๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kitabüz-Zühd => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Haziran 2011, 15:37:12



Konu Başlığı: Isanın zühdüne dâir rivayetlerin devamı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Haziran 2011, 15:37:12
Isa (as) nın Zühdüne Dâir Rivayetlerin Devamı


467. Muhammed b. Seveka şöyle diyor: Isâ b. Meryem: 'insan­ları bırak rahat içerisinde yaşasınlar. Sen kendi nefsinle meşgul ol. Bırak onları. Övgülerini aramadığın gibi, kınamalarını da bek­leme. Sen sorumlu tutulduğuna bak' demiştir."

 

468. İbn Abbâs (ra) şöyle diyor: "Allah Teâlâ Isâ (as)'ya vahye-derek: 'Beni, canını düşündüğün gibi düşün. Yine Beni, kıyamet günün için yegâne zahiren kıl. Bana tevekkül et ki, sana yeteyim. Benden gayrisini dost edinme ki, seni perişan etmeyeyim' demiş­tir."

 

469. Şa'bî diyor ki: "Isâ b. Meryem: 'İhsan sana iyilikte bulu­nana misliyle mukabele etmen değildir. Fakat esas iyilik, sana kö­tülük edene iyilik etmendir* dermiş."

 

470. Süleyman b. Muğîre, Sâbit'ten şunu rivayet etmiştir: "îsâ (as) bir kardeşini ziyarete gidiyordu. Yolda biriyle karşılaştı ve o zât kardeşinin öldüğünü söyledi. Bunun üzerine Isâ (as) da geri döndü. Kardeşinin kızları isa'nın kendilerine kadar gelmeyip, yol­dan geri döndüğünü duydular ve doğru ona gelerek: 'Ey Allahm rasûlü! Senin bize kadar gelmeyip te geri dönmen, bize babamızın ölümünden daha ağır geldi' dediler. O da: 'Haydi, gidelim de kabri­ni bana gösterin' dedi. Gidip, gösterdiler. Isâ ona seslendi ve o da yaşlı bir halde çıktı: 'Sen falanca kimse değil misin?' diye sordu.Adam 'evet' cevabını verdi. îsâ: 'Peki, sen niçin çıkıp geldin? deyin­ce, o da: 'Sesini işittim. Onu sayha zannettim' dedi. Hanımı bu ara­da olup biteni görüyor, konuşmaları da işitiyordu. Kadın [îsâ (as)'a dönerek]: 'Seni doğurup besleyen, anaya müjdeler olsun' dedi. Bu­na karşılık îsâ (as) da: 'Müjdeler olsun. Allanın kitabım öğretip te, zorba olarak can vermeyen kimseye* dedi."

 

471. Hasan (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben dünyayı yü­züstü attım ve üstüne oturdum. Benim ne ölüp gidecek bir evladım ve ne de yıkılıp göçecek bir evim var* demiş. Teki, kendine bir ev yapmayacak mısın?' demeleri üzerine, o: 'Öyleyse bana selin ağzı­na bir ev yapıverin' diye karşılık vermiş. 'Orada ev durmaz' diye mukabelede bulunmuşlar. 'Peki kendine bir eş edinmeyecek mi­sin?' diye sormuşlar. Ona da: 'Ben, ölüp gidecek eşi ne yapayım?' diye cevap vermiş."

 

472. Ca'fer b. Cürfâs (Burkan) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Günahın başı dünyayı sevmektir. Kadınlar şeytanın tuzağıdırlar. İçki ise bütün kötülüklerin anahtarıdır' dermiş."

 

473. Süfyân (es-Sevrî) (ra) diyor ki: "îsâ b. Meryem (as): 'Dün­ya sevgisi bütün günahların temelidir. Pek çok (manevî) hastalık ise mal (sevgisin)dedir.' demiş. 'Pekâla, bunun ilacı nedir?' diye sormuşlar. O: 'Sahibi malıyla Övünüp, böbürlenmekten kendini alamaz ki* demiş. *Ya alıkoyarsa?' demeleri üzerine de: Tine de, işini yoluna koyma çabası, onu Allah'ın zikrinden alıkoyar' cevabı­nı vermiş."

 

474. Vehb. b. Münebbih şöyle demiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Allah hakkı için size söyleyeyim ki, gök zenginlerden hâlidir (zen­ginlere gökte yer yoktur). Devenin iğne deliğinden girip geçmesi, zenginin cennete girmesinden daha kolaydır' buyurmuştur."

 

475. Süfyân b. Uyeyne, Hâlid b. Havşeb'in şöyle dediğini işitti­ğini söylemiştir: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Krallar, nasıl size hikmeti bıraktılarsa, siz de onlara dünyayı bırakın* demiş."

 

476. Vehb b. Münebbih demiştir ki: "(isa'ya) gökten indirilen sofrada, birkaç parça arpa ekmeği ile birkaç tane balık vardı."

 

477. İkrime demiştir ki: "Isâ b. Meryem (as), havarilerine: 'Ey Havariler topluluğu! İncilerinizi domuzlara atmayın. Çünkü onlar domuzların işine yaramaz. Hikmeti de istemeyen kimseye verme­yin. Zira hikmet inciden çok daha güzeldir. Onu istemeyen ise do­muzdan daha şerirdir' demiştir."

 

478. Süfyân (b. Uyeyne) diyor ki: "Isâ b. Meryem âlimlere hita­ben: 'Ey yeryüzünün tuzları! Sakın bozulmayın. Çünkü, birşey bo­zulduğu vakit, onu tuz düzeltir. Eğer tuz bozulacak olursa, onu hiçbir şey ıslah edemez' demiştir."

 

479. Zür'a b. İbrahim şöyle demiştir: "Isâ b. Meryem: 'Hak için size söylüyorum. Nasıl ki, sizden biri deniz dalgaları üzerine ev yapmaya güç yetiremezse, işte dünya da aynen öyledir. Orayı (san­ki) temelli kalacakmış siniz gibi bir yer edinmeyin' demiştir."

 

480. Meysere'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Mesîh (as) de­miştir ki: 'Allanın seçkin kulları! Eğer, mahlûkât içerisinde, Âdemoğlunun bir nuru olmak istiyorsanız; size zulmedeni bağışla­yın. Sizi ziyaret etmeyeni, ziyaret edin. Size iyilikte bulunmayana iyilik edin, size vermeyene siz verin.'"

 

481. Saîd b. Abdüiaziz üstadlanndan şöyle bir rivayette bulun­muştur "Isâ (as), havarilerinden birisi ile giderken bir mâni ile karşılaşmış. Bir adam önlerine çıkmış ve: 'Sizlerden herbirerine bi­rer tokat atmadıkça, geçmenize müsaade etmeyeceğim' demiş. Adamı caydırmaya çalışmışlarsa da, direnmiş. (Çaresiz) Isâ (as): 'Bana vurabilirsin' demiş. Adam da onun suratına bir tokat atmış ve geçmesine müsaade etmiş. Havariye dönerek: 'Sana da bir tokat vurmadıkça, geçirmem' demiş. Fakat Havârî, buna asla yanaşma­mış. Bunun üzerine Isa (as), diğer yanağını uzatmış ve adam ona da bir tokat vurduktan sonra geçip gitmelerine müsaade etmiş. Sonra Isâ (as): Yâ Rabbi! Bu durum, senin rızana uygunsa, beni rızâna kavuştur. Eğer, gazabından ise sen kıskanmaya en lâyık olansın' diye dua etmiş."

 

482. Abdullah b. Dînâr el-Behrânî şöyle demiştir: öîsâ b. Mer­yem (as), havarilerine: 'Arpa ekmeği yeyin. Dünyadan emin ve salim olarak ayrılın. Hak için size söylüyorum ki; dünyanın tadı, âhiretin acısıdır. Dünyada açlık, âhirette lezzettir. Allanın hakikî kullan lüks içerisinde yüzmezler. Hak için size söylüyorum ki, en kötünüz, dünyayı seven, onu ameline tercih eden ve eğer güç yetir-se, bütün insanları kendisi gibi yapmak isteyen âlimdir' dermiş."

 

483. Süfyân'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b. Meryem (as): 'Ben size öğrenesiniz diye anlatıyorum. Taaccüb edesiniz diye de­ğil' dermiş. (Kavilerden) Yahya b. Adem rivayetinde ise: 'Ben ise si­ze hiçbirşey anlatmıyorum' demiştir."

 

484. Saîd b. Abdüiaziz şöyle demiştir: "Mesih İbnu Meryem (as): '(Yâ Rabbi! [İşler]) Benim istediğim gibi değil, Senin istediğin gibi. benim dilediğim gibi değil, fakat senin dilediğin gibidir' der­miş."

 

485. Saîd b. Abdülaziz: "Duyduğuma göre, îsâ (as)'nın en çok hoşuna giden söz, kendisine 'Bu miskindir* denilmesiymiş" demiş­tir.

 

486. Yezîd b. Meysere şunu nakletmiş tir: "Havariler, (Ey Mesîhullah! Allanın beytine bak, ne kadar da güzel' demişler. O da 'Amin, âmin (evet, evet). Size hak için söylüyorum ki, ehlinin işle­diği günahlar yüzünden, Allah Teâlâ, bu mescidde taş üzerinde taş bırakmayıp yok edecektir. Ne altın, ne gümüş ve ne de bu taşlar Allahm bir işine yaramaz. Allahin en fazla sevdiği şey iyi kalbler-dir. Allah yeryüzünü bu kalb(lerin sahibleriyle) imar eder (şenlen­dirir). Bozuldukları vakitte bu kalb(lerin sahipleriyle dünyayı harâb eder' diye karşılık vermiştir."

 

487. Saîd b. Abdülaziz, İbn Huleys (Yezîd b. Meysere)'den şu rivayette bulunmuştur: "îsâ b. Meryem (as): 'Şeytan dünya ile, hi­lesi ise malla beraber bulunur. Malın güzel (gözükmesi) nefsin ar­zularıyla, tam olarak elde edilmesi ise şehvetlerledir' demiştir,"

 

488. Muhacir b. Habîb diyor ki: "Mesih îsâ b. Meryem (as) şöy­le dermiş: 'Ey Havariler topluluğu! Nefislerinizi helak ederek dün­yaya talip olmayın. Dünyadakileri terkederek nefislerinizi (kurtar­maya) bakın. Çıplak geldiniz, çıplak gideceksiniz. Yarının rızkını istemeye bakmayın. Bugün olan, bugüne yeter. Allah'tan rızkınızı günü gününe kılmasını isteyin.'"

 

489. Cafer b. B^rkân'm şöyle dediği nakledilmiştir: "îsâ b.Meryem (as): 'Ey Allahım! Amelimin karşılığında rehin oldum. Benden daha fakir hiçkimse yok (Yâ Rabbi!)' diye (yakarırmış)."

 

490. Ca'fer el-Hûrî (el-Cezerî)'den şu rivayette bulunulmuştur: "îsâ b. Meryem (asj: 'Ey Allahım! Çirkin gördüğüm şeyleri defede-mez, faydasını umduklarımı da elde edemez oldum. İş başkasının elinde, ben ise amelimin mukabilinde rehin kaldım. Benden daha fakir hiçkimse yok (Yâ RabbÜ). Düşmanlarımı sevindirip, dostları­mı mahzun etme, başıma gelecek musibeti dinimde kılma. Bana merhamet etmeyecek birisini de bana musallat etme' diye dua edermiş."

 

491. Ebû Ma'mer Süfyân'dan şu nakledilmiştir: *îsâ b. Mer­yem (as) (havarilerine): 'Ben, size, ancak amel edesiniz diye öğreti­yorum, taaccüp edesiniz diye değil. Ey yeryüzünün tuzları (âlim­ler), bozulmayın. Zira birşey bozulduğu vakit sadece tuz ile düzel­tilebilir. Tuz ise bozulduğu zaman hiçbir şeyle ıslah olmaz. Siz öğ­rettiğiniz kimselerden, yalnızca benim sizlerden aldığım mükâfatı alın (yani âhiret sevabı ile yetinin, dünyevî karşılık istemeyin).' di­ye öğütlemiştir."

 

492. Müslim b. Ebû'1-Ca'd şöyle demiştir: "Salih (as)'in kavmi içerisinde onlara eziyet eden birisi vardı. Kavminden (bir grup) Salih (as)'a gelerek: 'Ey. Allah'ın peygamberi! Şu (adama) bir bed­dua etsen' dediler. O da: 'Gidin! Siz ona yetersiniz' cevabım verdi. Adam, hergün odun toplamaya giderdi. O gün de yanında iki ek­mekle odun toplamaya çıkmıştı. Ekmeğin birini yemiş, diğerini de sadaka olarak vermişti. Odununu topladı ve sağ salim odunlarıyla beraber geri döndü. Kavmi, doğru Salih (as)'e gelerek: 'Adam sağ salim, başına hiçbir iş gelmeden geri döndü' dediler. Salih (as), adamı çağırtıp: 'Bugün ne yaptın?' diye sordu. Adam: 'Bugün odu­na çıktığımda, yanımda iki ekmek parçası vardı. Birini sadaka ola­rak verdim, diğerini de yedim' dedi. Salih (as): 'Çöz şu odunlarını' dedi. Adam da hemen çözdü. Bir de baktılar ki, siyah bir yılan, odunlardan birini ısırmış olduğu halde duruyor. Bunun üzerine Salih (as): Vermiş olduğu sadakayla bunu defetti' demiş."

 

493. Abdullah b. Bekir el-Müzenî, babasından Lokman (as)'m şu sözünü işittiğini haber vermiştir: "Ana babanın evladını dövme­si, tarlayı gübrelemesi gibidir,"

 

495. Katâde (aynı haberi) Mûsâ Esvârî'den de işittiğini kayde­derek, onun şöyle dediğini naklediyor: "Allah Teâlâ, İsrâîloğulla-rından bir peygambere şunu vahyetmiştir: 'Âdemoğullannın hepsi günahkârdır. Günahkâr-ların en hayırlısı ise çok tevbe edendir.'"

 

496. Sabit el-Benânî şöyle demiştir: "Bir zât, yetmiş sene iba­det etti. Dualarında: 'Yâ Rabbi! Beni amelimle kurtar' derdi. Öldü ve cennete koyuldu. Orada yetmiş sene kaldı. Bu müddetin sonun­da ona: 'Oradan çık. Yetmiş senelik amelin (cevabını) aldın* denil­di. Adam, dünyada yaptıkları içerisinde gönlünce en fazla itimad edebileceği birşey aradı. Ve Allah'a dua etmekten, O'na yönelmek­ten daha sağlam birşey bulamadı. Ve başladı 'Yâ Rabbi! Ben dün­yada iken, Senin zorlukları giderdiğini duydum. Bugün benim şu sıkıntımı gider (Yâ Rabbi!)' diye dua etmeye. Bunun üzerine cen­nette kalmasına müsaade edildi."

 

497. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bize nakledildiğine gö­re Allah teâlâ: 'Kulum bana itaat ettiği müddetçe, ben onun geçi­mini tekeffül ederim. İstemeden ona veririm. Dua etmeden icabet ederim, iyiliğine olanı, ben ondan daha iyi bilirim' demiştir."

 

498. Ca'fer, Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediğini haber vermiştir: "Allah teâlâ:  'Kullarıma azâb etmek istiyorum. Kur'ân okuyanları, tnescidleri imar eden (oralarda ibadet edenjleri ve İslâm çocukları­nı görünce, gazabım sükûnete kavuşuyor, azabımı çeviriyorum' de­miştir."

 

499. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Bana söylenildiğine göre, sizden öncekiler içerisinde bir adam varmış. Bir müddet Alla» ha ibadet etmiş ve Allah'tan bir ihtiyacım (karşılamasını) istemiş. Her Cumartesi onbir adet hurma yemek suretiyle, yetmiş Cumar­tesi Allah için oruç tutmuş. Sonra yine Allah'tan bir ihtiyacım (gi­dermesini) istemiş. Fakat, Allah vermemiş. Bir müddet geçip te Al­lah istediğini vermeyince kendi kendine düşünmüş ve: 'Bundan ön­ce de istedin. Eğer senden bir hayır olsaydı, istediğin verilirdi. (De­mek ki) sende hiçbir hayır yok' demiş. O anda bir melek inmiş ve: 'Ey Ademoğlu! Nefsini kınadığın şu an, senin ibadetlerinden çok daha hayırlıdır. Allah istediğini verdi' demiştir."

 

500. Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir adam, rahiplerden birisine gelmiş ve: 'Ey rahip! Ölümü nasıl anı­yorsun?' diye sormuş. Rahip: 'Her adım atışımda, kendimi ölmüş farz ediyorum' diye cevap vermiş. Adam: 'Peki, Allah'ın zâtı için ne yapıyorsun?' diye sormuş. Rahip: 'Cennet ve Cehennemi duyup ta, ondan sonra bir an olsun namazdan geri duran hiç kimse görme­dim' demiş. Adam: 'Ben namazda kıyama duruyorum ve o kadar ağlıyorum ki, neredeyse gözyaşlarımdan bakla yetişiyor' demiş. Rahip ona: 'Günahını itiraf ederek Allanın huzuruna gelmen,senin için, amelin dellallığım yaparak ağlamandan daha hayırlıdır. Zira. amelini açığa vuranın namazı (duası) makbul olmaz' diye mukabe lede bulunmuş. Adam: 'Öyleyse bana ne tavsiye edersin?' diye sor muş. Rahip: 'Sana dünyada zâhid olmanı ve dünya ehliyle çekil­memeni tavsiye ederim. Yine sana an gibi olmam tavsiye ederim; eğer yerse temiz yer, bırakırsa temiz bırakır, bir daim üstüne kon­sa, onu kırmaz. Sana bir köpeğin sahiplerine bağlılığı gibi, Allah'a bağlanmanı tavsiye ederim. Sahipleri onu aç bıraksa da, kovsa da o yine onları korur ve onlara bağlı kalır' diye tavsiyelerde bulun­muştur."

 

501. Mâlik b. el-Hâris şöyle demiştir: "Allah Teâlâ demiştir ki: Beni zikretmek, kimi Benden birşey istemekten alıkoyarsa, ona is­teyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.[52]

 

502. Seleme b. Ebû'l-Ca'd'm şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kadın çocuğu ile beraber yola çıkmış. Yanında da bir parça ekmek varmış. (Yolda giderken) bir kurt gelmiş ve çocuğunu kapıp gitmiş. Kadın kurdun peşine düşmüş. Bu arada ekmeğini kendisinden bir-şeyler isteyen bir dilenciye vermiş. (Çok geçmeden) kurt çocuğu ge­tirip, kadına geri vermiş."

 

503. Ebû Sinan şöyle demiştir: "Allah Teâlâ: 'Ey dünya! Mü'min kuluma acı da, ona sabretsin. Benim için ona tatlı (gözük­me ki) onu fitneye düşürmeyesin. Ey Ademoğlu! Kendini tamamen benim ibadetime ver ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliği­ni gidereyim. Eğer bunu yapmazsan, kalbine meşgale verir, fakirli­ğini de gidermem' demiştir."

 

504. Hâlid b. Sabit er-Rib'î şöyle demiştir: "Nakledildiğine gö­re Isrâîloğulları içerisinde bir genç varmış. Bu genç kitap okumuş, âlim bir zatmış. (Fakat aynı zamanda) sevilmeyen de birisiymiş. Çünkü ilmi ve bilgiyi mevki elde etmek, mal kazanmak için edin­miş. Birtakım bid'atler uydurarak, istediği makama erişip, arzula­dığı malı kazanmış. Yaşlanıncaya kadar bu vaziyette kalmış. Bir gece yatağında yatarken düşünmeye başlamış. 'Farzet ki, bu in­sanlar, uydurduklarımı bilmiyor. Peki Allah da mı bilmiyor? Ece­lim de yaklaştı. Tevbe etsem bari demiş. Tevbesinde o kadar azim-liymiş ki, çenesini delip, oradan bir/zincir geçirerek, kendisini mes­cidin direklerinden birisine asmış. Ve: 'Allah tevbem hususunda birşey indirinceye kadar veya ölünceye kadar buradan ayrılmaya­cağım* demiş. İsrâîloğulları arasında (birisine) vahiy (gelmesi) ga­rip karşılanmazdı. Allah Teâlâ, peygamberlerinden birine vahye-derek, ona: 'Şayet, sen benimle kendi aranda bir günah irtikâb et-tiysen, Ben sonuna kadar onu bağışladım. Fakat kullarımdan sap­tırdıkların ve öylece ölüp te cehenneme koyduklarım için, seni asla bağışlamam' buyurmuş." (Kavilerden) Avf (bu gence) "Berberiyyâ" denildiğini söylemiştir.

 

505. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir kadın, bir sudan geçti ve orada yıkandı. Sonra da kalktı, orada namaz kılmaya başladı. Altmış veya yetmiş sene, ne çekildi, ne yedi ve ne de içti. Sonunda arındı. Namazdan çıktı. Kendisine: 'Nasıldın?' diye sorulduğunda: 'Sabaha çıktığımda, akşamlayamayayım; akşama erdiğimde de, sa­bahlamayayım, derdim' cevabını verdi."

 

506. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğulları âlimlerinden biri, kendisinden daha âlim birine gelmiş ve: 'Ne yiyeyim?' diye sormuş. O da: 'Açlı­ğını teskin edecek birşeyler ye' diye cevap vermiş. Bunun üzerine: '(Peki) ne giyeyim?' diye sormuş. Alim: 'Avret mahallini kapatacak birşeyler  veya  Mesih'in  elbisesini   giy'   diye   cevap  vermiş. [Râvîlerden İbrahim Ebû Muhammed burada tereddüt etmiştir.] (Bu sefer) 'Ne bina edeyim?' diye sormuş. Alim: 'Seni güneşten ve rüzgardan koruyacak birşey' diye karşılık vermiş. Adam: 'Ne kadar güleyim?' deyince, âlim: 'Yüzün gevşeyecek kadar' demiş. Adam: 'Ne kadar ağlayayım?' diye sorunca da, âlim: 'Allah korkusundan dolayı ağlamaktan usanma' diye cevap vermiş. Adam: 'Hangi ame­limi açığa vurayım?' demiş. Âlim: 'Harîs olan birinin uyacağı, in­sanların senin aleyhindeki sözlerini doğru çıkarmayacak kadarını' demiş. Adam: 'Hangi amellerimi gizleyeyim?' diye sorunca, âlim: 'Senin iyi amel etmediğin zannım verecek olanları' diye cevap ver­miş.

 

507. Ömer b. Abdurrahman, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediği­ni  haber vermiştir: "İsrâîloğullarından bir âbid kendini iyice iba­dete verdi ve yeryüzünde dolaşmaya başladı. Öyle ki, vahşi hay­vanlarla beraber geziyordu. Kılları o kadar uzamıştı ki fercini ka­patıyordu. Ondan başka mirasçısı bulunmayan bir yakını öldü. Kendisine haber vermeden malına dokunmayı iyi görmediler ve oturup onu beklemeye başladılar. Adam ise onları görür görmez kaçıyordu. Adamın birisi: 'Bana birşeyler verirseniz onun haberini size getiririm' dedi.  Onlar da istediğini verdiler. Adam onu bekle­meye başladı. Onu görür görmez karşısına dikildi ve elbiselerini çı­karttı. Adam onu görünce durdu ve gözlerini kapattı. Öbür adam: 'Müsaade et, sana yaklaşayım' dedi. 'Peki yaklaşabilirsin' diye mu­kabelede bulundu. Adam ona: 'Falanca (yakının) öldü. Geriye malı kaldı. Senden başka da vâris bırakmadı. İnsanlar da sana haber vermeden mala el sürmeyi hoş görmediler/ dedi. Âbid: 'Öleli ne ka­dar oldu?' diye sordu. Adam: 'Şu kadar' diye cevap verdi. Abid: 'Ben sizden ayrılalı ne kadar oldu?' diye sordu. Adam: 'Şu kadar zaman oldu' dedi. Âbid: '(Öyleyse) ben ondan şu kadar evvel ölmü­şüm' dedi ve dönüp gitti."

 

508. Mâlik b. Dinar'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Duyduğu­ma göre İsrâîloğullarma: 'Dillerinizle dua ediyorsunuz (ama) kalp­leriniz benden uzak, ruhbanlığınız boşunadır' denilmiştir."

 

509. Ebû'l-Muğîre, üstadlanndan bazılarının kendilerine şunu naklettiklerini haber vermiştir: "Süleyman b. Abdülmelik Şam mescidine girmiş ve orada üzeri yazılı bir taş görmüş. Bunun üze­rine: 'Bu nedir?' diye sormuş. (Oradakiler): 'Bilemiyoruz' demişler. (Bazıları): 'Ey mü'minlerin emîri! Vehb b. Münebbih'e birisini gön­derip, çağırın. Çünkü o, bütün kitapları okuyabiliyor' demişler. (Halîfe) birisini gönderip (Vehb'i) çağırtmış. Vehb yazıyı tanımış ve okumuş, üzerinde: 'Ey Ademoğlu! Şayet ölümüne ne kadar kaldı­ğını bilmiş olsan, bütün arzularından soğursun. Sen ancak, ayak­larının kayıp, sevgilinin seni teslim ettiği, yakınlarının sana veda ettiği zaman pişman olursun. (O zaman) sen, ne ailene geri dönebi­lecek ve ne de amelini arttırabileceksin. Öyleyse, hasret ve pişman­lıktan önce kıyamet günü için çalış.

 

510.  Mâlik b.  Dînâr şöyle  demiştir: "Bir bayram günü, İsrâîloğulları mescidlerine girdiler. Genç bir delikanlı mescidin ka­pısında, dış tarafta, ayakta durdu ve ağlamaya başladı. Yüksek sesle ağlıyor ve nefsini kınıyordu: 'Benim gibi birisi, sizinle gire­mez. Ben falan, falan işleri yaptım' diyordu. (Nihayet) Peygamber­lerinden birinin diliyle: '(Bu genç) falanca kişi sıddîklerdendir'diye yazıldı."

 

511. Vehb K Münebbih'ten, mukaddes kitaplardan bazısında şu söze rastladığı rivayet edilmiştir: "Allah teâlâ: 'Kim fakirlerin malından yardım umarsa, sonunda onu fakrü zarurete duçar ede­rim. Zayıfların gücüyle inşa edilen her binanın sonunu harap kıla­rım' demiştir."

 

512. Abdullah b. Vehb'ten şu rivayet edilmiştir [Râvî, Abdul­lah'ın bu haberi babasından nakletmiş olduğunu söylüyor. Ebû Muhammed ise (bu hususta) tereddüt etmiştir]: "İsrâîloğulların­dan âbid bir zât, bir havrada ibadet ediyordu. Bu zâtın kötülüklerden uzaklaştığını görünce (serkeş bazı kimseler): 'Şunun bir yolu­nu bulsak ta (ibadete çekildiği yerden) indirebilsek' dediler. Bunun üzerine sapık bir adamın karışma giderek, âbide musallat olması­nı istediler. Kadın, karanlık ve yağışlı bir gece oraya geldi ve: 'Ey Allanın kulu! Beni içeri alır mısın?' dedi. Âbid (o sıra) ayakta na­maz kılıyordu. Lambası da yanmaktaydı. Kadına iltifat etmedi. Kadın: 'Ey Allanın kulu! yağmur yağıyor. (Hava) karanlık. Beni içeriye alJ dedi. Ve içeriye girinceye kadar bu şekilde devam etti. İçeri girdi ve uzanıp yattı. Adam, ayakta namaz kılıyordu. Kadın iki tarafa dönmeye ve vücudunun güzelliklerini adama göstermeye başladı. Sonunda adamın nefsi uyandı. Bunun üzerine (kendi ken­dine): 'Hayır. Allaha yemin olsun ki, bakayım ateşe tahammül ede­biliyor musun?' dedi ve yanmakta olan lambaya yaklaştı. Parmağı­nı lambaya koydu ve yaktı. Sonra namaz kıldığı yere geri döndü. Bir müddet sonra, nefsi yine onu tahrik etti. Adam tekrar lamba­nın yanma gitti ve diğer parmağını da yaktı. Arkasından namaz kıldığı yere çekildi. Nefsi yine uyandı. O, lambaya gidip gelmeye ve parmaklarım teker teker yakmaya devam etti. Nihayet bütün par­maklan yandı. Kadın bu arada ona bakıyor ve olup bitenleri seyre­diyordu. Sonun da (dayanamayıp) bir çığlık attı ve öldü. Sabahle­yin (serkeşler) kadının ne yaptığım görmek için koşup geldiler. Bir de baktılar ki, kadın ölmüş. Başladılar adama 'Ey Allanın düşma­nı! Ey riyakâr! Kadına tecavüz ettin, sonra da onu öldürdün, değil mi?J demeye. Abidi alıp krallarına götürdüler ve aleyhinde şahitlik ettiler. Kral, âbidin idamına hükmetti. Âbid, iki rekat namaz kıl­mak istedi ve kıldı. Sonra dua ederek: "Yâ Rabbi! Biliyorum ki Sen, beni yapmadığım birşeyden dolayı muaheze etmezsin. Fakat,ken-dimden sonraki âlimlere utanç vesilesi olmak istemiyorum' dedi. Bunun üzerine Allah kadının canını geri verdi ve kadın: 'Ellerine bakın' dedi ve gerisin geriye öldü."

 

513. Vehb b. Münebbih'ten şu nakledilmiştir: "'Bir köyün civa­rında eylenen seyyahlardan birisi de (yukarıdaki) hâdisenin benze­rini nakletti. Fakat o şöyle dedi: "Kadın onlara: 'Adamın ellerinin yandığını görünce, olduğum yere baygın düştüm. (Şimdi buradan) dağılm. (Bundan böyle) sağ kaldığım müddetçe, sizinle arkadaşlık edecek değilim dedi ve dağlarda seyyâhlığa başladı."

 

514. Vehb'den şu rivayet edilmiştir: "Bir seyyah ve yamağı, yol üzerinde avını bekleyen bir arslanla karşılaşmışlar. Yamak: 'Arslan! Arslan!' demeye başlamış. Seyyah, ona aldırış etmeksizin yo­luna devam etmiş. Arslanın yanma kadar gelmişler. Arslan, ayağa kalkmış ve yoldan kenara çekilmiş. Geçtikten sonra yamak, büyü­ğüne: 'Ben seni arslana karşı uyardım (fakat sen aldırış etmedin)' demiş. Seyyah da ona: 'Sen beni, Allah'tan başkasından korkar mı zannettin? Vahşi hayvanların beni parçalaması benim için, Al­lah'ın kendisinden başka bir varlıktan korktuğumu bilmesinden daha iyidir' cevabını vermiş."

 

515.  Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir seyyah ile yamağı varmış. Yiyecekleri her üç günde bir gelirmiş. Birgün bakmışlar ki, birisinin yiyeceği gelmemiş. Büyüğü yamağı­na: 'Birimiz bir hatâ yaptı ve bu da rızkımıza mâni oldu. Düşün ba­kalım. Sen ne yaptın?' demiş. Yamak: 'Birşey yapmadım' cevabmı vermiş. Fakat, bilâhare herşeyi hatırlamış ve: 'Evet, birgün kapıya bir dilenci gelmişti, ben de kapıyı yüzüne kapatmıştım' demiş. Bü­yüğü: 'Yemeğimiz bundan dolayı gelmemiş işte' demiş. Allah'a istiğfarda bulunduktan sonra, daha evvel olduğu gibi nzıkları gel­meye başlamış.

 

516. Vehb b. Münebbih şunu rivayet etmiştir: "Bir seyyah, bij köye girdi. Baktı ki, köyün ileri gelenlerinden biri ölmüş. Heme? oradan çıktı ve: 'Bu zalimi gömmem' dedi. Sonra hafif bir uyk uyudu. Yanına bir adam geldi ve: 'Ey Adam! Allahm rahmetinde herhangi birşeye sahip misin?' diye sordu. Seyyah: 'Hayır' dedr. Adam üç kere sorusunu tekrarladı, her seferinde de 'Hayır' cevabı­nı aldı ve: 'Peki, onun bu sızısından (ölüm sancısından) dolayı r e olduğunu (Cenâb-ı Hakk'ın ne irâde ettiğini) biliyor musun?' dedi."

 

517. Yine Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "Bir seyyah ve bir de yamağı varmış. Birgün seyyah, yamağına: 'Falanca köye git ve bana bir kefen al. Zira, benim ecelim yaklaştı, haydi, acele et! demiş. Yamak köye gelmiş. Bakmış ki köyün eşrafından birisi ölmüş, halk da kabri başında toplanmışlar. Pek tabiî ki, dükkanla­rını da kapatmışlar. Yamak istediklerini hemen alamamış. Niha­yet halk geri gelmiş ve o da kefen ve kokuyu satın alarak arkadaşı­nın yanma geri dönmüş. Bakmış ki, arkadaşı ölmüş, hayvanlar da yüzünü yeyip parçalamışlar. Başlamış   dövünüp, hayıflanmaya bu arada da: 'Falanca zâlim, kefenlendi, kokulanıp defnedildi. Falan­canın ise suratı yenilip, parçalandı' diyormuş. Bunun üzerine ona: 'Falanca zâlimin bir tek iyiliği vardı. Allah onu, âhirette hiç nasibi olmayacak şekilde dünyadan çıkarmak istedi. Filanca seyyah ise, küçük bir hatâ yapmıştı da, Allah onu dünyadan, bunun acısını duyurmadan çıkardı' denilmiştir."

 

518. Vehb b. Münebbih, şu haberi hikaye etmiştir: "Bir seyyah vardı. Beraberinde bir de melek gönderildi ve meleğe, seyyah nasıl davranırsa, öyle davranması emredildi. Bir vadiden geçerken, bir leşle karşılaştılar. Seyyah leşin kokusunu duymamak için elbise­siyle burnunu kapadı. Melek de aynısını yaptı. Seyyah ona: 'Niçin böyle yaptın?' diye sordu. O da: 'Sen ne yaparsan, aynısını yap­makla emrolundum' dedi. Seyyah: 'Benim duyduğum kokuyu sen de duydun mu?' diye sordu. Melek: 'Hayır, bana kâfirin kokusun­dan başka birşey eziyet vermez' dedi."

 

519. Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: "Beytül-Makdis civa­rında bir adam, iki de oğlu vardı. Çocukları bulûğa erdiler ve ka­dınlarla oynaşmaya başladılar. Adam onların bu haline karşı çık­madı. (Bunun üzerine Cenâb-ı Hak): 'İzzetime yemin olsun ki! Ah­dim olsun, onların üçünü de bir günde öldüreceğim. Sonra da ailesini fakrü zarurete duçar edeceğim' dedi."

 

520. Yine Vehb b. Münebbih şunu anlatmıştır: "Allah lanet edesice İblîs, bir seyyaha geldi ve onu azdırmak istedi. Bir türlü başaramadı. Bunun üzerine ona: 'Ben, seninle dost olmak istiyo­rum' dedi. Seyyah: 'Benim senin dostluğuna ihtiyacım yok' cevabı­nı verdi. İblîs: 'Öyleyse, bana ne istersen sor, sana haber vereyim' dedi. Seyyah: 'İnsanları ne ile fitneye düşürüyorsun?' diye sordu. İblîs: 'İnsanların aceleci olanlarına bakar, çocukların topla oyna­dıkları gibi onlarla oynarız' dedi."

 

521. Vehb b. Münebbih şunu nakletmiştir: "İsrailoğullarının âlimlerinden birisi şöyle dermiş: 'Meyva toplayanın geride bıraktı­ğı bir yemiş, ekin biçenin ardında kalan bir başak gibi oldum.

 

522. Vehb b. Münebbih: "İsrâîloğulları içerisinde fâsık âlimler türemişti. Siz de daha da çoğalacak" demiştir.

 

523. Akîl b. Müdrik es-Sülemî şöyle demiştir "Allah Teâlâ, İsrâîloğullarınm peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: 'Kavmine söyle; düşmanlarımın ne yemeğini yesinler ve ne de içece­ğini içsinler. Kendilerini onlara benzetmesinler de. Aksi takdirde, onlar da tıpkı düşmanlarım gibi, benim hasmım olurlar."

 

524. Mâlik b. Dînâr şöyle demiştir: "İsrâîloğulları âlimlerin­den birisi, evine kadın ve erkekleri doldurur, onlara va'zu nasihat-ta bulunarak, Allah'ın (âsi toplumları azaba duçar ettiği azametli) günlerini hatırlatarak onları ikaz ederdi. Birgün, çocuklarından bi­risinin kadınlara kaş göz işareti ettiğini farketti. Ve: 'Ağır ol evla­dım! Ağır ol evladım! ( yapma!)' dedi. Sedirden düştü ve şah dama­rı koptu, karısı da çocuk düşürdü (yani sağlıklı bir doğum yapama­dı). Çocukları da ordudayken öldürüldü. Bunun üzerine Allah Teâ­lâ, peygamberlerine vahyederek: 'Falanca âlime (şu sözümü) ha­ber ver: 'Ben senin neslinden ebediyyen sâdık birisini çıkarmayaca­ğım. Yalnızca sana 'Ağır ol evladım! Ağır ol evladım!' dediğin için bana olan bu kızgınlığın ne?...' dedi.[53]

 

525. Mâlik b. Dînâr, Tevrat'ta: "Kimin günahlarla haşir neşir olan bir komşusu var da, onu bundan men etmiyorsa, günahında ona ortaktır?" yazdığını söylemiştir.

 

526. Mâlik b. Enes şöyle demiştir: "Bana anlatıldığına göre, Isrâîloğullarmdan bir grup, gündüzleri oruç tutarlarmış. Akşam olup ta, sofralar kurulunca, sırayla içlerinden birisi kalkar: 'Çok yemeyin! Çok içersiniz, sonuç olarak da çok uyursunuz' diye ikaz edermiş."

 

527. Vehb b. Münebbih, Ermiyâ'nın şöyle dediğini nakletmiş-tir: "Yâ Rabbi! Kulun Davud'u seçtin ve o senin için bir mescid inşa etti. İşinde gücünde yaşayıp duruyordu. Nihayet evlenecek çağa gelince taraftarlarından bir grup ona musallat oldu ve ona: 'Şayet sana "güneşin bir lavı rüzgara yüklendi, yarın azab olunacak" den­se veya "gökyüzünün ne kadar kapısı vardır?", "Allah'ın hazineleri ne kadardır?", "Denizler ne kadar yerden kaynamaktadır?" denilse ya da "Deniz sana gelip, karadan davacı olarak, 'Dalgalarım çoğaldı,kaynaklarım arttı, karaya taşmak istiyorum' dese, kara da (bu­na mukabil) 'Ağaçlarım, dağlarım çoğaldı, nehirlerim artıp, vahşi hayvanlarım bollaştı, ben de denizi istilâ etmek istiyorum'" dese, hangi birisi için nasıl hüküm verirsin?' dediler."[54]

 

528. Bişr b. el-Hâris şöyle demiştir: "Ahmed b. Hanbel, körüğe girdi ve kıpkırmızı altın gibi çıktı." (Râvîlerden) Ali b. Haşrem di­yor ki: "Bişr'in bu sözü Ahmed b. Hanbel'in kulağına gittiği vakit, o: 'Yaptığımızla, Bişr*i razı eden Allah'a hamdolsun'" demiştir.

 

529. Muhammed b. Cahhâde, Lokman (as)'ın şu sözünü nak-letmiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit hik­metli bir göz bulunamayacak."

 

530. Süfyân, kendisine haber veren birisinden şunu naklet-mistir: "Lokman el-Hakîm oğluna: 'Ey oğlum! Dünya derin bir de­nizdir. Orada pek çok insan boğulmuştur. Gemin, Allah korkusu olsun. Geminin içi ise, Allah'a iman olsun. Yelkenleri de, Allah'a tevekkül etmek olsun. Kurtulabileceğini zannetmiyorum, ama bel­ki kurtulursun' demiştir."

 

531. Hasan, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Kaya da taşı­dım, demir de. Fakat, kötü komşudan daha ağırım görmedim" de­diğini haber vermiştir.

 

532. Ebû'l-Celed'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Hikmet'te şunu okudum: 'Kimin gönlünde bir vaizi olursa, Allah tarafından bir koruyucusu olur. Kim gönlünden insanlara insaflı davranırsa, Allah onun izzetini arttırır. Allah'a itaatta zillet, ma'siyetle izzet­ten daha iyidir."'

 

533. Hâlid b. Yezîd b. Sabîh, babasından naklen şu rivayet et­miştir: "Hikmetli bir sözde şöyle deniliyor: 'Ey Ademoğlu! Beriifrn rızâmı) arıyorsan, iki şeyde bulabilirsin: bildiğin hayrı yaparsın, bildiğin fenalığı da terkedersin."

 

534. Muhammed b. Vâsi', Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Kalbin kötü olduğu halde, insanlara Allah'tan korkuyormuş gibi görünme" dediğini haber vermiştir.

 

535. Avf, Lokman (as)'m oğluna: "Yavrum! Mü'minin iki kalbi vardır. Birisiyle umar, diğeri ile korkar" dediğini nakletmiştir.

 

536. Abdullah b. Dînâr, Lokman (as)'ın oğluna şöyle tavsiye ettiğini haber vermiştir: "Yavrum! Allahm karşısında, nefsini, mutlak O'na muhtaç bir mertebeye indir. Fakat O'nun sana hiç ih­tiyacı olmadığını bil. Yavrum! İnsanların övgüsünü değil, kınama­larını yazan (hatırında tutan) birisi ol. Kendisi sıkıntıda, fakat in­sanlar ondan rahat (ve emin) olan bir kişi ol."

 

537. Serî b. Yahya, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Hikmet, miskinleri, kralların yerine oturtur" dediğini nakletmiştir.

 

538. Eyyûb, Ebû Kılâbe'nin kitabından şu haberi rivayet et­miştir: "Lokman (as)'a: 'En âlim insan kimdir?' diye soruldu. O: 'İn­sanların bilgisiyle kendi ilmini artıran' dedi. 'En zengin insan kim­dir?' diye soruldu. O: 'Kendisine verilene razı olandır' cevabım ver­di. 'İnsanların en hayırlısı kimdir?' diye sorulunca da, 'Zengin olan mü'min' diye karşılık verdi. Oradakiler: 'Mal zenginliğini mi kaste­diyorsun?' deyince, 'Hayır, ilim zenginliğini kasdediyorum. Eğer in­sanlar ilme muhtaç olurlarsa onu, onda bulabilirler. Yok eğer ihti­yaçları olmaz, o, ilmiyle kendisini başkalarından müstağni kılar' dedi."

 

539. Ebû'l-Hakem şöyle demiştir: "Lokman (as)'a: 'Sahibi oldu­ğun hikmet nedir?' diye soruldu. O: 'Kendi kendime yeterli olabildi­ğimi (başkasına) sormam. Beni ilgilendirmeyen şeyi de üstüme va­zife edinmem' diye cevap verdi."

 

540.  Rebf b. Enes, hikmetli bir sözde: "İyi amel, sahibini tö­kezlediği vakit kaldırır" dendiğini haber vermiştir.

 

541. Muaviye b. Kurra, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Alla-hın sâlih kulları ile beraber ol. Zira, onların güzel (amellerinden) hayır elde edersin. Belki, onlara bir rahmet iner de, onlarla bera­ber sana da erişir. Yavrum! Kötü kimselerle düşüp kalkma. Zira onlarla beraber olmaktan bir hayır kazanamazsın. Başlarına bir musibet gelir de, onlarla beraber sana da isabet eder." diye tavsiye­de bulunduğunu nakletmiştir.

 

542. Ebû Habîb es-Sulemî, Hikmet'te şunu okuduğunu söyle­miştir: "Dilenci, konuşmasını tamamlayıncaya kadar sus. Sonra, onu rahmetle geri çevir. Yetime karşı müşfik bir baba gibi ol. Zul­me uğrayanlara da, yardım elini uzat. Umulur ki böylece, Allah'ın arzında onun halîfesi olursun."

 

543. İbn Ebî Necîh, babasından Lokman (as)'m şu sözünü nak­letmiştir: "Sükût hikmettir. (Fakat) onu başaran da çok azdır."

 

544. Tâvûs, kendilerine -âmâ olan- Necîh'in şunu söylediğini nakletmiştir: "Allah'tan korkan ve o haliyle konuşan bir kimse, Al­lah'tan korkan ve fakat susan bir kimseden daha hayırlıdır."

 

545. Hişâna b. Urve, babasından Hikmet'te şöyle yazdığım naklediyor: "Hâine, hıyanetinden dolayı hainlik etme, bu sana ye­ter."

 

546. Yezîd b. Meysere şöyle demiştir: "Allah teâlâ: 'Ey benim için şehvetini terkeden, rızam için gençliğini tüketen genç! Benim katımda sen, bazı meleklerim gibisin demiştir."

 

547. Katâde, "Tevrat'ta: 'Ey Âdemoğlu! Dilinle beni zikredi­yorsun, fakat, beni unutuyorsun! Bana duâ ediyor, fakat benden kaçıyorsun! Ben seni rızıklandırıyorum, sen başkasına kulluk edi­yorsun' diye yazılı" olduğunu söylemiştir.[55]

 

548. Avf b. Abdullah, Lokman (as)'m oğluna şöyle dediğini nakletmiş tir: '"(Yavrum!) Mekrinden emin olmayacak şekilde, Al­lah'a karşı ümid içerisinde ol. Rahmetinden ümidini kesmeyecek şekilde ondan kork.' Oğlu: 'Babacığım! Buna nasıl güç yetirebili­rim? Benim yalnızca birtek kalbim var' dedi. Lokman (as): 'Mü'mi-nin iki kalbi vardır. Birisi ile umar, diğeri ile korkar.'" cevabını verdi.

 

549. Basra âlimlerinden, Abdurrezzâk Ebû Osman, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Câhilin sevgisine rağbet etme; seni, kendi yaptıklarından hoşnud oluyorsun zanneder. Hikmet sahibi kimse­nin kızmasından dolayı da, küçüklük duyma; sana iltifat etmez." diye tavsiyede bulunduğunu söylemiştir.[56]

 

550. Abdullah b. Dinar şunu haber vermiştir: "Lokman (as), bir seferden dönüyordu. Yolda kendisini kölesi karşıladı. Lokman: 'Babam ne âlemde?' diye sordu. Köle: 'Öldü!' cevabını verdi. Lokman: 'Elhamdülillah, işime mâlik oldum' dedi. Sonra: 'Annem ne haldedir?' diye sordu. Köle, 'O da 'öldü!' diye karşılık verdi. Lokman^'Kederim gitti' dedi. Bu sefer 'Karım ne âlemde?' diye sor­du. Köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. Lokman: Yatağını yenile' de­di. 'Peki, kız kardeşim ne durumdadır?' diye sordu. Köle: 'O dahi öldü' dedi. Lokman: 'Irzım korundu' dedi. *Ya kardeşim ne yapı­yor?' deyince köle: 'O da öldü' diye cevap verdi. (O zaman) Lokman: 'Sırtım koptu (dayanağım gitti)' dedi."

 

551. Ubeydullah b. Ömer b. Abdulvehhâb b. Muhammed el-Mekkî, Lokman (as)'ın oğluna: "Yavrum! Alim kimselerle beraber ol ve onlara yanaş. Zira, Allah teâlâ, yağmurla toprağı canlandırdı­ğı gibi, hikmet nuruyla da kalpleri canlandırır" dediğini haber ver­miştir.


[52] Fethu'l-bârî, 11/134. îbn Hacer bu haberi, İbn Ömer'den gelen iyi bir senedle Taberânf nin de rivayet ettiğini söylemiştir.

[53] Haberde mantıkî tutarsızlıklar olduğu görülmektedir [mütercim]

[54] Rivayetten, Dâvûd (as)'u ta'eîz etmek maksadıyla bu soruların kendisine yönel­tildiği anlaşılıyor [mütercim].

[55] Ibmrl-Mubarek, ez-Zühd, s.69.

[56] İbnu'l-Mubarek, ez-Zühd, s.484.

[57] Mecmau'z-zevâid, 10/76; Ibnu'l-Mubarek, ez-Zühd, s.362.
 


Konu Başlığı: Ynt: Isanın zühdüne dâir rivayetlerin devamı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 23 Mart 2022, 13:31:47
Esselamü aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Isanın zühdüne dâir rivayetlerin devamı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 25 Mart 2022, 19:58:02
Aleyküm Selam. Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
Rabb'im ilmimizi artırsın inşaAllah