๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 17:59:33



Konu Başlığı: Beyhaki ve Îbni Asakir, Süheyl bin Amr´in şöyle dediği haber
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 17:59:33
Beyhaki ve Îbni Asakir, Süheyl bin Amr´in şöyle dediğini haber

vermiştir: "Ben Bedir savaşında bazı beyaz adamlar gördüm: Alaca atlara binmişlerdi. Bilfiil savaşıyorlardı. Hem öldürüyorlar, hem de esir alıyorlardı." (îbni Sad´in Huvaytıb bin Abdul-Uzzadan naklettiği bir haberde, bu merkezdedir).

Vâkıdî ve Beyhakî Suhayb´dan rivayet ederler. O da demiştir ki: "Bedir´de nice başlar ve parmaklar uçuruldu. Fakat indirilen darbe  yerlerindeki iz ve yaralardan kan akmıyordu."

Yine Vâkıdî ve Beyhakî îbni Abbas´tan şöyle rivayet ederler: "Imdad-ı ilahi olarak inen meleklerden biri, onların tanıdıkları bir adam suretinde görünür ve müslümana moral verici sözler söylerdi. Derdi ki: "Ben az önce müşriklerin yanma yaklaştım ve onların: "Eğer müslümanlar üzerimize bir hamle yaparlarsa asla yerimizde tutunamayız. Çünkü onlar çok kuvvetli!" diyerek kendi aralarında konuştuklarını duydum. Bu derece zayıf olan müşriklerden sakın korkmayasm!"

îşte bu şekilde müslümanlara moral de veriyorlardı ve bu hususta şu ayet nazil olmuştu:

"O zaman Rabbin meleklere vahyediyordu ki: "Ben7 sizinle beraberim, siz müminleri takviye ve tesbit ediniz; ben inkar edenlerin yüreklerine korku salacağım. Vurun onların boyunlarının üstüne, vurun onların silah tutan her parmağına!" [10]

Vâkıdî ve Beyhakî Said bin Ebu Hubeyş´den nakleder: O demiştir ki: "Ben Bedir´de esir düştüğüm zaman, vallahi beni insanlardan kimse esir etmedi. Ona: "Peki seni kim esir etti?" derler, o da: Kureyş hezimete uğrayınca ben de başımın çaresine bakmak üzere kaçıyordum. Arkam dan uzun boylu ve beyaz bir adam yetişip beni bağlayarak beni hapsetti. Abdurrahman bin Avf geldiği zaman beni bağlı olarak bulmuştur. "Bunu kim bağlayıp esir etti?" diye asker içinde bağırdı. Kimse kendisine "Onu ben esir ettim" diyemedi. O da beni alarak Hz. Peygambere götürdü. Hz. Peygamber de bana: "Seni kim esir etti?" diye sordu. Ben: "Beni esir edeni tanımıyorum" diye karşılık verdim ve gördüğüm manzarayı söylemek istemedim. Fakat Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Seni Allah´ın bize imdad olarak gönderdiği meleklerden biri esir etti!"

Beyhakî ve Ebu Nuaym Ali´den şöyle naklederler: "Bedir günü ensardan biri, Haşim oğullarına mensup birini esir edip getirdi. Esir edilen adam: "Vallahi beni bu adam esir etmedi, beni esir eden kişi alaca ata binmiş, insanların en güzeli güzel yüzlü biri idi. Ben onu şimdi buradakilerin arasında göremiyorum!" dedi.

(Ebu Nuaym´m kaydına göre bu esir edilen adam, Abbas idi).

Peygamber efendimiz ise: "Seni esir eden, kerim bir melek idi" buyurdu."

Ahmed, îbni Sad, îbni Cerir ve Ebu Nuaym´ın îbni Abbas´tan rivayetleri ise şöyledir: "Abbas´i esir olarak tutup getiren Ka´b bin Amr, kısa boylu biri idi. Abbas ise iri yapılı biri idi. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: "Ey Ka´b sen Abbas´ı nasıl esir edebildin?" Künyesi Ebul-Yüsr olan Amr, şu karşılığı verdi: "Ey Allah´ın rasülü, onu esir etmeme bir adam yardım etti, fakat ben o adamı hiç görmüş değilim. Onun şekli şöyle idi." Peygamberimiz de bunun üzerine: "Sana yardım eden kerim bir melektir" buyurdu."

Bir de bu hususta Ebu Nuaym´ın tek başına rivayet ettiği bir haber var. Bu habere göre, îbni Abbas, babası Abbas´a: "Babacığım, sen güçlü, kuvvetlisin. Ufacık bir adam olan Ebu´l Yüsr, seni nasıl esir etti? Eğer sen isteseydin, onu avcunun içine alıp sıkıverirdin!" demiş.Abbas oğlu Abdullah´ın bu sorusuna karşılık: "Ey oğlum böyle söyleme, ben onu o sırada ufacık bir adam olarak değil, handeme dağından daha büyük bir varlık olarak görmüştüm!" demiştir."

Beyhakî Ebu Nuaym Musa bin Ukbe tarikiyle îbni Şihab´dan ve Urve tarikinden şöyle rivayet ederler: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzüne doğru saçtı. Bu büyük bir mucize haline geliverdi. Öyle ki gözlerine toprak gitmedik bir müşrik kalmadı ve hepsi soluğu kaçmakta buldu. Her biri kaçıyor ve gözüne giren toprağı ne edeceğini, nasıl çıkaracağını bilemiyordu. Bu sırada İbni Mesud zırhlara bürünmüş bulunan Ebu Cehil´in cesedinin cansız yere düşmüş olduğunu gördü. Üzerinde bir yara da yoktu. [11] Onun herhangi bir yerini kıpırdatmaya gücü yetmiyordu. Kılıcını kellesine indirdi ve başını gövdesinden ayırdı. Boynunda ellerinde ve omuzunda kamçı ile dövülmüş gibi izler gördü. Rasulüllah´a geldiği vakit gördüklerini anlattı. Rasulüllah da: "Bunlar meleklerin darbelerinin izleridir" buyurdu."

Ebu Nuaym Cabir bin Abdullah´dan şöyle rivayet eder: "Bedir günü ben, gökten inen kumların sesini duydum. Sanki tas içine düşüyor gibi ses çıkarıyordu. [12] İki kuvvet karşı karşıya geldiği zaman, Rasulüllah bunları alarak müşriklerin yüzüne saçtı ve bu hususta: "Ey. Muhammed, attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı" ayeti nazil oldu. [13]

îbni îshak sahihtir kaydıyla Hakim ve Beyhakî Abdullah bin Salebe´den şu haberi nakletmiştir: "Bedir günü ilk söz edip fetih isteyen Ebu Cehil olmuştur. O şöyle dua etmiştir: "Ey Allah´ım; akrabası ile alakayı kesen, tanınmayan bir şey getiren hangimiz ise, işte onun belasını ver, onu yarın helak et!"

Ertesi gün Ebu Cehil katledildi ve bu hususta şu ayet indi: "Eğer siz fetih istiyorsanız (ey kafirler), işte size fetih geldi. (Yenelim derken işte yenildiniz.) [14]

Beyhakî Musa bin Ukbe tarikiyle îbni Şihab´dan şöyle rivayet eder: "O gece Allah (c.c.) bir yağmur yağdırdı, aynı yağmur müşrikler için bir bela oldu, müslümanlar içinse bir kolaylık. Müşriklerin yürümesini engelledi, müslümanlarm yolunu ise kolayca yürünür hale getirdi. Sonra Rasulüllah efendimiz: "İşte burası, yarın onların başlarının düşeceği yerdir!" buyurdu.

îbni Sa´d îkrime´den rivayet eder: "Onlar o gece kaygan bir kumsala indiler, mola verip biraz uyukladılar. Sonra bir güzel yağmur yağdı ve yürüyecekleri yer sertleşip kaya gibi oldu. Onlar da rahatça yürüyüp menzillerine vardılar, işte bu hususta Cenab-ı Hak, şu ayeti inzal buyurdu:

"O zaman sizi, Allah´tan bir güven olmak üzere hafif bir uyku buruyordu." [15]

Vâkıdî ve Beyhakî Hakim bin Hizam´dan şöyle nakleder: "Biz o gün iki kuvvet karşılaşıp savaştık. Ben gökten yere düşmekte olan bir ses duydum, sanki tas içinde kumlar düşüyordu. Peygamber (s.a.v.) de bir avuç kum alıp saçtı ve müşrikler hezimete uğradı."

(Beyhakî´nin diğer bir rivayetinde, Hakim bin Hizam şöyle der: "Rasulüllah bu kumları alıp üzerimize saçtı ve içimizden hiç bir kimse yerinde tutunamadı, hepimiz hezimete uğradık.")

Yine bu iki kaynağın Nevfel bin Muaviye´den tesbit ettikleri rivayet de şöyle: "Biz Bedir günü hezimete uğradığımız zaman, gökten yere ve bir tas üzerine kumlar düşüyormuşçasma şapırtılar duyduk. Sanki arkamıza gökten kumlar yağıyordu. Müthiş korkuya kapılıp kaçmaya koyulduk."

îbni îshak ve Beyhakî´nin naklettikleri habere göre, Hubeyb bin Abdurrahman şöyle demiştir: "Dedem Hubeyb Bedirde şiddetli bir darbe almış ve omuzu çökmüş. Rasulüllah efendimiz dedemin üzerine püskürmüş, sonra mübarek eliyle omuzunu sıvayıp yerine iade etmiş. Böylece dedem, hiç darbe almamış gibi iyi olmuştur."

Hâkim Beyhakî ve Ebu Nuaym, Muaz bin Rifaa´dan naklederler. Onun dedesi Mâlik demiştir ki: "Bedirde gözlerimden birisine bir ok isabet etti. Gözüm çıktı. Rasulüllah mübarek tükrüğü ile ilaçlayıp gözümü yerine iade etti ve ayrıca benim için dua buyurdular. Ben, daha sonra gözümde hiç bir rahatsızlık duymadım." [16]

Vâkıdî şöyle bir haber nakletmiştir: Bana Ömer bin Osman el-Hacbî söyledi, ona babası söylemiş, babasına da teyzesi anlatmış ve demiş ki: "Bana Ukkâşe bin Mihsan söjdedi: Bedirde savaşırken elimdeki kılıcım kırıldı. Rasulüllah bana bir değnek verdi, ben bunu elime aldığımda uzunca ve bembeyaz bir kılıç oluverdi ve ben bununla Allah müşrikleri hezimete uğratmcaya kadar savaştım!" Bu kılıç, Ukkâşe vefat edinceye kadar onun yanında kalmıştır." (Bu haberi, Beyhakî ve Ibni Asakir de rivayet etmiştir). [17]

Yine Vâkıdî şu haberi nakletmiştir: Bana Üsame bin Zeyd el-Leysi söyledi, ona Davud bin el-Husayn söylemiş, ona da Abdül-Eşhel oğullarından bazı kimseler anlatmış ve demişler ki: "Bedir´de Seleme bin Eslem´in kılıcı kırıldı. Silahsız olarak kenarda dinelip kaldı. Rasulüllah kendisine bir dal verdi ve: "Ey Seleme, bununla durma savaş!" buyurdu. Seleme bu dalı eline aldı, bu dal iyi bir kılıç oldu ve onunla savaştı. Sonra bu kılıcı yınandan hiç eksik etmedi. Ta Ebu Ubeyd köprüsü savaşma kadar. Kendisi burada ki savaşta şehid düşmüştür."

(Bu haberi Beyhakî de vermiştir).

Buhari ve Müslim Kâtade tarikiyle Enes´ten rivayet eder: "Bedir´de Öldürülen müşriklerin cesetleri kuyuya atıldıktan sonra Rasulüllah (s.a.v.) geldi ve onlara isim isim çağırdı:

- "Ey filanın oğlu filan, Allah´a ve rasülüne itaat etmiş olsaydınız, sevinmiyecek miydiniz? Ben, Allah´ın bana vadettiğini aynen buldum!" dedi. Ömer:

- "Ey Allah´ın rasülü, cansız bedenler nasil konuşur?" dedi. Rasulüllah da şu karşılığı verdi:

- "Varlığım elinde olan Allah´a yemin ederim ki, benim söylediklerimi sizler onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz. Şu kadar var ki, onlar cevap veremezler."

(Katâde der ki: "O sırada Allah onları diriltti ve Rasulüllah´in kendilerine söylediklerini onlara duyurdu. Bunu da onlara bir azarlama, azap, hasret ve pişmanlık olsun diye yapmıştır.") [18]

Vâkıdl ve Beyhakî Zükri´den rivayet eder; o şöyle demiştir: "Bedir günü Rasulüllah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Allah´ım Nevfel bin Huveylid´in hakkından geliver. Bizi onun şerrinden kurtar! [19]. Sonra ashabına dönmüş: "Nevfel bin Huveylid´in akıbeti hakkında bilgisi olan yok mudur?" diye sormuş. Ali şu cevabı vermiş: "Ey Allah´ın rasülü, onu ben katlettim!" Bunun üzerine Rasulüllah: "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirmiş ve: "Benim duamı kabul buyuran Allah´a hamdolsun!" diyerek hamdü senada bulunmuştur." [20]

Bukari ve Müslim îbni Mesud´dan şöyle rivayet eder: "Rasulüllah (s.a.v.), Kabe yakınında namazını kılıyordu. Kureyş´ten pek çokları da orada idi. Dediler ki: "Şimdi hanginiz gidip te filancaların kestiği devenin işkembe ve sairesini getirip namazını kılmakta olan Muhammed´in üzerine koyacak? Tam secdesine vardığı zaman onu iki omuzu üzerine korsunuz!" Onların bu sözü üzerine kavmin en şakisi (yani Ukbe bin Ebû Muayt) kalkıp gitti, o pisliği getirerek Rasulüllah´m iki omuzu üzerine koydu. Peygamber efendimiz, vardığı secdesinde öylece kaldı. Müşrikler müthiş gülüştüler. Hatta birbirlerinin üzerine devrildiler. Gülmekten nerede ise bayılacaklardı. Birisi koşup Fatıma´ya haber verdi. O bu sırada gencecik bir kızcağız idi, koşarak geldi ve babasının üzerindeki pisliği alıp attı. Kureyşe dönerek ağır sözler söyledi. Peygamber efendimizde namazını bitirdi ve: "Allah´ım Kureyşin hakkından sen gel1´ diyerek onlara için beddua etti ve bunu üç defa tekrar eyledi. Sonra isimlerini saymaya başladı: "Allah´ım Anar bin Hişam´m (yani Ebu Cehil´in) hakkından sen gel! Ukbe bin Rabia´mn, Şeybe bin Rabia´mn, Velid bin Utbe´nin, Ümeyye bin Halefin, Utbe bin Ebu Muayt´m, Amâre bin Velîd´in de hakkından gel!" diyerek bedduasını uzattı."

îbni Mesud der ki: "İşte bu adamlar, Bedir de can vermişlerdir." Ahmed ve Beyhakî îbni Abbas´tan rivayet ederler: "Bedir´de Kureyş hezimete uğrayıpta savaş bittiğinde Raüslullah´a denildi ki: "Şimdi Kureyşin ticaret kervanını vurmalısın, onları koruyacak bir kuvvet de kalmamıştır." Amcası Abbas bağlar içinde esir ve habs olunduğu yerden şöyle bağırdı: "Hayır bu doğru olmaz." Peygamberimiz sordu: "Niçin ya Abbas?" O şöyle cevap verdi: "Çünkü Allah sana iki taifeden birini vadetti. Sana vadettiğini de yerine getirmiş bulunuyor!"

Beyhakl Musa bin Ukbe tarikiyle îbni Şihab´dan rivayet eder: O ve Urve demişler ki: "Bedir günü Allah münafıkları ve müşrikleri perişan etti. Medine´de ne kadar münafık ve yahudi varsa, hepsi Bedir zaferi sebebiyle boyun eğdi. Bedir günü, fürkan günü idi, yani Allah bugünde şirk ile imanın farkını gayet açık olarak ortaya koydu. Yahudiler: "Biz Muhammed´in Tevrat´ta sıfatlarını okuduğumuz hak peygamber olduğunda, kesin kanaate varmış bulunuyoruz. Artık her ne zaman sancak açsa, zafer mutlaka onun olacaktır" demeye başladılar."[21]

Beyhakl Atiyye el-Ufi´den şu haberi nakletmiştir: "Ben Ebu Said el-Hudri´ye: "Elif lâm mîm. Rumlar yenildi. Yakın bir yerde" ayetinden sual ettim. O da dedi ki: "İranlılar Bizanslılarla çarpışmış, Iranlılır Bizanslılara galip gelmişti. Sonra Bizanslılar iranlılara galip geldiler. Bundan sonra biz, Bedir de Arap müşrikleri ile karşılaştık ve onlara karşı büyük bir üstünlük kazandık. Hem bizim müşriklere karşı zaferimiz, hem de kitab ehli olan Bizanslıların, ateşperest olan iranlılara karşı kazandıkları zafer sebebiyle, sevinip mesrur olduk. îşte Yüce Allah´ın kitabındaki: "O gün müminler sevinirler. Allah´ın yardımı ile. Allah dilediğine yardım eder. O galiptir merhamet edendir" [22] ayeti, bizlere bunu haber vermektedir."

tbni Sa´d İkrime´den şu haberi nakletmiştir: "Bedr günü Peygamber (s.a.v.) çadırında idi. Bir ara şöyle buyurdu: "Ey müslümanlar genişliği göklerle yerler kadar olan cennete koşunuz! Bu cennet Allah´ın muttaki kulları için hazırlanmıştır." Umeyr bin Himam da: "Güzel, güzel" dedi. Peygamberimiz ona niçin böyle söylediğini sordu. O da: "Cennet ehli olmayı ümid ettiğim için" dedi.

Peygamberimiz de: "Sen cennet ehli olanlardansın" buyurdu. Umeyr bu sırada bir kaç hurma çıkarıp yemeye başladı, sonra: "Bu hurmaları yeyinceye kadar geçecek olan zaman,jgerçekten uzun bir zamandır" dedi ve hurmaları atarak savaşa girişti. Öylesine savaştı ki, sonunda şehid düştü."

Ebu Nuaym sahih bir senedle İbni Abbas´tan nakleder; Ukbe bin Ebu Muayt, Peygamber´i (s.a.v.) yemeğe çağırdı, Peygamberimiz ise ona: "Sen şehadet getirip müslüman olmadıkça, ben senin yemeğini yemem!" buyurdu, Ukbe de bu hususta şehadet getirdi. Bir dostu ile karşılaştığı zaman dostu kendisine darıldı. O da dostuna dedi ki: "Kureyşin beni hoş görmesi için ne yapmam gerekir?" Dostu şu aklı verdi: "Muhammed´in gidip yüzüne alenen tükürürsün, bu da Kureyşe malum olur. Bu şekilde seni mazur görürler." Ukbe de ona uyarak böyle yaptı. Peygamberimiz de hem yüzünü sildi, hem de ona şu şekilde tehdit savurdu: "Ey Ukbe! Eğer seni Mekke dışında bulacak olursam, muhakkak bu suçuna karşılık seni öldürürüm!"

işte onlar müslümanlarla savaşmak üzere Bedir´e çıktığı zaman, Ukbe korktuğu için çıkmak istemedi. Kureyş kendisine: "Peşinden kimsenin yetişemeyeceği kırmızı tüylü deveye binersin! Şayet bir hezimet yüz gösterecek olursa, onunla kuş gibi uçarsın!" dedi. O da buna kanarak Bedir´e geldi. Müşrikler hezimete uğrayınca, devesini araziye sürerek kaçıp kurtulmak istedi. Fakat devesi çamura saplandı. Yakalanıp idam edildi."

İbni îshak ve Beyhakî Zühri´den naklederler. O demiştir ki: " Bedirde esir edilenler arasında Abbas da vardı.Esir düştüğü zaman Abbas, Rasulüllah´a dedi ki: "Benim fidye verecek malım yoktur!" Peygamberimiz de kendisine: "Peki Ümmü Fadl ile birlikte gömdüğü nüz altınlar nerede? Üstelik gömerken ona: "Eğer bu seferimde bana bir şey olursa, bu mal sana, oğullarım Fadl, Abdullah ve Kusem´e yeter" demedin mi?" dedi. O da: "Vallahi bunu Ümmü Fadl ile benden başkası bilmiyordu. Ben biliyorum ki sen şüphesiz Allah´ın Rasülüsün!" demiştir."

(Bunu Hakim îbni îshak tarikiyle Aişe´den rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca Ebu Nuaym´da rivayet etmiştir.)

îbni Sa´d ve Beyhakî Abdullah bin Hâris´ten şöyle naklederler: "Nevfel bin Haris Bedir´de esir düştüğü zaman, Rasulüllah ona: "Fidye vererek kendini kurtar ey Nevfel" dedi. O da: "Benim fidye verecek bir şeyim yok ki" dedi. Peygamberimiz bu sefer kendisine: "Ey Nevfel Cidde´deki malın ile fidye vererek canını kurtar!" buyurdu. O da bunun üzerine: "Ben şehadet ederim ki sen, Allah´ın Rasülüsün!" dedi ve fidyesini vererek kendisini kurtardı."

İbni Îshak, İbni Sad, İbni Cerir, Hâkim, Beyhakî ve Ebu Nuaym şu haberi nakletmişlerdir: "îbni Abbas dedi: Bana Ebu Rafi şöyle anlattı.

Biz Abbas ailesi fertleri olarak Islamı kabul ettik fakat bunu insanlardan gizlemiştik. Ben Abbas´m bir hizmetçisi idim. Kureyş Bedir günü Rasulüllah´m üzerine yürüdüğü zaman, merakla gelecek haberleri bekleştik. Derken el-Hudaa kabilesine mensup Cüseyman bir haber getirdi. Biz bu habere son derece sevindik. Çünkü bu habere göre Rasulüllah müşriklere karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Ben zemzem kuyusu yanında oturuyordum. Yanımda Ümmü Fadl da vardı. Derken habis Ebu Leheb, çok kötü bir şekilde ve ayaklarını yerde sürüyerek oradan geçiyordu. Aldığı haberden müthiş sarsıldığı her halinden belli idi. Hücrenin ipi üzerine oturdu. Bu sırada kendisine: "tşte Ebu Süfyan (doğrusu Süfyan bin Haris olacak) geldi" dediler ve insanlar onun başına toplandı. Ebu Leheb de onun yanma giderek genişçe haber almak istedi. O da dedi ki: "Vallahi bu savaşa benim aklım ermedi. Sanki müslümanlara omuzumuzu uzattık, onlar da istedikleri şekilde vurdular, kırdılar. Ben bizden hiç kimseyi iyi savaşmadı diyerek ayıplayacak değilim. Çünkü iyi savaşamazlardı, zaten biz bu savaşta öyle adamlarla karşılaştık ki; alaca atlara binmiş bu beyaz adamlar, önlerinde hiç bir engel tanımıyorlardı."

O böyle söylerken ben ileri atılıp: "Vallahi o senin gördüklerin meleklerdir" dedim, Ebu Leheb kalktı ayaklarım sürüyerek gitti. Allah kendisine bir kara kızıl hastalığı verdi. Yedi gün sonra ölüp gitti, iki oğlu kendisini vefat ettiği odada kokuncaya kadar terketti. Kureyş bu hastalıktan vebadan korkar gibi korkardı. Onlarda \m sebebden dolayı babalarının ölüsünü yaklaşmak istememişlerdi. Kureyş´ten biri kendilerine hitaben: "Yazıklar olsun size, babanızın cesedini kokuncaya kadar evinde bırakmış olmaktan utanmıyormusunuz?" diye çıkıştı. Onlar da: "Biz onun hastalığının bize geçmesinden korkuyoruz" dediler. O da bunlara dedi ki: "Haydin beraber gidelim ben bu hususta size yardımcı olayım." Üçü birlikte gittiler. Sadece uzaktan onun üzerine su atarak yıkamaya çalıştılar, sonra cesedini yüklenip Mekke´nin yukarı taraflarında bir duvar dibine koydular. Sonra taşlar atarak üzerini kapattılar ve böylece onu gömmüş oldular."

Buhari ve Müslim Urve´den nakleder. O şöyle demiştir: "Ebu Leheb Süveybe´yi azat etmişti (Çünkü o, Rasulüllah´m pazartesi günü doğumunu müjdelemişti.) Ölümünden sonra yakınlarından bazıları, kendisini rüyada kötü bir vaziyette gördü ve: "Akıbetin nasıldır?" diye sordu. O da şu karşılığı verdi: "Sizden ayrıldıktan sonra rahat diye bir şey görmedim. Sadece şu iki parmak arasından (bunu derken baş parmak ile şehadet parmağı arasına işaret etmiş), Süveybe´yi azat ettiğim için bana su veriliyor, onu içiyorum."

Beyhakâ Vâkıdî´den şöyle nakletmiştir: "Dediler ki: Kinane´li Kubâs bin Eşyem, Bediri şöyle anlatırdı: "Bedir´de ben müşriklerle beraberdim. Muhammed´in (s.a.v.) ashabının azlığına bakar, birde bizimkilerin asker ve atlarının çokluğuna bakardım. Derken kaçanlarla beraber ben de kaçmaya başladım ve dedim ki: "Herhalde bu durumda, yalnız kadınlar kaçmayı düşünmüş olabilirdi." Fakat Hendek savaşından sonra müslümanlık için benim içime bir sevgi düştü. Medine´ye gidip Hz. Peygamber´in huzurunda müslüman oldum. Vardığımda önce ona selam vermiştim. O da bana derhal dedi ki: "Ey Kubâs Bedir´de: Şu durumda ancak kadınlar kaçmayı düşünmüş olabilir" diyen sendin değil mi?" Ben bunun üzerine derhal şehadet getirip: "Hiç şüphesiz sen Allah´ın Rasülüsün" dedim ve "Ey Allah´ın Rasülü, ben o sözü hiç bir kimseye söylemiş değildim. Hatta öyle bir sözde dudaklarımı dahi kıpırdatmış değilim. Ben onu Sadece içimden kendi kendime söylemiştim. Bunu sana bildiren hiç şüphesiz Allah´tır. Eğer sen gerçekten peygamber olmasaydın, bu sana bildirilmiş olmazdı" diyerek durumu ve duygularımı dile getirdim. O da bana Islamı güzelce arz etti, ben de müslüman oldum."

Taberânî Ebân bin Selmân´dan o da babası Selmân´dan şöyle nakleder: "Kubâs bin Eşyem´in müslüman oluşu şöyledir: Araptan bazıları ona gelip dediler ki: "Muhammed insanları bizim dinimizden başka bir dine çağırıyor." O da kalkıp peygambere gitti. Peygamber kendisine: "Otur ya Kubâs" dedi. O da çok kederli bir vaziyette oturdu. Hz. Peygamber: "Ey Kubâs, Bedir günü: "Kureyşin kadınları çıkSada Muhammed´in üzerine yürüse, onları geri çevirirdi!" diye konuşan sen misin?" dedi. Kubâs şu karşılığı verdi: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah´a yemin ederim ki, ben bunu iki dudağımdan dışarı çıkarmış değilim! Sadece içimden kendi kendime söylemiştim" dedi ve: "Şimdi ben Allah´tan başka ilah olmadığına, Onun varlığına, birliğine, hiç bir ortağı olmadığına; senin de Allah´ın elçisi olduğuna bütün varlığımla şehadet ederim! Senin getirdiğin dinin hak din olduğuna da şahadet ederim" diyerek şahadet getirip müslüman oldu."

Beyhakî Taberânî ve Ebu Nuaym Musa bin Ukbe´den ve Urve bin Zübeyr´den şöyle bir haber nakletmişlerdir: "Bedir günü, müşriklerin öncüsü Mekke´ye varıp acı haberi ulaştırınca, Safvan bin Ümeyye yanına gelen Ümeyr bin Vehb´e karşı şöyle demiştir: "Bedir de bu kadar kurban verdikten sonra yaşamak ne kadar çirkin bir şey." Ümeyr: "Evet" dedi ve şunları ekledi: "Vallahi, bundan böyle yaşamakta hiç bir hayır yoktur. Eğer benim karşılığı bulunmayan bunca borcum bulunmasa, bir de çoluk çocuk derdi bulunmasa, gider tek başıma Muhammed´i haklardım! Yok eğer makSadımı gerçekleştireni eden ele geçecek olursam, kendime göre mevcut olan mazeretimi ileri sürer, "Esir düşen oğlum için gelmiştim" der ellerinden kurtulurdum" dedi. Safvan onun bu sözlerine çok sevindi ve: "Ey Ümeyr, hiç merak etme. Ben senin bütün borçlarını ödemeye, çoluk´ çocuğuna da kendi çoluk çocuğum gibi bakmaya hazırım! Yeter ki sen sözünün eri ol!" dedi. Safvan´ın samimiyetine inanan Ümeyr bunu kabul etti. Safvan kendisini hazırlayıp yola çıkardı. Ayrılırlarken Ümeyr Safvan´a şu tenbihte bulundu: "Bir müddet bunu hiç bir kimseye söyleme."

Bu şekilde yola çıkan Ümeyr Medine´ye vardı, Mescidin kapısı önüne indi. Binitini bağlayıp kılıcım eline aldı, doğruca Rasulüllah´m yanına gitti. Rasulüllah´m yanına Ömer bin Hattab (r.a.) ile birlikte geldi. Rasulüllah efendimiz Ömer´e: "Sen geri dur" buyurdu ve "Ey Umeyr, gelişinin sebebi nedir?" buyurdu. Umeyr: "Sizin yanınızdaki esirimle ilgili olarak geldim" dedi. Peygamberimiz: "Peki, Kabe´nin Hıcır tarafında Safvan ile vardığın anlaşma ne idi? Borcuna ve ev halkına kefil olması üzerine, beni öldüreceğine dair ona söz vermedin mi? Fakat Allah asla buna imkan vermeyecektir!" buyurdu. Ümeyr de:

"Bunu sana şüphesiz Allah haber verdi. Ben Allah´a ve onun Rasülüne iman ettim" dedi ve müslüman oldu.

Beyhakî Cübeyr bin Mut´im´den şöyle nakleder: "Bedir günü Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Şimdi eğer Mut´im sağ olsa da bana, şu esirlerin serbest bırakılmasını istese idi; onun hatırı için bunları serbest bırakırdım!"

Süfyan-ı Sevri der ki: "Mut´im´in Rasulüllah üzerinde bir iyiliği vardı, Rasulüllah da onun bu iyiliğini karşılamayı çok isterdi. îşte bu sebeble böyle buyurmuştu." [23] Bu bölümde, Bedir gazvesi sebebiyle vukua gelen bir çok mucize ve alameti zikretmiş bulunuyoruz. Okuyucular dikkatle okuyup teemmül ettikleri takdirde, kolaylıkla bunun farkına varabilirler. Bir de bu bölümde Allame Süpki ile Zemahşeri´nin birer tevcihleri var. Faydah olur ümidiyle onları da buraya aktaralım. Onlar bu tevcihleri, ya kendilerine yöneltilen bir soruya, ya da takdir ve farz olunan bir soruya cevap olarak vermişlerdir. Şöyle ki:

Allame Süpki´ye soruldu ve denildi ki: "Meleklerin Peygamber (s.a.v.) ile beraber savaş m alarmdaki nikmet nedir? Halbuki Cibril, kanadındaki tüylerden birinin ucuyla kafirleri def etmeye kadir bulunmaktadır. Acaba bu husustaki cevabınız nedir?

Süpki, buna şöyle cevap vermiştir:

"Bunun bazı veya bir çok hikmetleri olabilir. Bize göre bunun hikmeti; yapılan işin ve kazanılan zaferin Peygamber´e ve ashabına verilmesini irade etmek ve melekleri harplerde adet olduğu veçhile imdad kuvvetleri şeklinde göstermek içindir ve bunda gayet açık olarak sebeblere ve Allah´ın kulları hakkında icra buyurduğu ilahi kanuna da, tam bir riayet vardır. Her ne kadar hepsinin faili, Allah sübhânehü hazretleri ise de..."[24]

Allame Zemahşeri de diyor ki: "Eğer dersen ve sorarsan ki: "Şanı yüce Allah Yasin suresinin 28. ayetinde: "Ondan (yani Habib-i Neccar´dan) sonra biz, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirici de değildik" buyurmaktadır.

Halbuki Bedir ve Hendek savaşında gökten ordular indirmiştir. Bunlar hem tarihen hem de Kuran´daki ayetlerlede sabittir. Nitekim Hendek savaşıyla ilgili olarak Ahzab suresinin 9. ayetinde:

"Hani bir zaman size ordular gelmişti de biz onların üstüne bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik" buyurulmaktadır.

Yine ilgili bazı ayetlerde: "Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim" [25]

"O zaman sen mü´minlere: "Rabbinizin size indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun." [26]

"Eğer sabreder Allah´tan korkarsanız, onlar şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz de size, nişanlı beş bin melek ile yardım eder" buyurulmaktadır. [27] Acaba sizin bu husutaki cevabınız ne olacaktır?"

Buna cevap olarak ben derim ki: "Evet böyle bir yardım için bir tek melek göndermek de yeterli idi. Nitekim Lut kavminin şehirleri, Cibril´in kanadındaki tüylerden birinin ucu ile helak olmuştur. Semud kavminin ülkesi, Salih Peygamberin kavmi de bir sayha ile yerle bir edilmiştir. Fakat Allah´ın büyük lütfü ve fadlıdır ki, Muhammed (s.a.v.)´i, büyük ve Ülül-Azm olan peygamberlerin hepsinden üstün kılmıştır. Hiç, peygamber olmayan Habibü´n-Neccar´m lafı veya kıyası mı olur? Evet Yüce Allah, Rasülü Muhammed Mustafa´yı» pek çok izzet veya keramet sebepleriyle şereflendirip taçlandırmıştır, işte bu cümleden olmak üzere ve O´na semavi bir imdad olarak Allah; meleklerini indirmiştir ve bununla demek istemiştir ki: "Habibim, biz 1 ondan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu (melekleri) indirmedik. İndirici de değildik. Zira kendilerine bir imdad olmak üzere gökten melekler indirmek çok büyük işlerin başında gelir ve buna herkes ehil olamaz. Ancak senin gibi birisi için olunca, bu müstesnadır. Sana ilahi bir imdadımız olmak üzere melekleri indirdik. Çünkü sen buna ehil bulunuyordun."[28]






[10] Enfal suresi, 12

[11] Sahih haberlerin verdiği bilgi, Ebu Cehil´i, Ensar´dan İki delikanlının öldürmüş olmasıdır ki, bu İki delikanlı Afra´nın oğullarıdır. İbn Mes´ud ise, Ebu Cehil can çekişirken ona uğramış ve başını gövdesinden kılıcıyla vurarak ayırmıştır. Sonra Rasulüllah´a durumu haber vermiştir. Rasulüllah da bu habere çok sevinmiş ve Allah´a hamd 0 senalar etmiştir.



[12] Kumlar semadan inmedi. Doğrusu meleklerin çıkardığı sesler olsa gerektir. Rasulüllah yerden bir avuç alıp saçtı ve onun mucize oluşu; semadan inmesinde değil, bir avuç toprağın bin kadar müşrikin hepsinin gözlerini doldurmasıdır. Bunun tasdikçisi de, adı geçen ayettir ve bu ayet, bu hususta nazil olmuştur.

[13] Enfal suresi, 17

[14] Enfal suresi, 19

[15] Enfal suresi, 11

[16] İmam İbnü´l-Kayyim de bunu Zadü´l-Mead´ında böyle rivayet etmiştir.

[17] Sözü edilen Ukkaşe, Esed-i Huzeyme´den olup Ashab-ı Bedir´dendir. Künyesi Ebu Mihsan´dır. Erkeklerin en güzellerinden idi. Rasuluüah kendisini (hesaba çekilmeksizin doğruca cennete gidecek olanlar meyanmda) cennetlik olmakla müjdelemiştir. Ebu Bekr´in hilafeti sırasında Bizahada şehid olmuştur

[18] Bu bir hakikattir. Hz. Aişe´nin bunu inkar etmiş olmasına ise, itibar edilemezÇünkü bu Hz. Aişe´nin şahidi olmadığı bir olaydır. Nitekim ona: "Rasulüllah´m ayakta küçük abdestini bozduğu (bevlini yaptığı)" söylendiği zaman da bunu inkar etmişti. Bu da, onun görmediği bir olaydı. Fakat Huzeyfe bunu görmüş ve haber vermiştir. Rasulullah´ın söylediklerini cansız cesedlere duyurması ise, O´nun özellikleri ve mucizeleri cümlesindendir

[19] Nevfel b. Huveylıd, müminlerin annesi Hatice´nin (r.a.) kardeşidir.

[20] Buhari ve Müslim´in Enes ve İbn Mes´ud´dan rivayeti şöyledir: Rasulüllah efendimiz müşriklerin hezimete uğramasından sonra: "Ebu Cehil ne oldu? Bu hususta kim bilgi getirecek?" buyurdu. İbn Mes´ud gitti ve onun Afra´nm iki oğlu tarafından vurulduğunu gördü. Kılıcıyla vurarak başını gövdesinden ayırdı. Rasulullah´a gelip durumu haber verdi. Rasulullah da: "Kendisinden başka ilah olmayan Rabbim hakkı için söyle, demek o öldü mü?" dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Sonra "Allahü ekber" diyerek tekbir getirdi ve: "Vadini yerine getiren, kuluna yardım eden, toplulukları tek başına dağıtan Allah´a sonsuz hamd ü senalar olsun" diyerek Allah´a hamdetti

[21] İfadede biraz karışıklık olsa gerek... îslamda münafıklık hareketi, ancak Bedİr´den sonra başlamıştır. Şöyle ki: Münafıkların başı Abdullah b. Übeyy b. Selû! ve benzerleri, Bedİr´den önce açıkça şirk üzerinde idiler. Bedir zaferi ile islamın kuvveti ortaya çıkınca, "bu muhakkak başarıya erecek" diyerek, zahiren müslüman oldular. Küfür ve düşmanlıklarını ise gizlediler. İşte böylece nifak hareketi de başlamış oldu. Yahudilerin hasedi de Bedİr´den sonra açığa çıktı. Bir grup yahudi Peygamberimize dediler ki: "Sen savaşmak nedir bilmeyen bir topluluğu yendim diyerek sakın aldanmayasın! Eğer bizimle savaşacak olursan, işte o zaman savaşmasını bilen kimmiş anlarsın!"

İşte yüce Allah da bu hususta kerim kitabındaki şu ayeti inzal buyurdu: "inkar edenlere söyle: "Yenileceksiz ve cehenneme sürüleceksiniz." (Al-i liman suresi, 12.)

[22] Rûm suresi, 4-5

[23] Mut´im´in Rasulullah´a olan iyiliği şu idi: Peygamber (s.a.v.) Taif´den döndüğü zaman, kendisinin himayesine sığınmak üzere Mut´ım´e haber göndermişti. Mut´im de oğullarını yanına alarak Peygamberimizi himayesine almak üzere geldi. Kendisi ve oğulları aynı zamanda bu uğurda silahlanmışlardı. Rasulullah´ı çember içine alarak, Mescid-İ Haram´a getirdiler. Sonra O´nu himayesine aldığını ilan ettikten sonra, yine himayelerinde evine kadar götürdüler. İşte Rasulüllah´m en azından misliyle ve hattâ daha güzeli ile karşılık vermek istedikleri şey, bu idi ve bu sebeble öyle buyurmuştu

[24] Sübkî´nİn burada: "...Her ne kadar hepsinin faili Allah ise de..." demesi; biz Hanefiler ve Maturîdî´lerce makbul bir tabir değildir. Zira biz, "hepsinin faili Allah´tır" yerine, "hepsinin halikı Allah´tır" deriz. Nitekim kitabımız Kur´an-ı Kerim de gayet açık olarak: "Rabbiniz Allah işte budur, O´ndan başka ilah yoktur. O, herşeyin yaratıcısıdır. O halde O´na kulluk ediniz" der. (En´am suresi, 102).

Zaman ilerledikçe dillerde dolaşan ve pek meşhur olan: "Allah´tan başka fail yoktur" sözüne gelince... Bir defa bu, kesinlikle islamın kitabı ve peygamberi tarafından söylenmiş bir söz değildir. Bilakis sonraları felsefe yoluyla tasavvufa, tasavvuf yoluyla da bazı mezheplere sızmış, gayr-i islamî ve gayr-i ilmî bir tabirdir. Ne kadar teessüf edilse yeridir ki, halen İslamî tevhidin ilahî ve Kur´anî özelliği karşısında ki hassasiyetini kaybetmiş bulunan pek çok kimse, "Allah´tan başka fail yoktur" sözünü, islamî bir tevhid cümlesi zannetmektedir. Halbuki başta imam Azam Ebu Hanife hazretlerinin el-Fıkhü´l-Ekber´i olmak üzere pekçok ehli sünnet kaynağı eserde; bunun yanlışlığı ve tehlikesi belirtilip açıklanmış bulunmaktadır. Mesela Behçetü´l-Feteva adlı fıkıh kitabımızda aynen şöyle denilmektedir:

"Kulun sorumluluğunu inkar edip: "Kul için fiil ve file güç yetirmek yoktur Kuldan Sadır olan bütün fiillerin hakikatte faili Allah´tır" diyen bir kimseye şer´an ne lazım gelir?

El-Cevab: İmanını ve nikahını yenilemesi lazım gelir. Eğer bu küfründen dönmezse, şer´an idam edilmesi gerekir. (Behçetü´l-Feteva, s. 4. Amire, 2. baskı)

İmam Azam Ebu Hanife´nin (r.a.) sözü ise şudur: "İster iman, ister küfür olsun, hepsi kulların fiilidir. Kulların bütün fiilleri hakikatte kulların fiili ve kesbidir. (Yoksa Allah´ın fiili değildir. Şu kadar var ki, kulların kendileri gibi fiilleri de Allah´ın mef´ûlü ve mahlukudur.) (El-Fıkhü´l-Ekber, s. 6 ve 13´de. Ebu´l-Münteha Şerhi kenarında, Es´ad Ef. Mat. 1307.)

İmam Maturîdîde şöyle buyurur: "Biz, "kulun fiili vardır ve kul fiilinin failidir" dediğimiz zaman, bu hakikatte böyledir, demek isteriz. Yoksa mecazî manâyı kasdetmeyİz. Cebriye mezhebi ise: "Kulun fiili yoktur" der.

Bazı mutasavvıfların ise: "Kulun fiili, Allah´ın fiilinin aynıdır" dediği malûmdur. (Bakınız: Risale Fi´l-Akaid Li´l-Imam Ebu Mansur Maturîdî, s. 13, 17, ist. 1953).

Aradan nice asırlar geçip 11. asra vasıl olunduktan sonra, o asrın sünnet ve cemaat imamı olan imam Rabbanî (r.a.) de (ölümü hicrî 1034) diyor ki: "...Velayet mertebelerinin nihayeti, kulluk makamıdır. Velilere ait dereceler de, kulluk makamının üstünde bir makam yoktur. Seyr-u sülük esnasında bazı kimselere "Allah´tan başka fail bulmamak" şeklinde zahir olan tevhid-i fi´lî´ye gelince... Bu büyükler inanır ve derler ki: "Bütün fiillerin halikı (yaratıcısı) birdir." Yoksa onlar: "Faili ve mübaşeret edeni birdir" demezler. Burada çok dikkatli olmak lazımdır, aksi halde bu söz, nerede İse bunu söyleyeni küfür ve zındıklığa yuvarlayacak durumdadır." {Bakınız: Mektubat, 1/40, mektup no: 30. Arabî nüsha ve Müstakimzade tercümesi, 1/244). Mütercim

[25] Enîal suresi, 9

[26] Al-i Imran suresi, 124

[27] Al-i Imran suresi, 125

[28] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/346-365.