๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mişkatul Mesabih => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:44:19



Konu Başlığı: Kitap ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 3
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 13:44:19
Kitap ve sünnete sarılma bâbı birinci fasıl 3


Tercümesi:
 

182 - (43) Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Kur'an beş vecih üzere indi (o beş vecihde şunlardır : , Halal, Haram, Muhkem, Mütesâbih ve misallar (kıssalar) dır,

— Binâenaleyh helaüarı helâl îtikad edip amel ediniz. Haramları ha­ram itikad edip kaçınınız. Muhkem ile amel ediniz ve misallardan (kıssalar­dan) ibret alınız.» Bu hadis, mesâbihin lafzîdır.

Beyhaki, «Şuabil imanın» da şu lafızla rivayet etmiştir :

«Helâli, işleyiniz, haramdan kaçınınız ve muhkeme tabî olunuz.» [257]  

 

İzahat
 

1 ) Hadîsi şerifde zikredilen beş hükümden birisi olan «Helâl» keli­mesinin bir nebze üzerinde duralım.

Helal : Allâhü tealânın yenmesini, içilmesini, yapılmasını ve söylenme­sini mubah ve temiz olarak beyan etmiş olduğu hükümlerdir. İşlemek iyi ve doğru olan amellerdirki sonu cennet ve nimetle rtfükafatlandırılır.

Hadîsi şerifde ki, «HELAL» kelimesinin söylenmesinde şu âyeti kerî­melerin hükümlerine işaret vardır:

«Ey müminler! size verdiğimiz rızıkların temiz ve helâlından yeyiniz ve eğer ona (Allâha) tapıyorsanız, Aüâha şükrediniz.»  (Bakara sûresi, 172)

Diğer âyeti kerîme meali şöyledir;

«Ey müminler! kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız mah­sullerin en temiz ve helâlından ALLAH yolunda harcayınız (zekat ve sadaka veriniz.)»  (Bakara sûresi, 267)

Diğer bir ayeti kerîme de şöyle buyurulmuştur:

« (Ey habîbim!) Onlar kendilerine hanki şeylerin helal kılındığını sana soruyorlar, deki : Bütün Tîyb ve pak olan nimetler, size helaf kılınmıştır. Bir de alıştırarak ve A Nah in size öğrettiği av terbiyelerinden öğreterek yetişdir-tiiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yeyiniz ve o hayvanın üzerine Allanın adını anınız (Bismillah, deyiniz). Allahdan korkun, Çünkü ALLAH'ın hesaba çekişi gayet çabuktur.

— Bugün temiz ve pak olan nimetler, size helal kılındı. Ve kendilerine kitab verilenlerin (Hıristiyan ve yahûdîlerin) yiyeceği, size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğinizde onlara helaldir. Ve namuslu, zina yapmamış ve gizli dost­lar edinmemiş olduğunuz halde, müminlerden hür ve iffetli kadınlarla kendi­lerine sizden evvel kitab verilenlerden (Hıristiyan ve yahûdîlerden) yine hür ve iffetli kadınlar da, siz onların mehirlerini verib nikahlayınca, onlar size helaldir...»  (Mâide sûresi, 4-5)

Bu ayeti kerimelerde helal nîmetin tarifi ile hükümleri mahdudda olsa, bir nebze beyan edilmiştir. Cenabu hakkın helal kıldığı nîmetler saymakla bit mez. Biz ancak bir kaç misal ile iktifa ediyoruz.

İlâhî nîmetin sayılma ile bitirilemiyeceğî şu âyeti kerîmede belirtilmiş­tir.

«Eğer Allanın nimetini teker teker saymaya kalkışsanız, hulâsa olarak bile sayıp bitiremezsiniz. Şüphesiz ki ALLAH, gafurdur, Rahimdir.» (Nahİ sûresi, 18)

İnsan oğlu, zaman zaman kendisinde varlıklar görür ve kabına sığa-maz. Halbuki kendisi ve bütün varlığı, olduğu gibi ilâhî nimettir ve Allanın malik ve sâhib olduğu kudret ve nimetlere zerre kadar sahib değildir ve aynı zamanda başkalarını değil sâdece kendi üzerinde yaratılan ve verilen ni­metlerin sayımından acizdir, yinede bir şeyleri olduğunu sanır. Akıllı insan, vücudundaki âza ve kılların adedini ve faydalarını gereği gibi bilemediğini düşünür.

Helal ve mubah olan hükümlerin bir kısmını beyan eden ilâhî âyetlerden bâzılarını zikretmiş olduk, zikrettiklerimizden bilhassa ehli kitab olan yahû-dî ve Hıristiyanların yemeklerinin ve yenecek eşyalarının müslümanlara he­lâl olduğunu gayet.açık bir ifade ile beyan buyurması, çok dikkat edilmesi gereken bir husustur. Zira günümüzde bâzı kimseler, kâfir memleketlerinde çalışan ve onların kazanç ve mallarından getirenlerin veya orada çalışanla­rın kazançları yenmeyeceği keyfiyetini savunmaktadırlar.

Yukardaki Mâide sûresinin Beşinci (5.) âyeti kerîmesinde helal ve mu-bahliğı kesin bir ifâde İle beyan edilirken, elbet bu adamların iddia ve savun­maları çok ve çok yersizdir. Hatta kafirlerden gelen elbise ve yiyecekler hakkında necis olduğunu savunanlarda yanılmaktadırlar. Eşyada asıl olan tâhirliktir. Ancak necis olduğu kesin olarak bilinirse, bu takdirde necis ola­bilir. Yoksa zanla hüküm verilemez.

Bu hususta daha geniş açıklama ve misallar bu eserin ikinci cildinde gelecektir. Ancak şu kadarını belirtelimki, Peygamber efendimize Yahudi ve Hırıstjyanlardan ve Hatta îran mecûsîlerinden yağ, peynir, geyecek mest ve şâire gelmiştir, onları yemiş, içmiş ve kullanmıştır. Hiç de bunlar kâfir­lerden gelmiştir, diyerek yemekten ve kullanmaktan çekinmemiştir.[258]

İlgili Fetva

Müslüman olan marangoz Zeydin, bir kilisede ücretle marangozluk yap­ması caiz olurmu?

ELCEVAP...OIur.

Bu surette zeyde, kiliseden amelinin karşılığında aldığı ücret helal olur­mu?

ELCEVAP... Olur. (İbni Nüceym, 331 - Mülteka Tercümesi, C. 4. 141) âyeti kerîme ve fetvalarda hükümler gayet açık iken, kendi aralarında kendilerini allâme veya müttekî göstererek isiâmın hela! dediğine, haram, demek elbette küstahlık ve en ağırından Allanın helal kıldığına rıza göster-meyib isyan etmek olur ki, ALLAH muhafaza sonu tehlikeli bir iddiadır. Cahil olunur hüküm bilinmediğinden iddia edilirse, bir dereceye kadar mazur ola­bilirler. Her ne ise, İsiâmın helal ve mubah dediğine hiç bir fert haram diye­mez ve dememesi lâzımdır. İsiâmın mubah ve helal dediğine, «Haram» diyen­ler kâfir olurlar. İki üç aileyi şer'î nikâhla alanlara gayrı meşru yaşayor, di­yenler bu kabiledendirler.

2 ) Hadîsi şerifde ikinci hüküm olarak geçen meselede «HARAM» dır. Bu haramın ne demek olduğu ve hükmü ile ilgili hükümlerini de kısa yol­dan açıklamaya çalışalım.

HARAM : Aîlâhü tealanın kesin olarak yasaklayıp men ettikleri ve işlen­mesi hâlinde cezaî müeyyidelerle cezalandırılması veya âhireîte şiddetli aza­ba müstehak kılacağı beyan buyurulan ve memnu olan hükümlerdir.

Haramın da pek çok çeşitleri ve kötü olanları vardır. Biz onian ve cezaî müeyyidelerini teker teker bahsedecek değiliz. Ancak haramla ilgili bâzı hüküm ihtiva eden âyet ve hadîsi şerifleri naklederek neticelemeye çalışa­cağız.

Kur'anı kerimde haramhkları kesin olarak beyan edilenlerden bâzıları şunlardır:

«ALLAH size, (eti yenen hayvanlardan) boğazlanmadan murdar ötmüş olan hayvanı, akan kanı, Domuz etini ve Allahdan başkası için (Putlar, şahıs­lar ve emsali adına) kesilenleri kesin olarak haram kıldı.»(Bakara sûresi, 173)

Diğer âyeti kerîme meaii şöyledir:

« (Ey müminler!) Size, şunlar haram kılındı : (Eti yenen hayvanlardan boğazlanmadan) murdar ölen hayvan, akmış kan. Domuz eti, Allahdan baş­kası adına (Putlar, ölüler, diriler ve emsali fânîler adına) boğazlanan hay­van, bir de henüz canı üzerinde iken yetişip kesmediğiniz boğulmuş, vurul­muş, yuvarlanmış başka bir hayvan tarafından süsülerek öldürülmüş, cana­var tarafından parçalanmış hayvanlar, dikili taşlar üzerinde (Chiliyyet dev­rinde olduğu gibi taşlara ve putlara ve heykellere) kesilenler, fal okları ile kısmet aramanızdır. İşte bunlar haramları irtikap ederek yoldan çıkıştır.» (Mâide sûresi, 3)

Bu saydıklarımızdan başka pek çok haramlar vardır. Şarap içmek, ku­mar oynamak, zina etmek, yalan sölemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek, rüşvet yemek, rüşvet alıp vermek, anaya babaya isyan etmek, dans yapmak, baloya gitmek ve karısını yabancı erkekden kıskan­mamak, kin, buğuz ve hasedlik gibi kalb hastalıklarına mübtela olub yaşa­mak, kibir, ucub, riya ve emsali büyük günahları işlemek, faiz yemek, domuz eti yemek, komşuya ve insanlara zulumda bulunmak, beş vakit namazı vak tinde kılmamak, zekatı vermemek ve hac gibi dîni farizaları yapma kudretine mâlik iken işlememek de büyük günah olması hasebiyle kimisini işlemek ve kimisini de işlememekle haram irtikab edilmiş oluyor.

işte bu saydıklarımızı ve bunlardan başka haramları işleyen kimseler, haram ve günah olduğunu bilib bu inançla işlerlerse, âsî, günahkar ve zâlim müminlerdendirler. Fakat bu haram ve kesin günahtan işleyenler, helal der­ler veya haram ve günah olarak kabul etmezlerse, Kur'anı kerimde haram ve kötülükleri kesin olarak beyan edilen hükümlere helal veya günah değil­dir diyerek hüküm vermekle kur'anı inkar ve Alâha küfüretmiş olduklarından kâfir olurlar. Kafirlerin ise, varacakları yer, cehennemdir.

Yukardaki saymış olduğumuz bâzı haramlara ilâve ederek ehemmiye­tine binâen şu hükümleri de zikredelim :

«Kumar oynayarak elde edilen ve satılan yumurtanın yenmesi ve alın­ması caiz değildir. Tenbel kimselerin bekledikleri piyango ve emsali şeyler­de aynı şekildedirki, yenmesi ve oradan ahnan şeylerin caiz ve helal olma­dığıdır. Velevki gayri müslimden alınsın, bizim memleketimiz olan islam diya­rında sigortadan alınan (Yanî hayat sigortası ve vasıtaların bir kıymeti biçi­lip sigortalamak olan kasko sigortası gibi sigortalardan alınan) para ve malda aynıdırki, o para ve malın yenmesi ve alınması caiz ve helâl değildir.

Fakat Dâri harb dediğimiz küffar diyarında sigortadan almak ve yemek ca­izdir.

— Müslüman bir kimse, dâri harbe bir emni eman i!e girse, onların rıza ve muvafakatlan dâhilinde onlardan sigorta parasını hanki sebeb ve cihetle olursa olsun almasında bir beis yoktur. Zira bir kaddarhk şekli olma­dığı takdirde onlardan almak mubahtır. Öyle olunca da alıb yemek temiz ve helal olur. Ve dâri harbdeki kimselerin, esir ve emanlı kimselerden olmala­rında fark yoktur, hepsi müsâvîdir. Hatta dâri harbde bir dirhemi iki dirhe­me (yani, bir lirayı iki liraya) satmak dahi caizdir veya murdar ölmüş hayva­nı dirhemlere (paralara) karşılık olarak onlara stmak veya onlardan kumar yolu ile mal almak, işte bu ve emsali amellerin hepsi onların diyarında (on­ların memleketlerinde) müslümanîar için helal ve tîybdir. (Çünkü düşmanı çeşitli yollardan zaifletmek vardır)»[259]                            

Bu son satırlar içerisinde geçen «dâri harb ve dâri islam» hakkında ge­niş malûmat «MÜLTEKA TERCÜMESİ» adlı eserimizin üçüncü cildinin «FA­İZ BÂB1» başlığının son kısmında zikredilmiştir. Orayı mutlaka okumak ge­rekir.

Dürrü muhtarda dâri islamla İlgili şu cümleyi de burada ilâve edelim : «Deri harb, ehli islam olan müslümanların o memlekette cuma ve bay­ram namazı kılmak gibi hükümlerin icra edilmesi ile dâri islam olur.»

[260]İslam hukukunun esaslarını ihtiva ve izah eden dna kaynaklarımızdan Dürrü muhtar yukardaki hükümleri beyan ederken, bir memlekette cuma ve bayram namazından başka daha pek çok islâmî hükümler yaşanır ve tâlim edilirse, elbette orası daha âlâ «dâri islam» olur. Cuma ve Bayram namazı kılınan ve aynı zamanda beş vakit namaz ve teravih namazı edâ edilen, Hac farizası rahatlıkla yapılabilen, Şer'î fetvalardan bir çokları veri­len, camilerde devamlı nasihat yapılan, Kur'an kurslarında Kur'anı kerim ve diğer dîni hükümter öğrenilib öğretilen, İmam Hatib okullarında, İslam enstitülerinde ve Mâhiyet fakültelerinde islâm: ilim tahsîli yapılan ve daha islâmın şiarından olan bir çok islam esasları öğrenilib İcra edilen bir mem­lekete ki, Türkiyeye Dâri islam demek elbet en doğru ve en isabetli bir hüküm olur.

Hakikat böyle iken kendini ve neticenin nereye varacağını .bilemiyen ve hana islam esaslarını beyan eden kaynaklardan gereği şekilde jlgi ve bilgisi olmayan, bâzı zavallılar, Türkiye dâri harbdir, diyerek fesatlık yapmak-dadırlar. Bu zavallılar aynı zamanda cumayı kılarlar, faize haram derler, ku-mar oynamak haram derler, nikah ve talak mesfelerini isiam esaslarına göre icra ederler, belkide bir tarafdan halka nasîhatta da bulunurlar. İşte islam ölçüsünü ve islam hukukunun esaslarını hakkı ile bilemiyen câhil kimseler, böyle tezatlara düşüyorlar. Dâri harbde bir çok hükümler, dâri islamdaki gibi olmadığını öğrenmiştik. Şu halde bu adamların hüküm ve hareketleri çok ve çok yanlış ve tezathk içindedirler.

Evet Türkiye «dârj islamdır» ve yapmış olduğumuz dînî ibâdet ve icra­atlarımız hak indinde makbuldür. Elimizdeki islam esaslarına uyduğumuz müddetçe, Allanın indinde makbul olur ve âhirette ecrü mükâfatını görü­rüz. Tek kelime ile, Türkiye bir islam diyarıdır. Binaenaleyh İslâmın hela! ve haram olarak beyan ettiği hükümler, hiç bir değişiklik olmadan riayet edilmesi şart olan ve hakka yapılan ibâdetlerin ecrü mükâfatı mutlaka verilecek ve görülecek bir memlekettir. Allâhü teala hak olan doğru yoida bütün müslümanları yürütüp kendini bilmeyen sapıklardan koruyarak ahi-rette seadet merkezi olan cennet ve nimetine nail etsin. Amin.

İlgili fetva ;

Kâfirlerin vilâyetinde (memleketinde) olan islam beldesinde (şehrinde) vâii olmayıp vali ve hâkimlerinin hepsi kâfirlerden olunca, zikrolunan (islam) beldelerindeki müslümanlar. Cuma namazını ve Bayram namazını ikâmet edip içlerinden şeriatı mutahharenin hükümlerine âlim bir müslümanı rızâla-rıyla kadı (Diyanet reisi veya müfti) yapıp ona muraeaat etmeleri şer'an caiz olurmu?

ELCEVAP... Olur.

Bu surette Hutbe kimin nâmına okunur ve bir padişah nâmı anılma-yınça hutbe sahih oiurmu?

ELCEVAP... Olur. [261]                                                  

Yukardaki fıkhî hükümler ve fetvalar gereğince kâfir beldeleri içinde yaşayan ve orada bir müslüman beldesi ve cemaatı hâlinde olanların Cuma ve Bayram namazlarının caiz ve sahih olduğu beyan edilirken, islam diyarı olan Türkiye de Cuma ve Bayram namazlarının caiz ve sahih olmadığını söyleyenlerin iddiaları, indi ve fikrî bir hükümden ve aynı zamanda bâtıl ve geçersiz iddiadan başka bir şey değildir.

3 ) Hadîsi şerifde geçen beş hükümden birisi de Kur'anı kerimde olan bir hükümde «Muhkem» âyetler vardır.

MUHKEM : Lafzın açıklığı İtibârı ile kuvvetli, nesih ihtimali olmayan, îtikad ve amel edilmesi vâcib olan hükümleri ihtiva eden âyeti kerimeler­dir. İnkâri küfrü de îcab ettirir ki, hükümde kesinlik ve kad'iyyet ifâde eder.

Bu muhkem ya doğrudan doğruya bi aynihi muhkem olur ki, nesih ih­timali kad'iyyen ve ebediyyen olmayan âyet ve kesin hükümlerdir.

Meselâ, Peygamber sallallâhü aleyhi veseilem efendimizin hanımlarını kendinden sonra ebediyyen başkalarının nikahlama imkanını yasaklayan kesin hükmü beyan eden âyeti kerimedir.

Bu hususu beyan eden âyeti kerîme meali şöyledir :

«Ve Resulünün arkasından (ahirete irtihatinden sonra) onun zevceleri ni nikahlamanız, hiç bir zaman caiz olmaz.» (Ahzab sûresi, 53)

Diğer bir misalda Allâhü tealanın sıfatlarının hiç bir zaman tebdil ve tağyir edilemiyeceğinj beyan eden ilâhî hükümlerdir. Cümleden bir ayeti ke­rime meali :

«Muhakkak ki Alloh, her şeyi biliyor.» (Ahzab sûresi, 54)

Evet cenabu hak zât ve sıfatında ezetî ve ebedî-dir. Hiç bir zaman teb­dil tağyir ve fenaya mâruz kalmamıştır ve ebediyyen her türlü noksanlık­lardan beri ve münezzehtir.

Diğer bir misalda şu mealdaki hadîsi şerifdir:

«Cihad, kıyamete kadar devamı kesinleşen bir ameldir.»[262]

Muhkem olan âyet ve hükümlerin bir kısmı da zamanı seâdetten son­ra hiç bir zaman neshedilib tebdil ve tağyir imkanı olmayanlardır. Bunlara da muhkem liğayrihi denilmiştir. Zahir, nas ve müfesser hükümleri hâmil olan bütün âyetler, muhkem demektir. Zira resulü Ekrem efendimizden sonra bu hükümlerin neshi ve tebdili mevzu bahis değildir.

Muhkem olan âyetler kesinlik ve kat'iyyet ifâde eder. Onun için hükmü kad'iyyet ifâde eden âyetleri ve ihtiva ettikleri hükümleri inkar, küfürdür.

Umûmî olarak muhkem hüküm ifâde eden âyeti kerîmelerden bir kaçı şöyledir:

«(Habîbim!) Deki, Geliniz size Rabbinİz neleri haram etmiştir, okuya­yım : Ona hiç bir şeyi ortak koşmayınız, anaya babaya iyilik ediniz, fakirlik yüzünden çocuklarınızı öldürmeyiniz; sizinde onlarında rızıklarını biz veririz. Zina gibi kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayınız. Alâhin kıymet­li kıldığı nefsi (bir şahsı ve canı) haksız yere öldürmeyiniz. İşte bu yasakla­ra riayet etmeyi ALLAH size tavsiye ettiki, belki düşünür ve aklınızı erdirirsi­niz.»  (En'am sûresi, 151)

Emri ilâhî olarak sabit olan muhkem âyete misaldan bir tanesi:

«Ey îman edenler! ALLAH ve insanlar arasında yapmış olduğunuz sözleş­me ve bağlantıları, yerine getiriniz.»                                (Maide sûresi, 1)

Nehyi ilâhî ile ilgili bir ayeti kerime meali:

«Yer yüzü (îman ve adaletle) düzeldikten-sonra, orada (fitne ve fesatlık yaparak) ifsad etmeyiniz...»                                               (Araf sûresi, 56)

Diğer bir âyet meali :

«Allâha ve onun Resulüne itat ediniz ve birbirinizle niza edib çekişme­yiniz.Çünkü liçinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.»

(Enfal sûresi, 46)

Muhkem hükümleri beyan eden emir, nehiy ve nasîhatla ilgili pek çok âyeti kerîme ve hadîsi şerifler vardır. Fakat biz burada sâdece bir kaçı ile iktifa ediyoruz.

4 ) Yukarda 182 nolu hadîsi şerifde beyan edilen beş hükümden dördüncüsü de «Müteşâbih» hükümlerle ilgili cümledir. Fakat kur'anı ke­rimde geçen Müteşabihler hakkında kısa yoldan açıklamalı îzahat yukarda geçmiştir. Müteşâbih hükümler olan, «Rabbin geldi, Allanın eli onların elle­rinin fevkında, sûrelerin evvellerindeki harf ve   kelimeler hâlindeki müteşa­bihler ve daha diğer müteşabihler gibilerin» tevil ve inanç yollarını huîasa olarak öğrenmek için yukarda geçen 151. hadîsi şerifin kendisini ve îzahını okumak kifayet edebilir.

5 ) Hadîsi şerifde geçen beş hükümden beşincisi de, «emsailar -Kıssalar» dır. Yânj Kur'anı kerimde geçen ve sabit olan hükümlerden biri olan beşinci ve sonuncu hükümde, ibret almak ve nasîhatlanmak için kur'­anı kerimde geçen Peygamberler, kavimler, şahıslar, hayvanlar, böcekler ve sârir varlıklarla ilgili geçmiş ve el'an devam eden kıssaları okumak el­bette en iyi ve en doğru yoldur.

Hayatta görürüz, bâzı câhiller \/e bâzı ilim ve islam âlimleri sınıfına dâhil olan kimseler, halk toplantılarında veya vâzu nasîhat kürsüleri ve hut­belerinde halka neler anlatalım diye sorarlar veya Kur'an kıssalarını bıra­kırlar asıllı asılsız pek-çok uydurma ve belkide dînî mahzuru ihtiva eden hâdise ve meseleleri anlatarak zamanını meşgul edib boşa geçirenler, dün olduğu gibi, bugünde oluyor.

Hatta bizzat gelib soranlar olmuştur ki, vâzu nasîhatta ne gibi kıssalar tavsiye edersiniz, bizde Kur'an kıssalarından bâzılarını tarif edrek «kur'an kıssalarını tavsiye ederiz» dediğimiz olmuştur.

Kur'anı Kerimde kıssa ve misallarla ilgili pek çok âyeti kerimeler var­dır. Biz böcek ve hayvanların durumlarını misallayıp bir hüküm beyan eden bir ayeti kerime mealini şöyle nakledelim :

«Allahdan başka dostlar edinenlerin (putlara ve heykellere tapanların) misali, kendine bir ev yapan örümcek böceğinin misâli gibidirki, muhak­kak ki evlerin en zaifi, örümcek yuvasıdır, Eğer bilmiş olsalardı.» (Ankebût sûresi, 41)

Böyle misal ve kıssaların niçin zikredildiğini halikı zülcelâl şöyle beyân ediyor:

«İşte bu misaller varya, biz onları insanlar için beyan ediyoruz, Bunla­rı (Bu misalların neticesini ve faydaların!) ancak âlimler anlar.» (Ankebût sûresi, 43)

Diğer âyeti kerime de şöyle buyurulmuştur:

«Elbette peygamberlerin kıssalarında, akıl sahibleri için büyük bir ib­ret vardır.» (Yûsuf sûresi, 111) [263]                                                                              

 

Tercümesi:
 

183 - (44) İbni Abbas (R.A) den mervîdir, dedi :

 

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Emr, üç nevidir (ve Şunlardır) :

a)  Doğru ve sevablığı açık olan emirki, buna tâbi ol.

b)  Dalâlet ve fenalığı açık olan emir (iş) ki, bundanda ictinab et (kaçın).

c) Doğruluk veya eğriliği ihtilaflı olan emir (iş) ki, bunuda aziz ve celil olan Allâha havale et.»                               (Hadisi, Ahmet rivayet etmiştir.)

(Not : Bu hadîsi şerifin hükümleri ile ilgili gerekli îzahat, yukardaki hadîsi şeriflerin İzahatlarında zikredilmiştir. Bilhassa son cümle hakkında 151. hadîsi şerif ile devamındaki hadisi şerifleri okumak lazımdır.) [264]  

 

Tercümesi:  
                                                           
 

184 - (45) Muaz Bin Cebel (R.A) den mervîdir, dedi

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Muhakkakki Şeytan; koyunun kurdu gibi, insanın kurdudur. O kurd, sürüden ayrılan, sürüden uzaklaşan ve sürünün kenarında (bir ucunda) ka­lan koyunu kapar.[265]

— Aman Şubelere (fırka ve zümrelere) ayrılmaktan hazer edininiz. Ce­maata ve umûma (doğru yolda toplanmış ehlî sünnet cemaatı toplumuna) sarılınız.» [266]                                                          

 

İzahat
 

Hadîsi şerifin baş tarafında Şeytan, kurda teşbih edilmektedir. Kurd koyun sürüsünü ifsad edib helak etmekde ne kadar hırslı ve ne kadar kaddar

ise, Şeytanda insan oğlunu azdırıb yoldan çıkararak ifsad ve helak etmekte o derece hırslı ve o derece düşmandır, demek istiyor. Kurd, bir koyun sü­rüsüne girerse, fırsat buiursa, o evveia sürünün hepsini veya hırsı gidinceye kadar bir çoğunu parçalayacaktır. Ondan sonra yine fırsat ve imkan olur­sa, içinden birini veya karnı doyuncaya kadar bir kaçını yer, ondan sonra rahatlayabilir. O hayvanın yaratılış gayesi ve vazifesi budur.

İnsan oğlunun yaratılışından beri en azılı düşmanı olan Şeytanın hırsı ve vazifesi de, kıyamete kadar Adem aleyhisselâmın neslini hak yoldan bâtıl yola çıkarmak ve dünyasını ahiretini başına zindan yapmaktır. O da Allâhü tealâdan böyle yapması İçin yetgi ve izin istedi, Halikı zülcelal da Salih ve ihlash kullarına bir şey yapamiyacağını fakat bir çoklarını da yapabile­ceğini beyan ederek ona bu yetgiyi verdi. İşte bu yetgi ve salâhiyyeti alan iblis, insan oğlunun amansız ve en azılı düşmanlığını şimdiye kadar yap­mıştır, hâlada şiddetle ve aynı hırsda düşmanlığına devam etmektedir.

Rasûlü Ekrem efendimiz de bu düşmanlığı, yırtıcı mahluklardan kurda teşbih buyurmuşlardır. Bu teşbihle düşmanın ne kadar kaddar ve ne kadar hırçın ve tehlikeli olduğunu gayet acık ve kesin bir şekilde beyan etmiş olu­yor.

Hadîsi şerifin baş tarafındaki cümlelerde şu âyeti kerîmelere işaret vardır:

«Muhakkak ki Şeytan, (devamlı olarak) sizin düşmanınızdır, Binaen­aleyh sizde onu düşman tanıyınız, Zira o (Şeytan), etrafına toplanan avene­sini ancak cehennemlik olsunlar diye çağırır.» (Fatır sûresi, 6)

Diğer âyeti kerîme meali:

«Şüphesiz ki Şeytan, insan için açık bir düşmandır.» (İsra sûresi, 53)

Diğer bir ayeti kerime de şöyle beyan edilmiştir:

«Bîr kimse, Şeytanı kendine arkaciaş olarak tutarsa, işte o arkadaş, ne fena arkadaşdır.»  (Nisa sûresi, 38)                                                              

Resulü Ekrem efendimizin Şeytanı, koyun sürüsünü harab eden yırtıcı kurda teşbih etmesindeki hikmet, bu âyeti kerîmeleri okuyunca daha iyi anlaşılmış oluyor. Daha ayrıca şeytanın tuzaklarını beyan eden âyeti keri­meler de vardır. Bir kısmını yukardaki hadîsi şeriflerin îzah bölümünde zik­rettiğimizi de hatırlatırız.

Hadîsi şerifin şu : «O kurd, sürüden ayrılan, sürüden uzaklaşan ve sü­rünün kenarında (bir ucunda), kalan koyunu kapar.» cümlesindede cok dik­kat edilmesi gereken îkazlar vardır.

İslam cemaatını teşkil eden ve ehli sünnet yolunda toplanan kimsele­rin, bir birlerinden ayrılmamalarını tavsiye ederek, cemaattan ayrılanların helak olacaklarına işaret vardır.

Cemaattan ayrılanlar, sürüden ayrılan koyunlara teşbih ediliyor. Bina­enaleyh sürüden ayrılan koyunları, nasılki kurd kapar ve helak olursa, cema­attan ayrılan kimselerinde helak olacağını beyan buyurarak, aman. cemaata iyi sarılın, ayrılmayın, demek isteyor.

Atalarında bir sözü vardır : «Sürüden ayrılan koyunu, kurd yer.»

Ataların bu kıymetli sözü de mübarek peygamber efendimizin cümlele­rinden alınarak kısaltılmış şekli ile söylenmiş oluyor. Her ne ise, fırka ve parçalara ayrılmak en tehlikeli ve şeytanın insanların yolunu keseceği en korkunç yollarından birisidir. Çok ve çok dikkat edib şeytanın duzağına düş­memek için her türlü fırkacılık ve fırkacılardan kaçınmak lazımdır.

Bu hususun böyle tehlikeli olduğunu beyan sadedinde Resulü Ekrem Hadîsi şerifin devamında şöyle buyurmuştur ;

«Aman Şubelere (Fırka ve zümrelere) ayrılmaktan kaçınınız. Cemaata ve Umûma (doğru yolda toplanmış ehli sünnet cemaatına) sarılınız.»

Fırka ve zümrelere ayrılanlar, Şeytannın açmış olduğu yolu takib eden ve islam düşmanlarına hizmet eden kimselerdir. İslam düşmanlarının bir sözü vardır: «Böl, parçala, yut» binaenaleyh akıllı müslüman, bölünüp par­çalanmaz ve aynı zamanda bölünüb parçalanmamak için en iyi ve yapıcı yoHara baş vurur. Her türlü anlayışı ve her ceşid anlaşma yolunu dener. Bakdıki birleştirme imkânı yoktur. Bu takdirde bu işin tehlikesini beyan ederek bölücü ve fırkacılardan uzak durur ve aynı zamanda müslümanların ve islam cemaatının başına dert açacak olanların ic yüzlerini ve bölünme­nin tarih boyunca zararlarını ve aynı zamanda dindeki beyan edilen nur gibi parlak hükümleri de açıklayarak müsiümanları îkaz etmek vazifesini yerine getirmesi lâzımdır.

Burada cok mühim bir hususu belirtmek isteriz, ortaya çıkan yeni yeni fırka ve zümreler kendilerini ehli sünnet cemaatı olarak îlan edib savunmaya kalkışıyorlar. Bu adamlar, fırkanın ve fırkacılığın islamda haram ve günah olduğunu bilmeleri lazımdır. Fakat hal böyle iken, geçmişte olduğu gibi günümüzde de aynı iddiayı yapanlara rastlayoruz. Hic de doğru değildir. Her zümre bâtıl yoldada olsalar, kendilerini savunurlar.

Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurulmuştur:

«Onlardan {müşrik ve müfsidlerden) bir kısmı, dinlerini (dinlerinin hü­kümlerini bırakıb ihtilafa düştüler de) parçalara ayırdılar ve kendileri de fır­ka fırka olmuşlardır. Her hizib (fırka ve zümre de) kendilerindeki olanla bö­bürlenirler.» (Rum sûresi, 32) [267]  

 

Tercümesi:
 


185 - (46) Ebî Zer (R.A) den mervidir, dedi:[268]

«Bir kimse (islam) cemaatından bir karış ayhlırsa, şüphesizki, o kimse­nin boynundan islam bağı soyulmuştur.» [269]  

 

İzahat
 


Bu hadîsi şerifde de «İslam Cemaatı»nı teşkil eden topiulukdan ayrıl­mamaya azamî gayret sarfedib birlik hâlinde yaşamanın ehemmiyetini beyan buyuruyor. Aksi takdirde islam cematından az bîr zamanda olsa, hatta şâ-rih demiştirki, «Velevki bir saat olsun» ayrılmak müminin îmanının tehlike­ye uğrayacağını acık bir ifâde ile belirtmiştir.

İslam Cematının birleştiği ve ehli sünnet velcemaat denilen birlik yolu­nun esaslarının ana hatlarından mühimlerini sıralayalımda her ferd ve top­luluk kendi görüş ve amellerini bu esaslara göre mihenklesinler.

İslam cemaatının inanç ve îtikad esaslarından bâzıları şunlardır :

Evvelâ inanan mümin, îmanında şek ve şüphe etmeyecektir.

Âllâhü teâlanın zati ilâhî ve sıfatı ilâhîsi ile ezelî ve ebedî olduğuna inan­maktır.

Ashap ve Tabiînin ittifak ederek icma ettikleri müslüman cemaatı toplu luğunun birliğine muhalefet etmemek lazımdır.

İyi ve kötü her müminin arkasında namazı kılmak ve iyi ve kötü ölen her müslümanın cenazesine hazır olup kılmaktır.

Günah ve haramlara hela! demedikçe, günahı ile beraber kıbleye dö­nen her ehli kıbleyi tekfir etmemek (kafir dememk) lâzımdır.

Hayır ve şer her şeyin Ailahdan olduğuna ve ondan geldiğine inanmak lazımdır,

Bi gayri hakkın hic bir müslümana kılıcı veya bıçağı çekmemek lazım­dır.

Seferde ve hazarda mestler üzerine meshetmeyi hak görüb işlemek­tir.

Cuma ve Bayram namazını kılan bir emîrin arkasında namaz kılmayı hak görüb kılmaktır.

Mümine îman, bir ALLAH vergisi ve kulun kazancı olduğunu bilmektir.

Kulların İşlerini, Alâhü tealanin yarattığına inanib öyle itikad etmek­tir.

Kabir azabının hak olduğuna inanmaktır.

ALLAHü teâlanın kelam sıfatının mahluk olmayıp gayrî mahluk olduğuna inanmaktır.

Kabirde Münker ve Nekir meleklerin gelib sual soracağına inanmaktır.

Dirilerin, ölülere yapdıkları dualar ve verdikleri sadakaların faydası ola­cağına inanmaktır.

Peygamber efendimizin şefaatinin hak olduğuna ve ahirette muhakkak olacağına inanmaktır.

Peygamber efendimizin Mîracının hak ve sabit olduğuna inanmaktır. Kfyamette insanların amellerini belirten amel defterlerinin okunacağı-na inanmaktır.

Kıyamette; Hisabın, Mîzanın ve Sıratın hak ve var olduğuna inanmaktır.

Cennet ve Cehennemin sonradan yaratılmış, el'an var olup fenaya uğ­ramayacağına inanmaktır.

Peygamber efendimizden sonra bu ümmetin en afdalı, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve aşerei Mübeşşere (ALLAH hebsinden râzî olsun) olduklarına inanmaktır.

Peygamber efendimizin Ashabının kendisinden sonra gelen bütün in­sanlardan afdal olduğunu ve ashabın hebsinin âdil olduklarını kabul edib inanmaktır.

Ahirette cenabu hakkın baş gözle müminler tarafından görüleceğine inanmaktır.

Büyük ve küçük günahı işlemekle, bir kimsenin kâfir olmayacağına ancak helal derse kâfir olacağına inanmaktır. Daha başka îman ve islam esaslarının top yekûn hepsine inanmaktırki, uzun İzahı akâid ve kelâm ki-tablarında yazılmıştır. [270]  
 



[257] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/373.

[258] (Bak, Mirkâtülmefatih, c, 1, 361)

[259] (Hediyetülalâiyye, 227) (Keza sigorta hakkında Bak, İbni Abidin, C. 1, 345-346)

[260] (Hamişi İbni Âbidin, C. 3, 350)

[261] (Hâmşi BEHCE, 181)

[262] (Mecâmiulhakâik, 73)

[263] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/373-380.

[264] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/381.

[265] (Hadisi, Ahmet rivayet etmiştri.)

[266] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/381.

[267] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/381-383.

[268] (Hadisi, Ahmet ve Ebû Dâvud rivayet eîmiştr.)

[269] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/384.

[270] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/384-385.