๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Sizden Gelenler( Güncel Meseleler ) => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 12 Şubat 2012, 17:29:07



Konu Başlığı: Ne iş yapıyorsunuz?
Gönderen: Sefil üzerinde 12 Şubat 2012, 17:29:07
Ne iş yapıyorsunuz?
   
Genç adam eşi ve çocuklarıyla iyi bir kahvaltı yaptıktan sonra evinden çıktı. İşine gitmek üzere arabasına bindi. Epeyce gür olan saçlarını dikiz aynasına bakarak elleriyle taradı. Radyo istasyonlarını kurcaladıktan sonra kafasına göre bir müzik buldu. Oldukça zinde, dinç ve moralli olarak yoğun sabah trafiğine adeta daldı.
 

“Türkiye zengin bir ülke” diye geçirdi içinden.
“Baksana şu yoğun trafiğe, hepsi de yeni arabaların” dedi.
Kendisinin başarılı, yetenekli, hatta karizmatik bir yönetici olduğunu arkadaşları söylerdi. O da buna inanıyordu.
“Şu memleketin Reisicumhuru ben olmalıyım. Hayır hayır o pasif görev, Başbakanı ben olmalıyım” dedi. Sonra “İnsaf et be adam sen dört kişilik aileni idareden acizsin, kaldı ki koca Türkiye’yi nasıl idare edeceksin” derken tebessüm ediyordu.
***
Öyle ya bugünün insanları birbirlerini işine, gelirine, kıyafetine, tahsiline vb. maddeselliğine göre değerlendirmiyorlar mı? Onun için de insanların gözü kendi makamlarını aşarak, çiğneyerek daha büyük makamlara kolaylıkla kayabiliyor.
Bazen bizler de hakkını veremeyeceğimiz, hukukuna riâyet edemeyeceğimiz nice makam ve mevkii “keşke” diyerek hayalimizden geçirir de sabahleyin mutat işimize razı oluruz. Hayal etmenin ne yasağı vardır, ne de sınırı. Hatta güzel hayaller güzel davranışları, kötü hayaller de kötü davranışları zamanla sahibine çeken paratonerlerdir. Ancak olabilecek olanı hayal etmeliyiz. Yoksa; ”olmayacak duâya amin” demiş oluruz.
Elbette ki herkesin “keşke” deme hakkı vardır. O keşkeyi biz başka yerlerde ararız. Hâlbuki herkesin keşkesi kendi içinde gizlidir. Onu keşfetmek, ona ulaşmak kendi elindedir. Hayatta kendisinin keşkesini erken keşfedenler kazanmış ve başarmış oluyorlar.
***
Anladığım kadarıyla insanımızın kendisine güveni var. O halde şöyle düşünelim: Makamımız ne olursa olsun bir adım önde, saygın, seçkin ve itibarlı bir kişi olmayı istemez miyiz? Asıl hedef bu değil midir?
O halde bulunduğumuz yerde konumumuz ne olursa olsun, kurumun sahibi de olsak birileri bizden bahsettiğinde:
“Ahmet Bey veya Ayşe Hanım işinin ehli, hakperest, itimat edilir, iyiden güzelden yana, güvenilir bir insandır” denilmesi bizi mutlu etmez mi?
“Eder, ama böyle karışık keşmekeş bir toplumda bu sıfatları kazanmak kolay mı zannediyorsunuz? Bunu nasıl sağlayabiliriz?”
………….
Bir günün içinde karşılaştığımız büyük-küçük olaylarda tavrımızı, hukuktan, haktan yana koymamız, helâl olanı, iyi, güzel, yararlı insanların ortak paydası olanı tercih etmemiz yeterlidir. Bu tavır koyuşlar zor olmasına rağmen bulunduğumuz yerdeki bozuk düzenin bozukluğunu önce dar çerçevede, sonra ise geniş çevrede fark ettirecektir. Belki uzun bir sabırdan sonra da o yer, o iş, doğru olan aslî rengine bürünecektir.
Kendimize not verme hususunda dürüst, samimî, ihlâslı olmak mecburiyetindeyiz. Kendimizi asla beğenmemeli, kibir, gurur bizden uzak olmalıdır. Kendimize özgüvenimiz olmalı. Herkesin bizim gibi duygulara sahip olduğunu unutmayarak, hemen yanımızdakinden başlayarak hak ve adalet üzerinde tavrımızı belirlemeliyiz.
Adaletin sadece adalet saraylarında aranan bir değer olmadığını, onun evde, işyerinde, sokakta varlığını görmeli onu yaşatmaya çalışmalıyız. İki kişi arasında olan küçük adaletsizlikler, dünyanın en büyük adalet saraylarının bitmeyen dâvâlarını oluşturmaktadır. Adaletli davranışımızın mutlaka karşılığı olacaktır. Zira;
“Hâlık’ın nâmütenâhi adı var en başı Hak / Ne büyük şeydir Hakkı tutup kaldırmak” hakikatine inanarak, âdil davranışımızın hem günlük dünyamızda hem de ahirette Âdil-i Mutlaktan mutlaka karşılığını göreceğimize inanmalıyız.
İlâhî adalet öyle bir yarış ortaya koymuş ki profesör ile çoban aynı kulvarda yarıştığı halde bazen samimiyetsizliği dolayısıyla profesör kaybedip, çoban kazanabiliyor.
“Zirvelerde daha fazla tehlike vardır” sözü de gösteriyor ki; büyük makamların yükleri ağır, sorumlulukları fazladır. Herkes taşıyamaz.
İnsanlar bulundukları makamın yükünü lâyıkıyla taşısalardı, bu millet bu kadar yorgun ve bıkkın olmazdı. Toplumumuzun derdi daha az olurdu.
***
Şirinevler meydanında bir temizlik işçisinin çalışmaları dikkatimi çekti. Ne zaman oradan geçsem, elinde uzun çalı süpürgesiyle insanımızın umursamazca yollara attığı atıkları her gün, hızlı ve devamlı temposuyla dur-durak bilmeden temizliyordu. Bu güzel insanın yanına yaklaşarak kendisiyle tanıştım, güzel sözlerle taltif ettim ve kendisine toplum adına teşekkür ettim. Bir başka semtte gördüğüm temizlik işçisi de ne zaman yanından geçsem ya kaldırım taşına oturmuş sigara içiyor veya miskin miskin oyalanıyordu.
Emin Amcayı ve onun gibilerini amirlerinin ödüllendirmesini isterdim. Ama onlardan önce halktan birisi olarak ben teşekkürlerimle ödüllendirdim.
***
Farz-ı muhal, bir milletvekilinin makamının hakkını vermemesine rağmen Emin Amcanın görevinin hakkını vermesi takdire şayan, insanlık anlayışına uygun, halk katında da, Hak katında da fevkalâde güzel bir davranıştır. O işini iyi yaparak ilk önce kendini mutlu ediyor, sonra da çevresindekileri.
“Yaptığınız işi güzel yapın; Allah (cc) işini güzel yapanları sever.” (Bakara: 195)
“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” da; işini güzel yapan dünya ve ahirette mutlu olmaz mı?
Güzelliği sevenlerin, güzellikle meşgul olanların işi hiç bitmez. Onların ellerine aldıkları her iş, her aş güzelleşir. Birilerine deva olur, öbürlerine şifa olur, huzur olur. En zor en tatsız işler bile iyi niyetleri sonucu kolaylaşır. Bir süre sonra o zorluklar kendilerine tebessüm ve teşekkür olarak, huzur olarak döner.
Meşrû dairede ne iş yaptığımız hiç önemli değil. Acaba işimizi nasıl yapıyoruz?
Bence uzaklarda, yüksek makamlarda aradığımız mutluluğumuzun önemli bir kısmı bu sorunun içinde gizli değil mi, ne dersiniz?
 
MUHSİN DURAN