๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:41:56



Konu Başlığı: Tercümesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:41:56
Tercümesi:

 

186 - (47) Mâlik Bin Enes (R.A) den mürsel olarak rivayet edilmiştir, dedi:

Resûlülloh (S.A.V) buyurdu :[271]

«Size iki emr (iki şey ve iki büyük hüküm) bırakdım. Bu iki şeye ciddi­yetle sarıisanız, asla ve kat'â sapıtmazsınız (O iki şey) : Aliâhın kitabı (Kur' anı Kerim) ve Resulünün sünnetidir.» [272] 

 

İzahat
 

Hadîsi şerifi rivayet eden Tabiînden olan Mezheb sahibi İmamı Mâlik olması hasebiyle rivayetinde de belirtildiği gibi, mürsel ismini alan hadîsi şeriflerdendir.

MÜRSEL : Bir hadîsi şerif, direk Tabiînden rivayet edilerek Peygamber efendimizden rivayet edilib sahabe ismi zikredilmeyen hadîsi şerifdir. Meş­hur olan tarif ve ehli hadîsin meşhur görüşü budur. Fakat fıkıh ehline göre, tâbiîndende bir derece aşağı olan tebeı tabiînden rivayet edilene de Mürsel hadis denir. Hadis kitablarında, Mürsel hadis olarak zikredilenler, hadis ehlinin görüşü olan Tabiînin rivayet ettiği hadîsi şerifdir.

İmamı Mâlik (R.A) hakkında gerekli kısa malumat, eserin baş tarafında geçmiştir.

Hadîsi şerirde belirtildiği üzere. Peygamber sallailâhü aleyhi veseliem efendimiz, kendisi her ne kadar fena olub âhirete irtihal etmişsede, kendisin­den sonra gelen ümmetinin doğruyu bulması ve her türlü tehlikelerden korunabilmesi için, çok mühim ve en büyük iki şey bıraktığını, şayet bu iki şeye dikkatla ve ciddiyetle sanlınırsa, mutlaka kurtuluşa ve neaâta erişile­ceğini beyan buyurmuştur. Ve o iki şeyin ismini açıklayarak Allâhü teâlanin tebdil tağyirden beri ve en mükemmel şekilde hakîkatları beyan eden Ceb­rail aleyhisselam tarafından Peygamber efendimize tam yirmi, üç senede getirdiği kelâmı ilâhi kur'anı kerim ile Peygamber efendmizin mübarek sözü, fîli ve takriri olan sünnetidir.

Dünya hayatının en son Rehberi, önder ve Mürşidi ve bütün beşerin tek lider ve halaskarı Peygamber sallailâhü aleyhi veseliem efendimizin, beşeriyyetin tek kurtuluşunun yolunu açık bir ifâde ile belirtmiştirki, İslam-dır. Yâni kitab ve sünnetin mecmuunu kendisinde toplayan tek isimle beyan edilen islâm, şeriat ye din, beşeriyyetin tek kurutuluş yoludur. Binaenaleyh Kitab ve sünneti ve kitab, sünnetin içtima ettiği islâmı bırakıbda baş.ka yol­lardan ve prinsepilerden kurtuluş ve huzur arayanlar, islamın ilk devrinden beri devam ederek geldiği ve görüldüğü gibi, bugünde aynı şekilde görül­mektedir ki, dalâlette ve bataklık cindedirler ve kitab ve sünneti bırakıbda bir takım kâfir ve mülhidlerin pirensiplerini kendilerine rehber edinenler veya kitab ve sünnetten ilham ve kaynak olarak istifâde etmeden aynı zamanda kitab ve sünnete muhalif olan bir takım indî ve şahsî görüşlerini esas olarak veya beşerî fikir ve kanunlara dayanarak bir takım prensip ve ka­nunlar yaparak hareket edenler, kurtuluşa ve huzura kavuşamtyacaktardır.

Bir mesele, ve işde ihtilâf ediür ve doğru yol aranırsa, hemen kitab ve sünnete muracat edib oradan halletmek veya kitab ve sünnetten hakikati aydınlatacak tam bir istikâmetli bilgiye sahib olan âlim ve kâmil kişiye mu­racat ederek doğruyu bulmak, en isabetli ve en doğru yoldur.

Kısa açıklama ve tatbik yönünü belirttiğimiz mübarek hadîsi şerifde şu ayeti kerîmelere İşaret vardır:,

«Şayet bir şey hakkında münazaa ve münakaşa ederseniz, hemen onu Allâha (Kitaba) ve Resulüne (Sünnete) havale ediniz, eğer Allâha ve âhiret gününe inanıyorsanız.. İşte bu müracaat, hem hayırlı ve hemde netice bakı­mından daha güzeldir.»  (Nisa, 59)

Diğer âyeti kerîme meali :

«Şüphesizki bu Kur'cn, insanları en doğru yola sevk eder, götürür..» (İsra sûresi, 9)

Diğer bir ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur.

«Elbette peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına (dünya­da) bir belâ inmesinden veya (âhirette) kendilerine elem verici bir azab isa­bet etmesinden sakınsınlar.» (Nur sûresi, 63) [273] 

 

Tercümesi:
 

187 - (48) Guzeyf Bin Elhâris essümâlî (R.A) den mervidir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[274]

«Bir kavm, bir (kötü) Bid'at ihdas ederse, ancak o (kötü) Bid'atın mis­li bir sünnet kaldırılır : Binaenaleyh bir sünnete sarılıp amel etmek, bir Bid'­at ihdas etmekten hayırlıdır.»   [275]                     

 

İzahat
 

Râvî Guzeyf bin Elhâris Essümâlî (R.A), sahabe ve tabiinden olduğun­da ihtilaf edilmiştir. Fakat sahabeden olduğu hususu tesbit edilib kararlaş­tırılmıştır. Askalânî merhum takribinde ashabdan olduğu tesbit edildiğini be-

yan etmiştir. Aliyyülkâri de aynı hükmü zikretmektedir. Eba esmâi Şâmî kün­yesi ile künyelenmiştir. Peygamber efendimize yetişmiştir. Fakat sohbetine oturııb oturmadığı ihtilaflıdır. Kendisi diyorki, «Rasulüllah sallallâhü aleyhi vesellemin zamanında doğmuş, ve yetişmiştim de ona biat etmiştim ve oda benimle musafaha etmişti.»[276]                                                       

Kendisinden Hz. Ömer, Hz. Ebâ Zer ve Hz. Aişe hadîsi şerif işitmiş ve dinlemişlerdir. Ayrıca Mekhul ve Selim bin Amir (R.A) da hadis rivayet etmiş­lerdir.

Vefatı, Hicretin atmış (60) küsur tarihinde vuku bulmuştur.[277]

Hadîsi şerifde belirtilen, «BİD'AT» kelimesinin anlam ve açıklaması yukarda geçmiştir. Biz burada sâdece bir Bid'at işlenince, bir sünnetin terk edileceği hususunu belirten bir kaç misal vermeye çalışacağız.

Bid'at olarak inanılan ve amel edenlerden bâtıl şeyler bek çoktur. Tabi-iki o Bid'atları işleyenler, Bid'at değil iyi bir amel veya iyi bir şey zannederek inanıb işlemekteler. Halbuki Bid'at, Küfürden sonra en büyük günahlardan birisidr.

Bid'at, itikad da olduğu takdirde bâzıları küfür olur. Müeessimelerin, Al-lâhü tealayı diğer cisimlere teşbih etmeleri ve Cesed ve cisimle beraber ahirette haşrulunmayı inkar edenlerin îtikadlan bu cinsdendir. Bu îtikad gibi bâtıl îtikadlar her ne kadar islamdan evvel var isede. Resulü Ekrem efendi­mizden sonra da müslümanlar arasında bu kötü akideler gibi pek çok bâtıl ve Uydurma akideler görülmüştür. Aynı Bâttl ve Bid'at akideleri savunanlar zmaan zaman yine görülüyor.

Ameldeki Bid'atlara da şöyle bir kaç misali vererek İktifa edelim :

a- Bayram günleri bayram namazından sonra hutbeleri dinlemek sünnet iken. Bayram namazını kılan cemaattan bir kısmı hatta bâzı mem­leketlerde pek çoğu Bayram namazını kılınca hemen kalkıp camiden veya namaz kıldığı yerden çıkıp gidiyorlar. Bu adamlar sünneti terk ederek Bid'atı işleyorlar ki, bu Bid'atı işlemekle bayram günü sürür ve sevişme esaslarını yok ettiği gibi, daha bir çok dînî hükümleri işlemekten mahrum oluyorlar. Hatibin hutbesinde camiden çıkınca yapılacak dînî vazifelerin bir kısmını öğrenmekten, mahalle ve köy halkının bir birini tanıyıp hal hatır sormalar, selamlaşmak ve el sıkma sünnetinden.mahrumiyetler, camide toplu halde dua etmekten ve daha pek çok iyi ve sünnet amellerden mahrumiyet gibi hallerin bulunması görülür.

Bayram namazından sonra kalkıp hutbeyi dinlemeden çıkanlar, hem cemaatı üzerler ve hemde hutbeyi okuyan hatib efendiyi rencide ederler. Hutbeyi dinleyecek cemaat ise, kalkanların hareket ve davranışlarından do­layı, huzurlu hutbe dinleyemezler.

İşte bu sebebden Bayram namazını kılınca hutbeyi dinlemek, en güzel ve İyi amellerden birisidir. Bu sünneti mutlaka işlemeliyiz. İşlemeliyiz ki. pek çok iyiliklere ve hayırlara nail olmalıyız.           

b- Cuma günleri tek başına oruç tutmak ve cuma gecesi bâzı cami ve mescidlerde toplanıp toplu halde cuma gecesine mahsus olmak üzere cehri bir şekilde zikirler ve toplu namaz kılmalar da Bid'at ve yasak olan ameNerdendir. Zira cuma günü ve gecesi için ayırım yaparak gündüz oruç tutmak ve geceleyin diğer gecelerde yapılan ibâdetlerden değişik ve tah­sisli bir şekilde meşru olmayan ve izni şer'î bulunmayan ibâdetlerle meşkul olmak yasaklanmıştır.

Müslim, Ebi Hureyre (R.A) dan rivayet ettiği bir hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Cuma gecesini, diğer geceler arasından ayırarak kâim olmak suretiy­le (Fazladan İbâdet yapmak suretiyle) tahsis etmeyiniz ve Cuma günü de diğer günlerden değişik olarak oruç tutmak suretiyle tahsis etmeyiniz. An­cak sizin birinizin mûtad üzere tuttuğu gün o güne tesadüf ederse, bu tak­dirde caizdir.»  [278]                                                                       

Evet cuma gününün faziletini elde etmek için, salâvatı şerîfeler, zikri ilâhîler, Kur'andan bâzı sûreler okumalar, dua, gusül, misvak kullanmak, koku sürünmek, dırnak kesmek ve etek temizliğinde bulunmak ve güzel elbiselerle camiye erken saatte gitmek gibi iyi ameller, bizzat Resulü Ekrem efendimiz tarafından tavsiye buyurulmuştur. Fakat cuma günü gündüz tah­sis etmek suretiyle tek başına cuma günü oruç tutmak, haftanın diğer gün­lerini ihmal edib hiç bir kıymeti yokmuş gibi bir hâlin olabileceğinden o gü­ne mahsus olmak üzere oruç tutmak yasaklanmıştır. Oruç tutmak yasakla­nınca cuma günleri oruç tutan kimse, Bid'at işlemiş olur. Bid'atı işleyince sünnetin hükmünü de terk etmiştir.

Cuma günü ve gecesi ile ilgili pek çok faziletler beyan edilmekle be­raber, diğer gün ve gecelerinde kıymetini takdir etmek lâzımdır. İşte bu haf­tanın diğer günlerine de değer vermek için, o güne ve o gece mahsus de­ğişik ibâdet şekli yasaklanmıştır.

Türkiyede bir çok yerde cuma gecesine mahsus olmak üzere tevbe ve nikah tazeleme yapılır. Haftanın diğer günlerinde ve diğer vakitlerinde yap­mayıp sâdece cuma gecesine mahsus olmak üzere yapıldığından, o gece ce-mat camide çoğalır. Sebebi de İmam nikah tazeledecek ve günahımıza tevbe ettirecektir. Cumaya mahsus bir ibâdetin icrasını yasaklayan mübarek peygamber efendimizin buyuruğu, seneler sonrası ne şekilde tehlikelere sebeb olduğunu göstermiş oluyor.

Tevbe ve istiğfar ve her hangi bir nikah tehlikesi karşısında nikah ta­zelemek şer'an var ve lazımdır. Fakat böyle bir geceye veya bir vakte tâyin

etmek doğru değildir. Tevbe ve istiğfar her saat yapılabilecek ve yapılması icab eden bir vazifedir.. Nikah tazelemek ise, ne zaman îcab ederse, vakit geçirmeden zamanında yapılması lazımdır.

Aslında beş vakit farz namazın akebinde istiğfarda bulunmak (istiğfar etmek) sünnettir.

Tecdidi îman ve nikah hükümlerinin geniş şekilde izahı, fıkıh ve.ahlak kitablarında zikredilmiştir. Bir nebze malumatta, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı esermizin ikinci çilelinde mezkûrdur.

c - Bid'at amellerden birisi de, Muharrem ayının onuncu günü (Aşura günü) tek başına oruç tutmaktır.

Yahudiler daha evvel muharremin onuncu günü çeşitli sebebierden dolayı oruç tutarlardı. Bu Medîneye hicret eden Rasûlüllah saüallâhü aleyhi veseflem bu hâli görünce veya hayberin fethinde yahûdîierin bu hâlini gör­düğünde şöyle buyuruyor:                                                                  .

«Aşura günü (Muharremin onuncu günü), oruç tutunuz, fakat bir gün evveli veya bir gün sonras.ı ile beraber tutarak yahudilere muhalefet ediniz.»[279]

Şu halde sünnete uygun olan. Muharrem ayının onuncu günü oruç tutmak isteyen kimse, ya dokuzuncu gün ile onuncuyu beraber tutacak veya onuncu gün ile onbirinci günü beraber tutacaktır.

Binaenaleyh tek başına muharremin onuncu gününü tutmak sünnete muhalif ve izni şer'İ bulunmayan bir Bid'attır.

Bid'atın îtikad ve amelle ilgili olanlarının bir kısmını «İstâma Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde beyan ettiğimizi hatırlatırız. Birde aynı eserin üçüncü cildinde sâdece amellerle ilgili Bid'attları, yakın zamanda müslüman kardeşlerimize sunacağımızı bildiririz. [280] 

 

Tercümesi:
 
 

188 - (49) Hassan (R.A) den mervidir, dedi:[281]

«Bir kavm dinlerinde (kötü olan) Bir Bid'atı ihdas ettiklerinde, Allâhü teâla o Bid'at kadar sünnetten saymayı takdir eder. Ondan sonrada o soyu­lan sünnet (iyilik ve iyi amel) kıyamete kadar o Bid'atı ihdas eden kavme bir daha avdet etmez.» [282] 

 

Îzahat
 

Râvî Hassan bin sabit (R.A), Medînedeki hazrec kabilesine mensub En-sâri kiramdan ve peygamber efendimize inananların evvelinde olanlardan dır. Fakat biraz korkaklığı olması hasebiyle muharebelere iştirak etmediği zikredilmektedir. Bununla beraber gayet güzel şiir söylediğinden Rasûlü Ekrem efendimizin medhiyesini en güzel ifâdelerle yapar ve islam düşman­ları müşrikleri de fevkal'âda hicv edici cümlelerle zemmederdi.

Kendisinin künyesi, Ebülveliddir. Ebû Abdirrahman da denirdi. Peygam­ber efendimizi müdâfaa ve müşrikleri kötüleyci ifâdeleri ile onları perişan ettiğinden kesici kjlıc babası manasını ifâde eden «Ebülhassam» künyesi ilede söylenirdi.

İslâmı kabul ettiği zaman, kendisi altmış (60) yaşında idi. Müslüman oldukdan sonra da bir altmış sene daha yaşayarak yüz yirmi yaşına kadar yaşamıştır.

Şâırunnebİ - Peygamberin şâiri olmasıhasebiyle, Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz Mescidi şerifde Hassan (R.A) için bir hitabe yeri ayırmıştı. Peygamber efendimiz hakkında güzel hitabette bulundukları za­man, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem onun hakkında şöyle buyurur­lardı :

«Rasûiüliâhi müdafa ettikçe hak celle ve alâ Hassanı teyid eder.»[283]

Hz. Hassan {R.A}, yüz yirmi yaşında hicretin elli dört (54) tarihinde Medînei münevvere de vefat etmiştir. Kendisi gibi. Pederi, büyük pederi ve daha büyük pederi yüz yirmi (120) şer yaşlarında vefat etmişlerdir.

Kendisinden Hz. Aişe, Hz. Ömer ve Ebî Hureyre hadîsi şerit rivayet etmişlerdir, Allah hepsinden razî olsun. Amin.

Hz. Hassanın beyan ettiği mübarek cümlede çok mühim bir husus belirtilmektedir. Bir cemaat ve bir millet de, Bid'at-ı seyyie denilen kötü bir Bid'at işlenirse, orada mutlaka, bir sünnetin yok olacağı beyan buyurulmaktadır. Bu mübarek sözün ihtiva ettiği hükmün manası da günü­müzde pek ayan ve beyan şekilde görülmektedir.

Meselâ, Cuma günleri hatib efendi hutbeye çıkınca namaz, niyaz, ke­lam, selam ve emsali her türlü okuma ve diğer ibâdetler yasak iken, hatib hutbeye çıkınca içerde okunan ezana ya evvelinden itibaren İcabet edenler görülür veya ezanın bitiminde mutlaka müezzinle beraber, «LAİLÂHE İLLAL­LAH» diyeceklerdir. Ne kadar da îkaz edilse, farz ve sünnetin yerini bir Bid'at işgal edince, onu bıraktırmak çok güç olduğundan bırakmazlar.

Keza farza başlamazdan evvei bâzı memleketlerde müezzinler ihlas okurlar. Bu yapılan amei Bid'attır. Bıraktırmak meseledir. Bu meselenin iç

yüzünü bilenler dahi çeşitli nedenlerle ihtilafa düşerler, nihayet, «ihlâslılar ve ihlassızlar» diyerek dedi kodu yaparlar. İşte buda gösteriyorki, ihdas edilen bir Bid'at, yok edilmekte çok güçlük çekilmektedir ve aynı zamanda o Bid'atın yıkdığı sünneti ki. Peygamber efendimizin işlediği şekli tekrar yap­mak ve yapdirmak meseledir,

Mezarlıkda kabirler üzerine yapılan taşlar, kubbeler ve daha başka haram olan israf ve Bid'atları yok etmek veya önleyib sünneti icra ettirmek-de, bir başka felâkettir. Hadîsi şerifde belirtildiği üzere, öldürülen sünnet, nerede ise, bir daha ihya edilemiyor.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi veseliem efendimizin işlediği şeklini bırakıb kendilerinin ihdas ve îcad ettikleri Bid'adlardan birisi de, beş vakit namaz­dan sonra cami içinde sıralanıp birbirleri ile musâfahalaşmakttr. Gerçi bâ­zı bilginler, Bid'atı hasene kabul ederek cevaz vermişlerdir. Fakat gerçek ve hakikat olan. Mekruh ve Bid'attır.

İmamı Nevevîden naklen İbni Abidin şu cümleleri nakletmiştir: «Sen bilki, Her karşılaşmada musâfaha yapmak müstehabdır. Fakat insanların âdet edindiği sabah ve ikindi namazından sonra yapılan musafa-halaşma'nın şer'i şerifde aslı yoktur. Lakin musafahalaşmakda yinede beis yoktur. Zira musafahanın aslı sünnettir...

—  Şeyh Ebilhasen El Bekri (R.A) İse dediki : İmamı nevevînin ikindi ile sabah namazını kayıtlaması, onun zamanında o iki vakitte âdet olduğun­dandır. Aksi takdirde bütün vakitlerde yapdıkları da tâkib eden hallerdendir. Şirinbilâlîde, «Musâfaha»  risalesinde aynen zikretmiştir. Ve Şemsilhanûtî (R.A) dan şunları da nakletmiştir : Nassın umûmunun hükmü, musafahanın aslının meşrûiyyetinden dolayı cevazına fetva vermiştir.    Muvafık olanda budur. Metinlerin mutlak musafahanın meşrûiyyetini zikretmesinden dolayı şârihde böylece zikretmiştir.

—  Fakat namazdan sonra musâfahaya husûsî olarak devam edilirse, bilhassa buralarda bu musafahanın sünnet olduğu cahillerce bir hükme varılabilir, denilir. Böyle olunca da diğer vakitlerde (karşılaşınca) yapılması gereken sünnete ziyade olarak bir sünnetin ver olduğu anlaşılabilir. Halbu­ki buralarda (namazlardan sonra) musafahalaşmak siefden hiç bir kimse ele işlemediği kelamlarından açıkça anlaşılmaktadır.

—  «Muîtekad» isimli eserden naklen «Tebyinulmeharim» de şöyle nakl-oiunmuştur:

«Her hâlü karda namazın edasından sonra musafahalaşmak, kerâhat-tır. Zira sahâbei kiramdan (Allah onlardan razî olsun) hiç birisi namazın edasından sonra musâfalaşmamışlardır. Ve namazdan sonra musafaha­laşmak, Râfızîlerin sünnetlerindendir...

— Sonra Şafiilerden İbni hacerden beyan edildiğine göre; Namazın edasından sonra musafahalaşmak, şer'i şerifde aslı olmayan bir mekruh ve Bid'attır. O Bid'atı işleyen, evvelâ uyarılır, ikinci sefer tâzir edilir. Sonra İbni Hacer (R.A) dediki : Mâlikîlerden İbnülhac MEDHAL adlı eserinde dedi :

«Namazın edasından sonra musafahalaşmak, Bid'atlardandır. Şer'i şe­rifde musafahalaşmanın yeri, ancak ve ancak müstüman diğer bir müslü-mn kardeşi İle karşılaştığı zamandır. Namazların arkasında değildir. Bina­enaleyh Şer'î şerif musafahayı nereye ve nerede koymuş ise, koyduğu yerde işlemek gerekir. Yerinden başka yerde yapılırsa, o musâfaha yasaklanır. Ve namazlardan sonra musafahayı işleyenler, sünnete muhalif olarak işledik lerinden men edilir...»[284]                                               

Yukarda en açık bir şekilde naklettiğimiz gerçekler karşısında, müslü-man kardeşlerimize dikkatli ve uyanık olmalarını tavsiye ederiz. En doğru olanı, namazlardan sonra musafahalaşmayı terk etmektir. Başka zaman ve mekanlarda müslüman müslümanla karşılaşınca velevki âdet vechi üzere olmadan cami içinde tesadüf edilse dahi, birbirleri ile musafahalaşmaları sünnet veya müstehabdır. Çok ve çok sevabdır.

Bu Mes'elenin namazdan sonra ki yönü, «İslama sokulan Bîd'at ve Hu­rafeler» adlı eserimizde bir nebze bahsedilmiştir. Diğer vakitlerde yapılması meşru olan musâfaha hakkında da, «Mülteka Tercümesi» isimli eserimizin n\<rdüncü cildinde zikri geçmiştir.

İşte bir kaç misal ile açıklamaya çalıştığımız Bid'atı, işleyib-sünneti öl­dürmenin açdığı yaralar ve o ihdas edilen Bid'atın giderilmesi ile tekrar sünnetin ihyası ne hal ve durum alıyor. Allâhü teala Peygamber efendimize muhalefetten bütün müslümanlarla bizleri korusun. Amin.

Sünneti yıkmak, bir yetişgin ağacı kökünden söküp atmağa teşbih edilmiştir. Gelişmiş ve kökleşmiş bir ağaç bütün kök ve budaklarından kopduğu için, tekrar başka bir yerede dikilse, tutması ve dirilip hayata de­vam etmesi çok ve çok güçdür.

Yıkılmış bir sünnetin tekrar diriltip yerine oturtarak İhya edilmeside o kadar güçdür.     .

Birde Bidîatla mücadelede, fitne ve cidal yoluna girmeden yok etme yolunu tâkib etmek, en doğru ve isabetli harekettir. Zira âyeti kerîme ve ha­dîsi şeriflerde beyan edildiği üzere, fitne çıkarmak veya uyuyan fitneyi uyan­dırmak, adam öldürmekten daha eşed ve daha büyük günahdtr.

Şu halde mes'eleyi iyi bilen, nasihat ve ikaz yolunu iyi yapabilecek ve sözü dinlenecek bir yetgiii, emri bilmâruf ve nehyi anilmünkerle mücâdele yolunu tatbik etmelidir. [285] 

 

Tercümesi:                                                         
 

189 - (50) İbrahim Bin meysere (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu :[286]

«Bir kimse, Bid'at sahibine tazim (ve yardım) ederse, işte o kimse mut­lak surette dînin yıkılmasına yardım etmiş olur.» [287] 

 

İzahat
 

Râvî İbrahim bin Meysere (R.A), Taiflidİr. Mekkei Mükerremeye gelib sakin olduğu da olmuştur. Tâbiîndendir. Tabiînin hadis hafızlarındandtr ve hafızların beşinci derecede olduğu beyan edilmektedir. Vefatı, hicretin otuz ikinci (32.) senesinde vuku bulmuştur.[288]                 

Hadîsi şerifde beyan edilen hükmün ehemmiyetini günümüzde daha fazia anlamış oluyoruz. Zira pek çok Bid'atcı ve sapık zındıklara iltifat edi­lir veya onlarla oturulur ve belkide yapdıkları uydurma batıllara nazar-et­meden çeşitli nedenlerle yardım edildiğinde, kendisine tabiî olan aveneleri­nin yanında şirinleyor ve kendisinin din tahribatı dahada kuvvet bulmuş oluyor.

Dîni tahrib etmekte en azılı ve en tehlikelilerden birisi olan Bid'atcilara yardım etmek veya onlara iltifat edib mücâdeleyi terk etmek, Rasûlü Ekrem efendimizin buyurduğu üzere dînimizin yıkılmasını veya en ağır din tahriba­tını meydana getirir.

Bid'atcı ile mücâdele terk edilince, o sapık kendisinin kötülüklerini göremiyen cahillere kendisini haklı ve doğru yolda olduğunu göstererek ve hatta kendisine iltifat eden kimse, biraz dînî yetgiye sahib olursa, bu tak­dirde de o bilgin adamın kendisine bağlı olduğunu savunarak dahada zara­rının artmasına sebeb olur. Bu hallerin böyle olduğu şekillere ve hâdiselere pek çok yerde ve çeşitli zamanlarda bizzat şahid olduğumuz vâkîdir.

Bu kabil tehlikeler, müsfümamn batıl ve belkide küfür olan bir çok kötü akîde ve amelleri doğru ve hak zannederek inanıb amel edecekler­dir. İşte böyle tehlikelerden korunmak için, Bid'atcı kimselere yardım etmemek, onlarla oturmamak ve karşılaşıldığı zaman, kendilerine iltifat etme­yip îtikad ve amellerinin kötülüğünü îkaz ederek mücadele etme yolunu yap maya çalışmak, en güzel ve isabetli harekettir.

Hasanı Basri rahimehullah şöy demiştir:

«Bid'at sahibi ile oturma, zira o kimse senin kalbini hastalaştırır.»

(Elbidau.47] İmamı Evzâî (R.A) de şöyle demiştir:

«Bıid'at sahibi ile münakaşada kendinizi emin görmeyiniz. Zira onun fitnesi, sizin kalbinize şüphe kanalı ile intikal edebilir.»

{Elbidau vennehyü anha, 53) İbrahim Teymî Hz. ri de şöyle demiştir:

«Bid'atcılaria konuşmayınız. Zira kalbinizıin irtidad etmesinden (Dinden çıkmasından) korkarım.»                                                          (îtisam, C. 1, 84)

Yahya bin ebî Kesîr fR.A) de demiştir ki : «Yolda bir Bid'at sahibi ile karşılaşdığında, hemen başka bir yolu tut.»

(îtisam, C. 1,84)

Fudayl biri lyaz (R.A) da şöyle demiştir : «Bir kiimse, Bid'at sahibi ile oturursa, ona ilmi hikmetten verilmez.»

(îtisam, C. 1,90) Ebû kılâbe (R.A) de demiştir: «Bir adam, bir Bid'at uydurursa, kılıçla boynunu vurmak helal olur.»

(îtisam, C. 1,83) İmamî Gazâlî merhumda şöyle demiştir:[289]

«Şüphesiz böyle (zındık, sapık ve Bid'atcı sahte) adamlgrı öldürmek, yüz kâfiri öldürmekten daha evla ve sevabdır.» [290] 

 

Tercümesi:
 

190 - (51) İbni Abbas (R.A) den mervidir, dedi:

«Bir kimse, Âlânın kitabını (Kur'anı Kerimi) tâlim eder, sonra o Kur'ani kerimde   (emri ilâhi ve nehyi ilâhîden) olan hükümlere tâbi olursa/Allahü

teâla, o kimseyi dünyada dalâletten hidâyete sevk eder ve kıyamette o kim­seyi kötü hesabdan korur.»

Diğer bir rivayette İbni Abbas (R.A) şöyle dedi :

«Bir kimse Allahü teâlamn kitabına (Kuranı Kerime) iktidâ ederse, dün­yada sapıtmaz ve âhirette zahmet çekmez, azab olunmaz. Sonra şu meal-laki âyeti kerimeyi okudu :[291]

«Kim benim hidâyetime uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve âhtrette zahmet çekmez.» " [292]       
 



[271] (Hadisi, İmamı Malik «Muvatta» ında rivayet etmiştir.).

[272] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/385-386.

[273] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/386-387.

[274] (Hadisi, Ahmet rivayet etmiştir.)

[275] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/387.

[276] (Mirkat, 210)

[277] (Takrîbüttehzib, C. 2,105)

[278] (EL İBDA, 266}

[279] (El İbda, 269)

[280] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/387-390.

[281] (Hadis, Darîmî rivayet etmiştir.)

[282] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/390.

[283] (Elhakâik, 221)

[284] (İBNİ ABİDİN, C. 5, 336)

[285] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/391-393.

[286] (Hadîsi, Beyhakî «Şuabil İmanın» da Mürsel olarak rivayet etmiştir.)

[287] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/394.

[288] (Takrîbüttehzib, C. 1, 44)

[289] (Küçük ebad Fıkhul Ekber şerhi, 222)

[290] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/394-395.

[291] (Hadisi,  Rezîn rivayet etmiştir.)

[292] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/395-396.