> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Muhabbetin Hükümleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Muhabbetin Hükümleri  (Okunma Sayısı 2146 defa)
07 Ocak 2010, 17:24:32
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Ocak 2010, 17:24:32 »



Muhabbetin Hükümleri Ve Muhabbet Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Yakin makamlarının dokuzuncusu, Muhabbet makamıdır. Muhab­bet, ariflerin makamlarının en yükseğidir. O; Allah Teala´nın ihlas-lı kullarını tercih edişidir. İlahi lütfün son noktası da budur. Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onları sever, onlar da Allah Teala´yı sever­ler". (Maide/54); "Bu, Allah Teala´nın dilediklerine bahşettiği lütfu-dur". (Cum´a/4) Bu haber, mübtedası ile anlam bakımından bitişik-

tir. Çünkü Allah Teala, seven kulları, onlara olan lütfü ile vasfet-miş ve bu ikisi arasına başka bir şey koymamıştır. Bu da, sevilen kulların övgüyle vasfedilişidir.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Al­lah Teala, sevdiğine ateş ile azap edecek değildir". [19] Allah Teala da, Resulü´nün (sav) bu sözünü tasdik edip O´na muhabbet iddiasında bulunanların sözlerinin boş olduğunu bildirerek şöyle buyurmuş­tur: "De ki: O halde niçin Allah günahlarınızdan dolayı size azap ediyor? Hayır! Siz de O´nun yarattıklarından birer insansınız". (Maide/18)

Zeyd b. Eşlem dedi ki:
Allah Teala kulunu sever. Hatta sevgisi o dereceye varır ki ona, ´Dilediğini yap, seni bağışladım´ buyurur. İs­mail b. Eban, Enes b. Malik´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiği za­man, işlediği günah ona zarar vermez. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Mu­hakkak ki Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri se­ver". [20]

Allah Teala, muhabbeti için günahların bağışlanmasını şart koşmuştur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz:
"Ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın". (Al-i İmran/31) Allah Teala´ya inanan her mümin, O´nu sever. Ama O´na olan sevgi ve muhabbeti, imanı, müşahedesinin açıklığı ve Mahbub´un herhangi bir sıfatta ona tecellisi oranındadır.

Bunun delili de, onların tevhide icabetleri, O´nun emir ve ya­saklarına bağlı kalmaları ve hükmü O´na teslim etmeleridir. Bun­dan sonra tevhidin müşahedeleri, emir ve yasaklara bağlılığın de­vamı ve hükümleri O´na teslimde farklı derecelere sahip olurlar. Bu da ancak, muhabbetten kaynaklanır.

Allah Teala´yı sevenler, kısımlarına göre farklılaşabilirler. Alt derecelerdeki biri de Allah Teala´nm sevgisinden mahrum kalma­yabilir. Tıpkı marifet sahibinin, marifetten geri kalmadığı gibi. Hiçbir büyük de, kendini tevbeden müstağni göremez. Bütün ilim­lere vakıf olsa dahi bu durum değişmez.

Çünkü Allah Teala müminleri, Zatı´na aşırı sevgi ile vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur:
"İman edenler ise en çok Allah Teala´yı se­verler". (Bakara/165) Ayette geçen (Eşedd=daha çok´ kelimesi, onla­rın muhabbet bakımından farklı derecelerde oluşlarına delalet eder. Çünkü ´Eşedd´ kelimesi, bu anlamı ihtiva etmektedir. Allah Teala, ´Şedîd=çok´ buyurmuştur.

Allah Teala´yı sevme babında kullanılan bu hitap, "Allah katın­da en değerliniz, en takvalı olanmızdır" (Hucurat/13) buyruğuna benzer. Bu ikinci ayet de, müminlerin takvalarındaki farklılaşma­ya orantılı olarak değerli oluş bakımından da farklı derecelerde ol­duklarını göstermektedir. Allah Teala, bu buyruğunda da, ´Değerli takva sahipleri´ ifadesini kullanmamıştır.

Allah Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Allah Te­ala dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. îmanı ise, sadece sevdiklerine verir".[21] Müminler, Allah sevgisi noktasında farklı de­recelere sahiptirler. Bu farklılığın sebebi, marifet ve müşahede ba­kımından farklı seviyelerde bulunmalarıdır.

Allah Resulü (sav) Allah sevgisini imanın şartlarından biri ola­rak görmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri Allah ve Resulü, kendisine diğerlerinden daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz"[22]

Bu hadisten daha açık ve kesin ifade taşıyan bir hadis-i şerif de şöyledir:
"Allah´a yemin olsun ki bir kul Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman et­miş olmaz".[23] Başka bir rivayette, ´Kendi canından´ ifadesi yeral­tı aktadır.

Allah Resulü (sav) vazettiği bütün hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Size verdiği nimetlerden dolayı Allah Teala´yı sevin. Allah Teala´yı sevmeniz sebebiyle de beni se­vin"[24]

Bu emir, Allah sevgisinin farziyetinin delilidir. Müminler, Allah Teala´nm lütufları bakımından farklı derecelere sahip olsalar da,bu lütufların en büyüğü Marifetullah yani Allah Teala´yı layıkıyla bilmektir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sev­gidir.

Allah Teala´yı seven muhibban, muhabbetin farklı mertebeleri­ne sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Onlar arasında Allah Teala´yı en çok sevenler, O´nun ahlakına en çok sarılanlardır. O´nun ahlakının esasları ise, ilim, hilim, af, güzel davranış ve halkın kusurlarını örtmek ve benzerleridir.

O´nun sıfatlarının manalarını en iyi bilenler; sıfatları noktasın­da O´nunla mücadeleden en çok kaçınan ve O´nu en çok sevenler­dir. Onlar, kibir, övünç, övülmeyi sevme, zenginlik, ululuk ve zikre­dilmek isteme gibi sıfatlara meylederek O´na şirk koşmaktan uzak dururlar.

Bunların ardından, Allah Resulü´nü (sav) en çok sevenler gelir. Çünkü O, Habib Teala´nm habibi, O´nun eserlerinin takipçisi ve ah­lakına en çok benzemeye çalışandır.

Rivayet edilir ki: "Bir adam O´na gelerek, ´Ey Allah Resulü, se­ni seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Fakirli­ğe hazır ol´ buyurdu. Adam, ´Allah Teala´yı d& seviyorum´ deyince, O ´Öyleyse imtihana hazır ol´ buyurdu".

Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Al­lah Tfeala´nın ahlakmdandır. O, kullarını imtihan ederek seçendir. Dolayısıyla adam Allah Teala´yı sevdiğini söyleyince, ahlakı üzerin­de sabırlı olması için O´nun kendisini imtihan edeceğini haber ver­miştir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Yani O´nun hükümlerine ve imtihan için ver­diği musibetlere sabret.

Fakirlik ise Allah Resulü´nün (sav) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resulü´nü sevdiğini söylediği zaman, kendi sıfatlarına uymasını ve izlerini sürmesini tavsiye etmiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allahım, beni fakir olarak dirilt, fakir ola­rak canımı al ve beni fakirlerin arasında hasret".56

Muhabbetin alametlerinden biri de, Habib Teala´yı çok zikret­mektir. Zikrullah, aynı zamanda Allah Teala´nm kuluna duyduğu sevginin de delilidir. Bu, kullarına olan lütuflarmın en büyüklerindendir. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivavet edilmektedir: "Allah Teala´nm her gün için bir sadakası vardır ve onu yarattıklarına lütfeder". O´nun bir kuluna sadaka ile lütfet­mesi, ona zikrini ilham etmesinden daha faziletlidir.

Süfyan, Malik b. Mu´avvel´den şunu nakletmiştir:
"Allah Resu-lü´ne (sav), ´Hangi amel daha faziletlidir?´ diye soruldu. Buyurdu ki: ´Haramlardan uzak durmak ve ağzının sürekli zikrullah ile ıs­lak kalması" [25] O, Allah sevgisini emrettiği gibi, Allah Teala´yı çok zikretmeyi de emretmiştir". Çünkü Allah Teala´yı zikretmek, mu­habbetin gereklerindendir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikret ki, senin için ´deli´desinler". [26]

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala´yı o kadar çok zikredin ki, münafık­lar, ´Sizler riyakârsınız´ desinler".

Ebu Mesleme el-Medeni, babası kanalıyla dedesinden şu hadisi nakletmiştir: "Bir gün Allah Resulü (sav) bize Küba mescidine gel­di. Uzun bir konuşma yaptı. Hadisin sonunda şöyle buyurdu: ´Kim, Allah Teala için tevazuda bulunursa Allah Teala onu yükseltir. Kim de büyüklük taslarsa, onu alçaltır. Kim Allah Teala´yı çok zikreder­se, Allah da onu sever [27]

Allah Resulü (sav), zikredenlerin Öne geçen ferdler olduğunu haber vermiş ve onları günahın kaldırılması ve zikrin yükseltilme­si bakımından peygamberlerin derecesine yükseltmiştir.

O´nun şu hadisinde de zikir, Allah sevgisinin icaplarından biri olarak takdim edilmiştir:
"Yürüyün, ferdler geçtiler. Bunun üzeri­ne, ´Ferdler kimdir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) şöyle buyur­du: ´Allah Teala´yı çok zikredenlerdir. Allah Teala, zikirleri sebebiy­le onların günah yüklerini kaldırmıştır. Onlar Kıyamet günü hafif­lemiş olarak gelirler". [28]

Muhabbetin en büyük alametlerinden biri ise, Allah Teala´ya O´nu görerek kavuşmak, ahiret yurdu ve yakınlık makamında ke­şifte bulunabilmektir. Bu da ölüme duyulan özlemdir.

Çünkü ölüm, Allah Teala´ya kavuşmanın anahtarı ve O´nu biz­zat görme makamına girmenin kapısıdır. Bir hadiste de Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kim Allah´a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister"[29] Huzeyfe (ra) Ölüm anında şöyle demişti: "Habibim, ihtiyaç üzerine geldi, bense nedametten kurtulamıyorum".

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: <...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Muhabbetin Hükümleri
« Posted on: 28 Mart 2024, 22:50:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Muhabbetin Hükümleri rüya tabiri,Muhabbetin Hükümleri mekke canlı, Muhabbetin Hükümleri kabe canlı yayın, Muhabbetin Hükümleri Üç boyutlu kuran oku Muhabbetin Hükümleri kuran ı kerim, Muhabbetin Hükümleri peygamber kıssaları,Muhabbetin Hükümleri ilitam ders soruları, Muhabbetin Hükümleri önlisans arapça,
Logged
07 Ocak 2010, 17:32:18
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Ocak 2010, 17:32:18 »

Allah Resulü´nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiğinde onu imtihan eder. Onu tam olarak sevdiğinde iktina eder. Denildi ki: ´İktina ne­dir ey Allah Resulü?´ Şu cevaba verdi: Yani onda ne aile, ne de mal bırakır".

Muhabbet, Muhibb-i Evvel olan Allah Teala´nın kulunu tercih edişinden doğan bir sevap ve mahbub olan kuldan kaynaklanan bir takım hükümleri ihtiva eder. Bu hükümler, onun güzel amelleri veya Allah Teala´nın kendisine bahşettiği ilmin hakikati ile ala­kalıdır.

Nitekim Yusufun (as) kardeşleri, Allah Teala´nın ona karşı mu­habbetini gördükleri zaman şöyle demişlerdi
: "Andolsun ki Allah seni bizden üstün tuttu". (Yusuf/91) Ardından da şunu ifade etmiş­lerdi: "Doğrusu biz suç işlemiştik". (Yusuf/91) Onlar, geçmişte işle­dikleri suçu itiraf etmişlerdi. Allah Teala da, yaptıkları sebebiyle onları değil Yusufu (as) seçmişti.

Allah Teala, Yusufu (as) vasfederken şöyle buyurmaktadır
: "Be­ni arzın hazineleri üstüne (memur) kıl. Çünkü ben, onları iyi koru­rum". (Yusuf/55) Allah Teala, onun yeteneğini haber verirken de şöyle buyurmaktadır: "Güç ve kuvvetine ulaşınca, ona hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, güzel hareket edenleri böyle ödüllendiririz". (Yusuf/22) Allah Teala, onu seçiş sebebi olarak da geçmişte yaptığı güzellikleri göstermektedir.

Peygamberler de şöyle buyurmuşlardır: "Biz de sizler gibi in­sandan başka bir şey değiliz. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder". (İbrahim/İl) Allah Teala başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer". (Hacc/75)

Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala bir kulu sevdiğinde onu imtihan eder. Eğer sabrederse onu ayırır. Eğer rıza gösterirse onu seçer". Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Allah Teala´yı sevdiğinizi düşünüyor ve sınandığınızı görüyorsanız, bilin ki O sizi arındırmak istemektedir. Müridlerden biri, şeyhine şöyle demişti: Galiba muhabbetten bir bahşa muttali kılındım. Bunun üzerine şeyh şöyle dedi: ´Ey oğul, seni kendinden başka bir sevgili ile sınayıp sen de Allah Te­ala´yı ona tercih edebildin mi?´ Mürid, ´Hayır" dedi. Bunun üzerine şeyh şunu söyledi: ´Öyleyse muhabbete tamah etme. Allah Teala imtihan etmediği kuluna onu bahşetmez´.

Muhabbetin emarelerinden biri de, Habib Teala´nın Kelam´ını sevmek ve onu sürekli dilde ve kalpte tekrarlamaktır. Müridlerden biri hakkında şunu naklettiler: Kötü bir şeye niyetlendiğimde Al­lah´a yakarmanın tadına ermeyi öğrenmiş ve gece gündüz Kur´an okur olmuştum. Sonra bir soğukluk oldu ve tilavetten uzaklaştım.

Uykuda bir nida sahibinin şöyle seslendiğim işittim: Beni sevdiği­ni iddia ediyorsan, Kitab´ıma niçin cefa ettin? Ondaki kınamaları­mı görmüyor musun? Bunun üzerine o soğukluktan kurtuldum ve kalbim yine Kur´an sevgisiyle doldu. Tekrar eski halime döndüm.

Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Kul, Kur´an´da bütün aradığı­nı bulamadıkça mürid olamaz. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: "Hiçbiriniz, Kur´an´dan başka bir şeyle kendini sorgulama-malıdır. Eğer Kur´an´ı seviyorsa, Allah Teala´yı da seviyor demektir. Eğer Kur´an´ı sevmiyorsa, Allah Teala´yı da sevmiyor demektir". Kur´an sevgisinin bir alameti de, Kur´an ehlini sevmek, gecenin de­ğişik vakitleriyle günün aralıklarında Kur´an tilavet etmektir.

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir:
Allah sevgisinin alameti, Kur´an sevgisidir. Allah ve Kur´an sevgisinin alameti ise, Allah Re-sulü´nü (sav) sevmektir. Allah Resulü´nü (sav) sevmenin alameti de sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alameti ise, ahireti sevmek­tir. Ahiret sevgisinin alameti ise, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, ondan ancak yeteri kadarını ve ahirete ulaştıracak olanı almaktır.

Söz sahiplerinin en güzeli Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, Allah sevdiği ve onla­rın da Kendisi´ni sevdikleri bir kavim getirecektir". (Maide/54) Ge­tirdiği o kavim de mürted olmayacaklardır. Zaten Allah Teala´nın sevdiği kulların böyle olması yakışmaz. Nitekim başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Sizi başka bir kavimle değiştirir ve onlar da, sizler gibi olmazlar". (Muhammed/38)

Allah sevgisinin bir alameti de, Habib Teala´ya yaklaştıracak uhrevi amelleri nefsin arzuladığı dünya işlerine tercih etmek, Al­lah Teala´nın emirlerini derhal ifa ederek, nefsi arzuların önüne koymaktır. O´nun sevgisini, hevanıza tercih etmeniz de, Allah sev­gisinin alametlerindendir. Emir ve yasaklarında Allah Resulü´ne (sav) tabi olmak, Allah dostu alim ve abidlere alçakgönüllü davran­mak, ehli dünya karşısında aziz olmak da bu sevginin işaretlerin-dendir.

Bir defasında Abdullah b. el-Mübarek´e, ´Tevazu nedir?´ diye so­rulmuştu. O, ´Büyüklenenlere karşı büyüklenmektir  cevabını ver­mişti. el-Feth b. Şahref şöyle demiştir: Ah b. Ebu Talib´i (kv) rüyamda gördüm. Ona, ´Bana bir hayır haber ver dedim. ´Zenginle­rin, Allah Teala´nm sevabını umarak fakirlere gösterdikleri tevazu ne kadar da güzeldir! Bundan da güzeli, fakirlerin Allah Teala´ya güvenerek zenginler karşısında büyüklenmeleridir" dedi.

Allah Teala sevdiklerini, dostlarına karşı alçakgönüllü, düş­manlarına karşı izzetli davranmakla vasfetmiştir. Çünkü O, sev­diklerini sıfatların en güzeli ile tavsif etmektedir. Habibe alçakgö­nüllü davranmak güzeldir. Düşmana karşı gösterilen izzet de, gü­zelliği bakımından zelile karşı gösterilen izzet gibidir.

İşte bu nedenle Allah Teala sevdiği kullarım, dosta karşı alçak­gönüllü, düşmana karşı aziz olarak tavsif etmiştir. Dosta karşı ki­birlenmeyi ise düşmana karşı alçakgönüllülükte olduğu gibi çirkin görmüştür. Allah Teala, sevdiklerini çirkin sıfatlarla anmaz.

Allah sevgisinin alametlerinden biri de, Mahbub Teala´nm yo­lunda, O´na yaklaşabilmek ve rızasına kavuşabilmek için mal ve can ile cihad etmek, bu yolda önüne çıkan her engeli safdışı etmek­tir. O, bu anlamda şöyle buyurmuştur: "Ya Rabbi, razı olasın diye Sana çabuk geldim". (Taha/84) O, Habibi´ne (sav) de şöyle emir bu­yurmuştur: "Herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle O´na yö-nel". (Müzzemmil/8) Buradaki emrin iki anlamı vardır. İlkine göre, herşeyi bırakarak kendini ihlas ile Rabbi´ne hasret ve O´nu herşe-ye tercih et, anlamı sözkonusudur. Diğerine göre ise, Allah Teala´ya ulaşıncaya kadar önüne çıkan her engeli bertaraf et, anlamı sözko­nusudur. Bu ikisi de, kulun Allah sevgisi noktasında hiçbir kmayı-cınm kınamasından korkmaması, nefsi zora koşarak O´na yönelme­si, dünyayı dışlaması, malı mülkü terketmesi, sevgisinde hiçbir övücünün övgüsüne ihtiyaç duymaması, Allah Teala´yı mala mülke tercih edişi sebebiyle insanların övgü ve senalarını arzu etmemesi gereklerine işaret eden en açık delillerdir.

Yine bunlar, yalnızlıkta aşinalık, halvette rahatlık, yakarışta boyun eğiş, O´nun Kelamı ile nimetlenmek, hükümlerinin acısın­dan zevk almak, hizmetin tadına varmak ve Allah´tan gelen belayı nimet görmek konusunda açık delillerdir. Sabit el-Benani dedi ki: Yirmi yıl Kuran ile hemhal oldum, lezzetini yirmi yıl aldım.

Mahbub Teala´dan başka birine yaslanmamak da, muhabbetin alametlerindendir. Çünkü bu, O´na ısınmak, aşina olmaktır. Ebu Muhammed (ra) şöyle demiştir: Allah katında sevenin ihaneti, avam masiyetinden çok daha ağırdır. Onun ihaneti, Allah´tan sına dayanmak, O´ndan başkasından aşinalık beklemektir.

Musa´nın (as) su istediği zenci köle Berah´m hikayesinde de bu­na ait bir ders vardır
: "Allah Teala, Musa´ya (as) şöyle buyurdu: ´Be­ratı Benim için ne kadar da güzel bir kuldur. Ama onun bir kusuru var\ Musa, ´Ey Rabbim, onun kusuru nedir?´ diye sordu. Allah Tea­la da, ´Seher yeli onun çok hoşuna gidyor ve kendim ona veriyor. Be­ni seven bir kul, kendini Ben´den başkasına vermez´ buyurdu".

Rivayette geçen ´sükûn´ kelimesi, burada bir şeyden rahat duy­mak, ona aşina olmak anlamındadır. Kelimenin bunun dışında, bir şeye bakmak, onu delil görmek, ondan kesin emin olmak ve onun­la mutmain olmak gibi anlamları da vardır.

Yukarıdaki kıssa, marifet ehlinden bir zata anlatıldığında şöyle demişti: ´Allah Teala bu buyruğu ile, Berah´ı değil Musa´yı (as) kas-detmektedir. Çünkü muhabbet makamına koyduğu Musa Peygam­berdir. Ancak Allah Teala, bizzat kendisine ifadeden haya ederek Berah´ı öne çıkarmıştır. Bu, Allah Teala´dan şöyle bir cevap olmuş­tur: ´Ben, onu zikrederek Musa´nın kusurunu yüzüne vurmadım´. Allah Teala, peygamberini sevdiği için kusurunu yüzüne vurmak-sızm haber vermiştir".

Allah Teala´yı seven muhibbanm nimetleri; yalnız O´nunla bir­likte olmaları, O´nun tarafından imtihan edildiklerinde de huzur ve rahatı ancak O´na yönelerek bulmalarında olur. Onlar, bu huzur ve rahatlığı O´ndan başkasında buldukları zaman, düştükleri gaf­letten dolayı günah işlemiş sayılırlar ve bundan dolayı tevbe etme­leri gerekir. Allah Teala da onlara mağfiret buyurur.

Rivayete göre bir abid, uzun yıllar ormanda Allah Teala´ya kul­lukta bulunmuştu. Bir gün, sığı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

07 Ocak 2010, 17:36:42
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 07 Ocak 2010, 17:36:42 »

Tabiun arasında da, İsa´nın (as) sözettiği kimselerin makamına layık olanlar çıkmıştır. Bunlardan biri olan Ebu Hazim el-Medeni (ra) şöyle derdi: Azap korkusuyla kulluk etmek hususunda Rab-bimden haya ederim. Bu durumda, karşılığı verilmediğinde amel etmeyen kötü bir kul gibi olurum. Ben O´na yalnız muhabbetimden dolayı kulluk ederim. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu ha­dis rivayet edilmiştir: "Sizden biri, korktuğunda amel eden gibi kö­tü kul ve ücreti verilmediğinde calısmavan kötü isçi cnhi olmasın"

Ma´ruf-i Kerhi´nin dostlarından biri ona, ´Bana söyler misin, se­ni ibadete ve insanlardan uzaklaşmaya sevkeden nedir?´ diye sor­du. Ma´ruf bir müddet sustu. Soru sahibi, ´Ölümü hatırlamak mı?´ dedi. Bunun üzerine Ma´ruf, ´Ölüm nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Ka-biri ve Berzah alemini hatırlamaktır dedi. ´Peki kabir nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Cehennem korkusu, cennet arzusudur" dedi. Bunun üzerine Ma´ruf şöyle dedi: O da nedir? Bunların hepsi O´nun elin­dedir. Eğer O´nu seversen, sana bütün bunları unutturur. Eğer O´nunla aranda bir aşinalık varsa, bunların hepsiyle ilgili olarak sana O yeter.

Ali b. el-Muvaffak´tan şu söz nakledilmiştir: ´Rüyamda kendimi cennete girmiş gibi gördüm. Orada sofranın üstünde oturan bir adam gördüm. Sağında ve solunda iki melek vardı. Ona her türlü güzel yiyeceklerden sunuyorlardı. O da bu nimetleri yiyordu.

Sonra cennetin kapısında dikili duran bir adam gördüm. Gelenleri inceliyor, bir kısmını cennete sokarken bir kısmını da geri çevi­riyordu. Daha sonra Kudüs´ün avlusuna geçtim. Orada arşın duvarında bir başka adam gördüm. Gözlerini dikmiş Allah Teala´ya ba-f kıyordu. Başını hiç oynatmıyordu.

Meleğe, ´Bu kim?´ diye sordum. Bana, ´O, Ma´ruf-i Kerhi´dir. Ne cehennem korkusuyla, ne de cennet ümidiyle Rabbi´ne kulluk et­miştir. Yalnız O´na olan sevgisi sebebiyle kullukta bulunmuştur. Al­lah Teala da, Kıyamet´e kadar Kendi´ne bakmasına izin vermiştir dedi. ´Peki diğerleri kimler?´ diye sordum. ´Kardeşlerin Bişr b. el-Hars ve Ahmed b. Hanbel´ dedi.

Bu makam, sıddıkların abdalının makamıdır. Onlar peygam­berlerin abdallarının makamına konulmadıkları gibi şehitlerin de­recelerine de yükseltilmezler. Ta ki Allah sevgisi bütün hallerde kalplerine hakim olsun ve yalnız O´na tamah ederek O´ndan başka­sını unutsunlar. Böyleleri, mukarrebun zümresindedirler ve cen­netteki nimetleri katıksızdır.

Ashab-ı Yeminin nimetleri ise, kendi kalpleri gibi karışıktır. Ni­tekim Allah Teala, onların nimetlerini vasfederken şöyle buyur­muştur: "İyiler, elbette nimet içindedirler. Koltuklar üzerinde otu­rup bakarlar. Yüzlerinde nimetin sevinç ve pırıltısını sezersin. On­lara mühürlü halis bir şaraptan içirilir". (Mutaffifin/22-25)

Allah Teala başka bir ayetinde de, mukarrebun içeceklerini vas-federek şöyle buyurmuştur: "Karışımı tesnimdendir. Bir çeşme ki Allah Teala´ya yaklaştırılanlar ondan içerler". (Mutaffifin/27-28) Ashab-ı Yemin´in içecekleri ise karışıktır. Allah Teala iyilerin içece­ğini, mukarrebunun içeceğiyle aynı karışımdan kılmıştır. O, bütün cennet nimetlerini şerab/içecek olarak ifade buyurmuştur. Tıpkı ilim ve amelleri kitab/defter kelimesiyle ifade buyurduğu gibi.

Allah Teala ebrâr yani iyiler zümresini vasfederken de şöyle bu­yurmuştur: "Ebrarın defteri üliyyundadır". (Mutaffîfîn/18) Ardın­dan da şöyle buyurmuştur: "Allah Teala´ya yaklaştırılmış olanlar, ona şahit olurlar". (Mutaffifin/21) Buna göre ebrâr zümresinin ilim­lerinin güzelliği, amellerinin duruluğu ve defterlerinin yüksekliği ancak Allah Teala´ya yaklaştırılmış olan mukarrebun zümresinin şahitliğiyle mümkün olabilmiştir. Onların dünyadaki ilim ve amel­leri de, yine onların müşahedeleriyle güzelleşip yükselmiştir. On­lar, kendileri açısından ziyade sevabı da, mukarrebuna yaklaşmak­ta bulmuşlardır.

Allah Teala buyurdu ki: "İlk defa yarattığımız gibi tekrar diril­tiriz". (Enbiya/104); "Yaptıklarına uygun bir ceza olarak". (Nebe/26) Yani amellerine uygun olarak karşılık görürler. Yine O, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bu sıfatlarından dolayı Al­lah onların cezalarım verecektir. Muhakkak ki O, herşeyi bilen, hü­küm ve hikmet sahibidir". (En´am/139) Yani Allah Teala onları, dünyadaki sıfatlarına uygun olarak ağırlayacaktır.

Buna göre, dünya yurdundaki nimeti, mülkün güzelliklerinden olduğu zaman, yarın da ahirette dünya mülkünün nimetleriyle karşılaşacaktır. Dünyadaki nimet ve sevinci, Allah Teala olan kim­se de, ahirete vardığı zaman O Padişahsın huzurunda doğruluk kol­tuğuna oturacaktır. Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Kim dünyada sürekli nefsi ile meşgul ise, ahirette de nefsi ile uğ­raşacaktır. Her kim bugün Rabbi ile meşgul ise, ahirette de Rabbi ile meşgul olacaktır.

Muhibban zümresinden olan Rabia el-Adeviyye (ra) hakkında şu hadise nakledilmiştir
: Süfyan-ı Sevri onun meclisinde oturuyor ve ´Bize, Rabbinin sana nasip ettiği zarif hikmetleri anlat´ diyordu. O da şöyle dedi: Ne kadar da güzel bir insansın. Bir de dünyayı sevmesen. Aslında merhum Sevri, dünya hakkında zahid bir zat idi, Ama Rabia, onun hadis kitaplarını saklamasını ve insanlara yönel­mesini dünya kapılarından sayıyordu.

Bir gün Sevri ona şunu sordu: ´Her kulun bir şartı ve her ima­nın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir? Rabia (ra) şu cevabı verdi: Ben, Allah Teala´dan korkum sebebiyle kulluk et­medim. Aksi halde, korkmadığında çalışmayan kötü hizmetçi gibi olurdum. O´na cennet arzusu ile de kulluk etmedim. Aksi takdirde, ancak parasını aldığında çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Yal­nız Allah sevgisi ve O´nun şevkiyle ibadet ettim.

Hammad b. Zeyd de ondan şunu rivayet etmiştir: Rabia (ra) de­di ki: Ben dünyayı, ona sahip olan Allah´tan istemekten haya eder­ken, ona sahip olmayan bir kuldan nasıl isteyebilirim?!
Bu, onun Hammad´a verdiği cevaptı. Çünkü Hammad kendisi­ne, ´İhtiyaçların varsa bildirin de halledelim´ demişti. Bir defasın­da Abdülvahid b. Zeyd ona talip olmuştu. Kendisine şöyle dedi: Ey şehvet düşkünü, kendin gibi bir şehvet düşkünü ara. Bende şehve­te delalet edecek ne gördün?

Basra emiri Muhammed b. Süleyman da yüzbinlik mihirle ona evlenme teklif etmiş ve şöyle demişti: Benim her ay onbinlik geli­rim var, onu sana vereyim´. Bunun üzerine Rabia (ra) şöyle bir mektup gönderdi: Bana ait bir kul olman ve herşeyinin bana ait ol­ması beni sevindirmez. Sen beni, bir anlık kadar dahi olsun Allah Teala´yı anmaktan alıkoydun. Bu günah bana yeter.

O, muhabbet hakkında, açıklamaya ihtiyacı olan bir şiir söyle­mişti. Bu şiiri Basralılar kendisinden nakletmişlerdir. Bunlar ara­sında, Cafer b. Süleyman ez-Zabe´i, Süfyan-ı Sevri, Hammad b. Zeyd ve Abdülvahid b. Zeyd gibi şahıslar vardı:

Seni iki sevgiyle severim; heva sevgisiVe öyle bir sevgi ki, ona Seriden başkası layık değildir

.fiu Heva sevgisi olana gelince,

Seni zikrederek Sen´den başkasından uzaklaşmamdır.

Yalnız Senin layık olduğun sevgiye gelince,

rar Seni görebilmem için perdeyi aralamandır.

Ne onda, ne de bunda benim Övülmeni gerekmezken, Onda da, bunda da övgü yalnız Sana mahsustur.

Onun heva sevgisi ile Allah Teala´nm layık olduğu sevgiye dair söyledikleri ve sevgiyi bu şekilde iki sınıfa ayırması, açıklama ge­rektirmektedir. Bilmeyenlerin ve bunun aslına şahit olmayanların anlayabilmeleri için bu gereklidir. Aksi takdirde, bu konuda bir yetkinliği ve derinliği olmayan bir takım akıl sahiplerinin sözko-nusu ifadeleri yadırgamaları mümkündür. Bu nedenle de, bunu açıklamayı gerekli görüyor ve marifet sahiplerine yol göstermek istiyoruz.

Heva sevgisi şu anlamda kullanılmıştır:
Ben Seni, haber alma veya duyma yoluyla değil aynel yakin olarak müşahede edip gördü­ğüm için sevdim. Benim tasdikim, nimetler ve ihsandan hareketle ortaya çıkmış değildir. Bu husus farklı olduğuna göre, fiillerin fark­lılaşmasından dolayı benim sevgim de farklı olacaktır. Benim mu­habbetim, aynel yakin görme yoluyla olmalıdır. Ben Sana yakın ol­dum ve herkesten Sana kaçtım. Daima Seninle meşgul oldum ve mâsivadan uzaklaştım.

Bundan önce bir takım nevalarım vardı. Ama Seni gördüğümde, bunların hepsi toparlandı ve tamamı Senin üstünde yoğunlaştı. Bü­tün kalbim ve bütün muhabbetim Sen oldun. Bana nıâsivayı unut­turdun. Ama buna rağmen kendimi bu muhabbete ve ahirette rıza makamında Sana keşf ve ayan üzere bakmaya ehliyetli görmüyo­rum. Çünkü Sana olan muhabbetim, herhangi bir karşılık gerektir­memektedir. Aksine herşeyi Senin için kılmamı gerektirmektedir.

Gücümün yetmeyeceği herşeyi Senin için yapmam gerekir. Böy­le yapsam da Senin hakkını ödemem asla mümkün değildir. Çün­kü ben, Seni sevdim ve kusurda bulunma korkusu beni terketmez oldu. Karşılığı vermemdeki eksiklikten dolayı haya etmem bana farz oldu. Ama Sen kereminin lütfuyla bana ihsanda bulundun ve bugün benim yanımda gösterdiğin gibi ahirette de bana Kendi ka­tında Zatı´nı gösterdin.

Dünyada bana lütfettiğin bu eşsiz nimet için Sana hamdolsun. Ahirette kendi katında lütfedeceğin için de Sana hamd ederim. Oy­sa ben, ne dünya, ne de ahirette bu lütuftan dolayı övülmeyi haket-mem. Çünkü her ikisine Senin sayende ulaştım. Dolayısıyla her ikisinde de hamda layık olan yalnız Sensin. Beni bu derecelere eriş­tiren de yine Sen´sin.

Rabia´nm ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

07 Ocak 2010, 17:41:09
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 07 Ocak 2010, 17:41:09 »

Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´nunkunun başlangıcıdır. Yüz çevirme ve perdeleme ise bütün bunların başıdır. Zikirden uzaklaştırma ve iyilikle yüreğin daralması ise se­beplerdir. Allah Teala´nm rıza ve sevgisinden uzaklaştırılmış ve azaba basamak kılınmış bu davranışlar güçlenip arttığı vakit, bü­tün bu yasaklara yol açarlar. Bunlar zayıfladığında ve salih amel­ler ve hasenat ile yer değiştirdiklerinde ise, muhabbet ve yakınlı­ğın makamlarına dahil edilirler. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hevasma dalmış kimse, Allah Teala´nm gazaplısı dır".

Bu sıfatların sizde bulunması, sizin değişmenizin ve makam ba­kımından düşürülmenizin emarelerindendir. Bunlardan korkmak ise, O´nun ahlakını öğrenmenin alametidir. Bu makamların hepsi­ni bir kitapta şerhetmek ve onların tafsilatına girmek mümkün de­ğildir.

Bunlar, ancak kulun kalbinde şerhedilirler. Onun yakini imanı ile şerholur ve kulun nefsi karşısındaki üstünlüğüyle açıklanırlar. Şirke düşen bir kalp ve nevasına dalmış bir kul, bunlara ehil değil­dir. Allah Teala yardımcımız olsun.

Sekizinci korku, ulvi bir muhabbetin şahitliğine karşı duyulan korkudur. Bu durumda muhabbet garib hale gelir ve kafaları karış­tırır. Kulaklardaki şöhretinin azlığından dolayı cahil kalman Allah sevgisinin sıfatı bazı kimselere gizli kalır.

Bunun adını koymadık. Çünkü bu, muhabbet adına ismi bulu­nan başka bir makam hakkında duyulan bir korkudur. Bunu du­yanların çoğunun kafaları karışabilir ve onu yadırgayabilirler. Bu gibi kimseler, o makama şahit olanların akıllarından geçmeyen bir takım vehimlere kapılır ve bu sevgiyi, insanların sevgileriyle karış­tırırlar.

Bu sevgiyi beşeri sevgiye benzetirler. Çünkü halkın sıfatlarına verilen isimler, Hâlık´m sıfatlarına verilen isimlere benzer. Bu gibi kimseler için bu hususta yalnızca kendi bildikleri geçerlidir. Onlar, bu ilimleri ile perdelenmişlerken, nasıl olur da şahit olabilirler? Böyle birinin korkusunu ve bu korkuya göre makamını zikrettiği­mizde, kendi açıklamasıyla durumu açığa kavuşur.

Bu korkunun kaynağıyla imtihan edilen kimse, kendiliğinden soruncaya kadar konuyu kapatmak, açmaktan daha hayırlıdır.

Çünkü mupabbetin bütün makamları, onun makamı karşısın-da,denize katılan bir nehir gibidirler. Onun durumu, yakini müşa­hedelerin tamamının, tevhide tevhidle şahitlikte bulunma karşı­sındaki durumu gibidir. Bu, muhabbetin bilinen bir sıfatıdır. Çün­kü bu, Habib´in muhibbe olan özlemindendir.

Bu husus, Rabia´nm (ra) yukarıda geçen sözüne benzemektedir. Hatırlanacağı üzere o, heva sevgisinden bahsetmişti. Aişe´nin (ra), Allah Resulü´ne (sav) söylediği şu söz de bu kapsamda değerlendi­rilir: "Görüyorum ki Rabbin, senin hevana süratle yetişiyor".

Muhib makamına girdikten sonra ondan çıkartılan kimse, üst­te anlattığımız makama yükseltilir. Çünkü o, yakini imamn en gü­zel müşahedeleri ile sevilen/mahbub makamına oturtulmuş olur. Cüneyd (ra) şu beyti çok sık tekrar ederdi:

Bundan sonra ne sıfatlan zor anlaşılır olur, Ne de gizlemesi, katında adalet ve lütfuna uygun düşer. Dikkat edin! Rahman´ın bir sırrı vardır ki onu, Yalnız ehline gizli olarak verir. Örtmek en güzelidir.

Mahbub bir zattan da aynı anlamda şu beyti dinledik:


Muhabbet Sen´den izzet ile belirdi ve karıştı,

Vuslat suyu ile. Onu birleştiren de Sen´din.

Fani oluşunda sonra baki kıldığın kimseye yardım ettin,

Ve mekansız olarak varoldu. Çünkü o, artık Sen´din.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir
: "Allah Teala´yı korku olmaksı­zın sırf muhabbet ile bilen kimse, sevinç ve şımarıklığından dolayı helak olur. O´nu muhabbet olmaksızın, sırf korku ile bilen kimse de, uzaklık ve yalnızlık duygularıyla O´ndan kopar.

O´nu korku ve muhabbet ile bileni ise, Allah Teala sever, Zatı´na yaklaştırır, ilim verir ve ayağını sağlam kılar". Korku ehlinin kor­kusuna hayran olmamak gerekir. Çünkü onlar, sadece korkutucu sıfatları ve helak edici fiilen bilirler.

Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´riUn

şefkat ve lütfuna korku ehlinin asla görmediği kadar şahit olmala­rına rağmen O´ndan korku duyarlar. Muhabbet ehli, muhabbetleri­ne rağmen O´ndan korkmaktadırlar. O´nu kendi nefsleri üzerinde sevmektedirler. Korkularına rağmen O´na özlem duymaktadırlar.

Allah Teala´mn kendilerine bahşettiği lütuf ve sevgiye rağmen O´nun huzurunda aşırıya gitmekten sakınmaktadırlar. Onları aziz kılmış olmasına rağmen, O´nun önünde zillete bürünmektedirler. Kendisine fazla verilmediği için kendini sıkan ve tutan kimseye şaşmamak gerekir. Asıl şaşılacak olan, izzet ve ikrama layık oldu­ğu halde, tevazu ve alçakgönüllülükten ayrılmayan kimsedir.

Muhibban, Allah Teala´mn bol ikramı karşısında kendilerine ha­kim olabilenlerdir. Korku ehli ise, O´nun menettiği hususlarda ken­dilerini tutanlardır. Muhibban için izzet ve ikramla beraber zillet, korku ehli için ise, korku ve endişeyle beraber zillet sözkonusudur.

Bütün bunlar, muhabbet ehlinin ulaştıkları marifet seviyesinin, diğerlerinin marifetlerinden çok daha üstün olduğudur. Çünkü on­lar da, bu yolun başında korku ehli olmuşlardır. Buna göre her mu-hib, aynı zamanda korku sahibidir. Her korku sahibi ise, muhib de­ğildir. Yani mukarrebunun muhabbetine ulaşmış değildir. Çünkü o, muhabbetin tadını alamamıştır.

Müslümanlara farz kılınmış olan Allah sevgisi, esas itibarıyla havassın makamlarında dikkate alınmaz. Çünkü bu sevgi, onların hallerinin getirdiği vecdlerde sözkonusu olamaz. Makamlar arasın­daki geçişlerde de, bu muhabbet ile yükselme sağlanamaz. Çünkü bu sevgi, imanın gıdası ve onun sıhhat dayanağı olup varlığım da sadece imana borçludur.

Muhabbet, korkuyu kaldırmaz. Bu yüzden de muhib kimse, hem muhabbet, hem de korku sahibi sayılmıştır. Çünkü onun sev­diği Mahbub Teala, aynı zamanda korkutucudur. Mücerred korku ise, sahibini yukarıda anlattıklarımız sebebiyle muhabbetten alı­koyabilir. O, ebrâr/iyiler zümresinin keşfi ve mukarrebunun perde-sidir. Çünkü muhibbanm korkuda bir gıdaları, muhabbette ise ge­nişlikleri vardır.

Korku ehlinin ise, korkuda genişlikleri, muhabbette ise âz bir gı­daları mevcuttur. Bu husus, korku ve ümit makamında söylenenle benzemektedir. Çünkü korku ve ümit (=havf-recâ), imanın sıfatlarıdır. Ancak korku sahibi, kendi hali içinde ümit makamında de­rece sahibi olurken, rica ehli de ümidinin içinde korkuyu barındırır. Makamların tertibinde Allah Teala´nın beşer tarafından anlaşıl­ması güç bir hükmü ve latif bir hikmeti vardır. Bunu ancak, bu ma­kamların şahitliklerine nail kılman kimseler bilebilirler. Eğer kul, korku makamını geçmişse, arif ve mukarreb kılınanların muhab-betiyle seven bir muhib olur. Eğer muhabbet makamını geçmişse, ashab-ı yeminin muhabbeti ile muhib olur.

Böyle bir kul için, ne Allah Teala´ya ünsiyet kuran muhibbanm makamları, ne de mukarrebun makamlarmdakilerin şevkleri söz­konusu olabilir. Bunların hepsi de, salih ve yakin sahibi kimseler­dir. Halleri, zahir ehlinin ilmi tertibi dışında gelişse de durum de­ğişmez. Çünkü onları inkar edenler, ikrar edenlerden daha fazla­dır: "Allah, emrini yerine getirendir. Ama insanların çoğu bilmez­ler". (Yusın721); "Onlar Allah katında derecelere sahiptirler. Allah onların yaptıklarını görendir". (Al-i İmran/163)

Muhabbet, belki korku için bir sevap ve ziyade lütuf olabilir. Bu, amel ehlinin makamında geçerlidir. Korku da, muhtemelen muhabbetin ziyadesi ve sevabı olabilir. Bu da ilim sahiplerinin ma­kamında geçerlidir. Korkudan sonraki nasibi muhabbet olan kim­se, mahbub ve mukarreb olanların arasında yer alır. Muhabbetin­den nasibi korku olan kimse ise, Allah Teala´yı seven ebrâr/iyilik ehli ve ashab-ı yemin arasında yer alır.

Basralı alimlerimizden bir zata, muhabbetin mi yoksa hayanın mı daha faziletli olduğu sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Korkuya yol açan bir muhabbet noktasında, haya ondan daha üstün olur. Haya­ya zemin hazırlayan muhabbet ise, hayadan daha üstündür. Çün­kü o şevktir. Cüneyd-i Bağdadi (ra) dedi ki: ´Muhabbetin bizzat kendisi, aydınlanma ve sevinç yoluyla kalbin Allah Teala´ya yakın olmasıdır.

Allah Teala´mn batini isimlerindeki sıfatların tecelli etme iste­ğine gelince, burada bu mevzulara hiç girmedik. Bizim bütün an­lattıklarımız, O´nun zahiri isimlerinden kaynaklanan ahlaka duyu­lan sevgi ve istek hakkındadır. Diğer hususların bir kitapta işlen­mesinin helal olduğunu da düşünmüyorum. Bunların, avama açık­lanması helal değildir. Çünkü bunlar, mukaşefenin sırlarındandır.

Bunlara, ancak mükaşefe ehli muttali olabilirler. Ancak bunla­ra nail olanlar, onlar hakkında konuşabilirler. Daha önce hiç bir alimin bunları kitabında işlediğini görmedik. Zira bunlar, bir ki­taptan alınabilecek bilgiler değildir. Ancak alimlerin ağızlarından dinlenebilecek ve kalpten kalbe aktarılacak hususlardır. Bu bakım­dan da, yukarıda sekizinci korku hakkında söylediklerimize ben­zerlik arzederler. Hatırlanacağı üzere, sekizinci korkuyu bilgi sahi­bi olmayanlar için açıklamamıştık. Hadislerde de, kendisine bu korku tattırılan kimselerin onu açıklamadıkları nakledilmektedir.

Bize ulaşan rivayetlerden birinde bu husus şöyle geçmektedir: Abdal zümresinden bir zat, sıddıklardan birinden, Allah Teala´ya dua ederek kendisine zerre mikdarı muhabbet ihsan etmesi için dua etmesini rica etmişti. O sıddık da, onun iste...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes