Konu Başlığı: İnsanın Yaratılışı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 20:10:06 III.2. İnsanın Yaratılışı III.2.1. İlk Yaratılış ve Aşamaları Varlığın temelindeki anlık oluş, açılımında süreselüği beraberinde getirmektedir. Varoluşçuların insanın metafizik âlem ve ondaki yaratılışı hakkındaki değerlendirmeleri [602]tevhid akidesini temelinden sarsmaktadır. Bu nedenle, varoluşçuların varlık hakkında söylediklerinin gerçekle alakası yoktur. Hz. Adem'in yaratılışını ortaya koyan ayetlerde geçen halk kelimesinin ifade ettiği takdir ve tesviye, Allah'ın ezelden ebede kadar yaratmayı ve ilgili stratejiyi en iyi bir şekilde bildiğini, bunun insanın yaratılışında hücreden çok öncesini öncelediğini görmek mümkündür. Allah'ın “ol” emri ise, Adem'i varlık âlemine sokması demektir. Dolayısıyla Hz. Adem'in yaratılışı “ol” emrinden önce sabit olan bir husustur. Bu yüzden Allah, Hz. Ademi Önce yaratıp, sonra “ol” diyerek yaratmasını anlatmakta olduğu [603] şeklindeki değerlendirmeler akla uygun düşmemektedir. “Ol” emri ile ilgili olarak yapılan tartışmalara burada girilmeyecektir. Ancak “ol” emrinin olağan dışı bir durum oluşu, tedricen işleyen kanunun künhüne vukufiyyeti gerekli kılmaktadır. İlk insanı oluşturan hücrenin, bir anda sünnetullah'tan başka ve ilk olarak gerçekleşen bîr seçme olduğu [604] ve Hz. Ademin yaratılışının başlangıç anı olduğu söylenebilir. İşte bu olağanüstü durum, dünyaya teşrif edecek olan insanı gerçekleştirecek olan asıldır. Şu halde “an” yoluna devam ederken, değişim ve gelişmeyi yaşayarak; saniye, dakika, saat, gün, ay ve yılları meydana getirirken, Yâsîn sûresi 82. ayetin işaret ettiği “ol”emri ile yaratılan varlıkta açılımlarını beraberinde getirecek strateji ve fonksiyondadır. Bir anda yaratılan insanın özünü oluşturan hücre de beraberinde, evreni ve evrenin oluşum sürecini taşımış, oradan Hz. Adem ve onunla insanlığa açılacak kıvama ulaşmıştır. Kısaca “an” tedriciliği işletirken, hücre de varlığı işleterek onunla iç içe olurlar. Nemi sûresi 64. ayette ifade edilen istifâ/seçme kanununu, an'in, zaman kavramının bütün ölçeklerini; hücrenin de evrenden süzülerek insanı ortaya çıkarmasını gerçekleştiren stratejidir [605]. Batılı bilim adamlarına göre, evren yaratılmış olup, ilk patlama le evrenin nihâî kaderi belli olmuştur [606]. Bu patlamada ilk varlık olarak kabul edilen duhân'da evrendeki bütün varlıkların özünün var olduğunun kabul edilmesi [607], varlığın kalkış noktasında insan ve onun fenomenolojisinin var olduğunu [608], sonucun başlangıçta belli olduğunu gösteren açıklamalardır. Var olmanın anlamı, varlığın özü ve hikmeti sayılan insanın, anlık bir yaratılışla yaratılmamış olmasıdır. Anlık bir yaratma, onun en güzel bir biçimdeki konumuna beşer anlayışı açısından halel getirebilir. Sanatkârın şaheserini en sona bırakması da beşer anlayışına göre, bir alt yapının bir birikimin sonucunda varılan noktadır. Allah isteseydi, bu Özelliği ile insanı başlangıçta da yaratabilirdi, ama istememiş ve yapmamıştır. Öyle ise çok önemli hikmet ve metotların kendisinde saklı olduğu ilahî stratejide, zirvenin pratize edilişi sonraya bırakılmıştır. İnsanın aslı, ateşlerden kopup gelen kuru toprakta bulunan büzeyr ismi ile günümüze kadar nakledilen tohumcuktur. İlerleyen zaman içerisinde Hz. Ademin asıl maddesini oluşturacak olan bu tohumcuk, Kıyamet sûresi 38. ayetin tefsirine göre, insan neslinin tenasül yoluyla çoğalmasını sağlayacak küçük bir hücre olup, alınan gıdalar vasıtası ile insan spermini oluşturmuştur [609]. İnsanın diğer varlıklarla olan münasebetinin [610] böyle bir birlikteliği ve geçmişi vardır. İnsan kozmik bir varlık olup, kozmolojiyi sorgulayarak onu işletecek ve onun sırlarına vakıf olacaktır. Çünkü kozmoloji onun parçasıdır. İşte bu noktadan hareketle zaman, varlığın kendisinin içinde bulduğu her türlü var olma hali olarak açıklanabilir. İnsan yaratılmadan önce, onun her türlü hali hesap edilerek yer ve gökler yaratılmıştır. Gökler ve yerler insanın menfaatini sağlayacak kıvama getirildikten sonra insan yaratılmıştır. Bu yüzden, insanı yeryüzüne has bir varlık olarak değerlendirmek yanlış olur. Bu yaklaşım onun sıkıştığında göklerde de intifa hakkını arayabileceğine bir karine olarak değerlendirilmiştir [611]. Varlığın böyle bir silsileden geçerek insanın yaratılışına gelmesi En'âm sûresi 1. ayette işaret edildiği üzere, evrenin içindekilerle onun hizmetine sunulmuş olduğu esprisine de uygundur. Başlangıcı olmayan hadiselerin olduğunu söylemenin imkânsız olduğu kesin delillerle bilinen bir gerçek olarak kabul edilmektedir. Durum böyle olunca, insanların da ilki olan bir insana dayanması gerekmektedir. İşte Hicr sûresi 26. ayetten anlaşıldığına göre, bu ilk insan Hz. Ademdir [612]. Hz. Adem'in yaratılışının, önceden tespit edilen, Kitab-ı mubînde yer alan stratejiye göre işlemesi mümkündür [613]. Böyle bir strateji, A'râf sûresi 11; Sâd sûresi 72. ayetlerde işaret edilen tedriciliğe de uygundur. Sıcak ve soğuk, nem ve kuraklık karışımı ile ilk insan meydana gelmiştir. Bundan önce sözü edilen bileşimin mahiyeti hakkında bilgi verilmemiştir [614]. Bunların ışığında, kozmik yapının özelliklerini insanın asıl unsurlarına sindirmiş olduğu söylenebilir [615]. İlk insanın yaratılışı ile ilgili olarak, Mü'minûn sûresi 12. ayette işaret edilen sülale için topraktan yetişen gıdalarla beslenme sonucu meydana gelen sperm hücreleri olabileceğine dikkat çekilmiştir. Çünkü bu ayetin hemen devamında nutfeden bahsedilmektedir. Ayrıca, Nahl sûresi 4; Mü'minûn sûresi 40, 67; Kıyamet sûresi 37, Abese sûresi 19, 20. ayetlerde, insanın nutfeden yaratıldığını ifade eden ayetlerin varlığı, Arapların örflerinde sülalenin nutfe anlamında kullanılması [616], başlangıçta ateşten koparak gelen küçücük hücre ile örtüşen açıklamalardır. Bütün bunlardan yola çıkarak Hz. Adem ile nesli, aynı strateji ile yaratılmıştır denilebilir. Başlangıçtaki hücrenin değişimler geçirerek sülale ve nutfe haline gelmiş olması mümkündür. Nitekim, Nahl sûresi 13 ve 14, Mü'minûn sûresi 17 ve 18. ayetlerde bunu desteklemektedir. Ehli Sünnete göre ise insanın tedrici bir strateji ile yaratılmasında Allah'ın meşieti ve kudreti yeterli bir sebeptir. Ayrıca bu tedricilik insanlara şefkat ve teenniyi de öğretmektedir. [617] III.2.1.1. Toprak İlk insanın ana maddesinin toprak olduğu [618] şeklindeki açıklamalar, kaynağını Al-i 'İmrân sûresi 59; Kehf sûresi 37; Hac sûresi 5; Rûm sûresi 20; Fâtır sûresi 11; Mü'min sûresi 67. ayetlerden almaktadır. Bu aşamada toprak inorganik bir özelliktedir. Bu yüzden, insanın özünü oluşturan hücre, toprakta kuvve halinde bulunmaktadır. “İlk yaratılış ve aşamaları” başlığı altında yazılanlar dikkate alınmazsa, ayetlerin işaretiyle, ilk insanın yaratılışında toprak birinci aşamayı oluşturmuş olur. Bunun sebebi ise söz konusu ayetlerde, topraktan ötesine gidilmemektedir. Râzî, tenasül yolu ile yaratılan insanlarında topraktan yaratıldığını söylemektedir. Çünkü ona göre topraktan alınan besinlerin oluşturduğu meni, toprak özelliği taşımaktadır [619]. Başlangıçta, farklı bir ortamda değişim geçiren hücrenin, bu defa insanların bünyesinde değişim geçirerek sülale/sperm kıvamına gelmekte olduğu, Hz. Ademin yaratıldığı toprağın ise sperm için gelişip mayalanacağı beden mesabesinde olduğu söylenebilir. [620] III.2.1.2. Tîn Toprağin su ile birleşmesi ile meydana gelen karışımdır. Enbiyâ sûresi 30. ayetin işaretinden anlaşıldığına göre suyun toprakla birleşmesi ile birlikte toprak canlılık kazanmış olur. İnsan sûresi 1. ayetten de bu halin üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen, insanın anılmaya değer bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Tîn, En'âm sûresi 2, Secde sûresi 7. ayetlerin işareti ile ilk insanın yaratılışında ikinci aşamayı oluşturmaktadır. Burada üçüncü aşama olarak verilişi, toprağın birinci sıraya alınmayışı yüzündendir. Zira Hz.Adem'in esasını oluşturan tohum, topraktan önce gaz parçalarının, yahut ateşlerin içinden koparak gelmiş, kuru toprakta bir süre beklemiştir. Tîn, çamur, yaratılış ve tabiat manalarına gelmektedir [621]. İnsanın yaratılışındaki bu aşama, kendi içinde bir takım evrelere sahiptir. Bu evrelerin hepsi de çamur demektir. Hİcr sûresi 26, 28 ve 33. ayetlerde ifade edilen hemein mesnûn ifadesi cıvık ve değişen çamur, Sâffât sûresi 11. ayette geçen tînun lâzib ifadesi ise yapışkan çamur demek olup, Secde sûresi 7. ayetin tefsirinde bu aşama meninin oluşum ortamı olarak değerlendirilmiştir. [622] Şu halde, toprağın su ile terkibi, çamurun bir daha değişikliğe uğraması, cıvık çamur ve ardından yapışkan çamur kıvamına gelmesi demektir. Mü'minûn sûresi 12. ayette geçen silâletun min tîn ifadesindeki, sülâle'nin ismi meful manasına alınmış olması, gelecekte insanın tenasül ile çoğalmasında önemli bir unsur olan sperm ilede uyum arz etmektedir. Her iki durumda da sülalenin zamansal olduğu çok net olarak ortadadır. Dolayısıyla ilk insanın yaratılışında da sülale öncedir [623]. Çünkü sülâle cüzlerin en latif, en iyi kısmından süzülüp alınmış olan[624], bulanık çamurdan süzülüp çıkan şey, meni keseciklerinde toplanıp bir araya gelerek, meni olan ve uzuvlara saçılabilen çamur zerreleri şeklinde açıklanmıştir. Ayrıca sülale, nutfenin oluştuğu gıda olarak ta açıklanmıştır. Hz. Ademin maden, bitki ve hayvanlardan sonra yaratıldığı kesindir. Zira bunlar, insana gıda olacak varlıklardır [625]. Çamur daha sonra pişmiş çamura benzeyen bir balçık haline gelmiştir (Rahman, 14). Böyle bir değişimle yeni bir aşamaya gelinmiştir. Allah, insanın zürrîyetini (Secde, 7, 8) nutfeden yaratmıştır [626]. Nutfe, Hz. Ademin yaratıldığı çamurdan süzülüp gelen sülâlenin içinde oluşan tohumdur. Mü'minûn sûresi 13. ayette geçen “karar-ı mekin” ifadesine göre, nutfenin yeri, gelişim sağlayacak nitelikte toprak içerisindeki bir mazruf yer ve tenasül yolu ile çoğalmada “anne rahmi”dîr. Sanki çamurda besinler oluşarak, nutfeye dönüşmüş ve insan yaratılmıştır. Buna göre insanın yaratılışında geçirdiği değişim, varlığın zamanını beraberinde taşıyacak şekilde kodlandığını ispat etmektedir. Şöyle bir formül ile bu süreç özetlenebilir. Toprak+Su^Çamur—Sülâle=İnsan. İnsanı oluşturan öz, dünyada insan olarak kendisine verilen mekânda gerekli değişimi gösterdikten sonra tekrar toprağa/karar-ı mekîne döneceği bir vakıadır. Tekrar çıkış yine oradan olacaktır. Münferit olarak Hz. Ademin hatırlanmasını sağlayamayan hîn gibi, kim bilir kaç tane hîn geçeceği bilinmemektedir. [627] III.2.1.3. Uzuvlar Tîn başlığı altında yazılanlar, inorganik olan toprağın, organik olma yolunda çeşitli aşamalardan geçerek gerekli değişime uğradığını ortaya koyan belgelerdir. Böyle bir değişimin tam kıvama geldiği nokta, insanı meydana getiren organik hücre veya hücrelerin meydana gelmiş olmasıdır. İşte bu değişimlerle yakalanan tekâmül sonucu, Hz. Adem'in bedeninde organları oluşturulmuştur [628]. Bilime göre duhân (Fussilet, 11), evrenin tamamını ve içindeki varlıkların özünü taşıyıp [629] evreni oluşturması gibi, bir tek döllenmiş hücrenin üreye üreye insandaki yüz trilyon hücreyi oluşturması, bir hücrenin kemik, beyin, kalp, karaciğer, tırnaklar, kirpikler ve kaşları oluşturması [630], işleyen süreci ve gelinen noktayı anlatması bakımından da önemlidir. Hicr sûresi 29. ayetin işaret ettiği gibi bu organlar bedene göre bir tesviye ve düzene sokulup, konuşacak hale gelince [631], ruh gönderilip yaratma işi tamamlanır [632]. Elmalılı Hamdi Yazır (1361/1642} bu yaratılışın, esirî/ısı ve ışığı ileten cevher olarak teşekkül ettiğini, Hz. Adem gibi eşinin de bu cevherden yaratıldığını açıklar. Bu olay ruhun tabiata ilk sunuluşu olarak değerlendirilmiştir [633]. Kur'ân, Hz. Havva'nın yaratılış stratejisinden bahsederken Hz. Adem'den sonra ve onun bir parçası olarak yaratıldığı şeklinde öz bir bilgiyi, Nisa sûresi 1. ayette vurgulamaktadır. Zaten Havva kelimesi canlı manasına gelmekte olup, başka bir canlıdan yaratıldığı bu şekilde de anlaşılmaktadır. Bu yüzden Hz. Havva'nın yaratılışı, Hz. Adem'den sonradır. [634] III.2.2. Tenasül Yoluyla Yaratılış ve Aşamaları İlk insan ve eşi yaratıldıktan sonra neslinin çoğalması onlar vasıtasıyla olmuştur. Nitekim Nisa sûresi 1. ayette bu çok açık olarak ifade edilmektedir. Böyle bir kanunun işleyişinde Kur'ân'ın işaret ettiği strateji şöyledir. [635] III.2.2.1.Sulb veTerâib Sulb, kuyruk sokumuna kadar sırt ve omurga kemiğine verilen isimdir. Halkın bel diye tabir ettiği bölgedir. Târik sûresi 7. ayette Nisa sûresi 23. ayette şeklinde geçmektedir. Terâib, göğüs kemiğine, iki meme ile boyun halkası arasındaki kemiğe verilen bir isimdir. Ayrıca göğsün sağ tarafından dört, sol tarafından dört kaburga kemiğine ve gerdanlık mevziine de terâib denilmektedir [636]. Müfessirlerin bu iki kelime hakkında farklı görüşleri olsa da yapılan açıklamaların ağırlığı, sırt bölgesi ile kaburgaların arasını, üremede önemli bir rolü olan meninin bu bölgeden neş'et ettiğini göstermektedir. Nahl sûresi 66. ayette bu bölge ceninin bütün aşamalarında beslendiği ve irtibat halinde olduğu bir yer olarak anlatılıp, delil gösterilmektedir [637]. Anne rahmindeki ceninin husye ve yumurtalığı önce burada oluşur, sonra yavaş yavaş aşağı iner. Sperm üreten husyelerin ve yumurtanın beslendiği yer burasıdır. Cinsel ilişki içerisinde harekete geçen spermler, bel boşluğuna, oradan idrar kanalına geçerek, prostat bölgesinden sıvı alıp dışarı çıkar [638]. Demek ki besinler yolu ile alınan aslî unsurlar, biyolojik bir ortamda değişim geçirerek meni haline gelmektedir. Spermler, böyle bir bölgede depolanırken, zamansal olduğu gibi meniye öncelik taşımaktadır. [639] III.2.2.2. Nutfetun Emşâc/Zygote İnsan sûresi 2. ayette karışık nutfe olarak ifade edilen bu terkibin kalkış yeri sulb ve terâib bölgesidir. İstifa/seçme kanunu [640] ile bitkiler vasıtasıyla gıda olarak insandaki mezkur bölgede nutfe haline gelen sperm ve avum/yumurtacığın birleşmesi olayıdır ki [641], buna tıp dilinde zygote denir. Zygote'yi oluşturan spermler, zaman bakımından rölatiftir. Dolayısıyla, döllenmeyi gerçekleştiren sperm erkil ise, 26 saat sonra zigot oluşmuştur. Eğer sperm dişil ise, 12 bazen 24 saat sonra bu zigot oluşur. Zygoteyi oluşturmak için yola çıkan spermlerden, sadece bir tanesi döllenmeyi gerçekleştirir. Sulb ve terâibden hareket eden nutfenin karışımı gerçekleştirdiği yer Mü'minün sûresi 13; Mürselât sûresi 11. ayetlerin Karar-ı mekîn diye isimlendirdiği anne rahmidir. Başlangıçta ateşlerden koparak toprakta bekleyen ve değişim sürecini toprakta geçiren küçük hücre artık, anne rahminde, emin bir yerde bu değişimleri ve gelişmeleri yaşayacaktır [642]. İşte şimdi bu terkiple başlayan değişimden itibaren hangi aşamalardan geçildiğine bakmak gerekmektedir. Emşâc kelimesinin meydana getirdiği terkibin mahiyeti konumuzun dışındadır. Bu kelimeyle ilgili olarak ilgili yerlere müracaat edilebilir. [643]. Burada konunun gereği olarak geçirdiği aşamalar, süreselliği, değişim ve gelişmeyi, İstifâ/seçme kanunu ile yaratılış stratejisini ortaya koyup, istifayı tanıttığı için çok daha önemlidir. Şimdi bu stratejinin tanıtılmasına devam edilecektir. [644] III.2.2.3. 'Alaka Karar-ı Mekîn denilen yerde karışımı gerçekleşen sperm ve avumun geçirdiği ilk değişimdir. Hac sûresi 5. ayette karışık nutfenin geçirdiği aşamalar açık olarak sayılmaktadır. Alaka ile ulûk ve taalluk gibi türevleri, ilişmek, yapışıp tutunmak, bağlı olmak ve donmuş pıhtılaşmış kan parçası manalarını ifade etmektedir. Araplar, suda yaşayan ve tuttuğu canlının kanını emen, sülük denilen canlıya benzetmişlerdir [645]. Alaka, fallop borusunda sperm ile döllenen dişi yumurta hücresinin döllenmeden bir hafta sonraki asılı ve gömülü durumudur ki bu bölünme aşamasına gelen yumurtadır [646]. Bunlardan farklı olarak, rahme tutunmuş bir döl diye de açıklanırken, karışık nutfenin geçirdiği değişimin altı çizilmiştir [647]. Anne rahminde gerçekleşen kanşım, gelişme yolunda kendine çizilen stratejiye uyarak böyle bir noktaya gelmekte, buradan geçmişine uzanmakta, sulb ve terâib bağlantısı ile toprağa, oradan da İlahi emir ve iradeye bağlanmaktadır. Anlatılan bu noktaya gelişin, ilk kıpırdanışının kozmik zaman ölçümü ile, rahime gelen karışık nutfenin rahimde karar klimasından altı gün sonra katılaşıp küre şeklini aldığı şeklinde olduğu ifade edilmektedir [648]. Maurice Buceille'nin yaptığı açıklamaya göre, yumurta ilk önce döllenip sonra döl yatağında yuva yapmak üzere iner ki bu olay yumurtanın yapışması demektir [649] şeklindeki açıklaması ile karışımın gerçekleştiği yer ile karar-ı mekînin farklı yerler olup, farklı değişiklik ve gelişmelerin yaşandığına dikkat çekmiştir. Alak seviyesine gelencenin, kozmik zamanın ilerlemesiyle biyolojik değişim ve gelişme geçirecek bir yapıdadır [650]Nitekim Hac sûresi 5; Mü'minün sûresi 14; Mü'min sûresi 67; Kıyamet sûresi 38; Alak sûresi 2. ayetler, böyle bir değişimin aşamalarını belirlerler. Bu yüzden aşağıdaki açıklamalar sözü edilen değişim merhalelerini ortaya koyacaktır. [651] III.2.2.4. Mudğa Mü'minün sûresi 14. ayetle alakanın mudğaya dönüştüğü bildirilmektedir. Mudğanın yapısında meydana gelen değişim, etten farklı, kısmen kemik özelliği taşımakta ve çiğnenmiş bir et görünümündedir [652]. Embriyon, başlangıçta küçük bir kitledir. Kemik sistemi bu kitlenin içinde mezoderm denilen yerde gelişir, şekillenen etlere kaslar giydirilir [653]. Mudğa aşamasının kendi içinde de iki önemli, belirgin aşama yaşadığını, birincisinde duyu organları ve azalan henüz belli olmayan bir değişimi, ikincisinde, şekillenmiş, duyu organları ve azalan belli olmaya başlamış bir değişimi gerçekleştirdiği, bunun kozmik olarak kuşattığı sürenin 30 ile 45 gün arasında değişebileceği [654] yönündeki açıklamalar biyolojik sürecin ve değişiminde rölatif olduğunu ortaya koymaktadır. İnsanın yaratılışında önemli bir aşamayı temsil eden mudğa artık şekillenmiş, yeni bir değişime ve bu değişimde ilerlemeye hazır bir yapıdadır. Bu noktada böyle bir yapıya nasıl geçildiği ve ne tür bir değişim yaşandığı incelenecektir. [655] III.2.2.5. Kemikler ve Kemiklere Et Giydirilmesi Mü'minûn sûresi 14. ayetin devamında kemiklerin mudğadan yapıldığı, hemen et giydirildiği açık olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla etle kemiklerin giydirilişini bir aşama kabul etmenin kesin olmadığına işaret etmekte yarar vardır. Zira bu hususta yapılan bazı açılamalarda mudğa kemiğe dönüşmekte olan bir yapı olarak anlaşılmakta ve etin daha sonra giydirildiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla mudğanın et olmadığı şeklindeki açıklama daha ağırlık kazanmaktadır [656]. Bu süreç işlerken, herhangi bir duraklamanın olmadığı, ardışıklığın, öncelik ve sonralıkların yaşanarak ileriye, yeni bir merhaleye vardığı, ilgili ayetlerin ortaya koyduğu bir hakikattir. Et ve kemiklerle donatılan insan vücudu son donanımına, bir başka ifade ile son değişime hazırlanmış demektir. Aşağıda ele alınacak olan yeni özellik ve güzellikler kazanacaktır. [657] III.2.2.6. Halk-ı Âher Mü'minûn sûresi 14. ayetin ifadesine göre, iskelet haline gelen insan vücudunun bu aşamasında son bir yaratma gerçekleşmektedir ki, bu yaratma ile insan fiziği son şeklini almaktadır. Halk-ı Aher/son yaratılış başlığının konulması bu keyfiyetin bir gereğidir. Bu aşamadaki değişim, insan için gerekli cihazlar, ruh direnci, endam, saçlar ve idraktir [658]. Hadislerin işaret ettiğine göre, bu aşamada Allah tarafından gönderilen bir melek, insana nihaî vasfını verinceye kadar bu değişimi sürdürür. Meleğin gönderiliş zamanı konusu hadislerde, döllenmeden 40- 45 gün sonralık bir kozmik süre olarak belirtilmiştir [659]. Dolayısıyla meleğin gönderilişini tesviye dönemi ile zamandaş yapmak mümkün değildir. Tesviye ve tasvir insanın bütün varlığı ile alakalı son rötuşlardır. Bilimin ileri sürdüğü organ ve damarların belirmesinin 40-45 günlük süreden önceliği de, belki bir anlamda bir tesviye olarak değerlendirilebilir. Esasen tesviye ve tanzim her an yaşanılan bir değişimdir. Bu nedenle döllenmede noktalarla başlayan oluşum [660], nasların ve kaynakların, alaka ve mudğa dediği aşamaları oluşturmaktadır. Halk-ı Aher'den müfessirlerin anladığı, ceninin dört aylık/16 haftalık oluşundan sora icra edilen değişimdir. Ellerin yaratılışı, bebeğin parmağını emmeye başlaması, dünyaya gelmeye hazırlık zamanının yaklaşmış olması demektir [661].Müfessirlerin çoğunluğu, bu aşamayı ruhun üflenişi ile birlikte son rötuşlamalar olarak anlamıştır [662]. Nitekim Al-i 'Imrân sûresi 6; A'râf sûresi 11; Mü'minûn sûresi 14; Secde sûresi 9; Teğâbün sûresi 3; İrıfitâr sûresi 6- 8. ayetler de buna işaret etmektedir. İnsanın fizikî yapısı kemale erdirİlİnce, Secde sûresi 9. ayette ruhun üfürülüşü olarak ifade edilen başka bir yaratılış gerçekleştirilir. Ancak söz konusu süreyi dört ay olarak açıklamayan yaklaşım, Bakara sûresi 234. ayette kocası ölen kadının beklemesi gereken iddet için belirlenen dört ay on günlük sürenin 128 güne tekabül ettiğini ve işte bu sürenin sonunda cenine ruhun üfürülüşünün gerçekleştiğini düşünmektedirler [663]. Sözü edilen sürenin sonunda şayet kadın kocasından hamile ise, cenin en geç bu sürenin sonunda teşekkül edip ruhun verilmesi ile canlanmış olur. Böylece çocuğun nesebi konusundaki sıkıntılar giderilmiş olur [664]. Ruha kavuşan bedenin bu aşamadan sonra daha ne kadar anne rahminde kalacağı kesin olarak belirlenmemiştir. Hac sûresi 5; Mürselât sûresi 22. ayetlerde geçen belirlenmiş süre kapalı bir ifadedir. Bununla kozmik zaman ölçümünde bulunmak mümkün değildir. Ahkaf sûresi 15. ayette çocuğun anne rahminde kalışı ile süt emme süresinin birlikte otuz ay olarak verilişi de kapalı olup, anne rahminde kalış süresini açık ve kesin olarak belirlemez. Bakara sûresi 233. ayette süt emme süresinin iki yıl olarak gösterilmesi ise bir ruhsattır. Lokman sûresi 14. ayette sütten kesilmenin iki yıl içerisinde uygulanabilen farklı süreler olabileceğini göstermektedir. Demek ki, ruhsat için tanınan azami süre doğumu takip eden iki yıllık bir süre olup, daha sonra süt emme ile ilgili muhtemel sorunların çözümünü kolaylaştırıcı bir hikmeti vardır. Bütün bunlardan yola çıkılarak süt ile hamileliğin sürelerinin birbirine bağlı olarak artıp ekşitebileceği görüşü [665], kozmik olarak bu sürenin rölatif olabileceği sonucuna götürmektedir. Nitekim hamileliğin asgari süresini altı ay olarak açıklayan yaklaşımlarda bunu desteklemektedir. Bir başka husus ise Hac sûresi 5; Mürselât sûresi 22. ayetlerde, anne rahminde kalış için ifade edilen müphem süre, doğumun biyolojik sürecini belirleyen tıfl aşamasına ulaşıp ulaşmayacağının kesin olarak bilinmediğine, bazı ceninlerin bu süreyi tamamlamadan düşük olarak anne rahminden ayrılacağına işaret vardır [666]. Bütün bunların ardışık olarak incelenmesindeki amaç, Felsefenin ve özellikle bir varlık çobanı olarak nitelendirilen Heidegger'in “varlığın anlamı nedir?” sorusundan yola çıkarak cevap aradığı insanın var oluşsal tarzlarını ve anlarını [667], nasların ve kaynakların ışığında ortaya koyarak, Allah'ın anlık ve tedricen işleyen öldürme ve hayat verme planında, normal ve olağanüstü olayların anlaşılmasına çalışılır [668]. Çünkü zaman, varlığı ve kendi hakikatini görünür yapmaktadır [669]. Kozmolojik, biyolojik, sosyolojik vb. zaman kavramını işleten ve ölçen ölçekler vasıtasıyla aşkın güç ondan çeşitli zaman ölçümlerini, vahdetten kesreti kendisine delil yaparak, vahdete rota çizip, kendine yol bulunmasını emretmektedir. Yokluk, yahut an ile İnsanın varlığını düşünmek bile mümkün olmazken vahdeti yakalamak nasıl düşünülebilir. Doğumdan sonraki strateji, insan ömrünün başlangıç ve bitişine kadar olan süreyi kapsamakta olup, önceki bölümde zaman kavramını ifade eden kelimeler içerisinde incelenmiştir. [670] [602] Fahrî Macit, İslâm Felsefesi Tarihi, trc. Kasım Turhan, İstanbul, 1992, s. 282, 320-321. [603] er-Râzî, Tefsir, VIII, 67-68. [604] Yazır, ü, 1086-1090; V, 3433-3434. [605] er-Râzî, IX, 128-130; XII, 126; XXIII, 8; XXIX, 9; Yazır, I, 298, 460; II, 1089-1092, 1127-1128; [606] Weinberg,s. 31. [607] Hanefî Ahmed, s. 228-230. [608]Ertürk, Ramazan, "Heidegger'in Varlık ve Zaman'ının Dayandığı Temel Varsayım", İslâmî Araştırmalar, cilt: 13, sayı: 1, 2000: s. 114- 118. [609] er-Râzî, Tefsir, XII, 126; Yazır, II, 1127-1128. [610] Fahrî Macit, s. 282 [611] Yazır' 290-294. [612] 'Râzi Tefsir' XXX 142 [613] Tefsir ,Xlll, 10; XXX' 124- 208 [614] "Razi, Tefsir- Xlll, 13. [615] Çüçen, s. 43-50. - [616] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 496; Yazır, VIII, 5493. [617] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 326-329. [618] İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Tibyân fi Aksâmi'l-Kur'ân, s. 413. [619] er-Râzî, Tefsir, XXIX, 9. [620] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 329. [621] İbn Manzûr, XIII, 270; ez-Zâvî, III, 118. [622] er-Râzî, Tefsir, XXV, 151. [623] Yazır, V, 3432. [624] er-Râzî, Tefsir, VIII, 66, 67; XIX, 143. [625] Yazır, V, 3433-3434. [626] er-Râzî, Tefsir, XXIII, 74. [627] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 330-331. [628] Duman, M. Zeki, Kur'an-ı Kerim ve Tıbba Göre İnsanın Yaratılışı ve Tüp Bebek Hadisesi, Nil Yayınları, İzmir, 1991, s. 4. [629] Hanefî Ahmed, s. 228-230. [630] Merdin, s. 370. [631] Türkçe Sözlük, haz. Komisyon, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998, I, 727. [632]er-Râzî, Tefsir, XIX, 143; İbn Kayyım el-Cevziyye, et-Tibyân fi Aksâmil-Kur'ân, s. 413. [633]Yazır, I, 322. [634] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 331-332. [635] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 332. [636] İbn Manzûr, I, 230, 526; Yazır, VIII, 5703. [637] el-Merâğî, X, 113-115; Yazır, I, 298. [638] Ateş, Tefsir, X, 195-198. [639] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 333. [640] Yazır, II, 1089, 1092. [641] Duman, s. 16-17. [642] Yazır, II, 1127-1128. [643] et-Taberî, XXİX, 126; er-Râgıb el-Isfahânî, s. 469; er-Râzî, Tefsir, XXIII, 8; İbn Manzûr, II, 368. [644] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları:333-334. [645] İbn Kuteybe, s. 341; İbn Manzûr, X, 259, 267; Yazır, V, 3436. [646] Ateş, Tefsir, X, 206, 207 [647] ibn Kuteybe, s. 382; et-Taberî, XVIII, 8; er-Râzî, Tefsir, XXIII, 8; XXV, 102, 103. [648] Duman, s-28. [649] Buceille, Maurice, Kitabı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim, trc. Suat Yıldırım, TÖV, İzmir, 1981,5.300. [650] el-ÂlÛsî. XVII, 14. [651] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 334-335. [652] el-Buhârî, Kirâbu'l-îmân, 39; er-Râgıb el-Isfahânî, s. 469; er-Râzî, Tefsir, XXV, 102, 103; el-Âlûsî, XVII, 20; XVIII, 14; İbn Manzûr, VIII, 451. [653] Buceille, s. 303. [654] er-Râzî, Tefsir, XXIII, 8; XXVIII, 15; el-Âlusî, XVIII, 14; krş. Ateş, Tefsir, X, 209. [655] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 335-336. [656] eî-Beydâvî, II, 116; el-Âlûsî, XVIII, 14; Yazır, II, 886. [657] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 336. [658] el-Kurtubî, XI!, 74; Yazır, V, 3436. [659] Müslim, Kader, 2; Ahmed Ibn Hanbel, III, 397; İbn Kesîr, III, 240-241. [660] Duman, s. 42. [661] Ateş, Tefsir, X, 224-230. [662] el-Kurtubî, XII, 74; el-Beydâvî, II, 116; el-Âlûsî, XVII, 14. [663] Duman, s. 42 vd. [664] Yazır.D, 801,802. [665] er-Râzî, Tefsir, VI, 102-108; el-Beydâvî, II, 96. [666] Yazır, V, 3383. [667] Çûçen, s. 21. [668] er-Râzî, Tefsir, XXIX, 67; Yazır, II, 886; V, 3382; Ateş, Tefsir, X, 226-228. [669] Çüçen, s. 127. [670] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 336-339. Konu Başlığı: Ynt: İnsanın Yaratılışı Gönderen: Ceren üzerinde 22 Ocak 2019, 15:14:46 Esselamu aleykum. Rabbim bizleri yaratılmış oldugumuz fitrat üzerine yaşayan kullardan eylesin inşallah. ..
Konu Başlığı: Ynt: İnsanın Yaratılışı Gönderen: Mehmed. üzerinde 22 Ocak 2019, 19:06:21 Ve Aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun
Konu Başlığı: Ynt: İnsanın Yaratılışı Gönderen: Sevgi. üzerinde 23 Ocak 2019, 00:56:55 Rabbim bizleri herzaman rızasına uygun yaşam sürenlerden eylesin inşaAllah
|