Konu Başlığı: Hadistir Diyenler Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 14 Ekim 2011, 22:16:32 b. Hadistir Diyenler Muhaddislerin hadis üzerindeki olumsuz açıklamalarına rağmen sûfiler bu hadise son derece itina göstermişler, velilere karşı rağbeti artırmak, onlarla hemhal olmak için bunun tasavvuf? yorumlarına girişmişler, rabıta ve tevessülün meşruiyeti meselesinde de bu hadise dayanmışlardır. Nitekim Bursevî gibi düşünen bir başka sûfi Abdülhakim Arvasî fö.1362/1943), [1405] hadise yapılan itirazlara şu şekilde cevap verme gereğini duymuştur: "Hâdiseler ve tecelliler karşısında hayrete düşenleri ruhan'ıyetlere başvurmaya davet mealindeki hadise itiraz edenler bu keyfiyetten uzak kimseler olmak gerektir. Rum beldesinin büyük âlimlerinden ve kâmil ariflerinden Müfti's-sekaleyn yani insanların ve cinlerin müftüsü Ahmed İbn Kemal'in eserlerinden Şerhu'l-erbam'i okuyan bir kimsede bununla ilgili hiçbir tereddüt kalmaz. Bu hadise karşı çıkanlar hakikatten uzak oldukları için onun mevzu olduğunu sanırlar. Suçu da muhaddislere isnad ederler. Hâşâ ki tahkik ehli bunu hadislere ait isnad şartlarının dışında bile görseler ve kendi ictihad-larınca sübut derecesine varmadığına dahi inansalar mutlaka hadis değildir diye hükmetmezler, böyle hükümlerden çekinirler. Düşünürler ki, hadis olmasa bile gerçeğe aykırı olması icap etmez. Bunun üzerinde keşif ehlinin ittifakı yeterlidir. [1406] Hemen hemen bütün sûfilerde görülen lafzı sabit olmasa da mânasının sahih olmasından dolayı hadisle amel meselesi, Bursevî gibi Arvâsî'de de göze çarpmaktadır. Sûfilere göre bu hadisin büyük bir değer taşıdığını, zira Allah dostları velileri, salih kimseleri sevme, yaşadıkları sürece onlardan istifade etme, vefatlarından sonra ruhaniyetlerinden feyiz alma, tevessülde bulunma gibi hususlarda onlara yol gösterdiğine İşaret etmiştik. Bu çerçeve içinde Bursevî hadisi şerhetmiş, işarı yorumlara girişmiştir. Hadisle ilgili bir kaç varaklık bir eser yazmış,[1407] ayrıca Makâlât isimli kitabında da benzer açıklamalarda bulunmuştur. Biz bu iki eseri mukayese ederek konu ile alâkalı Bursevî'nin görüşlerini nakletmeye çalışacağız. Hadisin şerhinde hakîki ve mecazi olmak üzere iki mâna üzerinde durulduğunu görmekteyiz, Bursevî, hakîki mânayı, mecazi mânaya göre ikinci derecede görmüştür. Nitekim onun, "Yahut ehl-i kuburdan murad mevtadır ki onların kabirlerini ziyarette kalbe nevan fena ve infial gelip, Cenab-ı Hakk'a teveccühle husûl-i maksude tevessül etmiş olur. Pes, istiâne fi'l-hakika Hak'tandır ve Allah'tan gayri vesileler, sebeplerdir"[1408] sözleri bunu göstermektedir. Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre ehl-i kubûr'dan kastedilenler kabirlerde yatan ölülerdir. Onlardan istifade onların ahval ve siretlerini düşünerek, ilmî, amelî eserlerinden ve güzel âdetlerini yaşatmak suretiyle ruhaniyetlerinden faydalanmaktadır.[1409] Nitekim İbn Kemâl de hadisin şerhinde daha çok kabir ziyaretinin fayda ve öneminden bahsetmiş, ruhu kemale ermiş, manevi tesir sahibi bir zâtın kabrine ziyarete gidilir, orada bir müddet durulursa ziyaretçi İle ziyaret edilen arasında manevi bir alışveriş olacağını, karşılıklı olarak birbirlerinin ruhlarından etkileneceklerini, bu halin her iki taraf için fayda sağlayacağını, zaten ziyaretin meşruiyetinin de burada yattığını belirtmiş, bu durumla İlgili bazı örnekler vermiştir.[1410] Fakat Bursevî, hadisin zahirî mânasına fazla iltifat etmemiş, daha çok mecazi mânaya yönelmiştir. Bursevî burada velilerin özellikleri üzerinde durmakta, onların görev ve yetkilerinden bahsetmektedir. Bursevî'ye göre veliler üç sınıfa ayrılmaktadır: Seyirleri âlem-i ecsâm ve ekvânda olan veliler. Bunların velâyet-i âmmeleri vardır. Nitekim Allah Teâlâ, "Allah, iman edenlerin uelisidir [1411] buyurmuştur. Bunlar görünen madde âleminde yaşamaktadırlar. Seyirleri âlem-i ervahta olan veliler. Bunlar ruhlar âleminde dolaşırlar. Seyirleri âlem-i hakikatta olan veliler. İlk iki taife için velâyet-i hâssa vardır. Onlar için, "Uyanın, Allah'ın velilerine korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar [1412] Duyurulmuştur. Üçüncü grup diğer iki gruptan üstündür. Hadisteki ehl-î kuburdan kastedilenler de bunlardır. Onlar ızdırarî ölümden önce ihtiyari ölümle ölmüşlerdir. [1413] Kendilerinde nefsâni tasarruf kalmamıştır. Dolayısıyla onların cesetleri ruhlarına kabir gibi olmuştur. Onlar, dünyada ve ukbâda gerçek diri olanlardır. Nitekim Resûlullah (s.a.), "Kendini kabir ashabından say [1414] buyurmuştur. [1415] O halde hadisin mânası şöyle olur: Ey gaybî imanla iman eden müminler! Zahir ve bâtın işlerde, şuhûdî huzûri imanla iman eden ehl-i fena müminlerden yardım İsteyin. Onlar ölmeden önce ölerek gerçek uyanışa ermişler, dinin hallerini yakinen görmüşlerdir. Onlar, işlerinde basiret üzeredirler. Onlardan yardım istemek, Allah'tan yardım istemek gibidir. Zira onlar Allah'ta fâni, Allah ile bakidirler. Onlara ilâhi sırlar bildirilir. Onlar, Allah'ın elçileridir. Velilerin himmetleri nebilerin şefaatlerine tâbidir. Şefaat de Allah'ın inayetine bağlıdır. Bu inayet kula ulaşırsa ona enbiyâ tarafından şefaate, evliya tarafından da himmete izin verilir. Onların himmetlerinden çekinmek, uzaklaşmak cehalettir. Zira onlar Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmışlardır. Allah'ın kemâlâtı, esma ve sıfatları onlarda bilfiil zahir olur. Bu sebeple onların rahmanı nefeslerinden kâinatta birtakım şeyler zuhur eder. Bundan dolayı şirk lazım gelmez. Çünkü hakiki muvahhid, tesiri Allah'tan başkasından bilmez. Sıfata iltica zâta iltica gibidir. Ölmeden önce Ölenlerin bereah ve dünya hayatları arasında bir fark yoktur. Onların yakaza ve uyku halleri de böyledir. Nitekim hadiste "Gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz.[1416] buyurulmuştur. İlahi ilme sahip ulemâ için bundan bir nasip vardır. Onlar verese-i enbiyâdır. Uyku ve vefat hallerinde onların ruhlarından istimdat tıpkı yakaza ve hayatta iken onlardan İstimdat gibidir.[1417] Meselâ bir kimseye ızdırab vâki olup iânet ve İstimdada muhtaç olsa, "Eğîsû yâ ibâdailah yerhamukumullah" diye yahut bir gece "Hak Teâlâ'nın kullan bana yetişin, imdat edin Hak Teâlâ'da size rahmet eylesin" dese elbette ferah ve halâs zuhur eder.[1418] Onlar hakikat kandilinden ışık alırlar. Onlardan uzak olan matluba ulaşmaktan mahrum kalır. Şimdi kabir ziyareti yapan kişi ya keşif sahibidir ya da değildir, yani mahcubdur. Keşif sahibi olmayanın muradı tevessül ve istişfa, yani şefaat beklemektedir.Yoksa istediğini kabirde-kilerden talep değildir. Zira, mahluk ihtiyaç sahibi bir âcizdir. Acizin kendisi gibi bir âcize yardımı söz konusu olamaz. Burada maksat, kabir sahibini arzusunun hasıl olması İçin şefaatgâh etmektir. Havas halka değil, Hakk'a teveccüh eder. Halbuki avâm-ı halk yani yaratılan tarafa bakarlar da Hakk'ı bırakırlar. Böylece küfür ile imanı birbirine karıştırırlar. Ben şeyhten talep edeceğime Allah'tan isterim diyenin aklı ve dini zayıftır. Zira Allah İle münasebeti olmayanın bir mükaşifîn eteğine tutunması o vâsıta ile Hakk'a yaklaşması gerekir." Bursevî'nin yukarıda nakledilen görüşleri daha öncesinde Konevî (ö.673/1274)'de de görülmektedir. Konevî, bir veli kulun yetişmesi tam olunca Allah Teâlâ'nın oraya konuk olacağını, o veli kulun kalbinin Rabbin mekanı haline geleceğini belirtmiş, durum böyle olunca bu anlatılan zât gibi o-lan kişilerden, din ve dünya işlerinde yardım istenilirse ona yardım edileceğini, darda kalan insanların zor durumlardan kurtarılacağını söylemiştir.[1419] İbn Kemâl de "Hadiste zikredilen kabir ashabından dirilerin kastedilmiş oiması da muhtemeldir Bu durumda Nebiyy-i Muhtâr'm "Ölmeden önce ölünüz" hadisine imtisal ederek ızdırarî ölümden önce ihtiyarı ölümle ölenler kastedilmiştir" demek suretiyle mecazî mânadan bahsetmiştir.[1420] Bursevî, sözü hadisin sıhhati üzerindeki münakaşalara getirerek der ki; "Eğer dersen ki şerhettiğin bu hadisin sıhhati var mıdır? Zira nefislerini unutan bazı zahir âlimler bunu cerhedip tanediyor. Derim ki; Sahih hadistir. Bunu Hüseyin Kâşifi fârisi tefsir sahibi Risâle-i aliyye'sinde zikretmiş, Rûm'un allâmesi İbn Kemal bunu şerhetmiştir. Hak'tan sonra ancak dalâlet vardır. Buna dil uzatan ancak nesebine dil uzatır. Zira bunu tenkit ve reddetmek onun bu silsileden olmadığını, ahyârın, salihlerin sohbetinden uzak olduğunu gösterir.[1421] Üzerinde durduğumuz hadis ve hadisin şerhiyle ilgili genel bir değerlendirme yapmak gerekirse şunları söyleyebiliriz: Bu hadîs muhaddislere göre sahih değildir. Fakat sûfilere göre sahihtir. Bursevî, hadisin sıhhatinde tereddüt etmemekte Kâşifi (ö.910/1505) ve İbn Kemal (ö.940/1534)'in eserlerinde zikredilmesini yeterli görmektedir. Diri olsun, ölü olsun veli kulların ruhaniyetlerinden istimdatta bulunmak, onları yardıma çağırmak, onların tasarruflarına İnanmak, onları vesile kılarak Allah'tan birşeyler İstemek yani tevessülde bulunmak Bursevî'ye göre caizdir. hatta güzeldir. Bunun şirkle alakası yoktur. Salih amellerle tevessül konusunda ulema arasında ittifak bulunmasına rağmen şahıslarla tevessül hususunda ihtilaf edilmiştir. Şahıslarla tevessül birkaç çeşide ayrılmış neticede tasavvuf erbabı ile bir çok ulema tarafından bu da caiz görülmüştür. îbn Teymİyye (ö.728/1328) ve taraftarları tevessül nevilerini kesinlikle reddetmişlerdir. Oldukça kavgalı ve ihtilaflı olan tevessül meselesinde esas nokta tevhid inancının korunmasıdır. Tevessülü kabul etmeyenler bunun şirk olduğunu iddia ederlerken caiz görenler de bunun aksini savunmuşlardır. Tevessülün lüzum ve zaruretine dair açık bir nas olmadığı gibi, tevessülü yasaklayan bir nas da mevcut değildir. Müslümanların bu meseleyi büyütmemeleri, tefrikaya âlet etmemeleri birleşilecek en önemli noktadır. [1422] Bursevî'nin üzerinde durduğu hadislerden bir başkası da "en-Nasü niyâm feizâ mâtû intebehû: İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar" hadisidir. [1405] Abdülhakim Arvasî, 1865 yılında Van'ın Başkale ilçesinde doğmuş, Nakşibendiliğin Halidiyye kolu şeyhi olarak tanınmış bir zâttır. 1919'da İstanbul'a gelmiş, burada müderrislik, vaizlik ve İmamlık görevlerinde bulunmuş, 1943'te Ankara'da vefat etmiştir. Azamat, Nihat, DİA., 1,211-212. [1406] Arvasî, Rabıta s. 24-25. [1407]Şerhu hadisi iza tahayyertum fİ'1-umûr adını taşıyan bu eser Süleymanİye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 549/2'de bulunmaktadır. [1408]Şerhu'l-Erbaîn, s. 192. [1409] Elmahlı, IX, 6052. [1410]İbn Kemâl, Erbain, s. 62-64. [1411] Bakara (2), 257. [1412] Yunus (10), 62. [1413] Sufiyyeye nispet edilen "Ölmeden önce ölünüz" sözünde bu duruma işaret edilmiştir. Karî, s. 198; Adûnî, II, 384. [1414] Tirmizî, zühd 25; İbn Mâce, zühd 3. [1415] Bursevî yukarıda olduğu gibi Makâlât s. 27'de müminleri üç sınıfa, Ruhu'l-beyân, 1, 409'da avam, havas ve havâssu'l-havâs olmak üzere üç gruba, Şerh izâ tehayyertum, vr. 66b. de âdem-i sagîr ve âdem-i kebîr diye ikiye ayırmıştır ki bunların hepsi birbirine yakın tasniflerdir. Kitabü'l-mirât, vr. 112b-113a, [1416] Buhârî, teheccüd 16, tevarih 1, menâkıb 24; Müslim, müsâfirin 125; Ebû Dâvûd, taharet 9; tatavvu 26; Tirmizî, menâkıb 208, fıten 63; Nesâî, leyi 36; Muvatta, ley! 9. [1417] Nitekim Echûrî (Ö.1066/1656) bununla iigiii olarak şöyle demiştir: "Veli. dünyada kınındaki kılıç gibidir. Öldüğünde ondan sıyrılır ve tasarrufta daha fazla kuvvet kazanır." Kevseri, Irğam, s. 38. [1418] Ahidnâme, s. 8-9. [1419] Konevî, Hadis-i Erbain, s. 110. bk. Kevserî, o.g.e., s. 61-62. [1420]İbn Kemâl, Erbain, s. 62-64. [1421]Makâlât, s. 27-29; Şerh hadis izâ re/ıoyyertum, Süleymaniye Esad Efendi 1549/2, vr. 66b-69a; bk. Rûh.V, 177-178; Kitabü'n-Netice, II, 51-52. [1422]İbn Merzûk, Tevessül s. 274; Abdurrahman b. Hasan, Fethu'l-medd, s. 168 vd; Abdülke-rim Muhammed, Nûru'l-ktâm, s. 98-138; Karaman, Helaller ue Haramlar, s. 138-142; a. mlf. Günün Meseleleri, I, 100-104; Kevserî, İrğam, s. 38; Güler, Zekeriya, "Vesile ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri", İlam Araştırma Dergisi, c. II, sayı 1, Ocak-Haziran 1997, s. 83432. |