Konu Başlığı: İzahat Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Eylül 2011, 14:12:15 İzahat Râvî Hz. Âlî (R.A.) kimdir? Hz. Alî {R.A), Peygamberimizin amcası Ebû talibin oğlu. Kızı HZ. Fati-manır. efendisi, dördüncü halifesi emirüf müminin vasfına haiz Ebil hasen künyesi ile mârufdur. Aynı zamanda Ebitturabda denir. Bütün izahat ve beyanlarda, çocuklardan ilk müslüman olanlardandır. Kendisi henüz yedi yaşında iken ıslama girmişdir. Bazı görüşlere görede, sekiz, veya on veya onbeş yaşlarında müslüman ofmuştur. En meşhuru, yedi veya sekiz yaşında müslüman olmuştur. Resulü Ekrem efendimizle beraber bütün muharebelerde bulunmuştur. Ancak Tebuk seferinde bulunamamıştır. Önada gidemeyişi, Resulü Ekrem efendimiz onu ehü iyâünin başına halef olarak koymuştu. Ve Hz. Mûsanın Mikada gidişi anında kardeşi Hz. Hârunu kavminin başına koyduğu gibi, Re-sûiü Ekrem efendimizde Hz. Aliyi ehü iyâlinin ve ümmetinin kalanlarının başına koymuştu ve şöyle buyurmuştu : «Sen bana Horunun Mûsaya oluşu menzillinde olmana razı olmalısın.» Hz. A!j (R.A) sert tabiotiı, gözleri büyükçe, orta boyîu, şişmanca ve vücudu çok kıllı, sakalı enlice, sakalı ve başı bern beyaz idi. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra hilafete getirüdi. O hilâfete getirlidiği günde, bir cuma günü, hicretin otuz beşinde zilhiccenin 18. gününe rasiamıştı. Hicretin kırkıncı yılında ramazon ayının 17 sinde cuma bir günün sabah namazsnı edâ ederken Abdurrahman bin mülcem isimli bir zındık tarafından küfede camide zehirli bir kılıçla yaralanmıştır. Bu yaralamadan üc gece sonra vefat etmiştir. Şehâdeîine sebeb olan «Havaricler» hakkında gerekti malumat «Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde vardır. Cenazesini oğullan, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin (R.A) la beraber Abdullah bin Cafer (R.A) yıkadılar. Namazımda Hafîdi Resûlüllah (S.A.V) olan oğlu Hz. Hasan (R.A) kıldirrmştır. Vefatı anında, altmış üç yaşlarında idi. Hilâfeti, dört sene, altı ay ve bir kaç gün devam etmiştir. Kendisinden oğullan, Hasan, Hüseyin, Muhammed (R.A) la birlikde sahabe ve tabiînden pek çok kimseler, Hadisi şerifler rivayet etmişlerdir. Allah (c.c.J hepsinden razı olsun. Amin. Yukardaki hadisi şerifi tekrar tekrar okumalı, Mukaddarata boyun eğmek ve mukaddaratın ne şekilde tecelli edeceğini hiç bir kimsenin bilemi-yeceği, dolaysiyie irâde ve amel ile mükellefiyetin ne şekilde ve nasıl olması gerektiği beyan edilmiştir. İnsana düşen kendini irâde ve amelin iyi olması ve iyi şeylerle meşgul olması gerekir. Tedbirle mükellef olunduğunu bilen her insan, tedbirini alır, kendine düşeni yapar, takdire karşı isyan etmez. Takdirin ne şekilde olduğunu ve nasıl tecelli dceğini hiç bir ferd bilemez. Bilmeye çalışamazda. Bilirim diyenler veya bilinir iddiasında olanlar basiretsiz kâfir kimselerdir. Hulasa, bizler tedbirle mükellefiz. Takdirle mükellef değiliz. Tedbirimizi tam alırsak takdire karşı ihanet etmeyiz. Şayet tedbirde kusurumuz olursa, takdire kusur bulmamalıyız. Takdirin tecellisi, bizlerin tedbir ve irâdesine bağlıdır. Biz irâdemizi hayra sarf edersek takdirde tecelli edende hayır olur Şayet biz irâde ve tedbirimizi şerre öiet edersek, takdirde tecelli edende şer olur. Akaid kitaplarında şöyle denilmiştir. «Mukadder, Mumad-derle değişir.» Yani Levhİ mahfuza vasfı olarak yazılan şey, her hanki bir sebeb ve irâde ile tebdil edilir veya olduğu gibi tesbit edilir. Kesinlik hükmü, irâdenin sarfına ve sebebini işlemeye bağlanmıştır. Mukadderatın mahiyetini ve neticenin ne şekilde tecelli edeceğini hak teâla bilir. Biz irâde ile mükellefiz. Açıklayıcı îzahat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» le «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde zikredilmiştir. [1] Tercümesi: 86 - {8} Ebû Hureyre (R.A} den mervidir, demiştir: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki: «Şüphesiz Aliâhü teâlanın Âdem oğluna zinadan nasibini yazmıştır, mutlaka o nasibine kovuşur, — Binâen aleyh gözün zinası, (harama) bakmaktır, — Dilin zinası, (cima' kelimesini ve haramı) konuşmaktır, — Nefis zinayı temenni eder ve iştahlanır, fercde onu (zinayı) ye tasdik eder yada tekzib eder.» Buhcıri, Müslim — Müslimin (diğer) rivayetinde Rasûlullah şöyle buyurdu : «Âdem oğlunun üzenine zinadan nasibi yazılmıştır. Ona (zinadan nasibine) elbet kavuşucudur. — Gözlerin zinası, (harama) bakmaktır, — Kulakların zinası, (haramı ve cima' sözlerini) işitmektir, — Dilin zinası, (cima ve haram kelimeleri) konuşmaktır, — Elin zinası (şehvet ve harama) yapışmaktır, — Ayağın zinası, (zinaya ve haram yollara) adım atmaktır. — Kaib, zinayı arzu ve temenni eder. Onu (zinayı) fere, tasdik eder, yada tekzib eder.» [2] Tercümesi: 87 - (9) Imrân bin Husayn (R.A) den mervidir; Müzeyne kabilesinden iki adam dediler ki : Yâ Resûlellah! bana haber verirmisin bugün insanlar ne yapıyor ve nerede çalışıyorlar? Onların üzerine bir şey hükmo-lunup ve onlar hakkında bir kaderde sebkat etmiş olsa veya onlara peygamberlerinin getirdiği bir şey (hüküm, hayır) la karşılamaları takdirinde ve onların aleyhine delil sabit olsa (nasıl olur bildirirmisin)? — Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Teretdüt etme, belki bir şey onlara takdir olunur ve onlar hakkında sebkat eder. Bu hükmün böyle olduğunu aziz ve celil elan Allanın kitabında şöyle tasdik olunmuştur: «Her bir nefse ve onu düzenleyene, — Sonrada ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene ki, onu (nefsini) tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir. (Şems sûresi, 7-9) Müslim[3] İzahat Râvî Hz. İmran bin Husayn (R.A), Ebâ nüceyd künyesi ile mârufdur. Hayberin fethi senesi müslüman olmuş, vefat edinceye kadar Basrada sakin olmuştur. Sahabenin fakih ve fazıllarından idi, Hayberin fethi yılı olan hicretin yedinci senesi kendisi ile babası müslüman olmuştu. Vefatı, hicretin elli ikinci senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun. Hadisi şerjfde Resûlullah (S.A.V) efendimiz, kaderi ilâhîde sebkat etmiş olan her hangi bir şeyin, olmasının mukadder olduğunu beyan buyur-dukdan sonra, sebkat edip yazılan bir şeyin başka bir yazılan kaderle değişebileceğimde zikretmektedir. Hatta bir nefsin hakkında cereyan eden şeyin değişip değişmeyeceği hususundaki suâle, değişebileceğini beyan sadedinde «Tereddüt etme!» buyurmuşlardır. Yukarda bir akâid kaidesini yazmıştık : «El mukadderü yuğayyeru bilmu-kadderi — mukadder olan şey, diğer bir mukadderle tağyir ve tebdil olunur.» Az sadakanın çok belayı def edeceği, makbul bir duanın inen veya inecek olan belayı def edip önleyeceği, tevbe ve istiğfarın hayatta çok değişikliğe sebeb olduğu gibi ahirettede pek çok faydası olacaktır. Bu hususda âyeti kerime ve hadisi şerifler Pek çoktur. Bir âyeti kerimede şöyle buyuruîmuştur: «Allah (c.c.) dilediği hükmü kaldırır ve dilediğini yerinde sabit kılar (veya değiştirir).» Râd sûresi, 39 Bir hadisi.şerifde şöyle beyan edilmiştir: «Sadaka, belayı def eder ve ömrü artırır.» Ayeti kerime ve hadisi şerifin hükümlerini tatbiki olarak yaşayan Hz. Ömerin bir hâdisesini nakletmekle iktifa edeceğiz. Hz. Ömer (R.A) samda vâki olan taun hastalığını duyunca şama gir-meyip dönmek üzere hareket ettiler. Hemen orada Şam Vâiisi Ebu Ubeyde (R.A.) şöyle dedi: «Kazayı ilâhîden kaçıyormusun?» Hz? Ömer (R.A) de dediki: «Allahü teâlanın kazasından kaderi nahiyesine kaçıyorum.» Kaza ile kader hakkında geniş malumat, yukarda iki nolu cibril hadisinin altında zikredilmiştir. [4] Tercümesi : 88- (10) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Dedim ki : Yâ Resûlellâh! Ben genç (şehvet sahibi) bir adamım, ve ben kendi nefsim üzerine zina yapmakdan korkuyorum, ve kadınlardan nikahlayacak bir şeyde bulamıyorum, sanki o (Ebû Hureyre) ondan (Resûlullahdan) hayalarının burulması hakkında izin isteycrdu, Ebû Hureyre dedi: :— Resûlultah (S.AV) bana cevab vermekten sustu, sonra ben yine aynısını söyledim. Resûluİlah yine bana bir şey söylemedi susdu, ondan sonra yine aynı kelimeleri söyledim, — Resûluİlah bana karşı yine susdu, sonra yukardaki sualleri ve cümleleri aynen söyledim, — Bunun üzerine nebiyyi Ekrem (S.A.V) buyurdu :[5] «Ey Ebâ Hureyre! başına gelecek şeyleri (yani, söylediğin veya yapacağın şeyleri) kalem yazdı. Binâenaleyh bunun üzerine ister hayalarını burdur, veya ister (hayaları burdurmayı) terk et.» [6] Tercümesi : 89 - (11) Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, demiştir: Resûluİlah (S.A.V) buyurdu : «Muhakkak Âdem oğlunun hepsinin kaibleri, bir kalb gibi Rahman olan Allâhın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu (Âdem oğlunun kalbini) dilediği şekilde sarf eder.»[7] — Bundan sonra Resûluİlah (S.A.V) buyurduki : «Kaibleri yönelten Ey Allâhım! bizim kalbierimizide tâatın üzere yönelt.» [8] İzahat Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, «Adem oğlunun hepsinin kalbi» cümlesi ile Peygamberler, AÜmler, Arifler, Evliyalar, Müminler ve kafirler-in hepsine şamil olduğunu beyandır. Yâni cenabu hakka göre, bütün insanların kalblerini tasarruf edib değiştirme veya bir şey üzerinde sabit kılması, bir kişinin kalbini tasarrüt etmesi gibidir. Onun için hiç güçlük yoktur. Hadîsi şerifin bu cümlesinde şu rnealdaki ayeti kerimeye işaret vardır : «Sizin (hepinizin yoktan) yaratılmanız ve öldükten sonra diriitümeniz, ancak tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Ol, emri ilâhisi ile her şey oluverir).» Lukman sûresi. 28 Kalblerin hepsinin cenabu hakkın iki parmaklan arasında oluşuda mecazi olarak bir nevî teşbihi şekilde halkın anlayışı ile beyan buyurulmuştur. Halk arasında. «Ben seni parmaklarımla oynarım veya oynatırım, ben seni parmaklarımla fırıldak gibi döndürürüm. O adam, o kimseyi (diğer kişiyi) çok çabucak ve kolayca halleder, işini bitirir.» gibi manalar anlaşılmak tadır. Halikı zülcelâlın kudret ve azametini anlatmak için Resulü Ekrem (S.A. V) efendimizde bu ifâdelerle buyurmuştur ki, cenabu hak için kaibleri bir şey üzerinde sabit kılması veya tebdil edib değiştirmesi, çok kolay ve çok çabuk olur. Onun için güçlük yoktur. O mutlak tasarrufa sahibdir. Kaibleri dilediği şekilde değiştirib sabit kılma kudreti ve yetgisi direk kendisine aittir. Hiç bir varlık ona 'galib gelemez ve onun kudretini engelleyemez, O her şeyinde muhtar ve muktedirdir Netekim Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz hadîsi şerifin son cümlesinde bu hususu şöyle beyan buyurmuşlardır. «Kafbleri yönetib çeviren ey Allâhım! Bizim kalblerimizi de tâatın üzere yönelt.» Hadîsi şerifdeki, «Parmak» tabirinin halikı zülcelâla isnadı «Kudret ve Kuvvet» manaları ile tzah edilmiştir. Yoksa halikı zülcelâlın insanların parmaklarına benzeyen parmaklarının olması manasında olamaz. Cenabu hak öyle teşbih ve teşebbühün her nevîsinden münezzeh ve âlidir, [9] Tercümesi: 90 - (12) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir Resûluİlah (S.A.V) buyurdu : «Her doğan çocuk ancak fıtrat (İman ve islam fıtratı) üzere doğar. Sonra babası anası (yahûdi ise) onu (çocuğu) yahûdi yaparlar, (Hiristiyan ise-!er) Hıristiyan yaparlar, (Mecûsi iseler) Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik oîanını hiç görüyormusunuz? — Bundan sonra Resûfuflah (S.A.V) Şu mealdeki âyeti okuyor : «Allanın fıtratı öyle şeydirki o (Allah C.C.), insanları bunun (İslam fıtratı) üzerine yaratmıştır. Allanın yaratışına (hiç bir şeyi) bedel olmaz, 6u dimdik ayakta duran bıir dindir.» {Rum sûresi, 30) [10] İzahat Hadîsi şerifin baş tarafında şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır: — «(Habîbim!) O vakti hatırla ki, Rabbîr», Adem oğullarının sulbierînden zürrlyetlerini çıkarıb da onları nefislerine karşı şahit tutarak; «Ben siz'n Rab-biniz değilmiyim?» diye buyurduğu zaman, onlarda; «Evet Rabbimizsin, şahit olduk» demişlerdi.» Araf sûresi, 172 Evet anasından doğan her çocuk, îman fıtratı üzere doğar. Yani ezeldeki îmanı üzere müslüman olarak doğar. O îman yedi yaşma kadar muteberdir. Yedi yaşından sonra babası anası çoouğa tâlim ve telkinle ya aynı îmanda sabit ve dâim olmasını sağlarlar. Yahut babası anası yahûdî iseler, çocuğa yahûdiliği teikin ve tâlim ederek yahûdî yaparlar. Eğer babası vö anası Hıristiyan iseler, çocuğa hırıstıyanlık telkin ederek Hıristiyan yaparlar. Şayet çocuğun baba ve anası ateşe tapan Mecûsi iseler. Çocuğa mecûsilik telkin ederek Mecûsi yaparlar. Cenâbu hak neslimizi îman telkini ile yaşatıp yeşerterek müslüman baba ve analardan olmamızı nasîb edib kafir babası ve kafir anası olmakdan muhafaza buyursun. Amin. [11] Tercümesi : 91- (13) Ebû Musa el Eşâ'ri (R.A) den mervidîr, demiştir : Resûlullah (S.A.V) aramıza kalkdı beş kelimeyi tavsiye etti ve dediki : «Muhakkak Allâhu teâla uyumaz, — Ve uyumak ona (Allâha) lâyık değildir (sahih ve mümkün değildir), — Her ferdin nasibini (Rızkını) daraldır ve genişletir, — Gündüzün amelinden evvel gecenin ameli ve gecenin amelinden evvel gündüzün ameli Cenâbu hakka arz edilir.[12] — Cenâbu hakkın hicabı (yani, kul ile Allah arasındaki mânevi perde) Nurdur. Eğer hicab kalkarsa, insanın yüzünün nurlarını (Ve gözünün nurlarını) yakar, bu sebebiede Cenâbu hakka mahlukâtından hiç birinin gözü (görmesi) vâsıl olmaz.» [13] Tercümesi : 92 - (14) Ebû Hureyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu : «Allâhü te âl an in yedi (kudret ve atası), her yeri doldurur hiç noksanlık olmayan nafaka ihsan eder. (Allanın ihsanı) gece ve gündüz yağar (iner). — Yer ve gök yaratıldığı zamandan beri (oradakilerin nefekasını) nasıl infak ettiğini görüb bilmedinizmi? Zira Cenâbu hakkın yedi kudretinde olan nafaka ihsanı hiç noksan olmamıştır, ve Allâhın arşı suyun üzerinde îdi.. Ni'metin ihsanı ölçüsü, yedi kudretindedir. (O ihsanını) daraltır ve genişletir.» [14] Müslimin Rivayetinde ise; «Allanın bereketi, doldurucudur. — İbni Nümeyr, Ni'met doludur. Öyle bir nimet yağışıdırki, O nimetin çokluğundan gece ve gündüzün hiç bir şeyi noksan (mahrum) olmaz dedi.» [15] Tercümesi : 93- (15) Ondan {Ebû Hüreyreden) rivayet edilmiştir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e Müşriklerin zürriyetlerinden soruldu. Resûlullah (S.A.V) de buyurdu :[16] «Onların (müşriklerin) amel ettikleri şeyi (cennet veya cehennem ameli olduğunu) Allahü Tealâ bilir.» [17] [1] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/214-215. [2] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/215-216. [3] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/216. [4] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/216-217. [5] Buharı [6] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/218. [7] Müslim [8] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/218. [9] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/218-219. [10] Buhâri, Müsüm Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/219-220. [11] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/220. [12] Müslim [13] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/220-221. [14] Buharı, Müslim [15] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/221. [16] Buhâri, Müslim [17] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/221. |