๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 17 Ocak 2011, 14:36:33



Konu Başlığı: Sonsuz Aşk Ülkesine Gitmek
Gönderen: Ekvan üzerinde 17 Ocak 2011, 14:36:33
SONSUZ AŞK ÜLKESİNE GİTMEK Mİ İSTİYORSUN? 



    Sen de düştün nefs-i emmarenin elinden kurtulup, arı duru bir kul olabilmek için sonsuz aşkın yollarına... Rastlantısal değildi biliyor musun velayet yollarındaki o insanlarla tanışman, onları sevebilmen... Yazgı, hiçbir şeyden haberi olmayanların semtinden, seni yakın olanlara doğru çekivermişti sinende... Yazgı gereği isteniyordun, bekleniyordun ötelerden... Şu halinle senin hiçbir şeyden haberi olmayan ruhuna aşık olan, seni seven, sana gelen ruhlar vardı ötelerden... Uzaktan uzağa sana bakarlar, seni gözlerlerdi ruhani gözleriyle... Senin hiçbir hesabın yoktu tarikatlarla, velayetle, tasavvuf yollarıyla.. Gençtin, günahlara giriveriyordun belki olnca gücünle... İbadetlerin aksıyordu...

    Ve zaman seni sıktıkça sıkıyor cenderesinden geçiriyordu... Bunaldıkça bunalıyordu yüreğin... Tadı tuzu olmuyordu hiçbir şeyin... Sevgiden, aşktan, mutluluktan yana neye koşsan hemen yanıbaşında yazbozlar yapan mutsuzluğun resmi beliriveriyordu... Her bitiş yeni bir mutluluğa koşma oyununa bırakıveriyordu yerini... Sen hakikatin gölgesiydin; hakikat senin özündeydi... Sarp yollardan geçmen, sınanman gerekti o kutsi aşka kavuşmak için özünde... Sen Leylasız Mecnunların ya da Mecnunsuz Leylaların koştuğu kulvarda koşmaya zorlanıyordun ki ötelerden gelen bir ilhamla bir veli seni sezmeye başladı sinesinde... Sevgiyle senin ellerinden tutup, çekivermek için aşk ülkesine seni aramaya başladı kentin sokaklarında... Simalarda seni arıyordu.

    Derken karşılaşıverince onunla bakışlarındaki ruhanilik seni çepeçevre sarıverdi ve öylece kalakaldınız bakışlara yansıyan sevgi nurlarının ışıltılarıyla... Birbirinize sevgiyle çekiliveriyordunuz; bu sizin aşk yoluna girmeniz için bir armağandı Yaratıcı’dan... Biat vermekle görevli olana sevdirilimiştiniz... Derken ayrılamayanken ayrılan bir bütünün iki yarısı oldunuz koyulaşan sohbet ikliminin sıcaklığında... Sevgi nurlarıyla çarpan iki yüreğin ruhani yolculukta birlikte olma planları... Yolları tanıma, kılavuzları tanıma , nefsi tanıma ve aşk yolunun yolcusu olma... Derken istihareler ve sonrasında ruhani bir duayla gaybın elindenYaratıcı’ya biat, intisap... Yolculuğun dersleri... Tarif edilen dersler...... Estağfurullah, üç ihlas, bir fatiha... Silsileye sevapların bağışlanması... Yüz lailaheillallah, yüz Allah(c.c), yüz salavat-ı şerif ve virdin bitiminde “ilahi entel maksud ve rızakike matlup”... Buna bağlı olarak farz ibadetleri yapmaya teşvik... Gıybetten, günahlardan, bidatlardan kaçınıp,sünnete uyma... Ve beklentilerin ayak seslerinde ruhun isyanları... Yoldan ayrılma türküleri... Sıkıntılar, yalnızlıklar... Değişen bir şeyler olmadılı edalar... Aranıp, sorulmayı istemeler... Bir zaman sonra da yola yabancı düşmeler...

    Ve derken yüreğini el aldığın insanın sevgileri sarıverdi birden bire... Olanca gücüyle çekiliyordu kalbin... Ona doğru seni çeken ruhlar vardı göremediğin... Silsiledekiler ruhani bir himmetle seni ona doğru çekiyor, bağlıyorlardı...

    Bu sevgi gelgitleriyle yavaş yavaş yollara alıştırılıyordun... Sana el veren veli, onların tasarrufuyla oturup, kalktığından bazen seni arıyor, bazen aramıyordu... Sen onda birşeyler bulmuştun... Bu sevgi, hep seninle olsun istiyordun... Duyguların vardı sevgiyle dopdolu olan... Arayıp, bunları söylemeye cesaret edemiyordun belki ona... Sevgi şiirleri okuyordun, ondan sevgi sözleri bekliyordun delice... Sana yazdığı mesajları döne döne okuyup duruyordun... Bunlar bir kusur muydu? Sevgi neydi, aşk neydi? Biten beşeri aşklardaki mecaz, tarikatlarda neden aşkın solmayan yediveren güllerine dönüyordu? O bakışlarda bakanlar kimlerdi, o gülüşlerde gülenler?.. Sırların açıklanmadığı sevgi ve aşk yönelişleri? Belirsizlikteki belirlilik... El ele, el Rahman’a... Rahman’dan yansıyanlar silsile yoluyla sufiye... Ne garip... Somut gerçeklikteki sanrıda düş oyunu olan yaşamın sanal gölge oyunları... Bizi biz yapmayan cismimiz, ruhumuzun dışavurumundan esini olan biz gerçekliğindeki yokluğumuz...

    Aşk ve acı... Kan ve gül... Gül ve alev... Her ayrı düşüşte yakan sevgi, yalnızlık, kavuşamama, kavuşunca sönen aşkın ışıksız kandili...

    Bir sevme , bir aşk ki delice... Onunla olma, gözgöze gelme, aynı havayı soluma istekleri... Sonrasında gelen karabasanların karları, fırtınaları; nefret, aşağılama, hiçe sayma... Bir anda yeniden başlayan sevgi ve aşk kıvıcımlarıyla, yola kılavuza duyulan hislerde Yaratıcı’nın yakıcı sıcaklığı... Kavuşma, ayrılık... Aşk ve soğukluk... Sitem ve yanyana olma tutkusu...

    Evet aşk ülkesine,aşkla varılır yine... Akıl bu yollarda yürüyemez; ama aşka kılavuzluk edebilir... Yaşamdaki bütün aşklar O’ndan bir tecelli... Rauf, Vedud, Rahman olandan bir tecelli...Sevdiğin, aşkla çekildiğin herşeyde O’nu görmen için bütün bu sevgi yoğunluklarındaki sıcaklıklar... Yaratıcı’yıhesaba almazsan, O’nu düşünmeden sevgiyle yönelirsen hep kaybedersin... Acılar seni sarıp, sarmalar... Dinin sınırları içinde kalarak yudumlayabilmek sevgiyi, aşkı... Hem de kaynağını dikate alarak adım adım yaklaşabilmek Rahman’a, Rauf’a, Vedud’e...

    Yaşamın yolunda sevgiyi, aşkı kendilerine kılavuz seçmiş Leylasız Mecnunlar vardır bir de... sakın onları sevme, hele hele de onlara aşkla yönelme... Yandıkça yanarsın sevgilerinden... Bakışlarında bakanları, gülüşlerinde gülenleri, seslerinde konuşanları vardır bunların... Kimi fenfişeyh, kimi fenfiresul... kimi fena fiaşk... Kendileri kendi olmayanlara, kendileri sanarak, sevgiyle yaklaştığında; sen sen olduğun için onların sevgiyle, aşkla bakışları seni yakar, kül eder... Vücuduna onlardan yansıyan aşk ışınları ulaştığında kaldıramazsın bunları... vücudun gerildikçe gerilir, çarpar yüreğin sarhoş olur, sendelersin adeta olduğun yerde... Mecnunlar her yerdeler... Onlar Yaratıcı’nın aşk nurunu taşıyan postacılar...Sevgiden, aşktan yana nasibi olanlara kılavuzluk yapanlar... Aşktan yana kısmeti olanlara yudum yudum aşk şarabını sunan sakiler...

    Sen çok şeysin ya da her şeysin... Leylasız Mecnunlar aslında hiçbir şeyler...Hiçbir şey olanların yanında sen çok şey olduğun için hiçbir şeysin; onlar aslında hiçbir şey oldukları için her şeyler...

    Leylasız Mecnun olmak nasıl mı olur? O’nu çok çok anmakla... Özellikle sevgiliye gitmek için ruhun gereksinim duyduğu Lafza-yı Celal’i - Allah (c.c) esmasını – dil damağa yapışık nefesi içte tutarak günde en az beş bin yapıvermekle... Bunu yıllar yılı yapmakla... Gelen belalara, hastalıklara, musibetlere sabırla, duayla karşılık verebilmekle, tarif edilen tarikat derslerini aksatmadan yapıvermekle, ibadetleri yapmakla, arkadaşlarını, danışmanı unutmayıp, sevmekle... Bu zikri on bine kadar çıkarmakla, rabıtaya, mürşide sevgiye devam etmekle, bir cemaatin ferdi gibi arkadaşlarla oturup, kalkmakla, kendini yaratılanların en aşağısı bilmekle... Bunları kim mi yapar? Deliler... Zaten de Mecnunlar delidirler ve şu yaşamda herkesin Leylası değil, Leylaları varken; onlar . Mecnunlar, Leylasız olan gariplerdir, kimsesizlerdir... Byle oldukları için de kimsesizlerin kimsesi; kimseleri olmuşlardır kimsesiz Mecnunların...

    Sonsuz aşk ülkesine gitmek mi istiyorsun? Öyleyse bir Mecnun bul ve onu sev...Sevdikçe yan, yandıkça sev... Kendini bir anda buluverirsin Rauf’un, Vedud’un aşk tecellisi içinde... Allah’a aşık olmak için mürşide gerek yok mu dedin? Yanılıyorsun... Leylasız Mecnunlar kendileri olmadığından Rauf, Vedud onlarda tecelli eder aslında...

    Onları sevebilmene bağlı bu aşkı yaşaman... Kimi sultanlar bu sırrı biliyorlardı... Musa Nebi (S.A.V) de bı sır için Hızır’ı –Belya’yı- aramak adına yollara düştü... O’ndaki O’na kavuşmak için... Sonsuz aşkı tatmak, ondan ledünni ilimler devşirebilmek için... Sen bir tarikata intisap ettim, el aldım, vird yapıyor muyum dedin? Bu sana büyük bir ihsan... Anla ki Allah(c.c) seni seviyor... Bununla ism-i azam sırrı gibi imanla kabre girme müjden var... Bu O’nun bir vaadi... Ama O’nun aşkın kavuşup, yol alamazsın... Nefs-i emmarenin elinden kurtulamazsın, yaptığın esmanın tadını alamazsın, ibadetlerin tatsız, tuzsuz olur... Önerilen Lafza-yı Celali çok çok çalışırsan, buna bir ömür devam edersen sana da gelir, ötelerden bir gelen; seni ledün sırlarıyla donatır, nurun, aşkın kapılarını sana açar, aşk şaraplarından kadehler içirir sana... Ve sen de Leylasız Mecnun ya da Mecnunsuz Leyla oluverirsin; herkes sende O’nu bulmak için senin sevgine koşar... Sen O’nda yok olursan; O sende var olur... Sende var olana aşık olmak için çalarlar kapını insanlar... O bir kulunu sevdi mi, ne mi olur? Nebi (S.A.V) şöyle der: ”Allah bir kulunu sevdi mi o kulun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur.” Sen, Leylasız Mecnun’u seven... Bu sevgidir sana yol aldıran... Velidir senin sevdiğin aslında... Onları sevebildiğin kadar yanarsın, yandığın kadar varsın...

    Unutma ki sonsuz aşka ulaşma gerçekliğinde Mecnunlara duyduğun sevgi ölçüsünce yol alır da sonsuz aşka yanarsın...

    Sen aşkı arıyordun güllerdeki güzeliklerde
    Tomurcuk, gonca; güzelim gülden bir parça
    Aşk gül değil, güle yansıyan anlamdaki ışık
    Sevgideki anlamı yüklenince gül
    Bülbül, gonca güllerin açmasına aşık olur
    Sevgi ve aşk şarkıları söyler durur gülere
    Sonsuzluğun aşkı, aşkın sonsuzluğu
    Bülbülün feryadına yansıyan tecelli
    Bülbüle güller sevdirilmiş, ya güllere ne?
    Zaman ülkesinin sonsuzluğuna
    Yol bulup gitmiş bülbülle gülün aşkları
    Bizler de yolcuyuz aslında aşk yollarında
    Öyleyse düşelim yollara Mecnunları bulalım
    Leylasız Mecnunlarda sonsuz aşka yanalım



DR.HAMZA METİNER