> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Siret Ansiklopedisi > Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı  (Okunma Sayısı 821 defa)
26 Ağustos 2012, 13:19:34
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 26 Ağustos 2012, 13:19:34 »



TAKVA VE FAZİLETİN YENİ ANLAMI

Hz. Peygamber, fazilet anlayışına yeni bo­yutlar getirmiş, insanlığın sosyal sistemler içinde yer alan bütün günlük olayların ve pra­tik hayatın Önemine, yeni ve geniş anlamına dikkatleri çekmiştir. İslâm'ın, insanları hayatı bütünüyle kabul etmeye ve nimetlerinden faydalanmaya davet ettiğini; hayatı reddetme ve hayatın sorumluluklarından kaçmaya yön­lendirmediğini göstermiştir. İslâm manastır hayatını ve insanlardan uzak zühdü teşvik et­mez; muttaki bir hayatı ve Allah'ın nimetle­rinden uygun ve dengeli şekilde faydalanıl­masını öngörür: "Ey Peygamber! Temiz şey­lerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim." (23: 51). Bu âyet helal şeylerden yemeye davet ederek, aşırı riyazet uygulamalarını reddetmektedir. İnsanları ri­yazet ve nefsine kölelik arasındaki orta yola çağırmaktadır. Bu, gerçek faziletli insanların riyazet ve inziva içindekiler değil, Allah'ın ni­metlerinden şükür içinde yararlanan, şükrünü muttaki ve temiz bir hayat sürdürerek göste­renler olduğuna işaret etmektedir. Bu tarz bir hayatı reddedenlere Kur'ân şöyle sormakta­dır: "De ki: 'Allah'ın kullan için yarattığı ziy­net ve temiz nzıkları haram kılan kimdir?..." (7: 32).

Bu, insanların hayat sistemlerine sıklıkla sok­tukları yanlış uygulamaları ve cahilce yolları Kur'ân'ın tipik reddediş şeklidir. Bu âyetle ortaya konan mesele şudur: "Bütün bu temiz, iyi ve güzel pek çok nimeti kulları için yara­tan Allahu Teâlâ'dır ve bu nimetlerin o kulla­ra haram kılınması Allah'ın dileği olamaz. Bu nedenle, eğer bâtıl dinî, ahlâkî veya sosyal sistemler bu pak nimetleri insanın gelişme ve derece kazanmasına engel oldukları gerekçesi ile haram veya kerih görürse, bu durum başlı başına bu yasağın Allah tarafından emredilmediğinin açık delilidir." (The Meaning oj the Qur'an, c. IV, ss. 22-23).

Aktif hayattan çekilmeyi ve inziva içinde Al­lah'a sürekli ibadeti teşvik eden hiçbir hayat sistemi Allah'ın Hz. Peygamber'e ve diğer peygamberlere vahyettiği Dinin bir parçası değildir: "...üzerlerine Bizim gerekli kılmadı­ğımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bi­le gereği gibi riayet etmediler..." (57: 27).

Bu âyet, Allah'a ancak bu hayat karmaşası içinde temiz ve muttaki bir yaşantı ile kulluk edilebileceğini açık bir şekilde vurgulamakta­dır. Bu âyet aşırı riyazetin gayriislâmi bir fiil olduğunu ve sistemin bir parçası olmadığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamak­tadır. Münzevî hayat İslâm'da teşvik edilen bir hayat tarzı değildir. "Bu İslâm'ın bütün ahlâkî ve manevî kavramlarına zıttır. Zihnî ve fizikî yetenekler kadar tabiî arzular da Al­lah'ın nimetleridir. İyi ya da kötü olan onların öz tabiatları değil, ancak bu arzuların uygun veya hatalı şekillerde uygulanışlarıdır. Ger­çekte, herhangi bir yeteneğin âtıl bırakılması onun suistimal edilmesi olarak kabul edildiğinden kötü bir fiil sayılmaktadır. İslâm'da evlilik bekârlıktan daha üstün kabul edilmek­tedir. Çünkü evlilik kişiliğin kemalini, düzen­li ve uyumlu bir şekilde gelişmesini sağlayan bir vasıtadır. Kur'ân-ı Kerîm evliliğin böyle bir gelişime yardımcı olması dolayısı ile be­nimsenmesini tavsiye etmektedir (30: 21), Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur, "Evli­lik bizim sünnetimizdİr. Ve ondan kasten ka­çınan bizden değildir.'1

Yukarıdaki âyet bu sistemin bir diğer önemli Özelliğine İşaret etmektedir: maddî, manevi ve ahlâkî değerleri besleyerek İslâm, bütün insanî yeteneklerin faydalı ve uyumlu bir şe­kilde gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bu da, Allah insana fıtrî yetenek ve zahiri zen­ginlik bakımından her ne bahşetti ise, insanın onu kültür ve medeniyetinin zenginleşmesi için yerli yerince ve verimli bir şekilde kul­lanması gerektiği anlamına gelmektedir.

Yine buna benzer olarak, Kur'ân ibadetin şeklî özelliklerinin; namaz için kişilerin yüzünü döneceği yönün ve hac farzını eda etmek için gidilmesi gerekli yerlerin sadece manen önemli olduğunu ve bu nedenle tartışma ko­nulan haline getirilmemeleri gerektiğini vur­gulamaktadır. Bunlar, insanlara rehberiyet, onları organize ve disipline etmek gayeleri ile emrolunmuş şeylerdir ve ibadet ruhunun ya da Allah'ın Emirlerine gereğince uymanın aslî unsurları değildirler. Bakara sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Doğu da batı da Allah'ın­dır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her şeyi kaplar ve her şeyi billir." (2: 115). Şurası muhakkak ki, Allah doğu veya batı gibi herhangi bir yön veya yerle sınırh olmayan, bütün yönlerin ve yerlerin sa-hibî olandır. Onun bilgisi sınırlı değildir ve bütün zaman ve uzayı kapsayıcıdır. Aynı su­rede şu âyet de zikredilmektedir: "İnsanlar­dan birtakım beyinsizler: 'Onları, bulunduk­ları kıblelerinden çeviren nedir?' diyecekler. De ki: 'Doğu da, batı da Allah'ındır. O, dile­diğini doğru yola iletir." (2: 143). Kıble deği­şikliğinin altında yatan ince manayı kavraya­mayan beyinsizler müminlerin zihinlerinde şüphe oluşturabilmek için muhtelif itirazlar üretmeye başladılar. Bu saçma İtirazlara bu âyet kesin bir reddiye olmuştur. Bu âyete gö­re doğu, batı ve diğer bütün yönler Allah'a aittir ve kıblenin belli bir yöne doğru olması Allah'ın sadece bu yönle sınırlı olduğu anla­mına gelmemektedir. İlâhî vahyin rehberiye-tine nail olmuş kişiler böyle dar görüşlü fikir­ler üretmezler.'(The Meaning of îhe Qur'an c. I, ss. 117-120).

Bu dar anlamlı takva, fazilet ve iyilik anlayışı Kur'ân'ın şu âyeti ile iyiden iyiye reddedil­miştir: "Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğuya ve batıya doğru çevirmenizde değildir. Asıl iyi­lik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere iman eden, malım ona olan sevgisine rağmen, akrabaya, yetimlere, düş­künlere, yoksullara, yolda kalmış olanlara, köle ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösteren, zorda, darda ve savaşın kızıştı­ğı zamanda sabır gösterenin iyiliğidir. İşte o doğru olan bunlardır. Allah'tan korkup kötü davranışlardan sakınanlar da bunlardır." (2: 177).

Bu âyet ibadetin zahiri şekilleri üzerinde çok aşırı bir önemle durulmasının yersizliğini göstermekte ve kişinin salt yüzünü doğuya veya batıya çevirmekle iyiliğe ulaşamıyacağı-na işaret etmektedir. Gerçek takvaya bütün ibadetlerin ve sadaka-i cariyelerin O'nun rıza­sını kazanmak gayesiyle samimi Allah sevgi­si ile yapılması suretiyle ulaşılabilinir. Mü­him olan sözler ve şekiller değildir. Allah ka­tında gerçekten mühim olan bir işe girişilirken sahip olunan niyettir. Allah'a ihlâsla iman takva ve iyi hareketlerin temelini teşkil et­mektedir ve bu çeşit ameller dış etkenler ne­deniyle değil, yalnızca Allah sevgisiyle yapıl­malıdır.

Aynı ilke hac konusu ile bağlantılı olarak şu âyette dile getirilmiştir: "Sana yeni doğen ay­ları soruyorlar. De kİ: 'Onlar insanların ve haccın vakit ölçüleridir. İyilik ve taat, evlere arkalarından girmenizde değildir; gerçek iyi­lik, Allah'tartsakınanın iyiliğidir..." (2: 189).

Kurban ibadetinin özü Hac sûresinde şöyle açıklanmıştır: "Onların etleri de, kanları da Allah'a ulaşmayacaktır; Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvânızdır; böylece Allah bunları emrinize verdi ki, sizi hidayete erdirmesine karşılık tekbir getirip O'nu yüceltesiniz. Gü­zel davrananları müjdele!" (22: 37). Üstelik kurban, Allah'ın sembollerindendir (Şiar'ullah). Müminlere kurban ibadetinin yalnızca takvayla ve O'nun sevgisiyle ifa edildiğinde kabul edileceği açıkça söylenmiştir.

Sadaka ile ilgili temel ilke ise şu âyette ifade­sini bulmuştur: "Sevdiğiniz şeylerden sarfet-medikçe iyiliğe (takvaya) erişemezsiniz..." (3: 92). Bu âyet, ataların asırlık âdet ve gele­nekleri tarafından emredilen merasim, örf ve dış görüntülere sıkı sıkıya bağlılık gibi- gele­neksel takva ölçü ve göstergelerini tamamen reddetmekte, insanlara "gerçek takvaya ulaş­malarının kendi icatları olan bazı merasimleri yerine getirmekle değil, Allah sevgisiyle ve O'nun kanunlarına hayatın her sahasında uy­makla mümkün olduğunu" sarahatle açıkla­maktadır. Takva kapısı dünyevî makamları Allah'tan daha çok sevenlere ve Allah sevgisi için kıymetli gördüklerini feda edemeyenlere kapalıdır. Böyle bir kişi gerçek takva ve fazi­lete erişemez.

Kur'ân-ı Kerîm, Allah'a inanmaksızın zahirî merasim ve âdetleri yerine getirmekle övü­nenlerin takva iddialarını reddetmektedir. Tevbe sûresinde şöyle buyurulmaktadır. "Ha­cılara su sağlama görevini, Mescid-i Haramı tamir etme işini, Allah'a ve âhiret gününe İman edip, Allah yolunda cihad edenlerin iş­leriyle bir mi tuttunuz? Allah katında bunlar aynı değerde olmazlar..." (9: 19). Yine, bu âyet gerçek takvayla onun zahirî şekli arasın­da insanların ayrım yapabilmesini mümkün kılmak için gerçek takvanın özünü gündeme getirmektedir. "Bir kimsenin Allah katındaki değeri, inançlanndaki samimiyet ve Allah yo­lunda yapacağı fedakârlıklarla doğru orantılı­dır. Onun, doğuştan veya sonradan kazanılmış ayrıcalıklara sahip olup olmamasına ba­kılmaz; şeyh, hoca, müftü vb. gibi kimselerin soyundan gelip gelmemesi bu konuda bir mâna ifade etmez. Aksine, inancında samimi­yet ve Allah yolunda fedakârlıklardan uzak olan kimselerin Allah indinde hiçbir değerleri yoktur. Nitekim bu gibi kimselerin, dinen bü­yük kişilerin soyundan gelmeleri, uzun bir meşayıh ve ulema silsilesiyle mukaddes yer­lerin koruyuculuğunu tevarüs etmeleri,özel gün ve yıldönümleri vesilesiyle, sırf gösteriş ve merasim olsun diye bazı dinî âyin ve hare­ketlerde bulunmalarının Allah katında hiçbir mâna ve değeri yoktur." (The Meaning ofthe Qur'an, c. IV, s. 181).

Takva ve fazilet kavramı toplum içindeki uy­gulamalarla ilgili hale geldiğinde Kur'ân tara­fından daha da derinlemesine ele alınmakta­dır. Takvanın bu toplumsal yönü; toplumda servetin daha eşit ve adil dağılım...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı
« Posted on: 28 Mart 2024, 22:17:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı rüya tabiri,Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı mekke canlı, Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı kabe canlı yayın, Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı Üç boyutlu kuran oku Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı kuran ı kerim, Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı peygamber kıssaları,Takva Ve Faziletin Yeni Anlamı ilitam ders soruları, Takva Ve Faziletin Yeni Anlamıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes