Konu Başlığı: Din Hâkimiyet İster Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Ağustos 2012, 13:23:35 Din, Hâkimiyet İster Kur'ân-ı Kerîm'in incelenmesi şunu göstermiştir ki, o, nıüslümanlara küfür sistemleri altında yaşayacakları bir hayat nizamı değil, bilâkis kendi devletlerini (iktidarlarını) kurmalarını emretmiştir. Kur'ân kendisine tâbi olanlardan ilim, fikir, ahlâk, kültür, hukuk, siyaset gibi her sahada mallarıyla, canlarıyla, kabiliyet ve bütün güçleriyle mücadele vererek Hak Dini galip ve üstün kılmalarını ister. İnsana hayatını ıslâh edecek, düzeltecek yeni düsturlar verilmiştir ki, bunların büyük çoğunluğu devlet otoritesinin Müslümanların elinde olduğunda bazen sevdirilerek ve teşvikle, bazen de iktidar konumuyla yapılabilecek şeylerdir. Kur'ân vahyolunuşunun sebebini şöyle açıklar: "Biz sana Kitabı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği biçimde hüküm veresin, hainlerin savunucusu olma!" (4:105). Kur'ân-ı Kerîm'de zekatın toplanıp dağılmasıyla ilgili öyle hükümler yer almaktadır ki, bunu yapmak yükümlülüğünde olan bir devlet fikrini açıkça yansıtmaktadır (9: 60-103). Kur'ân faizi yasaklamış bu tür muamelelere devam edenlere savaş açmıştır (2: 275-279). Bu ancak ve ancak ülkenin siyasî ve ekonomik idaresinin iman sahiplerinin ellerinde bulunmasıyla mümkündür. Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilen, katile kısas uygulanmasına ilişkin hükümler (2:178), hırsızın elinin kesilmesine dair emirler (5: 38) zina ile kazfın cezalandırılmasıyla ilgili kararlar (24: 2-4)$ bütün bu emir ve hükümler Müslümanlara, küfür sistemleri ve kanunları altında bunları tatbik etmeleri için verilmemiştir. Bilakis kâfirlerle kıtal emri vardır (2: 190-216). Ancak, bu emir, müslümanlarm kıtali (cihadı) yerine getirebilmeleri için kâfir düzenlerin ordularında hizmet etmeleri manasına gelmez. Aynı şekilde, Ehl-i Kİtab'dan cizye alınmasına dair hükümler (9: 29), Müslümanların, kâfirlerin tebâsı olarak onlardan cizye alabilecekleri ve onları koruma görevini yerine getirebilecekleri düşüncesiyle yer almamıştır. Bu emirler sadece Medine'de Hz. Muhammed'e vah-yolunan âyetlerde değil, Mekke'de bulunduğu sırada kendisine indirilen âyetlerde de mevcuttur. Buradan anlaşılıyor ki, Hak Dinin, ta başından beri kâfirlere mağlup ve tâbi olarak değil, hâkim ve üstün olarak tesisi hedeflenmiştir. Sözkonusu yanlış din inancı, Hz. Muhammed'in 23 yıllık peybamberliği süresince başardığı büyük işlerle de çatışmaktadır. İnkârı mümkün olmayan tarihî bir vakıadır ki, Hz. Peygamber, İslâm'ı tebliğ ve telkin yoluyla sevdirerek, müjdeleyerek yaydığı gibi, muhaliflerini de gerektiğinde silah gücüyle mağlup ederek Arabistan yarımadasında siyasî, iktisadî, ahlâkî, askerî, kültürel, kısacası hayatın her sahasını kapsayan mükemmel ve muazzam bir yönetim düzeni kurmuştur. Eğer Hz. Muhammed'in başarmış olduğu jşi yukarıdaki âyette geçen dini ikame etme emrinin bir tefsiri olarak kabul etmezsek bu ancak şu iki manaya gelir ki, ikisi de yanlıştır: İlk olarak, Hz. Peygamber'in insanları sadece iman ve ahlâk ile ilgili belli başlı bazı kuralları tebliğ ile görevlendirildiği, fakat bu görevini aşarak bir devlet kurduğunu ve geçmiş peygamberlerin şeriatlerinden farklı çok yönlü ve ayrıntılı, aynı zamanda aşın bir şeriat kurduğu manasına gelir. İkinci olarak, gayrimümkün şu mana gelir: Allah yukarıda sözü geçen Şûra süresindeki ayetini bildirdikten sonra bu ayette geçen şekildeki dini ikame etme işini Hz. Peygamber'den geri almış veya bu İşin tamamlanmasından sonra ilk talimatına tamamen aykırı olan İkinci bir bildiri göndermiştir ki bu Mâide süresindeki şu ayettir: "...Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim..." (5: 3). Daha önce açıklandığı üzere Kur'ân-ı Kerîm'de din kelimesi geniş mânalar yüklü olarak kullanılmaktadır. Bu kelimeden, geniş kapsamlı bir hayat nizamı anlaşılmalıdır. Öyle bir nizam ki, bunda insan, mutlak hâkime itaat ve bağlılığını ilân eder; O'nun koyduğu kaide, kural ve kanunlara göre hayat sürer; O'na itaat ve sadakatinden dolayı mükâfatlandırılmayı, şan ve şeref kazanmayı bekler. O'na itaatsizlikten dolayı zilletten ve cezalandırılmaktan korkar. Bu kelimenin engin manalarına ışık tutması açısından aşağıda birkaç ayet meali verilmiştir: Enfal suresinde şöyle buyurulmaktadır: "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!..." (8: 39). Tevbe suresinde "O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir." (9: 33) ve Nasr suresinde "Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte °lduklarını gördüğün vakit Rabbine hamdederek O'nu teşbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir." (110: 1-3) ifadeleri yer almaktadır. Bu ve buna benzer birçok âyet Dinin, inanç, itikat, ibadet, ahlâkı ye diğer bütün sahaları kapsayan bütün ve mükemmel hayat sistemi olduğuna delâlet etmektedir. Enfal süresindeki âyet bütün müminlere fitne ortadan kalkncaya kadar bütün güçleriyle durup dinlenmeden ed-Din (hayat nizamı) Allah'ın oluncaya kadar cihad etmelerini emretmektedir. Tevbe süresindeki ayet ise, Allah'ın peygamberini Hak Dîn ile gönderdiğini ve görevinin İslâm nizamının diğer bütün sistemler üzerine çıkması olduğunu bildirilmiştir. Nasr suresinde sözü geçen son âyet ise; İslâm inkılâbı 23 yıllık devamlı bir çaba ve mücadele ile mükemmelliğe ve başarıya ulaşıp İslâmî sistem, siyasî, sosyal, iktisadî, akidevî, ahlâkî her açıdan tam bir devlet şeklini alıp, Arabistan'ın her köşesinden insanlar İslâm'a akın akın girmeye başlayınca vahyolunmuştur. Bu sûre, İslâm Nizamının yapısını, ruhunu ve Dini ikame (ikamet-i-Din) etmenin hedefini en güzel şekilde yansıtmaktadır. (Ebu'l-'Ala Mevdûdî, Siret-i Server-i 'Alem, c. I, ss. 353-378. [Türkçe çevirisi için bkz., Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber'in Hayatı, Çev. Ahmed As-rar, 2. c, Pınar yay., İstanbul 1983]). |