๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:47:34



Konu Başlığı: Hz Muhammed Döneminde Tuzakçı Tavır
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:47:34
 
Hz. Muhammed Döneminde Tuzakçı Tavır


Mekkelilerin elebaşıları, kendilerinden önceki inkarcıların peygamberlerine yaptığı gibi, Hz. Peygamber'in hayatına son vermek için tuzaklar kuruyorlardı. Diğer peygamberler de bun­lara benzer adamlarla karşılaşmışlardı:

“Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada tuzak kursunlar. Halbuki bunlar,  tuzağı  başkasına  değil  kendilerine kuruyorlar da farkına varmıyorlar.” [1066] Bu gibi ileri gelenler, peygamberlere karşı ellerin­den geleni yaparlar, onları öldürmek için suikastların her türlü­sünü düzenlerler fakat bunların muhalefetlerine rağmen Hak muzaffer olur. [1067] önemli kimseler olduklarına inanmaları, onları az veya çok, eleştiriye kapalı hale getirdiğinden, “Önde gelen­ler” kural olarak, kendi davranışlarının ahlakî yönlerini sorgulamakta diğer insanlardan daha az istekli olurlar ve bunun so­nucu olarak kendilerini daima haklı görmeleri, onları çoğu za­man büyük hatalar yapmaya sevk eder. [1068] Tuzaktan kasıt onların süslü söz ve işlerle sapıklığa çağırmalarıdır. [1069] Allah, her kentte oranın önde gelen büyüklerini ki onlar Allah'a şirk koşan ve âsi gelen kimselerdir oranın suçluları kılmıştır ki bâtıl söz ve fiilleriyle insanları kandırıp hile yapsınlar. Allah onları gözet­lemektedir. O'nun, kendileri için nasıl elem verici bir azap ha­zırladığından haberleri yoktur. [1070] Bu hilelerinin, saptırdıkları kimseleri yoldan çıkarmalarının vebali yine kendilerine döne­cektir. [1071]

Hz. Peygamber'e tuzak kuranlar, Allah'ı ve rasulünü, ödül­lendirme vaadini ve azap tehdidini yalanlayan kimselerdi: [1072]

“Habe­rin olsun ki, kâfirler hep hile kuruyorlar. Ben de hilelerine karşılık veri­rim. Büyük büyük tuzaklar kurdular.” [1073] Allah'ın insanın iyiliği için belirlediklerine karşı tuzak kuran ve planlar kuran kötü ve günah­kâr kimseler hep var olagelmiştir. Fakat İslâm'ın büyümesini engel­lemeye çalışan Kureyşlilerin örneğinde olduğu gibi onların tuzağı bir sonuca ulaşamayacaktır. Bu gerçek tüm çağları kapsamaktadır. [1074]

İnsanları Kur'an'ın aksine davet etmekle onlara hile yapıp düzen kuruyorlar.[1075]

Allah, tuzaklar kuranlara karşı aceleci olmamayı tavsiye eder:

“Onun için sen kâfirlere mühlet ver, onlara az bir zaman tanı.” [1076] Kötülüğe sabretmek inananların Allah'a ve O'nun planına olan güvenini gösterir. Bu, müminlerin kötü insanlara yardım etmesi ve onlarla uzlaşması gerektiği ya da yeterli güce ulaştığı halde onlara ilişmemesi değil, aksine kötülüğü engellemeye güçleri yetmediğinde sabır ve alçak gönüllülük göstermesi gerektiği an­lamına gelir. [1077] Yani, “Onları beklet ve acele etme. O zaman başla­rına gelecek gazabı, felaketi, cezayı ve azabı göreceksin.” [1078]

Allah müminlere nimetini hatırlatmasının ardından [1079] Hz. Peygamber'e müşriklerin planından ve tuzak kuranların tuza­ğından kurtarması şeklindeki nimetini hatırlatmaktadır: [1080]

“Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlı­sını kurar.” [1081] Allah'a ortak koşanlar, Rasulullah (s)'ın hedefini ger­çekleştirmesini engellemek için tuzak kurdular. Allah da onların düzenlerine karşı sapasağlam düzenini kurdu ve onu onlardan kurtardı. [1082] Onların da eylemlerini boşa çıkardı. [1083] Onlar hilelerini Allah da aniden başlarına gelsin diye onlar için hazırladığı azabı gizliyordu. İlahî plan, onun dışmdakileri geride bırakır. Ya da şöyle denebilir. İlahî tuzak hak ve adalet içindir ve gerektiği du­rumda devreye girer. [1084]

Allah'a ortak koşanlar, ona karşı planlar ve tuzaklar hazırlar­ken Allah da onların tuzaklarını boşa çıkaracak tedbirler alıyordu. Kendisini inkâr eden, başkalarına tapan, emirlerine muhalefet eden kimselere karşı Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. [1085] Yuka­rıdaki âyet, Hz. Peygamber ve ashabına hicretten önce Mekke'de reva görülen zulüm ve baskıya ilişkin bir göndermede bulunsa da, insanlığın dini tarih boyunca her çağda tekrarlanan bir olguya, yani ilahi vahyi inkâr edenlerin onu tebliğ edenlere karşı her za­man ya bilfiil fiziki olarak ya da hor görerek ve alay yoluyla psi­kolojik planda ve mecazi olarak onları zayıf ve etkisiz bırakmak ya da büsbütün yok etmek yolunda düzen ve tertip peşinde oldukları olacakları gerçeğine işaret etmektedir. [1086]

Allah, Mekke halkına yedi sene süren neredeyse onları yok edecek bir kıtlık musallat etti. Ardından onlara bolluk verdi. Onla­ra rahmetini gösterdiğinde Allah'ın âyetlerine itiraz etmeye Rasulullah (s)'a da tuzak kurmaya başladılar: [1087]

“İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, âyetleri­miz hakkında derhal bir takım tuzaklara girişirler. De ki: Allah'ın tuzağı daha çabuktur. Haberiniz olsun ki elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıp duruyorlar.” [1088] Ayetlere karşı tuzaklara girişmeleri, ancak bu mesaj­ların ilahi kaynaktan oldukları gerçeğine şüphe gölgesi düşürmeyi ya da onların öngördüğü ilke ve öğretileri çürütmeyi amaçlayan asılsız iddia ve itirazlar tasarlamalarıdır. [1089] Allah bu tür insanların küfürlerini derece derece artırır ve onlara süre verir. O kadar ki suç işleyenler mühlet verilmiş olduğunu anlayamaz ve bu mühleti kul­lanırken azap edilmeyecek sanırlar. Sonra bir gaflet anında yakalanıverirler. Şerefli yazıcılar onun her yaptığını yazar ve onun adına gaybı ve aleni olanı bilen Allah'a arz ederler. O da büyük ve küçük amellerinin karşılığını verir. [1090] Tuzak kuran zavallı kimseler, Al­lah'ın evrensel planının, onların küçük planlarına engel olmakta daha hızlı olduğunu ve yaptıklarının ebedi olarak onlara karşı muhafaza edileceğini fark edemiyorlar. [1091]

Allah, Mekke'deki müşrikleri uğradıkları felaketten sonra rızıklandırdığında sevindiler. Helâktan kurtulduklarında sebebini bilemedikleri zaman başlarına geleni tesadüfe bağladılar. Ebu Sufyan Hz. Peygamber'e gelip, “Sen bize akrabaya yakınlık gös­termeyi tavsiye ediyorsun. Kavmin helak oluyor. Onlar için Al­lah'a dua et. Üzerlerinden azabı kaldırsın.” şeklinde talepte bulun­du. Ancak yağmur yağdığında eski hallerine döndüler ve risalete karşı tuzak kurmaya başladılar. Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Rasulullah (s)'tan uzaklaştılar ve onu yalanladılar. Allah İslâm nu­runu söndürmek için planlarına başlamadan önce ne tür bir ceza ile karşılaşacaklarını belirlemiştir. Bu dünya ile ilgili konularda hüküm verilmiştir. O, tuzağını, cezasını ahiretten önce dünyada vermek için tayin etmiştir. Gizli yaptıkları işler O'na sır olarak kalmaz. [1092] Sıkıntıdan sonra insanlara genişlik, darlıktan sonra bolluk isabet ettiği zaman, yine âyetlerle alay eder ve onları yalanlarlar. Allah'ın hüccet ve delilleriyle alay eden müşrikler Allah'ın âyetle­rine tuzak kurmanın cezasına yavaş yavaş yaklaşmaktadırlar. [1093]

inkârları ve tuzakları onlara süslü gösterildiği için delilleri zikretmenin onlara bir faydası olmaz. [1094] İçinde bulundukları sapık­lık, o sapıklığa gece ve gündüz davet, [1095] tuzakları yani şirke boyun eğmeleri ve sapıklıkta istikrarlı olmaları, Allah'ı yalanlamaları ve O'na iftira atmaları süslü gösterilmiş, [1096] onlar da hak yolundan iyice uzaklaşmışlardır: [1097]

“Böylece herkesin bütün kazancını gözetim altına alan zat (Allah) hiç inkâr edilir mi? Tuttular Allah'a ortaklar koştular. De ki: Söyleyin bakalım onların isimlerini! O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi haber vereceksiniz, yoksa anlamı olmayan sadece kuru bir laf mı? Doğrusu küfre saplananlara hileleri hoş gösterildi ve doğru yoldan saptırıldılar. Allah her kimi saptırırsa artık onu yola getirecek yoktur!” [1098] Âyette şirkleriyle İslâm'a karşı kurdukları tuzakları [1099] sinsi ya da ince oyunları, düzenleri kastedilmektedir. Bu terim daha çok bi­linçli şirkle (Allah'tan başkalarına tanrı niteliğini ya da tanrısal ni­telikleri yakıştırmak) ve dolayısıyla genel anlamda sahte ve çarpık dini görüş ve inanışlarla alakalıdır. [1100]

inanmayanların tuzaklarının müminlere zarar vermesi Al­lah'ın izni ile olabilir;

“Evet onlardan öncekiler de hile yaptılar, fakat sonuçta bütün hile Allah'ındır. Herkesin ne kazandığını O bilir! Yarına bu dünyanın akıbetinin kime ait olduğunu kâfirler de bilecekler.” [1101] Âyette geçen “Tuzak” kelimesinde zındıkça niyet ve tutumları kastedil­mektedir. [1102] Bu âyette Hz. Peygamber (s)'e teselli vardır ve Allah onu onların tuzaklarından korumuştur. [1103] inkarcılar, müminlere tuzak kurduklarında, Allah onların cezasını verir. [1104] Kimin ne ka­zandığını bilen onun karşılığını da hazırlamıştır ki bu onun planı­dır işte. Bu planın gereği, kendilerinden neyin istendiğinden habersizmiş gibi davrandıkları bir sırada bilmedikleri bir yerden ge­lecektir. [1105] Onlardan öncekiler de peygamberlerine düzen kurdular ve onları ülkelerinden çıkarmak istediler. Allah da onların düzenlerini tersine çevirdi ve güzel akıbeti kulluk bilincinde olanlara verdi. [1106] Önceki ümmetlerden müşrik olanlar da Allah'ın peygam­berlerine tuzak kurdular. Sebepleri yaratan Allah'tır. O dilemedik­çe onların tuzakları hiçbir zarar veremez. Allah yarattıklarının yap­tıklarını ve Hz. Peygamber'e tuzak kurmak için verdikleri çabaları bilir. Önceki ümmetlerin inkarcılarının çoğu Nemrut'un Hz. İbra­him'e, Firavun'un Hz. Musa'ya, Yahudilerin Hz. İsa'ya kurduğu gibi tuzak kurdu. Sonra tuzak sahibine döndü ve Allah yeryüzün­de İfsat çıkaranları yok etti. Tuzak kuranların tuzakları ancak Al­lah'ın takdiriyle etkili olabilir. Bu nedenle sadece O'ndan korkmak gerekir. [1107] Herkes yaptığının karşılığını görsün diye dostlarını korur, tuzak kuranları da cezalandırır.

O zalimler şirk koşmuş ve Allah'a en büyük iftirayı etmiş­lerdi. Allah onların bu düzenleri kurduklarını biliyordu, bundan dolayı da onları cezalandıracaktı. Allah'a ortak koşmaları ve tu­zak kurmaları, ne kadar kuvvetli de olsa bununla ancak kendile­rine zarar verebilirler:

“Gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!” [1108] Allah ile beraber başka tanrısal güçlerin varlı­ğına inandılar ve düzmece tanrılar uydurdular. Tuzaktan, asılsız tanrılara dayanan oyun, düzen [1109] ve şirkleri kast edilmiştir. [1110] Allah onların kurdukları bütün planlara vakıftı. Onları hüsrana uğratı­yordu. [1111] Hakkı ortadan kaldırmak ve bâtılı sağlamlaştırmak için tuzak kurdular. [1112] Onların tuzakları Allah indinde yazılıdır. Allah onların tuzağından daha büyüğüyle onlara karşılığını verecekti. [1113] Ancak Allah, azap etme konusunda acele etmez:

“Ayrıca ben onla­ra mühlet de veririm. Fakat benim tuzak kurup helak edişim pek çetindir.” [1114] Allah'ın tuzağı, farkına varmadıkları ve hesap etmedikleri yerden kendilerine gelmesini hak ettikleri azaptır. [1115] Azabın tuzak olarak isimlendirilmesi, azabının insanlara ummadıkları yerden gelmesindendir. [1116] Azabın ertelenmesi, görünürde iyilikse de gerçekte yoksunluktur. [1117] Allah, yalanlayanlara, sevdiğinden ve yardım ettiğinden değil, tuzak olarak, toplumsal hayattaki sünneti gereği ömür verir, geçimleri için imkânlar oluşturur ve savaşta maharet kazanmalarını sağlar. [1118] Allah onların azabını gönderme konusunda tövbe ve günahlarını itiraf ile vazgeçsinler diye acele etmez, [1119] he­men azapla cezalandırmaz. Biraz erteler. Doğrusu O'nun onlara olan tuzağı çok kuvvetli ve şiddetlidir. [1120]

Allah'a ortak koşanlar, Rasul'ü ilahlarıyla korkutuyorlardı. [1121] Halbuki,

“Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? De ki: Haydi çağırın o ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun ve elinizden gelirse göz açtırmayın.” [1122] Ya­ni, “Ortaklarınızdan bana karşı düşmanlık için yardım isteyin. Topluca siz ve ortaklarınız. Bu konuda sizi önemsemiyorum. [1123] Be­ni göz açıp kapayacak kadar bile geri bırakmayın, bütün gücünüzü kullanın. [1124] Bana verebileceğiniz zararı çabucak verin. Bu yapaca­ğınızı da bir saat dahi olsa geciktirmeyin. [1125] Elinizden gelen tuzağı bir an bana göz açtırmaksızın kurun. Allah beni size karşı koru­yacaktır. [1126] Sahte tanrıların herhangi bir gücü, hatta varlığı varsa, hepsini toplayın ve bırakın bana karşı yapabileceklerinin en kötü­sünü yapsınlar.” Yapamazlardı çünkü inandıkları şeyler hurafey­di. [1127] Bu sözleri, Allah'ın korumasından emin olan kimseden başkası söyleyemez. Sözlerine meydan okuma üslubu hakimdir.

Allah'ın yardımının geleceğine dair müminlere müjde verir. Allah ileride kâfirlerin düzenini zayıflatacağını, onların işlerini hor ve hakir edeceğini, onlara ait olan her şeyin yok olacağını bildirir: [1128]

“Onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Bu da müminlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Allah işitendir, bilendir. Gördünüz ya, Allah, kâfirlerin kurduğu tuzağı işte böyle boşa çıkarır.” [1129] Kâfirlesin tuzağının boşa çıkması, ayıplarının Müslümanlarca bilinir olması ve kalplerine korku salınmasıydı. [1130] Amaç müminlerin imtihan edilmesi ve inkarcıların tuzaklarının eskisinin azaltılmasıydı. [1131] Müşriklerin öldürülmesi, silahlara hedef olmaları ve müminlerin zafere ermeleri hadisesi, Allah'ın sayesinde olan şeylerdir. Allah kâfirlerin tuzağını zayıfla­tır. Onları alçaltıp hakka boyun eğdirir ya da helak eder. [1132]

Kötülük planlayan kimseler, kötülüğü kazanan kimselerdir ve onlar için cehennem azabı vardır: [1133]

“Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötü fiiller tasarlayanlara gelince, onlara şiddetli bir azap vardır. Onların tuzakları hep darmadağın olur.” [1134] Tuzaklar kuranlar Daru'n-Nedve'de Rasulullah (s)'a, bağlamak, öldürmek ve sürmek şeklinde kötülükler planlayan Kureyşlilerdi. [1135] Bunların amelleriyle riyakârlık yapan kimseler olduğu da söylenmiştir. Yani onlar hile yaparak kendilerinin Allah'ın emirlerine itaat ettiklerini insanlara vehmettiriyorlardı. Halbuki onlar yaptıklarıyla ikiyüzlülük etmek­te ve Allah'ın nefretini kazanmaktaydılar. [1136] Âyetten önceki pasajlar Allah'ın yaratıcılığına ve özellikle O'nun canlıyı yaratma ve ölüyü yeniden diriltme gücüne işaret ettiğinden [1137] yukarıda sözü edilen “Kötü fiiller” yeniden diriltme vaadini çürütmeye yönelik sahte itirazlar da olabilir. [1138]

İyi ve kötü keskin bir biçimde birbirinden ayrılır. Hiçbir iyilik kaybolmaz. Allah'ın tahtına yükselir. Sözlerde veya eylemlerdeki en önemsiz iyilik, yükseklere çıkarılır. Bir kimse sadece şeref ve güç elde etmeye çalışıyorsa, Allah'tan bağımsız böyle bir şey yok­tur. Ancak O'nun rızasını aramakla biz en yüksek şeref ve güce ulaşırız. Doğruluğa karşı tuzak kurmak için ışıktan saklanmak amacıyla yeraltında çalışmak şerrin tabiatındandır. Şer, kaçınılmaz bir şekilde cezasını kendi bünyesinde taşır ve sonunda da ortadan kaldırılır. [1139]

Tuzak kuranları bekleyen dünyevi azabın nedeni hakka kar­şı büyüklenmeleridir. Toplumların dünyada günahları nedeniyle dünyada cezalandırılmaları yasası düzenli olarak işler. Bireyler içinse aynı düzenlilik tuzakçı kimseler olmalarıyla söz konusu­dur. Nitekim Mekke'nin suç işleyen önderlerinden Hz. Peygam­ber (s)'e eziyet eden ve ona tuzak kuranlardan yetmiş tane alaycı kimse hakkında hüküm uygulanmış ve Bedir'de öldürülmüşler­dir.

Ahirette de tuzak kuran inkarcılar cehennem azabına duçar olacaklardır:

“O zayıf düşürülenler de o büyüklük taslayanlara: 'Ha­yır, (işiniz) gece, gündüz tuzak kurmaktı. Çünkü siz bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eş koşmamızı emrediyordunuz.' derler. Bunlar azabı gördükleri zaman içlerinden pişmanlık getirmektedirler. Biz de o kâfir­lerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yaptıklarının cezasını çekiyorlar.” [1140] Tuzağın âyetin orijinalinde gece ve gündüze atfedilmesi aslında onların gece ve gündüz kurdukları düzenleri ifade eder. [1141] Zayıfları sömürenlerin daha akıllı olanları, güçsüzleri cahil bırakmak için gece ve gündüz sürekli tuzak ku­ruyor, [1142] doğru olan şeye karşı yanıltıcı ve yanlış itirazlar geliştiri­yorlardı. [1143]

İlahî tuzaktan emin oluşları Allah'ın azabı şeklindeki tuzağın, hesap etmedikleri, karşı koymaya güç yetiremedikleri bir yerden gece uyurken ya da kuşluk vaktinde haberleri olmadığı bir anda onları kuşatmayacağını zannetmelerinden mi kaynaklanmaktadır? Öyleyse, kaybedenlerden olacaklar çünkü sadece hüsrana uğrayan toplumlar Allah'ın azabının gelmeyeceğinden emin olurlar: [1144]

“Al­lah'ın tuzağından (mekrullah) (kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından emin olmaz.” [1145] Mekrullah deyimi, burada Allah'ın önceden bilinmeyen, anlaşılma­yan tertibi, tasarımı anlamına gelmektedir ki bunun için Kur'an'ın başka yerlerinde sünnetullah deyimi kullanılmaktadır. [1146] Yani Al­lah'ın kendilerini azabıyla, ilahî öfkesiyle ve kudretiyle yüz yüze getirmeyeceğinden, dalgınlık ve habersizlik halindeyken onları yakalamasından, [1147] bilmedikleri yerden azabın gelişinden, sağlıklı vücut ve bolluk vererek birden cezalandırmayıp süre vermesinden emin mi oldular? Hem kendilerini hem mutluluklarını yitiren, he­lak olmuş [1148] ezcümle, ahlaken çöküp gitmiş ve dolayısıyla yok olmaya, kaybolup gitmeye mahkum toplumlardan başka kim bu tuzaktan emin olur? Azaptan emin olanlar gafletleri ve bilgisizlikeri nedeniyle Rablerini bilmeyen, O'ndan korkmayan ve dünya ve ahirette kaybeden kimselerdir. [1149] Akıllı kimsenin, düşmanının tuzağı, gece baskını ve katlinden korktuğu gibi Allah'ın planından korkması gerekir. [1150]

Görüldüğü gibi Allah'ın tuzağından emin olmak mümkün değildir. Yani, rasullere karşı tuzak kuran kimselerin yaptıkları, yanlarına kâr kalmayacaktır. Onlar kesinlikle başıboş bırakılma­mıştır.

“Gerçekten Allah hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmaz.” [1151] Yani, tuzakların sonuca ulaşmasına izin vermez. [1152] Örneğin, Hz. Peygamber'e Mekke'de kurulan tuzaklar engellenmekle kalmadı. İlahî plan tabloyu tersine çevirdi. Her defasında iyiyi kötüye galip ge­tirdi. Rasulullah (s), Mekke'de amcasına, akrabalarına ve arkadaşlarına baskı yaparak onu kendilerine itaate zorladılar. Zulümleri arttıkça küçük İslâm cemaati daha da büyüdü. Ona zarar vermek ya da öldürmek istediler. Fakat onun alçakgönüllülüğü, sabrı ve korkusuzluğu İslâm davasının ilerlemesine yardımcı oldu. Onlar onu ve bağlılarını yurtlarından çıkarmaya yeltendiler. İnananlar da sadece Mekke'yi değil Arabistan'ı fethettiler. [1153]


[1066] Enam: 6/123.

[1067] Doğrul, a.g.e., s. 209.

[1068] Esed, a.g.e., s. 252.

[1069] İbnu Kesîr, III, 323.

[1070] Taberî, V/2, 33.

[1071] İbnu Kesîr, III, 324. İbnu Kesîr'in vebal ile ilgili yorumuna dayanak olarak aldığı âyetler için bkz.: Ankebut: 29/13. Nahl: 16/25.

[1072] Taberî, XV, 188.

[1073] Tarık: 86/15-16.

[1074] Ali, a.g.e., s. 1721.

[1075] İbnu Kesîr, VIII, 398.

[1076] Tarık: 86/17.

[1077] Ali, a.g.e., s. 1721.

[1078] İbnu Kesîr, VIII, 398. Bu yorumu destekleyen Kur'anî bîr ifade için bkz.: Lokman: 31/24.

[1079] “Düşünün ve hatırlayın o zamanları ki, hani bir vakitler sîz yeryüzünde güçsüzdünüz, hor görülen bir azınlıktınız. İnsanların sizi hırpalamasından korkuyordunuz, öyle iken O, sizi barındırdı ve sizi yardımıyla destekleyip güçlendirdi ve şükretmeniz için temizle­rinden rızık verdi.” Enfal: 8/26.

[1080] Râzî, V, 477.

[1081] Enfal: 8/30.

[1082] Urve İbnu Zübeyr bkz.: İbnu Kesîr, III, 587.

[1083] Râzî, V, 478.

[1084] Zemahşerî, II, 209.

[1085] Taberî, VI/l, 304.

[1086] Esed, a.g.e., s. 328.

[1087] Zemahşerî, II, 325.

[1088] Yunus: 10/21.

[1089] Esed, a.g.e., s. 397-398.

[1090] İbnu Kesir, IV, 195.

[1091] Ali, a.g.e., s. 489.

[1092] Meraği, a.g.e., XI, 88.

[1093] Taberî, VII/l, 130-131.

[1094] Râzî, VII, 45.

[1095] Mücahid bkz.: İbnu Kesîr, IV, 384. Mücahid'in bu yorumu, “Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar kendilerine önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini güzel gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip, geçmiş olan cin ve insan toplulukları hakkındaki, azap sözü onlar için de hak oldu. Doğrusu onların hepsi de kendilerine yazık etmişlerdir.” Fussilet: 41 /25. ayetiyle uyum içindedir.

[1096] Taberî, VIII/1, 210.

[1097] Meraği, a.g.e., XIII, 108.

[1098] Rad: 13/33.

[1099] Zemahşerî, II, 511.

[1100] Esed, a.g.e., s. 493.

[1101] Rad: 13/42.

[1102] Esed, a.g.e., s. 496.

[1103] Râzî, VII, 53.

[1104] A.g.e., VII, 54.

[1105] Zemahşerî, II, 514.

[1106] İbnu Kesîr, VI, 393.

[1107] Meraği, a.g.e., XIII, 118.

[1108] İbrahim: 14/46.

[1109] Esed, a.g.e., s. 512.

[1110] İbnu Abbas bkz.: Taberî, VIII/1, 322.

[1111] Doğrul, a.g.e., s. 376.

[1112] Meraği, a.g.e., XIII, 167.

[1113] Zemahşerî, II, 543.

[1114] Araf: 7/183.

[1115] Râzî, VII, 110.

[1116] A.g.e., V, 419.

[1117] Zemahşerî, II, 175.

[1118] Meragi, a.g.e., IX, 132-133.

[1119] Râzî, V, 418

[1120] Taberî, VI/l, 181.

[1121] Râzî, V, 433.

[1122] Araf: 7/195.

[1123] Zemahşerî, II, 182.

[1124] İbnu Kesîr, III, 533.

[1125] Meraği, a.g.e., IX, 144.

[1126] Taberî, VI/l, 202.

[1127] Ali, a.g.e., s. 400.

[1128] İbnu Kesîr, III, 572.

[1129] Enfal: 8/17-18.

[1130] Râzî, V, 468.

[1131] Zemahşerî, II, 201.

[1132] Taberî, VI/l, 273.

[1133] A.g.e., XII/1, 145.

[1134] Fatır: 35/10.

[1135] Zemahşerî, III, 585.

[1136] Mücahid ve Said İbnu Cubeyr bkz.: İbnu Kesîr, VI, 524.

[1137] Fatır: 35/9.

[1138] Esed, a.g.e., s. 887.

[1139] Ali, a.g.e., s. 1155.

[1140] Sebe: 34/33.

[1141] Zemahşerî, III, 567.

[1142] Ali, a.g.e., s. 1144.

[1143] Esed, a.g.e., s. 879.

[1144] Meraği, a.g.e., IX, 16.

[1145] Araf: 7/99.

[1146] Esed, a.g.e., s. 291.

[1147] İbnu Kesîr, III, 447.

[1148] Taberî, VI/l, 13.

[1149] Râzî, V, 322.

[1150] Zemahşerî, II, 129. Zemahşerî, düşmanın “Tuzağı, gece baskını ve katlinden korktuğu gibi” demek yerine “korktuğundan daha fazla.” demesi yerinde olurdu.

[1151] Yusuf: 12/52.

[1152] Ali, a.g.e., s. 570.

[1153] A.g.e., 422. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 169-180.