellikle bilgiyi yitirme, değiştirme gibi olumsuz bir durumla karşılaşırken teknik bir arıza olmadan bilgisayarda bilgi yitirilmeden, değişmeden kalmaktadır.  Robotlarla da günlük bazı işler giderilmeye çalışılmaktadır. Ama robotlar bilgisayarlar kadar geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmış değillerdir. Bilim kurgu filmlerinde  insanın robotlarla ilgili bir kaygısı çokça konu olarak işlenmiştir: Gerçi henüz insanda olduğu gibi irade sahibi bir robot icat edilmiş değildir. Robotlar bilgisayarların bir uzantısı olarak işlem görmekteler, kendilerine yüklenen program dahilinde iş yapmaktadırlar. Bağımsız karar alma, aldığı kararı özgürce uygulama gibi yeteneklere sahip bulunmamaktadırlar. Buna karşın bu bilim kurgu filmlerinde böyle insan gibi irade sahibi robotlar tasarlanmıştır. Bu filmlerde değişmeyen çatışma, bu robotların bazılarının imalat hatası olarak insan için bir tehlikeli silaha dönüşmeleridir. Bunları yok etme de filmin baş kahramanına düşen bir görev olmaktadır. Şimdi bizler de kendimizi bu robotların yerine koyarak yüce yaratıcımız katında nasıl bir rol oynadığımızı, yaratılış amacına hizmet edip etmediğimizi bir düşünelim. Görürüz ki yüce Allah (c.c.) mutlak iradesiyle bizlere tam olarak hakimken, bizi her an öldürebilecekken kısmi irademizi kullanmamıza izin vermiştir. Kendisine itaat edip etmeme konusunda bizlere seçenek sunmuştur. Kısmi irademize aleyhine de olsa saygı göstermiştir. Günah işlediğimizde sabır gösterip tövbe etmemiz için imkan tanımıştır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) iradesi nerede, topraktan yaratılan insanın kısmi iradesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

d. Kudret: Allah (c.c.), sınırsız  kudret (güç) sahibidir. Allah’ın (c.c.) kudret sübuti sıfatı gözler önünde olan şeylerde bile insana büyük bir dehşet duygusu verir. Oysa cennet ve cehennem gibi gerçekleri ile de biliyoruz ki, aslında bütün yaratılmış olan şeyler henüz gözlerimizin önünde değildir.

Allah (c.c.) yoktan evreni ve içerisindeki yıldızları, gezegenleri yaratmıştır. Koyduğu kanunlarla bu yıldız ve gezegenler evren boşluğunda  kendilerine özgü hareketleri yaparak dengede durmaktadırlar. Bunları hayal dünyamızda canlandırmamız bile Allah’ın (c.c.) sınırsız kudreti hakkında bir fikir verebilir sanırım. İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmesi de Allah’ın (c.c.) kudretini anlamayı sağlayabilir. İki ayağı üzerinde dimdik duran insanoğlu bu ayırıcı özelliğiyle diğer memelilere göre daha üstün bir biçimde yaratıldığını  adeta kanıtlamaktadır. Zekası ile doğayı anlaması, ona hakim olması, teknik araçlarla ondan en azami bir biçimde yararlanması görünüşte insana ait bir kudret olsa da gerçekte Allah’ın (c.c.) kudretine işaret eden birer ayetleridir. Çünkü nihayetinde insana verilen kudreti de yaratan yüce Allah’tır. Öyle ise asıl kudret sahibi olan ancak Allah’tır.

İnsandaki kudret, Allah’ın (c.c.) iradesiyle kendisine verilmiş ödünç bir enerjidir. Örneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen bir kudretle gerçekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yönünde bir karar aldığında Allah (c.c.) verdiği kudretle bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir niyettir. Bu isteğin gerçekleşmesi için gerekli olan enerji ve eylem Allah (c.c.) tarafından yaratılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mutlak anlamda irade sahibi olduğu gibi mutlak anlamda güç sahibidir de. Allah (c.c.) bu konuda öz olarak şöyle demektedir: “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı (Saffat suresi, ayet 96)”.

Allah (c.c.) sadece henüz yıldızlarının ışığı dünya yaratılalı beri bize ulaşamamış bu büyük evrenin değil başka, mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne bir kayıt ve son düşünülemez.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) kudreti nerede, topraktan yaratılan ve üstelik Allah’tan (c.c.) ödünç olarak alınan insanın gücü nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

e. Semi: Allah (c.c.),  her şeyi işitendir. O’nun işitmesi için kulaklara ve sese ihtiyacı yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde geçen niyetleri bildiği gibi zihinlerde geçen ve henüz sese dönüşmemiş düşünceleri de anlar. Oysa insanın işitebilmesi için konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli bir frekans aralığında yapılması gerekir.

Allah’ın (c.c.) gönlündeki niyetleri ve zihnindeki düşünceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemesi,  O’nun razı olmadığı ve öfkelendiği düşünceleri kafasında geçirmesi ne büyük bir bahtsızlıktır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) işitmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi görendir. O’nun görmesi için gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için  yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler önünde bulunması gereklidir.

Allah’ın (c.c.) her şeyi gördüğünü bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) görmesi  nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

g. Kelam: Allah (c.c.), konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah (c.c.)  mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde konuşur.

 İnsanlara doğru yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk (yaratılmış) değildir.

Allah (c.c.) Hz. Musa Aleyhisselâm  ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem Allah’la (c.c.) konuşmuş hem de O’nu görme şerefine  erişmiştir.

Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la (c.c.) sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir.

Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip (küçük örnek, model) olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın (c.c.) ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir.

Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın (c.c.) birer ayetidir. Allah  (c.c.) bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın (c.c.) evrendeki ve insan üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah (c.c.) bu ayetleri ile  ölüme benzeyen gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme (haşir) gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel ve tensel duyularımıza  seslenerek bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah (c.c.) tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren  ve insan gerçekliğine de sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir.

İnsanoğlu Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmeye pek güç yetiremese de Allah’ın (c.c.) kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur,  onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan Allah’ın (c.c.) mektubuna (yani Kuran-ı Kerim’e) düşman kesilir yada ilgisizlik gösterir. Onun  -haşa- çağ dışı olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler.

   Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) konuşması  nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.

 h. Tekvin: Allah (c.c.) her şeyi yaratır. Allah (c.c.) bütün evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın (c.c.) sınırsız gücü her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı yoktur.

Ehl-i sünnetin itikadi (inançla ilgili ilkeler) mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın (c.c.) kudret sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler.

Allah’ın (c.c.) yaratma sübuti sıfatı insanın her eylemini  de kapsamaktadır. Öyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi, ayet 96). Görünüşte insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah (c.c.) yaratmaktadır. İnsanın yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi, işitmesi… hep Allah’ın (c.c.) yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah (c.c.) insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a (c.c.) ait olduğu için çoğu kez insanın niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir.

İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve yaratma işi Allah’a (c.c.) özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a (c.c.) ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve eylemlerini de Allah (c.c.) yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin yaptığını söylemesi örfi (geleneksel) bir durumdur. Günlük dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk (kesb) yönüyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca  insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan sözlerdir.

Bir insanın başarısını Allah’a (c.c.), kötü ve çirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın (c.c.) izni ile birinci oldum, Allah’ın (c.c.) yardımı ile sınıfımı taktirle geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale etmeleri Allah’a (c.c.) bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir.

Allah (c.c.) ile sanatçı arasında yaratma ile meydana getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah (c.c.) yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah (c.c.) eserlerini bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sözcükler kullanmak gerekir.

Evrenleri yoktan yaratan Allah  (c.c.) nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.


Konu Başlığı: Ynt: Allaha İman ve Allahın Sıfatları
Gönderen: Rabia K üzerinde 16 Mart 2015, 15:14:26
Allah ın varlıgına inanmalı ona iman etmeli ve yeryüzündeki bütün güzellikleri keşfeder  ve farklı acıdan bakarsak ona baglılıgımız artar.


Konu Başlığı: Ynt: Allaha İman ve Allahın Sıfatları
Gönderen: ❣ Muhammed ❣ üzerinde 16 Mart 2015, 15:47:41
Esselamu Alleyküm VE Rahmetullah...Konu çok güzel ve öz anlatılmış.Bizler Allah (celle celaluhu)nu göremeyiz.Fakat onun varlığı o kadar belliki iman etmemek için akılımızın olmaması gerekir.Şu dünyadaki ahenk'ke bi bakalım bu nasıl oluşurur.İnsan düşünemiyor.Çünkü insan oğlu beynin %100 nu kulanamaz.Ama Allah'ın verlığı o kadar bellki beygamberlerin mucizesiyle olan bir çok olay.Allah'ın varlığı ortaya koyar ve Ona iman etmemiz için bir an bile beklememeliyiz.Hemen şehadet getirip müslüman olmalı ve ibadetlerini yerine getirmeliyizki Allah'ın rızasını kazanıp cennetine nail olalım.Rabbim (celle celaluhu) razı olsun paylaşımdan dolayı İnşaAllah...