๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 15 Ocak 2012, 09:04:13



Konu Başlığı: Ezanda Tesvîbin Hükmü
Gönderen: Zehibe üzerinde 15 Ocak 2012, 09:04:13
44. Ezanda Tesvîbin Hükmü

 

538. ...Mucâhid'den;demiştir ki;

İbn Ömer ile beraberdim. Öğle veya[7] ikindi namazında bir adam tesvib yapınca; diye nida edince, İbn Ömer; "hay­di (buradan) çıkalım, çünkü bu bid'attir" dedi.[8]

 

Açıklama
 

Tesvîb ezandan sonra farza durmadan önce ikine i bir nidadır.gu jânın yapılıp yapılmayacağı, yapıldığı takdirde ne zaman ve hangi lâfızlarla yapılacağı hususlarında ilim adamlarının görüşleri farklıdır. İbn Mübarek ve îmam-ı Ahmed'e göre tesvîb sabah ezanında demektir.

İshâk'a göre tesvîb'in anlamı, müezzinin ezandan sonra cemaati bekle­terek diye nida etmesidir. Gerek İshâk, ge­rekse diğer ilim adamları ezandan sonraki tesvîbi mekruh görmektedirler. Bu anlamdaki tesvîb Hz. Peygamber (s.a.)'in vefatından sonra ortaya çıktı­ğı için Hz. Abdullah b. Ömer hadis-i şerifte beyân edildiği gibi onu bid'at saymıştır.Tesvîb Mnsabah ezanında demek anlamında tefsir edilmesi ise, ilim adamlarının büyük çoğunluğu tarafından tasdik ve tasvib edilmiştir.

Tesvib'in sözlükteki mânâsı, duaya dönmek demektir. Müezzin nidalarıyla halkı ezana çağırdıktan sonra dönüp bir daha dediği için bu cümlelere tesvib denilmiştir. 504 no'-lu hadis-i şerifte bu mevzuda yeterli bilgi verilmiş bu'Cümlelerin sabah ezanına mahsus olduğu görülmüştü. Ancak her sözün ve her hareketin kendine mahsus bir zamanı ve mekânı vardır. Bunlar sünnetle tayin ve tesbit edil­miştir. Bu inceliklere riâyet edilmediği zaman bu davranışlar sünnet veya farz olmaktan çıkar, bid'ate dönüşür. İşte bu yüzdendir ki, öğle veya ikindi eza­nında müezzin, tesvîbin yerini değiştirdiği için Hz. Abdullah b. Ömer, "haydi buradan çıkalım bu adamın yaptığı iş bir bid'attir" diyerek mescidi terk et­miş ve bu hareketiyle bid'atin işlendiği yerde dahi durmanın caiz olmadığını anlatmak istemiştir. Hz. Abdullah'ın "haydi buradan çıkalım" sözünden, gözlerinin görmediği anlaşılıyor. Gerçekten de Abdullah hayatının son za­manlarında gözlerim kaybetmişti.

Nitekim babası Hz. Ömer de ezandan sonra kapısının önüne gelerek, "Namaza ey emire'1-mü'minin namaza" diyen müezzin Ebû Mahzûre'yi azarlamıştı. Yatsı namazında diyen bir müezzin hakkın­da da Hz. Ali "Şu bid'atçiyi mescidden çıkarınız" buyurmuştur. Bu mevzu-daki Hz. Peygamber'den rivayet edilen bir hadis-i şerif de şu mealdedir:

"Yüce Allah bid'atçinin ne orucunu kabul eder, ne namazım, ne sada­kasını, ne haccını, ne umresini, ne cihadını, ne tevbesini ne de fidyesini. On­dan hiç bir şey kabul etmez. Çünkü o kılın hamurdan çıktığı gibi İslâmdan çıkmıştır:”[9]

Bütün bunlardan sonra şunu bilmek gerekir ki, ne Hz. Ömer, ne Ali ne de Abdullah İbn Ömer tesvîb'in bizatihi yapılmasına karşı değildirler. Onlar tesvîb'in zaman ve zeminine riâyet edilmediğinden meydana gelen bid'ate karşı çıkmışlardır. Aksini düşünme imkânımız yoktur. Çünkü tesvîb'in kay­nağı Hz. Peygamber (s.a.) Efendimizdir. Hz. BilâPin sabah ezanından sonra Peygamber aleyhisselama uğrayıp "Namaz uykudan hayır­lıdır" sözlerini söylemesine karşılık Peygamber sallellahü aleyhi vesellem:

"Ne güzel söyledin, ne güzel söz,onu ezanına ekle ya Bilâl" demesi tes­vîb'in sünnetteki yerini tescil eder.

Münakaşa ve münazara tesvîbin, zaman ve zeminindeki ayarlamayı ya­pamamaktan doğmaktadır. Peygamber (Sallellahü aleyhi ve sellem)in yap­madığını yapmış göstermek veya kendi zannınca iyi olur kasdi ile ilâve etmek bid'attir. Münakaşalar buralardan kaynaklanmaktadır.

Nitekim Hanefî fukahâsı tesvîbin varlığını kabul ederek, zamanın müş-killerini, insanların gafletim cemaatin tenbellîğini düşünerek ezandan sonra bizatihi cemaate davet etmeyi bunun bölgenin örfüne göre yapılmasında mah­zur görmedikleri gibi alı sendir demişlerdir.[10]

[7] Şekk râvilerden birine aittir.

[8] Tirmizî, salât 3; Ahmed b. Hanbel,VI, 14-15.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/361.

[9] îbn Mâce, mukaddime 7.

[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 2/361-362.