๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 04 Ağustos 2012, 13:46:28



Konu Başlığı: İlim
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 04 Ağustos 2012, 13:46:28
2- İlim

İslâm'ın yayılmasına kadar Araplık, Arabis­tan yarımadasına münhasır bulunuyor, ku­zeybatıya ve kuzeydoğuya giden bazı izler hiç fikrî gelişmeye işaret etmiyordu. Şiir, hi­tabet ve astroloji İslâm'dan önce Arapların en çok ilgi duydukları meşguliyetleriydi. Fakat bunların ilim ve edebiyat müesseseleri yoktu. Rasûlullah'ın sözleri Arapların uyanan canlılığına yeni bir çarpıntı verdi. Hz. Pey­gamber'in zamanında öğretici bir müesse­senin temelleri atılmıştı ki, daha sonra bu te­meller üzerine Bağdat'ta, Kahire'de, Kurtuba'da üniversiteler geçti. Medine'de Rasû­lullah, halkı ilim ve irfana davet ediyor: "Yaratıcının eserlerini bir saat tefekkür, yet­miş sene ibadetten hayırlıdır." "Bir saat ilim ve İrfan meclisinde bulunmak, bin şehidin ce­nazesini uğurlamaktan, bin gece (nafile) na­mazı kılmaktan daha kıymetlidir." "İlim ve âlemlere hürmet eden, bana hürmet etmiş olur." mânasında sözler söylüyordu. Bu tel­kin ve teşvikler düşünce hayatını canlandırdı.

Daha sonraları, Araplar, sahip oldukları elâstikî dehâ ve merkezî durum hasebiyle bir taraftan Grek ve Roma'nın, diğer taraftan İran, Hindistan ve Çin'in kültür hazinelerini elde ederek insanlık âleminin mürşitliğini yapmaya hak kazanmışlardır. Rasûlullah'in icazkâr tesiri ve halife ve sultanların yardımı ile Araplar Doğu ve Batı'nın hikme­tini alarak bunları Hz. Peygamber (S)'in ta­limleri ile kaynaştırmışlardır (Emir Ali, The Spirit of islam, sh. 408-410).

İslâm düşüncesinin etkisi, İslâm devletinin bütün münevver ve mütefekkir kesimlerinde hızla yayılmıştır. İspanya'da Pirene dağların­da Cebelitarık boğazına kadar aynı fikrî faali­yet görülmekte idi. Sevilla, Kurtuba, Gırnata, Mürsİye, Toledo ve diğer fslâmî merkezler, umûmi kütüphaneler ve medreselerle doluy­du. Buralarda ilim ve edebiyat parasız oku­tulmaktaydı. İngiliz yazar Stanley Lane Poo-le, Kurtuba'dan şu şekilde bahsetmektedir: "Sarayları ve bahçeleri pek güzel olan Kurtu-ba'nm ilmî müesseseleri insanı hayran bıra­kırdı. İnsan vücuduna verilen ehemmiyet de­recesinde fikre önem verilirdi. Kurtuba mü­derrisleri ve muallimleri şehirlerini Avru­pa'nın kültür merkezi yapmışlardı. Avru­pa'nın her tarafından talebe Kurtuba'ya koşu­yordu. Orada her şey tam bir ciddiyetle tetkik edilip okutuluyordu. Endülüs âlimlerinin ke­şifleri ile tıp İlmi Alinus devrinden beri maz-har olamadığı büyük gelişmelere mazhar ol­muştu. Astronomi, coğrafya, kimya, tabiî ilimler, hepsi Kurtuba'da tam bir hararetle okutulurdu. Edebiyat ise Avrupa'da hiçbir vakit bu kadar yükselmemişti." Renan da, bu sözlere şunları ilave eder: "Endülüs'te, dün­yanın bu mesut köşesinde onuncu yüzyılda, bugün bile eşine rastlayamayacağımız bir müsamaha hüküm sürmekteydi. Müslüman­lar, hıristiyanlar ve yahudiler aynı dil ile ko­nuşuyor, aynı şarkıları söylüyor, aynı ilmî ve edebî incelemelere iştirak ediyor, hepsi müş­terek bir medeniyet için çalışıyorlardı. Bin­lerce talebe ile dopdolu olan Kurtuba medre­seleri ilmî ve felsefi tetkiklerin en faal mer­kezleriydi." (Averroes et Averroism, sh. 4).

Rasyonalizmin Batı'daki İlk tezahürü, İslâm medeniyetinin nüfuzuna en fazla tâbi olan ül­kede görülmüştür. Fakat kilise bu zarif çiçeği ateşle, kılıçla ezmiş, dünyanın ilerlemesine yüzyıllarca engel olmuştur. Buna rağmen İslâm'ın savunduğu fikir hürriyeti prensiple­rini ve sahip bulunduğu canlılığı Hıristiyan Avrupa'ya sirayet ettirmiştir. Abelard, İbni "Rüşd'ün bütün Batı âlemine aydınlık veren dehâsındaki kuvveti hissetmiştir. Abelard, so­nuçta fikir hürriyeti adına bir harekette bu­lunmuş ve bu hareket, Avrupa'yı klişenin esaretinden kurtarmıştır. İbni Sînâ ile İbni Rüşd; Descartes, Hobbes ve Locke'un zuhu­runun müjdec isiydiler.

Abelard ile okulunun tesiri az bir zamanda İngiltere'ye sirayet etmiştir. Wycliffe'in fi­kirlerindeki asliyet ile hürriyet daha önceki düşünürlerin cesurca telkinlerinden kuvvet alıyordu. Daha sonra ortaya çıkan Alman re­formcuları bir taraftan putlara ve resimlere karşı olan Bizans hıristiyanlarından, diğer ta­raftan Abelard ile Wycliffe'ten fikir alarak yabancıların tesirleri ile başlayan hareketi ta­mamlamışlardır.

Hıristiyan Avrupa, kültürü baskı boyunduru­ğuna tâbi kılmış, kilise mensupları bütün faa­liyetlerini fikir hürriyetini bastırmak nokta­sında toplamış iken; sapık fikirlere uğramış töhmeti ile papazlar binlerce masumu yak­makla meşgul oluyorken; hıristiyan Avrupa cinlere secde ediyor, paçavra parçalarına ve kemiklere tapımyorken İslâm'ın hür memle­ketlerinde İlim ve kültür hiçbir vakit görme­diği hürmet ve itibarı görüyordu. Hz. Muhammed'in halifeleri, medeniyet davasının savunucularıydılar. Düşünce hürriyetinin, araştırma ve inceleme hürriyetinin gelişmesi­ne yardım ediyorlardı. Din adına baskı, bilin­meyen bir şeydi. Yöneticilerin siyasî yolu ne olursa olsun, bütün din ve mezhep mensupla­rına karşı gösterdikleri tarafsızlık ve kesin ta­hammül hiçbir yerde görülmemiştir. Bir mil­letin kendi düşünce hürriyetine saygı duyma­sına en büyük delil olan tabiî ilimlerin öğretilmesi ve okutulması, müslümanlar arasında yaygındı.

İslâm dünyasından Avrupa'ya akan fikrî ha­reket cehalet, hurafeperestlik ve taassup ka­yalarına çarpılmış ve ancak Salerno, Kurtuba medreseleri, İbni Rüşd'ün nüfuzu, İslâm feyz kaynağından aydınlanan Yunanlıların tesirle­ri ile Kilise surlarının yıkılması üzerine kuv­veti hissolunmuştur.

İslâm, düşünce hürriyeti devrini açmıştır. Müslümanlık gerçek karakterini muhafaza et­tikçe kültür ve medeniyetin en ateşli koruyu­cusu olarak yaşamıştır. Yabancı unsurlar müslümanhğa karıştıktan sonradır kî, onun gelişme hamlesi gevşemiştir. Ortaya çıkış devri olan miladî yedinci yüzyıldan onyedinci yüzyılın sonuna kadar müslümanlık bu­günkü Avrupa'yı canlandıran edebî ve ilmî bir ruh ile doluydu. İslâm, müslümanları iler­letmiş ve onların madden ve zihnen yüksek bir fikrî gelişmeye kavuşmalarını sağlamıştır (The Spirit of islam, sh. 378-402).

Şüphesiz bu şeref, Yunan felsefesini ve tek-tanrılı din olan iki düşünce akımını birleşti­ren, onların Avrupa ile irtibatım temin eden Bağdat ve Endülüs'ün miislüman ilim ehli­nindir. Onların yardımları ilmî ve felsefî dü­şünceye, daha sonraki devirlerin teolojisine etkileri de göz önünde bulundurulursa, büyük ehemmiyet taşır. Bu yeni fikirlerin Batı Av­rupa'ya girmesi, 'Karanlık Çağ'm son bul­masına ve Skolastik devrin aydınlanmasına İşaret eder. Onikinci yüzyılın sonundan onal-tıncı yüzyılın sonuna kadar, İbni Rüşd düşün­cesi hâkim bir fikir ekolü olarak kalmıştır. Rasyonalist fikirlere sahip olan İbni Rüşd, ki­şinin, iman esaslarından başka herşeyin sor-gulayabileceğini savunmuştur (Philip K. Hitti, History ofthe Arabs, sh. 580, 583).

Bunun için Avrupa devletlerindeki entellektüel hürriyet hareketleri doğrudan müslüman­lar tarafından başlatılmıştır. İslâm'ın etkisi, Kurtuba, Seville ve Toledo'daki ilim yuvalan sayesinde Fransa'nın, Almanya'nın ve İngiltere dahil diğer Avrupa devletlerinin içlerine yayılarak tarihte benzerine rastlanmayan bir fikir inkılâbına sebep olmuştur. Ayrıca bölge insanının davranışlarım tamamen değişikliğe sevketmiştir. Onlar, bilgi edinmeyi ve dünya­nın bu kısmında bilinmeyen hür düşünceyi yasaklamış olan Roma Kilisesinin siyasî ve manevî baskısı altında idiler. Serbest düşünce ve dinî meseleleri tartışmak dalalet demekti. Bu suçlan işleyenler diri diri yakılıyordu. Batı'da olduğu kadar Doğu'da da insanlar inanç hürriyetinden ve baskıdan bahsedemezlerdi. Buna teşebbüs edenler vahşiyane muameleye maruz kalıyor, köleler gibi dövülüyorlardı. İran'da, köylüler ve yoksul kesim genellikle kanunsuzluğu hâkim olduğu bir istibdatı ya­şıyorlardı. Bunun yanında ruhbanlar ve top­rak sahipleri bütün güç ve nüfuzu kullanma yetkisine sahiptiler. Batı ülkelerinde, ruhban sınıfı ve derebeyler, tüm imtiyazları ve nüfu­zu kullanırlar, bunun yanında halk, en sefil ızdıraplarla sürünürlerdi (The Spiriî of islam, sh. 268-269).

Fakat, yeni bir canlanma ile, hürriyet hareket­leri Batılı ülkelerdeki aydınları etkilemeye başlamıştır. Fransa, Almanya ve diğer ülke­lerdeki ilim adamları, dinî meseleleri serbest­çe tartışmaya başladılar. Bu hareket tedricen, dinî akidelerde rasyonalizme doğru eğilim göstermiş ve Roma Kilisesi ile rasyonel hare­ketler arasında şiddet başlamıştır. Gregory VII, ihtilafla başa gelmişti (miladî 1073-1085). Gregory VII hırçın tabiatlı bir muhafazakârdı. Fakat abartılmış ve istekleri ve hakları şiddetli bir patlamada son bulmuş etkisiz bir papaz idi. Bu arada ruhban sınıfı topluma acımasızca baskı yapmaya devam ediyor ve Müslümanlara karşı Birinci Haçlı Seferini (1088-1099) başlatmak için yardım etmeleri hususunda baskı yapıyordu. Kiliseye muhalefet, hürriyet hareketleriyle yanyana olunca güçlenmeye başladı, muhalefet özel­likle Papa ile İngiltere ve Fransa Krallıkları arasında artıyordu. Başlangıçta Papa bazı ba­sanlar kazanmıştı. Hür düşünceliler ve Fran­sa'nın güneyindeki reformcular Albigensiyan

Seferinde (milâdî 1208) vahşice sindirildiler. Her ne kadar Papa, hoşnutsuzluğun kaynağını ortadan kaldırmak için evangelizmi teşvik et­miş ve ruhban sınıfında ıslâhata girişmişse de bu gayretler etkisiz kalmıştır. Bilhassa Loc-ke, Hobbes ve Rousseau gibi yazarların etki­siyle hür düşünce ve rasyonel hareketler, 13. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar kuvvet kazanma­ya devam etmiştir (The Times Atlas ofWorld History, sh. 122-123).

Sözkonusu ülkelerde ruhban sınıfına, baskıla­ra ve ayrıcalıklara karşı bazı protestolar ya­pılmıştır. Bunların öncüleri, İngiltere'de Bü­yük İhtilâlimin (1381) asıl reformistleridir. Fransa'daki (1357) ve İtalya'daki (1347) bur­juva hareketlerine büyük destek olmuşlardır. Zamanla dinî ve siyasî hürriyet hareketleri, fikir ve ifade hürriyeti için yapılan çabalarla kuvvetlenmiş ve siyasî sahadaki meşhur des­tek sayesinde yöneticilerin kontrolü ve dinî düşünce alanında yapılan Protestan Islahının yolunu açmıştır (The Times Atlas of World History, sh. 142).

Onbirinci yüzyılda ortaya çıkan tek-tük ilim adamları ve münevverler sayesinde başlayan dinî ve siyasî hürriyet çabaları, ondördüncü yüzyıl Avrupa devletlerinde millî ve kitle ha­reketi hâline dönüşmüştür. Ondört ve onaltın-cı yüzyıllar, tarihte Rönesans devri olarak bİ-linir. Bu devirler süresince Avrupalılar, İslîmî bilgilere ve kültüre tamamen adapte ol­muş ve onlan benimseyerek kendi sistemleri­ne tatbik etmişler, ilim, sanat ve ziraatte ham­le yapmışlardır. "Karanlık Çağ" olarak adlan­dırılan 3. ve 10. yüzyıllar arası Avrupalılar despot hükümdarların saltanatında ve kilise­nin baskısıyla sindirilmiş hâlde inliyorlardı. Kilise, halkın sadakatini cehalet ile sağlama­ya çalışmıştır. Kilise kurallarını muhakemeye kalkışmak günah ve sapıklık olarak telakki edilmiştir.

Bu muhakeme ve hür fikirlilik, İslâm'ın Av­rupa'ya ve diğer bölgelere ulaştırdığı ve onla­rı cehaletin karanlığından bilginin aydınlığına çıkaran bir ihsanı olmuştur. Bu, Hz. Muhammed'e 1400 yıl önce Hira mağarasında in­sanları zülüm ve baskılardan kurtarıcı olarak gelen hürriyet ışığı idi. Fransa'da ve Alman­ya'da fikir hürriyeti için büyük çabalar sarfedilmiştir. Kral John, Büyük Magna Carta'yı imzalamaya zorlanmış, böylece miladî 1215'de ferdin hürriyeti ve siyasî çalışmalar teminat altına alınmış ve bu hareket Fransız Devrimi'ni hazırlamıştır. Devrimin parolası olan "eşitlik, hürriyet ve kardeşlik", gerçekte Hz. Muhammed'in, toplum ve devletin üstyapısını temellendirdiği prensiplerdir. Rasûlullah, insanlara, bu prensiplere bağlı kalmaları hâlinde huzur ve selâmete kavuşa­caklarını bildirmiştir. "Ey insanlar! Biz sizi bîr erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi kavim ve kabilelere ayır­dık. Allah yanında en üstün olanınız, (Al­lah'ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alan­dır." (49: 13).

Bütün insanlığa bildirilen bu hakikate göre, insanlar eşit ve bir ana babadan yaratılmıştır, Yaratıcıları birdir. Yukarıdaki ayet tüm insan soyunun eşit olduğunu vurgular ve bir sınıfın diğer sınıfa yaptığı eziyetlerin, zulmün ve sö­mürünün temeldeki hatasını gösterir. Bu ha­tanın aralarındaki barış ve huzuru nasıl yıktı­ğını belirtir. Aynı husus Nisa sûresinde şöyle belirtilir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir­çok erkek ve kadınlar meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakı­nın. Allah şüphesiz herşeyi görüp gözetendir." (4: 1). Bu ayet-i kerime insan haklarının önemini mükemmel bir ifade ile belirtirken, Allah'ın insanlar üzerinde gözetleyici olduğu ikazını yapmaktadır. İnsanlar birbirlerinin hak ve hürriyetlerine riayet etmedikleri takdirde barış içinde yaşayamayacaklarına dair sert bir uyan vardır.

Bu, Peygamber Hz. Muhammed tarafın­dan verilen bir tür hak ve hürriyet dersidir.

Bu ders, modern rasyonalizmin ve hür düşün­cenin temelini oluşturur ki, fertler arası ve fert-devlet münasebetlerinde esas alınacak bir husustur.