> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Rabıta ve Nakşibendilik >  Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar  (Okunma Sayısı 839 defa)
25 Haziran 2010, 17:12:55
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 25 Haziran 2010, 17:12:55 »





Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar


Sırf râbıtayı bir kitap konusu yapacak kadar meseleye büyük önem ve­ren, ya da eserlerinde râbıtaya geniş biçimde yer ayıran birkaç Nakşî ileri gelen­le­rinin görüşlerini önceki bölümlerde incelerken görmüş olduk ki hep­sinin de tutundukları deliller hemen hemen aynıdır. Ancak bu gö­rüş bir­liğinin son derece şaşırtıcı bir yanı vardır ki o da bu şahıslardan hiç biri­nin, (kanıt olarak ileri sürülen âyet ve hadislerde râbıtayı çağrış­tıracak en ufak bir işaret bile yokken) bu gerçeği görmezlikten gelmiş olmalarıdır.

Bu âyet ve hadislerin, "Nakşi râbıtası" na ne kadar mesnet teşkil et­tiği esasen ortadadır. Çünkü onların tefsir ve tercümesinde kullanı­lan ifade ve üslûp şekillerine, inşa, imla ve hatta noktalama biçimlerine bile bakıla­cak olursa bu şahısların her bakımdan düzeyleri anlaşılmak­tadır! Dolayısıyla İslâm Dini üzerinde böylesine tasarrufta bulunmuş olmakla ta­şıdıkları ağır vebâli bir kenara koysak bile bu kişiler, he­men hiç bir öl­çüyü hesaba katmadan sergiledikleri düşünce ve anlayış biçimleriyle ilmî teamülleri âdetâ ayaklar altına almışlardır.

Nakşibendîlerin, râbıtaya kanıt olarak gösterdikleri âyet ve hadislere kendilerince verdikleri anlamlar yalnızca ilginç değil, aynı zamanda en­dişe vericidir. Onun için Kurân-ı Kerîm'e ve Sünnet-i Seniyye'ye karşı Müslümanların taşıdığı ağır sorumluluk açısından, onların bu âyet ve hadisler üzerinde yaptıkları yorumları dikkatle incelemek gerekir.

İleride nakledilecek birçok örnekte görüleceği üzere İslâm âlimle­rine ait tefsirlerde bu âyet ve hadislerin hiç birinde "Nakşibedî Râbıtası" na ilişkin bir tek nüans bile yoktur. Ayrıca râbıtanın söz konusu olmaya baş­landığı Miladî 1500'lerden hemen sonraki Nakşibendî rûhânîleri râbıta sözcüğünü kullanmış iseler de bunu ne bir terim, ne de ciddi bir tarîkat kuralı diye ifade etmedikleri için tabiatıyla onu, âyet ve hadislere dayan­dırma ihtiyacını da o devirlerde duymamışlardır. Hatta denebilir ki bu rûhânîlerden çok önce yaşamış olan (Örneğin M. 1140 yılında ölen Yusuf Hemedânî'den son­raki)[1] şeyhlerin birçoğu hem Türk kökenli oldukları hem de kayda değer bir eğitim almadıkları için bu âyet ve ha­dislerin Arapça anlamlarını bile bilmedikleri çok büyük ihtimal dahi­lindedir. Bu olasılık, o devirlerden kalma Raşahât ve Rabbânî'nin mek­tupları gibi Farsça ve rasgele karalanmış (şeyhlere ait) tek tük yazılı me­tinlerden an­laşılmaktadır ki esasen bunlar, râbıtanın Kur'ân'a ve sün­nete dayandı­rılması konusunda herhangi bir ilmî değer ifade etmemek­tedirler. Çünkü bütün ilmî kriterler bir yana, bu metin­lerin, aslında mal edildik­leri şahıslara ait olup olmadığı bile meçhuldür. Üstelik bu tesbit, sadece çok eski Nakşî rûhânîlerine ait söz ve yazılar için değil, aynı zamanda Halid Bağdadî gibi yakın tarihte yaşamış olan şeyhlerin yazıp çizdikleri için de söz konusudur.

Nitekim Halid Bağdadî tarafından dönemin Milli Eğitim Bakanı Muhammed Es'ad Efendi'ye gönderildiği ileri sürülen ve Nakşibendîler ara­sında "Risâle’tun Fi Tahqıyq'ır-Râbıta" diye bir isim altında bilinen bir mek­tup vardır ki bunun hakikaten Bağdadî'ye ait olup olmadığını anla­mak son derece güçtür.

Eğer -Nakşibendîlerin ifadesine göre- bu mektup gerçekten Halid Bağdadî'ye ait ise, bu şahsa göre râbıta, ilhamını Kur'ân'dan almaktadır ve Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesi de bunun kesin delilidir (?)

Sözü geçen âyet-i kerîmenin, meâllerde genel olarak bugünkü Türkçe ile verilen anlamı ise şöyledir:

«Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.»

Bu âyet-i kerîmede eğer varsa râbıtaya ilişkin ne gibi bir işaret bu­lun­duğunu anlamak ve onu acaba herhangi bir ilgiyle çağrıştırıyor mu diye zi­hinde belirebilecek bir soruya cevap aramak üzere önce bizzat Nakşibendîle­rin kendi kitapçıklarında naklettikleri bu âyetin Türkçe an­la­mına bakalım:

Çok eskilerin değil, bilakis dört adet Nakşibendînin birleşerek 1994 yı­lında "Râbıta ve Tevessül" adı altında kaleme aldıkları bir kitabın hem önsö­zünde, hem de 11'inci sayfasında, yukarıdaki âyetin Türkçe anlamı aynen şu şekilde nakledilmiştir:

«Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.»

Görüldüğü üzere bu şahıslar bile Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesini, genelde verdiği bu anlamı açıkça yazmaktan başka bir çare bu­lamamış, buna rağmen râbıtayı bu âyetle kanıtlamaktan da çe­kinme­mişler­dir!

Burada anlaşılması son derece güç olan tablo şudur: Pek eği­tim görme­miş, hatta büyük ihtimalle çoğunun okuma yazma bile bilme­diği tahmin edilen eski Nakşibendî hocaları tarafından vaktiyle “Hatm-i Huwâcegân“ ve “râbıta“ gibi bir takım kurallar konmuş olması ve bunların şu veya bu şe­kilde Kur'ân'a dayandırılmış olması bir bakıma olağandır. Ancak günü­mü­zün az çok eğitim görmüş, tercüme aracılığıyla da olsa Kur'ân-ı Kerîm'i nis­beten anlama im­kanını bulmuş olan “ilâhiyâtçı“ Nakşibendîlerin bilinçli bir şekilde böyle­sine zoraki bir kanıt­lama biçimiyle di­retmeleri, doğrusu pek il­ginçtir!

Eskiden beri «hoşmeşreplik» ve «kalenderlik» diye bi­li­nen dervişlik mesleğinin gereği olarak sûfîlikte hoşgörü adına hemen hiç bir ku­rala süreklilikle bağlı kalınmadığı bir gerçektir. Nakşîliğin son dönemlerde kazandığı sert disipline rağmen bu eğilim, asırlardır tarîkata genel bir anlayış olarak yerleştiği içindir ki âyet-i kerîmeler, yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere hiç alâkası olmayan bir konuda kanıt olarak ileri sürülmüşlerdir. Ancak bu tutum, hoşgörünün sı­nırlarını pervasızca aşmakta ve (Nakşibendîlik gibi belli prensiplere dayalı bir tarîkatta bile olsa) esasen hiç bir sınırı bu­lunmayan dervişliğin, gerçek anlamda ibâhiyecilikle eşdeğerde oldu­ğunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Nitekim râbıtanın, sözde kitaba ve sünnete dayandığı yolunda Nakşi­bendîlerce sergilenen kanıtlama şekilleri hiç bir ilmin usul ve âdâ­bına sığmamaktadır.

Örneğin râbıtayı ilk defa tanımladığı tahmin edilen Hindli Tâcuddîn, Patanjali'nin Sutralarındaki karma­şık ifadeleri anımsa­tırcasına çetrefil bir ifadeyle bu meditasyonu anlatmaya çalışırken onu Kur'ân'a da­yandır­maya yanaşmamış; buna karşın Tâcuddîn'den 135 yıl sonra dün­yaya gelen Halid Bağdâdî, râbıtayı göz kırpmadan Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âye­tiyle kanıtlamaya çalışmıştır!

Nakşibendîlerin, râbıtayı Kur'ân'a mal etmek için gösterdikleri di­ğer bir kanıt da Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesidir. Aynen yu­karı­daki âyette olduğu gibi, bunu da metnine uygun bir anlamla açıkla­dıkları halde yine de onu râbıtaya kanıt diye ileri sürmekte hiç bir te­reddüt gös­termemiş­lerdir.

Bu âyet-i kerîmenin de diğeri gibi meâllerde genel olarak bugünkü Türkçe ile verilen anlamı şöyledir:

«Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve O'na (yaklaşmaya) vesîle ara­yınız.»

Allah'a yaklaşmanın ve O'na yaklaşmak için vesîle aramanın ne ol­duğu konusunda İslâm âlimlerinin görüşleri birbirinden pek farklı de­ğildir ve Nakşibendîlerinkine hiç benzememektedir. İleride verilecek ör­nek­lerde de görüleceği üzere tefsir âlimleri, Allah'a yaklaşmayı, O'nun hoşnut­lu­ğunu kazanmaktan başka bir şey olarak anlamamışlar­dır. Keza on­lara göre Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için vesîle aramak, sâlih amel işle­mek­ten, (yani yararlı ve hayırlı işler yapmaktan) başka bir şey de­ğildir ve bu çok geneldir. O kadar ki bu âyetin manasını, hayatın bütün alanlarını kapsa­ya­cak şekilde anlamak mümkündür. Nakşibendîler ise bu noktada İslâm âlimlerinin görüşünü inkâr etme­mekle beraber, bu iki âyet–i kerimeye kendilerince özel ve çok farklı bir anlam daha yüklemiş, bu âyetlerle, (bir çe­şit «yoga» demek olan) râbıta ara­sında kesin bir ilişki bulunduğunu ısrarlı bir şekilde ileri sürmüşlerdir.

  Nakşibendîlerin, bu iki örnekten başka, daha birçok âyet ve hadisleri râ­bıtaya hangi ilgiyle kanıt diye gösterdiklerini anlamak, gerçekten de müm­kün değildir. Çünkü bir insanın,

1.       Bulun­duğu mekânı karartarak;

2.       Özel «teverruk»  oturuşu ile hareketsiz oturarak;

3.       Nefesini kontrol altına ala­rak;

4.       Şeyhinin şeklini zihninde can­landırarak ve «onun

rûhâniyetinden yar­dım dileyerek»  ibâdet yapması gerektiğine iliş­kin, bu âyet ve hadisle­rin hiç birinde en gizli bir anlam bile yoktur. Bu ise çok şaşırtıcı bir mesele­dir. Sebebine gelince, kılık kıyafette bile son derece belirgin bir tarzı seçerek bü­rün­dükleri dış görünüşle­rine; herkesten çok daha titiz ibâdet anlayışla­rına ve fanatizme varan şekil­ciliklerine rağmen Nakşibendîlerin, âyet ve hadis­leri böylesine hiç ilişkisi olmayan bir konuda ve ödünsüz bir ıs­rarla kanıt göstermesi, dü­şünce yo­lunu kesin şekilde tıkamakta ve anlaşılmaz bir man­tık so­runu olarak insanın karşısına çıkmaktadır!

Bu açmazın esasen ne ifade ettiğini çok daha somut bir şekilde algı­la­ya­bilmek için önce yukarıdaki iki âyet–i kerimeye yeniden bir göz ata­lım.

Evet Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesi meâlen şöyledir:

«Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun.»

Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesini de meâlen şu ifadelerle açık­lamak mümkündür:

«Ey iman edenler! Allah'tan sakınınız ve O'nun hoşnutluğunu ka­za­nacak yollar araştırınız.»

Şimdi şu noktayı çok iyi düşünelim:

Bu iki âyet-i kerîmenin, Nakşibendîlerce de kabul edilen yaklaşık anlamları işte budur. Ancak bu ifadelerin içinde ne râbıta sözcüğünü görmek, ne de râbıta ile anlatılmak istenen eylem ve ibâdet şekline ilişkin herhangi bir be­lirti bulmak mümkün değildir. Peki öyle ise bu yakıştırma nere­den gel­mek­tedir, niçin buna gerek duyulmuştur ve bu ısrarın sebebi nedir?

Bu soruların cevaplarını elbette ki ileride aramaya çalışacağız. A...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar
« Posted on: 19 Nisan 2024, 09:15:59 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar rüya tabiri, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar mekke canlı, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar kabe canlı yayın, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar Üç boyutlu kuran oku Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar kuran ı kerim, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar peygamber kıssaları, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar ilitam ders soruları, Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlarönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes