> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır  (Okunma Sayısı 2904 defa)
06 Ocak 2010, 16:58:27
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 06 Ocak 2010, 16:58:27 »



Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır
Allah Teala´dan razı olmak, yakini iman makamlarının en yücele­rinden biridir. Allah Teala buyurdu ki: "Güzelliğin karşılığı yalnız güzellik değil midir?" (Rahman/60) Her kim Allah Teala´dan güzel­likle razı olursa, Allah Teala da onu, Zatı´mn rızası ile ödüllendirir.

O, rızaya rıza ile karşılık verir. Bu da, ödül ve karşılığın zirve­si, ilahi bahsin nihai noktasıdır. Yüce Allah bu meyanda şöyle bu­yurmaktadır: "Allah onlardan razı oldu, onlar da O´ndan razı oldu­lar". (Maide/119)

Allah Teala, rızayı Adn cennetlerine yükseltmiştir ki onlar, cen­netin en yüksek noktalarıdır. O, zikrini namazdan bile üstün tut­muş ve şöyle buyurmuştur: "Adn cennetlerinde hoş meskenler ve bundan da daha büyük olarak Allah Teala´dan bir rıza vardır". (Tevbe/72); "Muhakkak ki namaz, çirkin günahlardan sakındırır. Allah Teala´nm zikri ise, elbette çok daha büyüktür". (Ankebut/45)

Zikir ehline göre zikir, müşahededir. Zikredilen Hak Teala´yı namaz esnasında müşahede edebilmek, bizatihi namazın kendin­den daha yüce bir ibadettir. Üstteki ayetin iki tefsirinden biri bu şekildedir. Diğeri ise şudur: Allah Teala´nm kulunu zikretmesi, ku­lun Allah Teala´yı zikretmesinden daha üstündür.

Ebu Abdullah es-Saci dedi ki:
Allah Teala´nm yarattıkları ara­sında öyle kullar vardır ki, sabırdan haya eder ve O´nun kudretinin tecelli ettiği yeri rıza ile kaparlar. Ömer b. Abdülaziz (ra) de şöyle derdi: Artık yalnızca Allah Teala´nm kazasının tezahür ettiği yer­lerle sevinir hale geldim.

Allah Teala´dan razı olanlar, Allah Teala´yı istediği ve razı oldu­ğu şekilde zikredenlerdir. En büyük rıza olan İlahi Rıza, zikir ehli­nin en büyük ödülüdür. Bu, Allah Teala´nm "Her kimin zikri, Ben´den istekte bulunmasını engelleyecek kadar çok ise, ona istek sahiplerinin istediklerinden daha fazlasını veririm" buyruğunun anlamlarından birini teşkil etmektedir. Çünkü O´ndan istekte bu­lunanlar, kendi nefsleri için talepte bulunmaktadırlar. Allah Teala da kendilerine ziyade sevabı vermektedir.

O´nu zikredenler ise, sadece zikirde bulundukları için Allah Te­ala onlara Zatı´ndan razı olma nimetini lütfetmektedir. Bir diğer anlam da şu şekilde olabilir: O kullarıma Bana bakma nimetini lütfederim. Çünkü zikir, müşahedeye dahil olan bir husustur. Buna göre de Allah Teala dünya hayatında Kendisine bakmaya, ahirette Kendinin bakışıyla mukabele etmiş olmaktadır. Tıpkı, "Yüzler var ki o gün pırıl pırıl, güleç, sevinçli" (Abese/39-40) buyruğunda oldu­ğu gibi, sıfata aynıyla mukabelede bulunmuş olmaktadır. Allah Re­sulü (sav) buyurdu ki: "Rabbimiz bize gülerek tecelli eder".[8]

Zikir, işitmeye yakındır. İşitme de bakmaya götürür. Rıza ise, yakin sahibinin halidir. Yakin, imanın hakikatidir. Allah Resulü (sav), İbni Abbas´a (ra) tavsiyelerinde buna özendirmiş ve şöyle bu­yurmuştur: "Allah için, rıza halinde yakin ile amelde bulun. Eğer böyle olmazsa şunu bil: Sevmediğin bir şeye karşı gösterdiğin sa­bırda senin için çok büyük bir hayır vardır".

Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) rızayı makamların en üstü­ne yükseltmiş daha sonra ortasına indirmiştir. O, Ömer b. Hattab´a da (ra) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala´ya sanki O´nu görür gibi ibadet et. Sen O´nu göraıesen de, O seni görmektedir".[9] Allah Re-| sulu (sav) bu emri ile, Ömer´i (ra) müşahedede bulunmaya teşvik etmiştir. Bu, aynı zamanda ihsan makamıdır. Çünkü Allah Resulü (sav) kendisine ihsan sorulduğu zaman, "Allah Teala´ya O´nu gör­mediğiniz halde görür gibi ibadet etmenizdir" buyurmuştur.

Allah Resulü (sav), daha sonra rızayı sabır ve mücahedeye da­yandırmıştır ki o da imandır. Bu, şu hususu bilme makamıdır ki Al-lah Teala, böyle bir kulunu görmektedir. Bundan daha öte vasfedi-lecek bir yer, mekan yoktur. Allah Teala, kendinden razı olma hali­ni, kula bahşettiği bakışın üstüne yükseltmiştir. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala, müminlere tecelli ederek, ´Ben´den dileyin´ buyurur. Onlar da, ´Rızanı dileriz´ derler".

Onların, Allah Teala´ya bakıştan sonra rızasını dilemeleri, rıza­ya verilen büyük değeri gösterir. Çünkü Allah Teala´ya nazar ediş­lerinin devam edebilmesi, büyük ölçüde O´nun rızasının devamına bağlıdır. Rıza, bakışı gerektiren hal olduğu için müminler de Rab-lerinden rızasının devam ederek yakınlıklarının da sürmesini ni­yaz etmişlerdir. Böylelikle nimetin başladığı gibi tamama eröiesini niyaz etmiştirler.

Onların sözlerinden, ´rızan Sana bakışımızdan daha büyüktür* gibi bir anlam çıkmaması gerekir. Kitab´da emrin hakiki anlamı yazılmaz. Çünkü Allah Teala´nın Zati sıfatlarından birinin açığa çıkması, kulun Rubûbiyet makamının heybetinden sakınmasını ge­rektirir. Bu, kalplerden perdelenmiş bir korku ve gaybın sırların­dan bir hikmettir. Bu, korku ehli için, hususi marifetlerinden dola­yı dünyada bir sevaptır, Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onlardan ra­zı oldu, onlar da O´ndan razı oldular. Bu, Rabbi´nden korkanlar içindir". (Maide/119)

Bir müfessir, Allah Teala´nın "Katımızda daha ziyadesi vardır" (Kaf/35) buyruğunu açıklarken şöyle demiştir: Cennet ehli sevap zamanı, Rableri katında üç hediye ile karşılaşırlar.

Bunlardan biri, Allah Teala´nın katından olan bir hediye olup bulundukları cennetlerde bir benzeri yoktur. O, bunun hakkında şöyle buyurmuştur: "Hiçbir nefis, Allah Teala´nın onlar için sakla­dığı göz aydınlığını bilmez". (Secde/17)

İkincisi, Rableri tarafından onlara verilen selamdır ki bu, hida­yetinin üzerinde bir ziyadedir. O, bu hususta da şöyle buyurmuş­tur: "Rahman ve Rahim bir Rab´den sözlü bir Selam". (Yasin/58)

Üçüncü hediye ise, Allah Teala´nın onlara, ´Ben, sizlerden razı­yım´ buyurmasıdır. Bu da, hidayetten ve selamlamaktan daha fazi­letlidir. Bunu da şu ayet-i kerime teyid etmektedir: "Bundan daha büyük olarak Rablerinden bir rıza". (Tevbe/72) İlahi rıza, onların içinde bulundukları bütün nimetlerden daha büyüktür.

Allah Resulü´nün (sav) müminlerden bir topluluğa şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir:
"Sizler kimsiniz?´ Onlar da, ´Biz, müminle­riz´ dediler. Allah Resulü (sav), ´İmanınızın alameti nedir?´ diye sor­du. Onlar, ´Musibetlerde sabreder, rıza halinde şükreder ve kaza geldiğinde rıza gösteririz´ dediler. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Kabe´nin Rabbi´nin hakkı için müminler!´ buyurdu".

Başka bir rivayette ise, onlar hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hilim sahipleri, ilim sahipleri, fıkıhlarının derinliği se­bebiyle neredeyse peygamber olacaklar". Allah Resulü (sav), onla­rın rıza sıfatlarını gördükten sonra imanlarına şahitlik etmiştir.

Lokman Hekim de (as), rızayı imanın şartlarından biri olarak görmüş ve oğluna verdiği öğütlerden birinde şöyle buyurmuştur:

"îmanın dört esası vardır ki ancak onlarla istikamet bulabilir. Tıp­kı bedenlerin ancak eller ve ayaklarla istikamet bulması gibi". O, bu dört esas arasında, Allah Teala´nın takdirine rıza göstermeyi de saymıştır.

İsrailiyat kaynaklı bilgiler arasında şöyle bir rivayet yeralmıştır:
"Abidlerden biri, uzun süre Allah Teala´ya kulluk etmişti. Rü­yasında, falan çoban kadının cennetteki hanımı olacağını gördü. Uyandıktan sonra, o kadını aramaya başladı. Sonunda onu buldu ve yaptığı amellere bakmak için üç gün onun misafiri oldu.

Kendisi geceleri uyumazken, o uyuyordu. Kendisi gündüzü oruçla geçirirken, o niyetlenmiyordu. Sonunda kadına, ´Gördüğüm şeyler dışında başka bir amelin yok mu?´ diye sordu. Kadın, ´Ne gi­bi? Gördüğün amellerden başka bir amelim yoktu dedi. Adam, ´hatırlamaya çalış´ dedi. Kadın biraz düşündükten sonra şöyle dedi: Basit bir husus ama söyleyeyim. Ben, darlıkta iken refahta olmayı, hasta iken iyileşmiş olmayı temenni etmem. Güneşte kaldıysam, gölgede olmayı temenni etmem. Kul, elini başına koydu ve, ´Bu mu basit bir özellik? Bu, andolsun ki abidlerin aciz kaldıklara en büyük haslettir dedi".

Ibni Mesud´dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir:
´Her kim, gökten yere indirilene rıza gösterirse mağfiret olunur. Ebu´d-Derda (ra) ise şöyle demiştir: ´İmanın zirvesi, Allah Teala´nın hükmüne sab­retmek, ve kadere rıza göstermektir.

Muhammed b. Huveytıb (ra), Allah Resulü´nden (sav) şu hadisi rivayet etmiştir:
"Kula verilenlerin en hayırlısı; Allah Teala´nın kendisi için taksim ettiğine rıza göstermesidir"

Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Ne mutlu o kimseye ki, İslam´a hidayet edilmiş ve rızkı ancak yetmekte olmasına rağmen ona razı olmuştur". [10] Bu­nun benzeri bir rivayet de şöyledir: "Her kim Allah Teala´dan gelen rızkın azına rıza gösterirse, O da ondan gelen amelin azma rıza gösterir".

Ali´den (kv) Ehl-i Beyt kanalıyla şu hadis nakledilmiştir:
"Allah Teala bir kulu sevdiğinde, onu imtihan eder. Eğer sabrederse onu kendine ayırır. Eğer rıza gösterirse onu kendine seçer". ı

Allah Teala´dan razı olmak, halka merhametli davranmak, kal­bi selim tutmak, müslümanlara nasihatta bulunmak ve cömert ol­mak, sıddıklar arasındaki abdal zümresinin makamını oluşturur.

Musa (as) üe ilgili olarak nakledilen rivayetler arasında şöyle bir hadise anlatılır:
"îsrailoğnlları on...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır
« Posted on: 20 Nisan 2024, 06:41:49 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır rüya tabiri,Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır mekke canlı, Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır kabe canlı yayın, Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır Üç boyutlu kuran oku Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır kuran ı kerim, Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır peygamber kıssaları,Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadır ilitam ders soruları, Rıza Makamının Hükümleri Hakkındadırönlisans arapça,
Logged
06 Ocak 2010, 17:03:15
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 06 Ocak 2010, 17:03:15 »

Ariflerden bir zat, bunları Allah Teala´dan haya etme babında görürdü. Onlardan biri de şöyle demiştir: Bunlar, Allah Teala´ya karşı güzel ahlaka sarılmanın gereklerindendir. Kimi de bunları, Allah Teala´nın huzurunda takınılması gereken edeb kapsamında değerlendirmiştir. İş böyle olunca, aslen mubah kılınan şeyleri kı­namak ve onları ayıplamak, Allah Teala karşısında kötü bir ahlak sergilemek ve O´nun huzurunda kötü davranmak olmaktadır.

Bunlardan daha ağırı, Allah Teala´dan utanmama babından de­ğerlendirilmesidir. Bu da, "Hayasızlık, küfürdür" şeklindeki hadi­sin anlamlarından biri olarak değerlendirilebilir. Buradaki küfür, kusurlu görmek veya kınamak suretiyle nimete nankörlük etmek anlamındadır.

Allah Teala´nın lütuf ve şefkatinin eseri olarak verdiği bir ni­met, benzeri bir nimetten eksik veya nimet verilen kimsenin arzusuna ters olabilir. Böyle bir durumda o nimeti ayıplı görmek veya kınamak, nimete küfür ve nimet sahibi olan Allah Teala´ya karşı hayasızlık olur. Çünkü O, nimetinden dolayı şükredilmesini emret­miştir. Şükrün mukabili ise nankörlük ve inkardır.

Bir kimse size yemek hazırlasa ve siz, o yemeği beğenmeseniz ya da eleştirseniz, hoş görülmeyen bir davranış sergilemiş olursu­nuz. Allah Teala da aynı şekilde nimetine kusur bulmanızı hoş gör­mez. Bu konu, Allah Teala´nın sıfatlarının anlamları kapsamına gi­ren bir husustur.

Şu sözün muhtevasında da bu hususa işaret edilmektedir:
"Rab-binizi en iyi bileniniz, kendisini en iyi bileninizdir". Çünkü mahlu-katla ilişkilerinizde nasıl sıfatlara sahip olduğunuzu gördüğünüzde, Hâlık ile ilişkinizdeki hallerinizi de daha iyi görebilirsiniz.

Rıza ehlinden bazıları varlıkları kusurlu bulan ve kınayan kim­selerin davranışlarını, onların Yaratıcısı hakkında gıybette bulun­mak olarak görmektedirler. Çünkü bütün şeyler, O´nun yapma ve yaratmasının eserleri, hikmetinin sonuçlan, ilminin tecellisi, ted­birinin yansıması ve kaderinin neticelerinden ibarettir.

Allah Teala, hüküm verenlerin en iyisi, rızık verenlerin en ha­yırlısı ve yaratıcıların en güzelidir. O´nun her şeyde büyük bir hik­meti ve her işte hünerli bir sanatı vardır. Siz bir sanat eserini ayıp­ladığınız ve tenkid ettiğiniz zaman, bu sözünüz onun asıl Sanat-kârı´na ulaşacaktır. Çünkü onu yapan ve hikmeti gereği ortaya çı­karan O´dur. Çünkü sanat da sonuç itibarıyla yaratılmış bir hüner­dir. Allah Teala sanatı yaratmamış olsaydı, onun eserleri de yapıla­mazdı. Sanatın, sanatı ortaya çıkarma noktasında hiç bir rolü yok­tur. O da Allah Teala´mn bir eseridir.

Vera ehli, Allah Teala´ya gıybette bulunmuş olmamak için hiç­bir eseri kusurlu görüp tenkid etmezlerdi. Çünkü Allah Teala´dan razı olan bir kul, O´nun huzurunda edebini takınır, O´nun yurdun­da O3na karşı çıkmaktan ve hükmüne itiraz etmekten haya eder.

Dünya yurdunun asıl Sahibi olan Hak Teala, hükmünde diledi­ğini yapar. Hüküm Sahibi, dilediği.şekilde hüküm verebilir. Kul ise, Rabbinin yaptığına razı, Hâkim-i Mutlak´m hükmüne teslim olmuştur. îsrailiyat kaynaklı haberler arasında şu hadise nakledil­miştir: "İsa (as), arkadaşlarından bir toplulukla, bir köpek leşinin

yanından geçmişlerdi. Burunlarını kapatarak, Üf, Üf, ne kadar iğ­renç bir koku!´ dediler. İsa (as) burnunu kapatmadı ve köpek için, ´Dişleri ne kadar da beyazmış´ dedi".

O, bu sözüyle arkadaşlarını gıybetten sakındırmak ve eşyanın kusurlarını olduğu gibi bırakmak gerektiğini öğretmek istemiştir. Çünkü o, Allah Teala´nm yarattığını O´nun eseri olarak görüyor ve Allah Teala´ya bakışına göre elden geçirerek buna göre hüküm ve­riyordu.

Rivayete göre Allah Resulü (sav), hiç bir yemekte kusur bulma­mıştır. Eğer iştahını çektiyse yemiş, çekmediğinde ise bırakmıştır. Enes b. Malik (ra) şöyle demiştir: Allah Resulü´ne (sav) on yıl hiz­met ettim. Hiç kimse benim efendim gibi olamaz. O, bir gün dahi yaptığını bir şey için ´Şunu niçin yaptın?´, yapmadığım bir şey için de, ´Keşke yapsaydın´ dememiştir. Yine O, olmuş bir şey için, ´Keşke olmasaydı´ veya olmamış bir şey için de, ´Keşke olsaydı´ dememiştir. O, daima şöyle derdi: ´Takdir edilmişse, muhakkak olur [11] İşte ya-kini iman sahibi ve müşahedesi açık bir kulun sıfatı böyle olur.

Rıza makamının bu inceliklerini düşünen ve bunlara riayet eden kimseler, Allah Teala´nın katında mukarrebun makamına yükseltilmişlerdir. Bunları hafife almak ve ilgisiz kalmak ise, kalp­lerin kararak bozulmasına yol açar.

Bu hale düşen kalpler, muhabbet ve rızaya asla uygun olamaz­lar. Bu tür haller, itiraz ve Allah Teala´nın takdirinde seçicilik gibi yanılgılara sebebiyet verir. Bu da, O´nun huzurunda öne atılmak demektir. Şehrin de ifade ettiği gibi bu, kulun tedbire yönelmesidir. O şöyle demiştir: İnsanların tedbirleri, onları Allah Teala´dan per­deler.

ı Bu konuda şöyle bir hadise anlatılmıştır: Bir müslüman, arif­lerden biriyle yolculuğa çıkmıştı. Adam yolda bir şeyi kurcaladı ve onu, durduğu yerden oynatarak başka bir yere kaydırdı. Bunun üzerine arif zat, *Ne yaptın? Allah Teala´nın mülkünde, sünnet ve zaruret bulunmaksızın yeni bir şey ihdas ettin? Artık benim ya­nımda yolculuk etme. Bizler için bunlar dışında başka günahlar ol­masa bile, bunlar yeter. Daha da ötesinde bunları hafife almak büyük günahtır" dedi´. Bundan daha da ağırı, sözkonusu günahlar şe| bebiyle tevbe ve istiğfarda bulunmaya gerek görmemektir.

Rıza-i İlahi peşinde koşanların amelleri, Allah yolunda mücajtiL ´ rde edenlerin amellerinden kat kat fazla sayılır. Çünkü Allah yolun da cihad edenlerin amelleri, yediyüz katıyla sevaplandirilir. Rıza arayanların amelleri ise, sayılamayacak kadar fazlasıyla ödüllen­dirilir. Allah Teala, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah, diledi-; ğine kat kat verir". (Bakara/261); "Allah da ona, kat kat fazlasıyla ödesin". (Bakara/245) Denildi ki: Bir hasene, iki milyon katıyla ödenebilir.Allah Teala buyurdu ki: "Mallarını Allah rızasını umarak ı´Vıi kendilerini sağlam tutmak için infak edenler, tepe üzerindeki bir bahçe gibidirler". (Bakara/265) Böyle bir bahçede, kaç başak ve da-ne bulunur? Elbette sayılamayacak kadar çok bulunur. İşte onlar, Allah Teala´nın haklarında, "Allah, dilediğine kat kat verir" (Baka­ra/261) buyurduğu kimselerdir. Bunlar, Allah Teala´dan razı olmuş kimselerdir. Çünkü onlar, Allah Teala´nın rızası için O´nun uğrun­da karz-ı hasen vermiş kimselerdir. Allah Teala da, bunun karşılı­ğını katlanyla vermeyi taahhüt etmiştir.

Allah Teala´nın hikmetini akleden kimse, O´nun hüküm verdiği hususlarda tam teslimiyet gösterir. Çünkü Allah Teala eşyayı, ken­di tercihiyle varetmiş ve iradesiyle açığa çıkarmıştır. Takdir edilen­ler, bu sayede yapılır ve işlerin akıbeti de O´na döndürülür. Kul, ar­zuladığı şeyde nefsiyle, alışkanlığıyla ve akıl yoluyla bildiğiyle bir­likte olamaz.

Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Rıza makamı dışında her ma­kamdan bir hale nail oldum. Ondan ancak, koklanacak kadarını gördüm. Buna rağmen bütün yaratılmışları cennete, beni cehhene-me koysa, bundan bile razı olurdum.

Derece bakımından onun üstünde bir arife de şöyle sorulmuştu:
Allah Teala´dan rızada nihai noktaya ulaştın mı? Şu cevabı verdi: Nihai noktaya asla. Ama rızadan bir makama ulaşabildim. Öyle ki Allah Teala beni, cehennem üzerinde köprü kıldı da, insanlar be­nim üstümden cennete geçtiler. Sonra da, taksimi gereği insanlar yerine cehennemi benimle doldurdu. O´nun bu hükmünü sevdim ve
taksiminden razı oldum.

Ruzbari´den şunu naklettiler:
Ebu Abdullah b. el-Cela ed-Dı-meşki´ye falanın şöyle dediğini naklettim: Halkın O´na itaat ede­ceklerini bilsem, bedenimin makaslarla doğranmasını isterdim. ´Bunun anlamı nedir?´ denildi. Ebu Abdullah şöyle dedi: Ey kişi! Eğer bu, insanlara şefkat ve nasihat babından ise maruf görürüm. Eğer tazim ve yüceltme babından ise maruf görmem. Ruzbari dedi ki: Dımeşki, bunu söyledikten sonra bayıldı.

İmran b. Husayn´m karnı su koplamıştı. Bu nedenle de otuz yıl boyunca sırtüstü yatmak zorunda kalmıştı. Bu kadar uzun bir sü­re ne oturabilmiş, ne de doğrulabilmişti. Hurma dallarından yapıl­mış yatağının altında bir delik delinmiş ve altına büyük küçük ab-destini yaptığı bir kap konmuştu. Bir defasında Mutarraf ve karde­şi Ala ziyaretine gelmişlerdi. Mutarraf onun bu halini görünce ağ­lamaya başladı.

İmran, ´Niçin ağlıyorsun?´ diye sordu. O da, ´Seni bu sıkıntılı du­rumda gördüğüm için´ dedi. İmran, ´Ağlama, Allah Teala´ya sevim­li gelen, bana da sevimli gelir" dedi. Ardından şunu ekledi: Sana faydası dokunacak bir şey söyleyeyim, ancak bunu, ben ölünceye kadar kendine sakla. Melekler, beni ziyaret ediyorlar, onları hisse­diyorum. Bana selam veriyorlar, selamlarını işitiyorum.

îmran (ra), bu sözüyle başındaki bu musibetin bir ceza olmadı­ğını göstermek istemiştir. Çünkü bu tür bir işaret, hayırda bir de­rece, bir rahmet ve bir imtihandan başka birşey değildir. Cezalar, bu tür ilahi işaretlerle beraber gelmez. Cezalarda, böyle tatlar ve kalpler için gaybi esintilerin güzel kokuları bulunmaz. İmran, Mu­tarraf üzüldüğü için, onu sevindirmek istemiştir.

Habib Teala´yı zikreden kul, o Tabib ile buluşmayı daha çok is­ter. Nitekim muhibbandan biri şöyle demiştir:


Ey zikriyle tedavi olduğumuz Habib,

En garip hastalıklara bile Seni tavsiye ederler.

Her kim gizlice tabib ararsa,

İşte o Tabib´le buluşma özlemiyle hastalanandır.

Habib´i arayan, ko...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

06 Ocak 2010, 17:10:07
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 06 Ocak 2010, 17:10:07 »

Bundan sonra ilmin tafsilatı ve hükümlerin tertibi gelmektedir, iyilik ve birr türünden olanları emretmiş ve mendup görmüştür. Kul da, bunlara rıza göstermiş, fiilen ve seri olarak onları sevmiş­tir. Bunlar sebebiyle de Allah Teala´ya şükretmek farz olmuştur.

Kötülük ve şer türünden olanları ise yasaklamış ve bunları iş­leyenleri azapla tehdit etmiştir. Kula düşen, adalet ve takdir bakı­mından Allah Teala´ya ve O´nun hükümlerine rıza göstermek, her işi hüküm ve hikmet olarak Rabbi´ne havale etmektir. O, kötülük­lere karşı sabırlı olmalı, onlara yaklaşmaman ve bunları yapmayı kendine bir haksızlık olarak görüp bunlar neticesinde gelecek aza­ba razı olmalıdır.

Zira o, bu günahları bizzat kazanarak ve rıza göstererek kendi uzuvlarıyla işlemiştir. En büyük delil, hiç kuşkusuz Allah Teala´ndır. Kulun ise hiçbir özür ve bahanesi yoktur. O, Allah Tea-la´nm iradesine rıza göstermelidir. Ama O, eğer dilerse rahmet ve kereminin bir göstergesi olarak kulunun günahını affedebilir.

Ya da dilerse, adaleti ve hakkaniyeti gereği cezalandırabilir. Bu konudaki hitab-ı ilahinin özü, kazanın kötüsüne irade ve fiil olarak ancak Allah Teala´nın kendi Zatı´ndan rıza göstermesidir. Kul bu­na, kendinden değil Allah Teala´dan geldiğini bilerek rıza göster­melidir. Çünkü yakini iman sahipleri ve muhabbet ehli, iyiliği em­redip kötülükten sakındırma görevini asla ihmal etmezler.

Onlar, masiyetlerin inkar edilerek, dille ve kalple mekruh gö­rülmesi gereğini de inkar etmezler. Çünkü iman, bunu farz kılmış, şeriat da bunu getirmiştir. Allah Teala da onları mekruh görmüş­tür. Yakini iman sahiplerine düşen de; O´nun mekruh gördüklerini mekruh görüp sevdiklerini sevmektir.

Yakin makamı, imanın farz kıldıklarını düşürmediği gibi tevhi­di müşahede de, Resul´ün (sav) getirdiği şeriatı ve O´na uyma me­suliyetini iptal etmez. Kim bunun aksini iddia ederse, Allah Te­ala´ya ve Resulü´ne (sav) iftira etmiş, yakin sahiplerini ve muhab­bet ehlini karalamış olur.

Allah Teala´nın dünyadan ve masiyetlerden razı olan bir kavmi zemmedişini görmüyor musunuz? O, öne geçenlerden geride kal­maya rıza gösteren bu kavim hakkında şöyle buyurmuştur: "Dün­ya hayatına razı olup onunla huzur bulanlar". (Yunus/7) Allah Tea­la, bu tercihlerinden dolayı onları kınayarak şöyle buyurmuştur: "Ahirete inanmayanların kalpleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçları işlemeğe devam etsinler diye". (En´am/113) Al­lah Teala, geride kalanlarla (=kadmlarla) birlikte kalmaya rıza göstermelerinden dolayı onları şöyle nitelemiştir: "Kalpleri mühür­lenmiştir. Onlar artık anlayamazlar". (Tevbe/87)

Günahlara ve çirkinliklere, Allah Teala´dan veya başkasından geldiğini düşünerek rıza gösteren, onlar için istekte bulunan, dost­luk kuran ve onlar için başkalarına yardımcı olan, ya da bunun İla­hi Rıza ile ödüllendirilen Rıza makamına dahi olduğunu veya Allah Teala tarafından anlatılıp övülen rıza ehlinin hallerinden olduğu­nu iddia eden kimseler de, Allah Teala´nın zemmettiği o kavimle beraberdirler. Nitekim bir hadiste Allah Resulü (sav) şöyle buyur­maktadır: "Kötülüğe rehberlik eden, onu yapan gibidir". Ibni Me-sud da (ra) ´Kul, münkerden kaçtığı halde, onu yapanın günahı ka­dar günah kazanabilir demişti. ´Bu nasıl olur?´ diye soruldu. O da şöyle dedi: Münkeri anlatır ve ona rıza gösterir.

Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Eğer bir kul doğuda bir adam öldürmüş, batıda baş­ka biri de bu cinayete rıza göstermiş ise, onun cinayetine ortak ol­muş olur". Bu hususta Allah Resulü´nden (sav) mürsel yolla rivayet edilen hasen bir hadis de şöyledir: "Din bakımından kendinden üst-tekine, dünya bakımından da kendinden alttakine bakan kimseyi Allah Teala sabreden ve şükreden olarak yazar. Dinde kendinden alttakine, dünyada ise üsttekine bakan kimseyi ise sabreden ve şükreden olarak yazmaz".[13]

Sonrakiler arasında ortaya çıkan, ilim ve yakini imandan yok­sun bir takım boş kimseler rıza konusunda hata ederek, kendile­rinden kaynaklanan her türlü masiyet ve günahı rıza kapsamına sokmuşlardır. Bunlar, rızanın tafsilatından habersiz ve tevil ilmini anlamaktan uzak kimselerdir. Rıza halinden uzak, Kitab´m müte-şabih ayetlerine tabi olan bu kimseler, fitne maksadıyla sözde ve fİ-ilde bidata yönelmişlerdir. Bunlar, vakitleri heba olmuş ve başka­larının vakitlerini de bu tür boş fikirlerle heba etmiş kimselerdir. Alimler nezdinde, iddialarının batıllığı, yanlışlığına delil aratma­yacak kadar açıktır. Batıl ve boş fikirlerle meşgul olmak da, boştur.

Rıza, ancak Allah Teala´nm emir ve yasaklarına aykırı ve masi­yet olmayan hususlar için geçerli bir haldir. Mesela mallarda eksil­me, dünyevi bakımdan zararda olma, evlat ve ailede kayba uğrama gibi kişiye ağır gelen ve hoş görülmeyen hallerde geçerlidir. Aynı şekilde, Allah Teaia tarafından cezalandırılmayan ve azap tehdidi bulunmayan, suç ve günahlardan uzak uhrevi ameller de rıza ola­bilir.

Batıla yönelmiş biri, cimriliğini, insanlara yardımcı olmaya düşkün olmayışını ve harcamalarım gerekçe göstererek, ya da dün­yevi işlerinin genişliğim ve fakirliğini bahane ederek, bunların kendisini sadaka vermekten ve sahip oldukları konusunda zühd ile davranmaktan alıkoyduğunu söyleyebilir. Ama kendisinin, Allah Teala´nm takdir ettiğine çok az itirazda bulunduğunu, bunun da kendine mahsus bir rıza makamı olduğunu iddia edebilir.

Bütün bunlar, heva sahibi bir eğlence düşkününün boş lafların­dan ibarettir. O, insanları kandıran biridir. Onun temennileri, şey­tanın hile ve aldatmalarından ibarettir. Çünkü rıza; fakirlik ve sı­kıntıyı tercihe engel olmaz. Rıza sahibi de, zühdün faziletini ve onun sıfatlarını nasıl olduğunu bilir.

Rıza sahibi, nimetin çokluğunu ve onun artmasını hoş görmedi­ği için mala sıkı sıkı sarılmayı ve mal bakımından genişlemeyi as­la tavsiye etmez. Çünkü rıza, kulu teşvik edildiği şeyden alıkoyup kendisine hoş görülmeye şeyi yapmaya sevketmez. Bunun aksini söylemek, nefsin bahanesi ve insanların dilinden kurtulmak için onları kandırmaktan öte gitmez. Ama Malik´i olan Allah Teala nez­dinde ne bahanesi, ne de kurtuluşu sözkonusudur.

Yukarıda anlattıklarımızın özü şudur:
Rıza, ancak sabır ve şük­rün güzel görüldüğü şeyler hususunda olabilir. Çünkü rıza, şükür ve sabır makamlarının üstünde bir makamdır. O, sabreden ve şük-redenlerin yapacakları ziyade bir ameldir.

Eğer kul, dinen eksik, dünya bakımından fazla ise ve bu haline rıza gösteriyorsa, bu haline gösterdiği rıza, amellerinin en kötüsü­nü oluşturur. Çünkü bu, emr-i ilahiye aykırı bir durumdur. Allah Teala buyurdu ki: "Allah´tan korkun ve O´nun için vesile arayın". (Maide/35); "Onların en yakınları da Rableri´ne daha yakın olmak için vesile ararlar", fîsra/57); "Rabbiniz´den bir mağfirete koşuşun". (Hadid/21); "Rabbinizden bir mağfiret için yarışın". (Bakara/268)

Allah Teala bu hususta da şöyle buyurmuştur: "Bu konuda re­kabet edenler, rekabet etsinler". (Mutaffifun/26);"îşte onlar, hayır işlerinde yarışırlar ve onlar hayır için önde giderler". (Mü´mi-nun/61) Görüldüğü gibi Allah Teala, hayırda yarışmayı ve öne geç­meyi teşvik etmiş, geri kalmayı ve engelleri bahane göstererek ye­rinde saymayı ise kınamıştır. Müminlerin yolu da da budur. Yakin sahiplerinin makamları da bunda yer alırlar.

Seri es-Sekati´nin pazarı terkederek dünya hakkında zühde yö­nelmesinin sebebi, ´Elhamdü lillah´ sözüydü. O, pazarda yangın çıktığı kendisine haber verildiği zaman, bu musibet sebebiyle paza­ra dönmesi istenirken söylediği hamd sözü sebebiyle ticareti ter-ketmiştir.

Gecenin bir yarısında sokağa çıktığı sırada bir toplulukla karşı­laşmış ve onlar, ´Ey Ebu Hasan, birçok insanın dükkanı yandı, ama seninki yanmadı´ demişlerdi. Bunun üzerine, Rabbi´ne hamdetti. Sonra biraz düşündü ve kendi kendine şöyle dedi: Ben, nasıl kendi malımın kurtulup diğer mümin kardeşlerimin mallarının yanması sebebiyle ´Elhamdü lillah´ derim. Ardından dükkanındaki aletleri, bu sözüne kefaret olması için tasadduk etti. Sonra da pazarı terketti.

Allah Teala da, bu fiili sebebiyle onun şükrünü kabul etti ve dünyada zühd sahibi olmasını kolaylaştırdı. Onu muhabbet maka­mına yükseltti Rızayı terketmesi, onu rızaya sevketmişti. Seri es-Sekati´nin şöyle dediğini duydum: Öyle bir söz söyledim ki, tam otuz yıl ondan dolayı istiğfarda bulundum. Kasdettiği söz, ´Elham­dü lillah´idi.

Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Müslümanların işlerine önem vermeyen, onlardan değildir". Meşhur bir hadis ise şöyledir: "İman bağlarının en sağla­mı; Allah için sevmek, O´nun için buğzetmektir".[14]Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) bunu, imanın en sağlam kulpu olarak takdim et­miştir. Çünkü iman, buna dayanmaktadır. Şeytan, bu bağı çöze­mez. İman bağını çözemediği gibi bu bağ üzerinde de hiçbir güce sahip değildir. Çünkü Allah Teala, bu bağ ile onun arasına durur.

Allah Teala, böyle bir imanı kulunun kalbine yazdıktan sonra, ruhunda da ebedileştirmeyi üstüne almıştır. Allah için sevmede, dostluk, can, mal, fiil ve sözle yardımcı olmak vardır. Allah için buğzetmede ise, bunların aksi mevcuttur. Bidatçı, günahkar, fasık, zalim ve saldırgan kimselere buğzetme sözkonusudur. Bunlarla dost olmamak ve kendilerine yardımcı olmamak müminlere farz kılınmıştır.

İşte bu nedenle, Allah dostlarıyla dost olup, O´nun düşmanları­na düşman olmak im...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes