๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:39:36



Konu Başlığı: Kitap ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 4
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:39:36
Kitap ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 4



İzahat

 


İbni Abbas (R.A) in beyan ettiği mübarek cümlelerde de dünya ve ahi- seâdetinin Kur'ana tâbi olup Kur'anı kerimin.hükümierine gerçek şekilde İtirazsız inanıb dediği hükümlerle amel etmektir.

Evet Kur'ana tabî olup dediği ile amel etmek, insanı dünyada pek çok syan ve kötülükden muhafaza eder ve âhirette de çetin ve korkunç hisab-lan ve cehennem azabından korur.

Meselâ ; Kur'anı kerim, namaz kılmayı, zekat vermeyi, hacca gitmeyi, maya babaya itaat etmeyi, akrabalara sılaya gitmeyi, selamlaşmayı, ihlas a amel etmeyi, setrulavrete riayet etmeyi, komşu hakkına ve yetimlerin korunmasına dikkat etmeyi ve daha pek çok emirlerin yanında, Şarab iç­meyi, kumar oynamayı, yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı, haksız yere jdam öldürmeyi, iftira etmeyi, zina yapmayı, gıybet etmeyi, zulumda bulun­mayı, kin ve buğuz etmeyi, hased ve fesatlıkda bulunmayı, kibir ve ucubda )ulunmayı ve daha pek çok haramları yasaklapıış «yapmayınız, yaklaşma­dınız, uzak durunuz» demiştir.

Yukarda saydıklarımızın her birine hakkı ile riayet edenler, hem dünya- huzur ve sadetini görür ve hemde âhiretteki elim hesab ve azabdan kurtulur.

Meselâ; namazını dosdoğru kılan bir kişi, her türlü kötülükten kendini îorur ve imkan dâhilinde bütün iyiliklere yanaşır ve kendisinden ne bir nsan ve nede bir hayvan zarar görmez. Tabiîki, bu namazı dosdoğru kılan plmselerde görülür. Yoksa şartlarına riayet edilmeyen, gösteriş ve başka­sının baskısı, korkusu ile kılınan namazlarda böyle şeyler görülmez. Keza fidet ve görgü İcabı namazı kılıb hakkın rızasına uygun olub olmadığı hu­suslar düşünülmez ise, bu namazdanda hiç bir fâide görülmez. Beikide Al­lah muhafaza yerli azıb sapıtmasına ve çeşitli hile ve dalavereye tevessül itmeye sebeb olabilir. Çünki bir ibâdet ve iş, şartına riayet edilerek yapıl-nazsa, o işin sonu felâket ve en azından o işin zararını görmektir.

Zaman ve şartına riayet edilmeden evlenenler, tarlaya tohum atanlar, her hanki bir işe keza şartına riayet etmeden başlayanlar, hiç bir zaman randıman alamazlar ve hatta yerine göre çok yaralar açan ve altından kal-kılması güç olan mesele ve zararlarla karşilaşanlar çok görülmüştür ve aynı şekiller görülebilir.

Keza şarab içen bir kimse de, namazdan niyazdan uzaklaşır. Sevgili dostları ile düşman olur. Tenbellik ve atâlet ve daha zina, yalan, iftira, adam öldürmek gibi pek çok kötülükleri işlemeye ve işletmeye sebeb olur. Evin­de huzur ve rahatlık diye bir şey kalmaz. Komşuları bîzar eder, sarhoşkafa ile gelib ailesine talak verir, böylece karısını boşar. Aile ve çocuklarına bak­maz, onların ihtiyaçlarını hiç düşünmez.

İçki içen kimseden, melekler uzaklaşır, şeytan musallat olur. insanla­rın maskarası olur. Allanın sevgisinden mahrum olduğu gibi insanların için­de itibar ve sevgisinide yok eder.

Hulasa beş vakit namazını kılmayan veya hakkı ile namaz kılmayıp aldatmaca namaz kılanlarla, içkiye mübtelâ olan kimseler, cemiyet, cema­at, aile ve millet için çok zararlı ve kötü adamlardır. Buradaki kötülüklerinin cezası, ile ahirettede çok şiddetli hisab ve azaba müstehaklık vardır.

Öyle ise, tek kurtuluş kur'anda ve .kur'ana tabî olmaktadır.

İşte Kur'ana tâbi olan ve olmayanlara âit vermiş olduğumuz bir İki misal ile, İbni Abbas (R.A) m ne demek istediğini açıklamış oluyoruz.

Kur,arıı kerîme ittiba edib buyurduklarını harfiyyen yerine"^getirenlerle, muhalefet edenlerin fenalık ve felâketlerini bir kaç âyeti kerîme ve hadîsi şe_ firleride zikrederek bu beyan ettiğimiz kıymetli sözün ve bizim açıklama­mızın ana kaynaklarını öğrenmiş ve öğretmiş olalım.

Kur'anı kerimin bir âyetinde şöyle buyurulmuştur:

«Bu, O kitabdırki kendisinde (Allah katından gönderildiğinde) hiç şüp­he yoktur. (O kitab) Takva sohibleri için doğru yotun tâ kendisidir.» (Bakara sûresi, 2)

Ayeti kerîmede beyan edildiği üzere hakka inanıp hak teâladan ger­çekten korkan kimseler, Kur'anın hidâyet ve rahmetinden müstefid olur­lar. Kur'ana hakkı ile inanıp hak teâladan gerçekten korkmayanların ise hidâyeti Kur'anın riasîbi hemen hemen yoktur. Takva sahibi olarak Ailâhın yasaklarından kaçınıp emir buyurdukları hükümleri işleyerek Kur'anın hi­dâyetinden istifâdeye çalışmak, akıllı müslümanlar'ın amelleridir.

Diğer âyeti kerîme meali şöyledir:

«Ey insanlar! İşte size, Rabinizden bir nasihat, kalblerdeki şüphelere bir şifa ve müminler için bir hidâyet ve rahmet olan Kur'an geldi.» (Yûnus sûresi, 57)

Diğer bir âyeti kerîme meali:

«Hepiniz Allanın ipine (din ve şirîatına, Kjur'anı kerîme) sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılıb dağılmayın.»                                  (Ali İmran sûresi, 103}

Kur'anı kerîme sanlıb hidayet ve seâdete nail olmanın yolunu tarif ve îzah eden âyeti kerîmeler daha pek çoktur. Ancak biz bir kaç âyeti kerîme­nin mealini nakletmekle iktifa edeceğiz. Ayrıca bâzı âyeti kerimelerin meal­lerini de yukardaki hadîsi şeriflerin îzah kısmında naklettiğimizi de hatırla­tırız.

190 nolu İbnİ Abbas (R.A) in kıymetli sözünü açıklayan ve dayanağı şeklini alan bir kaç hadîsi şerifi de nakledelim.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin beyan buyurduğu bir hadîsi şerifinde Kur'anın yegâne hidâyet ve doğruluk kaynağı olduğu şöyle zikredilmiştir:

«Muhakkak ki Kur'an, şefaat edicidir ve şefaati kabul olunmuştur (ka­bul olunacaktır) ve Kur'an (inananmayan veya amel etmeyenler hakkında) davacıdır ve dâvasıda kabul olunmuştur (mutlaka dâvası kabul olunacak-t.r.)

—  Bir kimse, Kur'anı önüne alırsa (Kur'anın dediği ile amel ederse), Kur'anı kerim o kimseyi cennete götürür.

—  Bir kimse de, Kur'ant arkasına bırakırsa (Kur'anın dediği ile amel etmeyip tersine giderse), Kur'an o kimseyi cehenneme götürür.»[293]

Diğer bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur:

«Bir kimse, Kur'anı okur ve kalbinde hafız olarak muhafaza eder, son­rada Kur'anın helal dediği ile amel eder ve haram dediğinden kaçınırsa, Al-lâhü tala o kimseyi cennete katar ve o kimsenin ehli beytinden on kişinin hepside cehennemlik iken on adedine şefaatini kabul eder.»

(Tirmizi, Ali R.A den rivayet etmiştir. Berîka, C. I, 69) me sevk edileceğini beyan buyurmuştur.

Yukarda mealerini nakletmiş olduğumuz hadîsi şeriflerin birincisinde, Kur'anı kerime sarılıp mueibi ile amel eden kimseye, kur'anın âhirette şefa­atçi olacağını ve şefaatinin da mutlaka kabul olunacağını beyan buyurmuş ve aynı hadîsi şerifin devamında Kur'anı kerîmin hükümlerine riayet etme-vip tersine giden kimseyede kur'an! kerîmin dâvâcı olacağını ve dâvasının-da kabul edileceğini beyan buyurmuştur.

Aynı zamanda şefaat edilenleri, kur'anı kerim ebedî seâdet yeri olan cennete katacağını ve davacı olduğunuda, ebedî azab yeri olan cehenne­me sevk edeceğini beyan buyurmuştur.

İkinci hadisi şerifdede, Kur'ant Kerimi okur ve lafzını ve mânasını kal­binde muhafaza ederek mucibi ile amet edeni de, Allâhü teâla cennete ka­tacağını ve kur'anın hükmü ile amel eden hafızı kelam âlim, akrabasından

cehenneme gitmeleri vâcib olanlardan on adedine şefaat edip cennete gir­melerini sağlayacağını beyan buyurmuştur.

Ne mutlu o kimselere ki, kur'ana bağlı ve kur'anin hükmü ile amel edenlere ve kur'ana hafız olup kur'anın dediği ile amel eden bir hafızı ke­lâm âlimin akrabası olanlara!..

Ve ne kadar yazık o kimselereki, Kur'anı kerîmi öğrenib ve evinde bu-iundurubda mucîbi ile amel etmeyip Kur'anın davacı olduğu adamlara!.

Cenabu hak bütün müsîümanlarla bizleri ve neslimizi, Kur'anın hüküm­lerine bağlı olarak kur'anı kerimin şefaatına nail olanlardan kılsın. Amin. [294] 

 

Tercümesi:
 

191 - (52)İbin Mes'ud (R.A) den mervîdir.

, «Allâhü teata, sıratı müştekimi (doğru yolu) misal ile beyan etti {ve buyurduk! :) Sıratı müştekimin iki tarafında iki duvar vardirki, o iki duvarda aa açılmış kapılar vardır. Kapılar üzerinde sarkan örtüler vardır. Sıratın (doğru yolun) başında dâvetci vardır.

—  O dâvetci derki ; Doğru yol üzere istikamet ediniz (Doğru yoldan gidiniz) Ve eğriliklere sapıtmayınız.

—  O sırâtm başında ki dâvetçinin üstünde bir dâvetci daha vardır O da, şöyle davet eder; her ne zaman bir kul o kapılardan (eğri yollardan) bir

şey açmak isterse, hemen o dâvetci, yazıklar olsun aman o kapılardan en azını (kolay ve harfifini) dahi açma. Zira açarsan içerisine g,irersin.

—  Rasûtüllah sallâllahü aleyhi vesellem efendimiz, bu temsilî beyan­dan sonra bu cümleleri şöyle tefsir buyurdu ve haber verdi ki:

—  Muhakkak o sıratı müştekim, İslamdır.

—  Sıratı müştekimin etrafındaki duvarlar da açılmış kapılar, Allâhın haram kıldığı şeylerdir.

—  Şüphesiz ki sarkan örtüler, Afâhü teaianm hadleri (Çizdiği hudüdlar, cezaî müeyyideler veya açıkça beyan etmeyip şüpheli olan hükümleri) dir.

—  Sıratı müştekimin başındaki dâvetci, Kur'anı kerimdir.

—  Onun (Kur'anı kerîmin) üstündeki dâvetci, her müminin kalbindeki Allâhın vaizidir. (Melek-in ilham ve İkazıdır)»

(Hadîsi, Rezîn ve Ahmed bin hanbel rivayet etmiştir.)

192- (53) Yukardaki hadîsi, Beyhakî «Şuabil îmânında» Nevvas bin Sem'an (R.A) den rivayet etmiştir. Keza Tirmizi de bu zattan rivayet etmiş­tir. Ancak Tirmizî daha muhtasar olarak zikretmiştir. [295] 

 

İzahat
 
 

Hadîs şerifde Rasûlü Ekrem efendimiz çok açık bir şekilde teşbih ve temsil ederek, Sıratı Müştekimi ve onun nasıl bir yol olduğunuda beyan bu-'yurmuştur. Sıratı müstekîmin başındaki dâvetcininde' kim olduğu beyan buyurularak en bariz şekilde aydınlatmayı yapmıştır.

Sıratı Küstekîmin, islam olduğunu ve Sıratı müstekîmin etraf duvarla­rındaki kapıların, Allâhın haram kıldığı şeyler olduğunu ve duvar etrafında sarkan örtülerin de hududu ilâhîler veya şüpheli olan hükümler olduğunu beyan buyurmuştur.

Sıratı müstekîmin başındaki Dâvetcinin İslamın esası ve ana kânunu olan Kur'anı kerim olduğunu, ve onun üstündeki dâvetcininde her müminin ilâhî hidâyete erişmesine liyakat kesbeden kalbi olduğunu beyan etmiştir ki, hak ve hakîkaîa susamış hakkın lutfuna mazhar olmuş kalbler, bu da­vetlere ve dâvetcilere kulak verib nasibini alırlar.[296]

192 nolu hadis Râvîsi Nevvas bin Sim'an veya Sem'an (R.A) ashabı kiramdandır ve ashabı suffadan olduğu beyan edilmiştir. Samda sakin ol­muştur.    [297]             

 

Tercümesi:
 

193- (54) İbni Mes'ud (R.A) den mervidir, dedi:

«Bir kimse, sünnet işlemek isterse, ölmüş sünneti işlesin. Zira sünneti dirilten kişi, fitneden emin olmaz. İşte ölmüş sünneti gerçekten ihya eden kimseler, Muhammed Sallâllahü aleyhi veseilemin ashabıdırki, bu ümmetin en efdahdır. Kalpleri en ihlaslı, ilmin derinlerine en iyiî vakıf olan ve amelde külfeti en az olan kimselerdir.

—  Onları Allahü teâla mahlukatı arasında nebisi ile sohbet etmeye ve dini mübîni islâmın ikâmesine seçtiği mübarek kimselerdir.[298]

—  Binâenaleyh onların başka kimselere üstünlüğünü bildiriniz, onla­rın eserleri {tâkib ettikleri yolları) üzerine tabî olunuz ve onların ahlak ve iyi haHei-ıini kudretiniz yettiği nisbette sarılınız. Zira onlar, dosdoğru yol üzere-dirler*î)  [299]                                                             

 

İzahat
 

Sahabe-i kiramın fakih, Müfessir ve âlimlerinden birisi olan ve aynı za­manda Rasûlüllah sallâllahü aleyhi vesellem efendimiz zamanında fetva verme hakkına sâhib olanlardan İBNİ MES'UD (R.A) in yukardaki kıymetli sözünün birinci cümlesi olan, «Bir kimse, sünnet işlemek isterse, ölmüş sün­neti işlesin. Zira sünneti dirilten kişi, fitneden emin olmaz.» bu kelime ve tavsiyelerine aikkat etmek gerekir.

Ölmüş sünneti ihya ederek amel etmek, bilhassa günümüzde çok mü­himdir, erkeklerden camiye cemaata gelmeyenlerin içinde kalkıp camiye eemaata gitmek, hdtta namazları kılmayanların içinde kalkıp namazı kıl­mak, kadınların çırıl çıplak sokağa çıkdıkîarı bir zmanda, knsını. kızını ve diğer yakınlarının hanımlarını islamın beyan ettiği tesettüre bürüyerek elbiseterini giydiren ve gayen kimseler, elbette çeşitli itham ve taaruzlara ma­ruz kalacaklardır.

Beş vakit namazını kılan ve cemaata giden müslümana, «Gerici, yobaz, mürteci eski kafa, ham adam, zevk ve hayattan haberi yok zavallı, moüa, bizim softa, şeriatçı ve sair» kelimelerle sözde itham ederler. Aslında bu kelimelerin bir çoklarını duyan müslüman, iftihar etmesi lazımdır. O zavallı­lara da ıslahları için hayırlı duada bulunması en doğru yollardan biridir.

Örtünmüş islam kıyafetli hanım ve kizlaradd, «dadı gibi geyinmiş, küflü kafalı kadın, öcü gibi kendini saklayan mahluk V.S» cümlelerle hakaret et­meye çalışırlar.

İbni Mes'ud (R.A) in tavsiyesi de böyle terk edilmiş veya yapılması güçlük kazanmış islam esaslarını işlemek, en iyi ve en güzel amellerden olduğunu beyan buyurarak bu tahkir ve tezyiflere karşı sabırla mukabele etme yolunu da tavsiye etmiş oluyor.

Günümüzde baldırı bacağı açık islam kadınına benzemeyen çıplak kıyafetli kadın ve kızların ve hatta erkek pantolonu giyerek en âdî şekillere bürünen bir cemiyetin kadın ve kızlarının içinde kadınların kendilerine has bürünme ve örtünme olan elbiselerini giyerek setrülavrete riayet eden hanım lar, elbette göze batacak, elbette o ahlaksızlar tarafından ayıblanacaklardır. Çünkü onlar gibi geyinib veya onlar, gibi örtüp saklanması farz olan vucud-iarını açmayorlar, yabancı erkeklere kendilerini peşkeş çekercesine sokağa çıkmayorlar. O müslümanlığm gerektirdiği elbiseye bürünen hanımlar, onlar gibi gayri müsiim kadınları ve onların giyimlerini taklid etmiyorlar. İslamın ve müslüman hanımların emir ve giyimlerini tatbik ediyorlar. Müslüman ha­nımlar, yabancı erkeklerden kaçınırlar, onlar gibi rast gelen erkekle arkadaş olub iffet ve namuslarını yıkmazlar.

Keza sakal, bıyık, hac, kur'an tâlimi ve din tedrisatı yapılan okul, müessese ve emsali yerlere din tâlimine gidenlere karşı, kötü davranışda ve kem gözlerle bakışlar da bulunanlar karşısında, hiç çekinmeden ve yıl­madan bu kudsî vazifeleri yapmakda, İbni Mes'ud hazretlerinin tavsiye ettiği ölmüş veya ayıblanır hâle gelmiş sünnetleri ihya etmek, elbette çok fevka-lâda bir ameldir.

Gerçi bu saydıklarımız ve daha saymadığımız pek çok islam esaslarını icra etmek, kolay olmayor. Çeşitli itham ve tahkirlere mâruz kalınabiliyor. Zâten İbni Mes'ud hazretlerininde dikkat ve tavsiyesi, ölü bir sünneti veya ayıplanan bir islam esâsını yaparak diriltme esnasında çeşitli fitne, ve fe­satlıkların olabileceğini de hatırlatması o mühim olan amelleri işlemezden evvei bu hallerin olabileceğini düşünerek ona göre tedbir ve dikkat etme hususunu belirtmektir.

Ashabın ilk müslüman olup islam esaslarını nasıl icra ettikleri ve on­dan sonraki asırlarda gelen pek çok büyükler, islâmin ana esaslarını yaşa­mak ve yaşatmak için ve hatta islâmı yıkmaya veya tahrib etmeye yönelik ne kadar, Bid'at ve hurafeler, ortaya atılmış ise, onlarla amansız bir şe­kilde yılmadan hayat pahasına da olsa, mücâdelelerine devam etmişler­dir.

Günümüzde islâmı bilmeyen bir takım cahil kimselerin, islam dellalhğına çıkarak islâmın mübelliği Peygamber efendimizin yaşantı ve buyruklarına zıd hareketler ve sözlerde bulunmaktadırlar. Haddini bilmeyen cahil zorba­larla efbet mücâdele etmek cidal olacağından sâdece islâmın esâsını beyan ederek gerçekleri aydınlatmakla itifa edeceğiz.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, haç vazifesini îfa eder­ken ihrama girince başını açmış ve başı açık olarak gezmiş ve ibâdet yap­mıştır. Diğer zamanlarda hep başına bir şey geymiş ve başına sarığını sa­rarak hayatına devam etmiştir.

Rasûlüllah (S.A.V) efendimizin hayatı bu şekilde devam ettiğinden, fu-kaha ve muhaddisler, hac mevsiminde ihramlı iken başın açık olmasından başka yerlerde, başı açık namaz kılmanın kerâhat olduğunu beyan etmişler ve sokaklarda başı açık gezenlerin naklettikleri veya şehâdet ettikleri ha­dîsi şerifin makbul olmayacağı ve hatta mahkemelerde şehâdetlerinin red edileceği beyan edilmiştir.

Fıkıh kitablarının metninde şu hüküm mezkûrdur :

«Başı açık namaz kılmak, mekruhdur. Ancak tezellül ve tevazu için olursa, mekruh değildir.»[300]                             

Fethulkadir de şu hükümler mezkûrdur:

«Haya etmeyen bâzı kimselerinde, şehadetleri makbul değildir. Tek ba­şına gömiekcek insanların yanında yürümek (dolaşmak) ve ayak uzatmak ve hafiflik (aşağılık, adîlik) sayılan, edebsizlik, mürüvvet ve hayanın azlığın­dan sayılan yerde başını açan (başı açık gezen kimseninde) şehâdeti mer-düttür.» [301]                                                             

Usûlü Hadis şerhinde de Davudulkârısî şu satırları yazmıştır:

«Ve hafiflikden, hayanın azlığından sayılan yerde başını açan kimse­nin, hadisi şerifler hakkındaki şehâdeti kabul olunmaz.»[302]

İşte sokaklarda başı açık dolaşıbda başlarına memleketin örfü ve za­ruri halleri karşısında çeşitli fes, şabka gibi bir şeyler giyerek başlarını ör­tenlere laf atan zavallılar, çok tıata ve yanlışlık içinde olduklarını bilmeli­dirler. Eğer teşbih maksadını iddia ediyorlarsa, şimdi başı açık gezmek daha fazla teşbihi gerektirmezmi?...

Aynı zamanda müminler çeşitli yasak ve nedenlerle, başlarına sarık ve takke giyemeyince başlarını örtmeleri gerektiğine göre, ne giymelidir­ler?...

Zaruretler, haramları bile mubah kıldığına göre, başlarına mutlaka bir sey giymeleri lazım olduğundan, teşbih ve teşebbüh maksadı olmadan, kasket ve sâireyi giymek bir mahzur teşkil etmemesi gerekir. Teşbih mak­sadı ile geyildiği takdirde, küfür olduğu yazılmıştır.

Hulâsa adlı eserin elfazı küfür bahsinde şu cümleler mezkûrdur:

«Bazı müteahhirin uleması dedi ki, eğer başa geyilen şabka ve emsa­li olanı sovuğu def etmek (soğuktan korunmak) için veya gayri müsümden alınan inek ancak sahibinin şabkasını geyince südünü sağdırsa, tekfir olunmaz. Şayet şabkayı geymeden inek südünü sağdırırsa, bu takdirde kâfirin şabkasını geye.ı kâfir olur.»[303]             

Fetâvâyt Bezâziye de de şu hükümler mezkûrdur:

«Mecûslnin şabkasını bir kişinin başına koyması, denildiki o kimse, kâfir olmaz. Zira o kmse dili ile cenâbu hakkı tevhid edicidir ve kalbi Üe de tasdik edicidir.

— İmamı Azam (R.A) dediki; Hiç bir kimsenin îmanı çıkmaz, ancak girdiği kapıdan çıkar. îmanın girmesi ise, dil ile ikrar ve kalb ile tasdikdir. Halbuki onlarda dâim ve kâimlerdir.»[304]

Yukardan buraya kadar nakletmiş olduğumuz esaslara göre, bir müs-lüman ortada yok edilen ve yaşanmayan sünnetlerden birisi olan başına bir şey geyip gezmeyi yapmakda elbet haklı ve cok yerinde bir amel yapmış oluyor. Bu doğru ve iyi ameli her ne kadar bâzı cahil ve tefrikacılar tasvib etmeseler ve hatta tahkir etseler de, en çıkar yol, mümkin olanı yapmak en doğru yoldur. Başlarına bir şey gelmeden gezenler, Peygambere, muhalefet ettiklerini düşünerek ölmüş veya öldürülmek istenen sünneti ihya etmenin yolunu aramalıdırlar.

Şimdi sünnete muhalif olarak işlenen bir amelde, kolları acık vaziyette namaz kılmaktır. Buda yakın zamanda zuhur etmiş ve bunu bir beis yokmuş gibi işleyen ve savunanlar da maalesef görülmektedir.

Bu hususu da Mehmed Zehnî merhum «NÎMETÜLİSLAM» adlı eserinde şu satırları yazmıştır:

«Erkek olan kimsenin (namazda) kolunu acık bulundurması, mekruh­tur. Bu mekruhluk gerek namaza kolu açık dursun, gerekse durduktan son­ra kolunu kolayca bir amelle açsın. İbni Abidînin ifâdesine göre; Etek de, yen gibidir. Elini, eteğini cemreyib abdest almayı müteakıb imama rek'atta yetişmek üzere acele ederek öylece namaza durmuş olan kimse hakkında efda! olan, onları (yen ve etekleri) az bir amel ile indirvermektir.[305]

Kadınların kollan açıldığı ve bir rükün edâ edecek kadar veya açık olarak durdukları takdirde, namazları fasittir.»

Gerçekler orta da iken, yine bu meselede de çeşitli indî ve şahsî görüş­ler ortaya atarak allâme kesilen yeni müetehid taslakları, çıplak kol ile veya kısa kol ile erkeklerin namaz kılmalarının kerâhat olmadığını savunmakta­dırlar. Bu adamlar gibi, kendilerini beğenmiş ve kendi görüş ve düşüncelerini hak ve doğru zanneden iblis kafalı adamiar, her devirde bulunmuştur.

Bütün mesele böyle sapık ve zavallıların karşısında veya yanlarında ölmüş olan her hanki bir sünneti ihya etmek, elbette kolay olmayacaktır. Ciddî mücâdele gerekir.

Şayet hakîkat ortaya konub amel edilmezse, hak ve doğru olan mese­le ve sünnetler, tamamen tersine çevrilib bâtıl ve hurafeler birer birer sün­netin yerini tutar.

Sünnetlerin bu yollarla yıkılacağını Abdullah bin Deylemî (R.A) şöyle beyan, etmiştir :

«Bana ulaşmıştır ki, şüphesiz ki dînin gitmesi, sünneti terk etmekledir. Din, birer birer sünnetin gitmesiyle gider. İpin kuvvetininde birer birer kop-masiyle gittiği gibi.» [306]                                               

Yukarda saymış olduğumuz bazı terk edilen sünnetler ve hatta farzlar gibi, isfâmin nurlu yollarını görmeyen ve yaşamayanların içinde, o gerçekleri yaşamak ve hakkı ile müdâfaa etmek, elbette kolay bir şey değildir. Çeşitli imtihan ve ibtilâlarla karşılaşılacaktır. Hak yolcusu ve Bid'aîi yıkıp Sünneti dikme yolunu tutan mücâhid kişiler, her asırda ve her yerde böyle şeylerle karşılaşmışlardır. Yinede yılmadan hak bildikleri dâvaya sadâkatla devam etmişler ve hatta o yolda pek cok şehidler olmuştur.

Şimdi en mühim ve ciddî mücâdeleleri yapmaya çalışanlarda, selefi sâ-lihîni göz önüne alarak büyük bir iştiyakla ve ruhunu hoşlandıran bir zevkle yapmaya çalışmalıdırlar.

Hak yola inaanlann ve hak müdâfîlerinin öyle olacaklarını cenâbu hak bir âyeti kerîmesinde şöyle buyurmuştur:

«İnsanlar, sandılarmı ki, «İman ettik» demeleriyie birakılıbda imtihan edilmiyecekier?

— Elbette biz (azîmüşşan), onlardan evvelkileri de (pek çok musîbet-lerle) imtihan ettik Muhakkak ki Allah, (imtihan netîcesiyle) sâdık olaniarıda bilecek ve yalancı olanları da bilecek.» (Ankebût sûresi, 2-3)

Hz. Lukman aleyhisselâmın oğluna vasyyet ve nasihatini da halikı zülcelal şöyle beyan buyurmuştur:

«Ey oğlum! Namazı dosdoğru kıl, İyiliği emret ve fenalıkdan nehyet. Bu esnada sana isabet eden her hangi bir musîbete sabret. Çünkü bunlar (yukardaki dört vazife), kesin olarak farz olan amellerdendir.» .(Lukman sûresi, 17)

Yukardaki her iki âyeti kerîmede de beyan edildiğine göre, islamı ya­şarken ve islâmtn esaslarını yaşatmak veya öğretmek için gayret ederken, mutlaka çeşitli itham, iftira ve eziyetlerle karşılaşılacaktır. Çeşitli şekilde musibetlerin olması, bir ilâhî tecelli ve imtihandır. Bu imtihanı başarı ile kazanabilmek için de sabır ve tahammül ederek yapılan hayırları yıkmamak gerekir.

İbni Mes'ud (R.A) in yukardaki 193 nolu kıymetli sözünün devamını tekrar okuyarak Peygamber efendimizin ashabının fazilet ve değerlen hak­kında ibini Mes'ud Hazlerinin şehödetini her mümin bilmeli ve ashabı kirama tâbi olmanın yolunu tutmalıdırlar.

Ailâhü tealanın terbiyesi ile terbiyeienen dünyanın efendisinin huzurun­da bulunup nuru nübüvvetden istifade eden feyizli ve bereketli fâzılları ve onların iyi hallerini kendimize rehber edinmek, elbette en doğru ve en güzel yoldur.

Ashabın her biri yer yüzünün yıldızları gibi olduklarını mübarek pey-ğmaber efendimizin kıymetti sözlerinde açıklanmış ve bunlara tabî olmanın direk hidâyete tabı olmak olduğuda yine aynı şekilde beyan edilmiştir.

İbni Mes'ud (R.AJ in rivayet ettiği bir hadîsi şerifde Rasûlü Ekrem (^ A.V) efendimiz şöyle buyurmuştur:

«insanların hayırlısı, benim bulunduğum asırdaki (yüz senenin içindeki) terdir. Sonra onları tâkîb eden ikinci a sırda kilerdir. Sonra onları tâkîb eden (üçüncü) asırdakiler hayırlıdır. Bir rivayette de; ondan sonra, yalan ortaya Cikar. Binaenaleyh üçüncü asırdan sonra gelenlerin sözlerine ve tüllerine itimad etmeyiniz.»[307]                                                                   

Diğer bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur:

«Benim ashabım (beni bizzat görüb inanan ashabım) zikrolundumu, hemen (aleyhlerinde bir söz söylemekten kaçınarak) susunuz.»[308]

yâni ashabı kiram hakkında her hanki bir sebeble aralarında geçen mese­lelerden dolayı olsun veya başka bir sebeble olsun, ayıblartndan bahsedib kötülemekten kaçınınız. Aleyhlerinde bulunmayınız.

Akılı ve gerçek îmaniı müslüman, Peygamber efendimizin ashabı hak­kında ne bir kötü kelimede bulunur, ne bir onlar hakkında kötü isnad ve ke­limelere kalbinde yer verir ve ne de ashabı kiram hakkında kötü kelime ve iftirada bulunanlara iltifat eder. İltifat etmediği gibi, o zındık ve sapıklarla gerçek şekilde mücadele yaparak ashabı kiramın müdafaasını yapar.

Cenabu hak bütün müslümaniarla bizleri, Ashabı kirama ve diğer sele­fi sâlihine karşı saygılı olup geçmişini rahmetle anan ve mevcud müslü-manlarada gönülden sevgi besleyip iltifat ve ülfet edenlerden kılsın. Amin. [309] 
 



[293] {İbni Hıbban, Çabirden rivayet etmiştir. Berîka, C. 1, 56)

[294] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/396-399.

[295] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/399-400.

[296] (Mirkat, C. 1, 213) (Keza bak. Takrîbüttehzib, C. 2, S, 308)

[297] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/400.

[298] (Hadîsi, Rezîn rivayet etmiştir.

[299] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/401.

[300] (Mülteka Tercümesi, C. 1, 142)

[301] (FETHULKADİR, C. 6, 486)

[302] {İmamı Birgivînin usûlü hadis şerhi, 27)

[303] (Fetâvayı Ali efendi, C. 1, 181)

[304] (Fetâvayı Bezâziyenin elfazı küfür bahsi, Fetâvayı Ali efendi, C. 1,181)

[305] (Nimetülisiam, C. I, 314 — Eski'baskı)

[306] (Süneni Dârimî. C. 1, 45)

[307] (Buharı, Müslim)

[308] (İbni Mâce, Beyhakî - Fethulkebîr, C. 1, 110)

[309] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/401-406.