> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Nedir ?  > Sizden Gelenler (Tasavvuf)  > Seyr u Süluk-3
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Seyr u Süluk-3  (Okunma Sayısı 1760 defa)
13 Ekim 2009, 11:18:47
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 13 Ekim 2009, 11:18:47 »



SEYR U SÜLÛK-3

Nefs-i mutmainne zirvesine ulaşan bir müntehi nazarında, kendi hususiyetleriyle bütün eşya, bütün elvân u eşkâl eriyip gider ve o. sürekli "Lâ ilâhe illallah'' hakikatini düşünür, onu söyler; söylerken de hakikî ve aslî vücud olarak sadece O'nu duyar.. O'nun nur-u vücuduyla iç içe yaşar.. ve bütün varlığı, ilim ve vücudun birer tecellîsinden ibaret olarak zevkeder.. ve böyle bir ruh halinin gereği olarak da bütün varlığın, O'nun feyz-i vücuduyla meydana geldiğini ilan mânâsına "Lâ mevcûde fi'1-hakikati illallah" der. Bu mülâhaza ne bir vücud ne de şuhud telâkkisidir; bu öyle bir zevk ve duyuş haletidir ki, tatmayan bilmez, bilenler de tam ifade edemez. Bu makama eren bir hak yolcusunun sinesinde O'ndan gayrı her şey, yine O'nun ziyâ-i vücuduyla silinir gider ve her yanda sadece ve sadece Hazreti Ef'âl, Hazreti Esmâ ve Hazreti Sıfât nümâyân olmaya başlar; başlar da, gözler ve gönüller sürekli onlarla dolar-taşar. Böyle bir sermesti içinde her an ayrı bir vuslat bişaretiyle yol alan hakikat eri, biraz da, "ayne'l-yakîn" derecesinde her şeyin O'na ait olduğunu duyması sonucu "Ballar balını buldum varlığım yağma olsun" diyerek, sırtında âriye bir gömlek gibi gördüğü bütün varlığını infak etmeye koşar.

Artık böyle biri, kendinden "can" istendiğini hissetse, hemen kurbanlık koyun gibi boynunu uzatır.

-Bu makamda, o asliyete göre bir zılliyet, o külliyete göre bir cüz'iyet şeklinde " " hakikatinin kahramanlarını hatırlayabiliriz.-

Rikkat-i kalb bu payenin en bariz özelliğidir; sâlik her zaman: "Ağla ey gözlerim, hiç durma ağla!" der, gözyaşlarıyla nefes alır verir.. her şeyi sever, her şeyi koklar ve ok-şar ve hususiyle her biri birer mücellâ ayna olması itibarıyla insanlara karşı gönülden alâka duyar.. her renkte, her tatta, her kokuda, her seste, her şivede O'ndan tecellîlerle selâmlaşır.. her selâmlayışta çok farklı hislerle farklı düşüncelere girer; ama her defasında zevk u şevkini teyakkuz ve temkinle frenler.. hattâ bazen bu ciddi teyakkuz ve temkin sayesinde, ruhunda köpüren ve dalga dalga bütün benliğini saran neş'elerin, sevinçlerin ve hazların kendine ait olması mülahazasıyla, herkesin uğrunda canlar feda ettikleri topyekün ruhânî zevklerden de sıyrılarak, "Hilali", "livechillah", "lieclillah" sözleriyle ifade edilen çerçeveye koşar ve Yunus diliyle "Bana Seni gerek Seni" der inler.

Bu esnada, bazı istidatlara sağanak sağanak ikramlar yağmaya başlar; başlar ve bu aynı zamanda keşiflerle, kerametlerle imtihana tâbi tutulma faslı demektir. Böyle bir makamda lütfedilen bütün keşifler, kerametler, muhlis bir sâlik nazarında -istidraç endişesi mahfuz- bir ilâhî armağan olmanın ötesinde herhangi bir kıymeti de haiz değildir. Basiretli bir sâlik. işte böyle kendisinde ikinci bir tabiat asarının belirmeye başladığı ve onun gönül dünyasında her gün ayrı bir "feth-i mübin"in yaşandığı, pinhanların ayân olduğu, gözden hicâbın kaldırılıp, eşyanın perde arkası kendi renk ve çizgileriyle zuhur ettiği ve bazıları için başların dönüp bakışların bulandığı durumlarda o hep, Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın vesayetine koşar.. düşünce ve tasavvurlarını Sünnet mihengine vurur.. beyanlarını "usûlüddin" mizanlarıyla çerçeveler.. ve yoluna:

"" reflektörleri arasında devam eder.

Hazreti Üstad-ı Küll ve Muktedâ-yı Ekmel'den sonra yoldakilere rehberlik vazifesini, Kitap ve Sünnet'in aydınlık temsilcileri mürşid-i kâmiller yaparlardı. Onların olmadığı dönemlerde ise çokların yolu sarpa sardı ve yol mütehayyirleri, takılıp yollarda kaldı...

Evet, bu makam aynı zamanda; "seyr maallah" makamı olması itibarıyla, hususî bazı vâridleri de vardır ve bazen de bu vâridler ifade yetersizliğinden "hulûl" ve "ittihad"a çekilebilecek biçimde seslendirilebilir. İşte böyle bir durumda sâlik, tam kazanma kuşağının zirvelerinde iken kaybetme çukurlarına yuvarlanabilir; yuvarlanabilir zira, zirvelerle çukurlar birbirlerine zıt oldukları halde hep yan yana bulunurlar. İhlâs kulesinin tepesinden düşecek birinin düz bir zemine değil de, derin bir çukura yuvarlanacağının hatırlatılması, değişik bir zaviyeden, zirvelerle çukurların bu beraberliğini vurgular. Onun içindir ki, seyr u sülûkta yolculuk ilerledikçe temkine, teyakkuza daha fazla ihtiyaç duyulagelmiştir. Öyle ki ufuk sezilip de her yanda kurbet esintileri duyulmaya başlayınca, hak yolcusu, daha derin murakabelere daiagelmiş ve sık sık kendini sıfırlamış.. üzerindeki mevhibeierin gelip geçiciliğini düşünerek mahiyetinin bir mazhar değil de bir ayna olduğunu görmeye çalışmış ve ''Yâ Hû" soluklarıyla o vâridat ve lütufların kaynağına yöneiip üveysî bir edâ ile: "İlâhi Sen Rab'sin bense abd; Sen Hâlık'sın bense mahlûk; Sen Rezzak'sın bense merzuk; Sen Mâlik'sin bense memlûk; Sen Aziz'sin bense zelil; Sen Ganî'sin bense fakir..." demiş ve en büyük payenin kulluk payesi olduğunu hem de derin bir acz, fakr ve ihtiyaç hissiyle dile getirmiştir.

Bazı ehl-i hakikate göre, seyr u sülûkta en son mertebe "mutmainne" zirvesidir. Bu mertebeden sonra sözü edilen "râziye", "marziyye", "kâmile" veya "safiye" makamları, itminan mertebesinin değişik buutlarda zuhur ve inkişâfından ibarettir ki, bunlara birer mertebe ve derece demekten daha ziyade "cezebât-ı Hak" tezahürleri demek daha uygun olsa gerek.

İster bir makam sayılsın, ister mutmainne mertebesinin inkişâfı, bu noktadan sonra, "Yâ Hayy" ism-i şerifinin bir mazhar-ı tâmmı ve şeffaf bir aynası sayılan sâlik-i müntehî, Hak'tan hoşnut olmayı kendi tabiî derinliği gibi duyar ki, bu zirve "râziye" zirvesidir. Kahr u lütfun bir bilindiği bu ledünnî derinliğe eren hakikat kahramanında, beşeriyet sıfatları bütünüyle muzmahil olur gider ve her yanda yepyeni televvünlerle yepyeni bir varoluş başlar: "mahv"dan sonraki "sahv", "fenâ"dan sonraki "bekâ" "ilme'l-yakîn"den sonra ki "ayne'l-yakîn"le gelen bir farklı varoluş. Böyle bir müntehinin nazarında her zerre bir lisan kesilir ve her haliyle O"nu zikreder.. her set Ondan farklı şekilde akseden birer nağme gibi duyulur.. her renk "lâhut" ikliminin tebessümleri gibi gözlere gönüllere yağar.. ve o. gezip dolaştığı her yerde "Lâ maksûde illallah", "La ma'bûde illallah" hakikatleriyle nefeslenir.. durumunun ve konumunun müsaadesi nisbetinde, kalbî ve ruhî hayatı adına bu mübarek cümleleri oksijen gibi yudumlar, tabiat-ı beşeriye gereği cismaniyetinde oluşmaya yüz tutan her hevâîliği de karbondioksit gibi dışarı atar.. ve hevâ-i nefsin artıkları sayılan âsâb ve hassasiyeti yatıştırır.. mücadelenin kızıştığı yer ve zamanlarda iâne talebi ve istigâse gözyaşlarıyla ebedî mihrabına yönelir ve sızlar.. muvaffakiyet ve zaferlerini de birer Hak ihsanı olarak duyar ve "Değildir bu bana layık bu bende / Bana bu lutf ile ihsan nedendir?" (M. Lutfi) sözleriyle mırıldanır.. hep içten ve derin, hep Hak'tan hoşnut ve memnuniyet içinde bulunduğunu ihsas eder.. kim bilir her gün kaç defa: "Gelse celâlinden cefâ, yahut cemâlinden vefâ / İkisi de cana safâ, senden hem o hoş, hem bu hoş" der, rıza düşüncesini yeniler.. hattâ bazen o, gönül gözlerine cezb ü incizab semalarından akıp gelen bu güzelliklerin farkında bile olamaz.

İşte böyle bir anlayış ve duygu dünyasına otağını kuran bir hakikat eri -buna Hakk'ın kulu demek daha uygun olur zannediyorum- tecellî-i ef'âl ötesinde, tecellî-i esmâ ve sıfata açılarak "ilme'l-yakîn"in en üst mertebelerine yürür ki. bunun ötesi, Hak hoşnutluğunun kendine has emâreleriyle duyulup hissedildiği ve selim vicdanların şehadetiyle bilindiği "marziyye" şâhikasıdır. Muhakkikînce. bu payeye, "hakka'l-yakîn" televvünlü "üme'1-yakm" dendiği gibi "ehadiyet" mertebesi, "cemu'1-cem" makamı da denegelmiştir. Bu makam erbabı, seyrini daha çok "seyr anillah" şâhikalarında sürdürür.. hâl-hayret-temkin ufkunda dolaşır durur; dolaşır durur ve artık Hak. onun gören gözü, işiten kulağı olur; hep doğruyu görür, doğruyu duyar ve insanlar arasında İlâhî ahlâkın mübarek bir temsilcisi gibi oturur kalkar.. başkalarında gördüğü kusurları affeder, ayıplara göz yumar, mü'minlere hüsn-ü zanda bulunur, herkesi şefkatle kucaklar ve Hak'tan ötürü her milletle barışık yaşar.. vicdanında duyduğu Hak hoşnutluğunu kalb imbiklerinden geçirerek kendi hoşnutluğu haline getirir; gönül tezgahlarında her şeyi şekere-şerbete çevirir ve bu ballar balını avuç avuç herkese tattırır.. ve hemen her yerde, her zaman "Hazreti Râzı"ya gönülleri yönlendiren bir nd-van kıblenüması gibi hareket eder: Allah için sever. Allah için kucaklar, Allah için koklar ve sürekli Hakikat-i Muhammediye makamının mebdei sayılan böyle bir payenin hakkını eda etmeye, O'nunla nisbetini derinleştirmeye çalışır.

İtminan mevhibesinin idrak edilme sınırlarını aşkın müntehâsını "nefs-i kâmile" mertebesi teşkil eder. Dört bir yanda ilâhî tecellîlerin bütün mâsivâyı kendi rengine boyadığı, renklerin, şekillerin, keyfiyetlerin kendi çerçevelerinde silinip gittiği zevkî ve nazarî iç içe istihalelerin yaşandığı ve "seyr" in. "seyr billah" ufkunda sürdürüldüğü bu şahika, vahdette kesretin, kesrette de vahdetin yaşandığı ilâhî sırlara açık öyle bir zirveler zirvesidir ki, asâlet ve külliyet planında orada sadece enbiyânın sesi-soluğu duyulur; zılliyet ve cüz'iyet dairesinde de dâvâyı nübüvvet vârislerinin.. bu vârislerin en önemli hususiyetleri, yakazadır; bunlar nerede, niçin, hangi misyonla vazifeli bulunduklarının şuurundadırlar. Küllü cüzden, küllîyi cüz'îden, aslî olanı zilliden, metbuu da tâbîden tefrik eder ve kafiyen iltibasa düşmezler. Ne şatahat, ne naz, ne faikıyet ne de imtiya2; mazhar oldukları her şeyi O'ndan bilir ve bu mazhariyetlerini koruma istikametinde ortaya koyacakları her cehdi, netice-i nimet-i sabıka olarak bir şükür esprisi içinde, fevkalâde bir tevazu ve mahviyetle ortaya koyar, mükâfat adına değil de, vazife ve sorumluluk hesabına "hel min mezîd" der dolaşırlar. Bu ölçüde safvete eren mutmain bir ruh, bütün mesûliyetlerini bir ibadet neşvesi içinde yerine getir...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Seyr u Süluk-3
« Posted on: 29 Mart 2024, 07:48:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Seyr u Süluk-3 rüya tabiri,Seyr u Süluk-3 mekke canlı, Seyr u Süluk-3 kabe canlı yayın, Seyr u Süluk-3 Üç boyutlu kuran oku Seyr u Süluk-3 kuran ı kerim, Seyr u Süluk-3 peygamber kıssaları,Seyr u Süluk-3 ilitam ders soruları, Seyr u Süluk-3önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes