> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Söyleşi > Prof. Dr. Tahsin Güngör
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Prof. Dr. Tahsin Güngör  (Okunma Sayısı 1404 defa)
18 Ağustos 2012, 15:36:20
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 18 Ağustos 2012, 15:36:20 »



Prof. Dr. Tahsin Güngör: Müslümanca bir hayat medeniyeti zaruri hale getiriyor
İbrahim BARAN • 90. Sayı / SÖYLEŞİ


İnsanlık tarihinin 600 yılına damgasını vurmuş ve kendinden önceki medeniyetlerden istifade ederek yeni bir medeniyet inşa etmiş Osmanlı’nın başkenti İstanbul. Yalnızca Osmanlı’ya da başkentlik etmemiş öncesinde başka medeniyetlere de beşik olmuş bir medeniyet başkenti. Bugün İstanbul bir medeniyet başkenti olmaktan öte, adeta bir beton yığınını andırıyor. Binalar, olaylar, kalabalık, gürültü bu şehirde “ne kadar şehirliyiz?” sorusunu akıllara getiriyor. Her yerde devasa binalar var, her yer insan doldu. Peki, bir zamanların İslam şehri İstanbul’u bugün nasıl tanımlayacağız? Şehirli olmak, medeni olmak tam olarak ne anlama geliyor? Bugünün büyük binaları medeniyet dediğimiz olguyla ne kadar örtüşüyor? Bu soruların cevaplarını 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tahsin Görgün’le aradık…

Medeniyet çok sık kullanılan bir kavram oldu bugünlerde. Nedir medeniyet?

Medeniyet, insanın yaşarken ortaya çıkardığı her şey. Genel bir tanım verecek olursak bunu söyleyebiliriz. Önceden bugün medeniyet dediğimizde kastettiğimiz şeyi “umran” karşılıyordu. Umran tabiri tabi önemli. İbn-i Haldun bu tabiri kullanıyor. Umranın kökeni ömür ile aynı; yani hayat demek. İnsan yaşadığı vakit bir şeyler ortaya çıkıyor. O ortaya çıkan şeye de umran deniyor. Umranın doğrudan doğruya şehirle de bir alâkası da yok aslında. Fakat insanlar yaşarken zaman içerisinde yerleşik hayata geçiyorlar. Yani bir yere yerleşmek zorunda kalıyorlar. Yerleştikten sonra yavaş yavaş şehirler ortaya çıkıyor ve şehir umranı dediğimiz şey oluşuyor. Umran şehir olmadan da olur. Batı’daki Civilisation/Sivilizasyon kavramından bizdeki umran kavramının esaslı farkı burada. Sivilizasyon “civitas” ile alâkalı. Civitas da şehir anlamına geliyor. Yine şehir anlamına gelen “polis” değil ama. Grekçedeki polis, doğrudan doğruya insanların birlikte yaşamasını, belirli bir düzen içerisinde birlikte yaşamasını ifade ediyor.

Bizdeki kent ve şehir farklılaşmasını bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?
Kent son zamanlarda uydurulmuş bir tabir. Uydurma olunca da doğrusu köksüz oluyor, ruhsuz oluyor. Başka bir yerde var olan veya olduğunu düşündüğünüz fakat sizde olmayan veya olmadığını düşündüğünüz bir kavramı karşılamak için bir kelime uyduruyorsunuz. Sonra da uydurduğunuz kelimenin anlamını keşfetmek için ne için uydurduğunuza bakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da ciddi bir sorun ortaya çıkarıyor. Şehir ve kent kavramları da örtüşmüyor, şehrin ihtiva ettiği anlamı kent ihtiva etmiyor. Özellikle şehir kelimesinde bulunan ve meşhurluk ve şöhret ile ilgili anlam alanını dikkate aldığınız zaman, kent kelimesi batı dillerindeki “bourg” veya “burg” ile irtibatlı bir şekilde kullanılıyor ki, birinin diğeri ile pek alakası yoktur. Burjuva’yı “kentsoylu” diye karşılamak gibi.

Umran ile medeniyet arasında da böyle bir problem var mı peki?
Umran önemli bir kavram. Umranın yanında başka bir tabir daha var: Nizam-ı âlem. Nizam-ı âlem de aslında medeniyeti ifade etmek için kullanılıyor. Aynı zamanda darü’l İslam tabiri de öyle. Ama bunların vurguları biraz daha farklı. Vurgu cihetleri değişiyor. Nizam-ı âlemde âlem önemli olan. Düzen içerisinde bir âlemi varsayıyor. Âlemin özelliği şu: Âlem aslında alamet ile alakalı. Âlem ve ilim aynı kökten geliyor. Bilinen şeylerin ve bilinerek içinde yaşanılan ve bu manada insanın bilgisine bağlı olarak oluşan her şeyi ifade ediyor. Öyle olduğu için aynı zamanda insanın içinde var olduğu dünyayı da ifade ediyor. İbn Haldun umranı kullanırken Bedevî umranı ile Hadarî umranı yani şehirli umranı (şehirli hayatıyla) ile bedevi hayatını (göçebe hayatı) birbirinden ayırıyor. Ama ikisi de umran. Yani ikisi de makbul. Şehirde yaşamak kendi başına bir fazilet değil yani. Bugün kullanıldığı manasıyla medeni olmak illa şehirde yaşamayı gerektirmiyor.

Oysa kelime kökeni nedeniyle medeni olmak için Medineli yani şehirli olmanın zorunlu olduğu geliyor akıllara…
Medine’nin ilginç bir özelliği var. Medine aslında bir tarafıyla dinin huzur içerisinde rahatça yaşanıldığı mekân demek. Ama aynı zamanda ‘deyn’ kökü ile bağlantılı olarak düşünürseniz, birlikte var olan ve birlikte var olduğunun farkında olan insanların bu şuuruna dayalı olarak oluşturdukları hayat düzenini ifade ediyor Medine. “Ben diğer insanlara medyunum, onlar da bana medyun.” Bunun farkında olan insanlar işbölümü yaparak birlikte var oluyorlar. Bu var oluş formuna da Medine deniyor.

MEDENİYETİN ŞEHRE DOĞRUDAN BAĞLILIĞI YOK

Yani Medine’de de salt bir şehir anlamı yok?

Salt anlamıyla şehir değil tabiî. Yesrib, Medinetü’n-Nebi adını alırken Nebi ile birlikte dinin yaşanıldığı mekân anlamını taşıyordu. Tabiî bu mekân sadece fiziki dünya değil manevi ortam da demek. Müslümanın ömrünün Nebi ile irtibat içerisinde bir düzen kazanması ve bu düzenin muhafaza edilerek geliştirilmesini ifade ediyor. Bu da çok sayıda insanın işbölümü yaparak birlikte yaşamasını intaç ediyor ki, bu yerleşik hayatta gerçekleşince zorunlu olarak şehir şeklinde, şehir hayatı şeklinde tahakkuk ediyor.

Peki, umranın alternatifi ne?
İlginç olan nokta da o zaten. Umranın alternatifi vahşet. Vahşetin mânâsı şudur: Vahşiler içinde yaşadıkları vasata, ortama herhangi bir değer katmadan orada ne varsa onu tüketirler. Onu sömürürler yani. Bu şekilde yaşayan insanlara vahşi, hayat tarzına da vahşilik denir. Vahşilik geçmişte kalmış, insanların tarihlerinin bir döneminde yaşadıkları bir hâl değil; insanların çevreleri ile bir irtibat şeklini ifade ediyor. Bir dönemde umranı gerçekleştirenn insanlar, başka bir dönemde vahşete düşebilir, vahşileşebilirler. Aynı şekilde bir bölgeyi mamur eden bir insan grubu, başka bir yeri harap edebilirler ve aynı zamanda hem umranı hem de vahşeti tahakkuk ettirebilirler. Bunun ilginç bir misalini İstanbul’da görebiliriz. İstanbul’un haline bakarsanız, İstanbul’a son kırk elli yıl içinde gelen insanların İstanbul’a bir değer katmadan İstanbul’un imkânlarını tükettikleri için yaşanılanın aslında bir tür vahşet olduğu söylenebilir. Bu vahşet hâli inanılmaz bir şekilde devam ediyor. Onun için buna medeniyet diyemiyoruz, umran diyemiyoruz. Vahşet illa garip garip kılıklı, garip garip varlıkların garip hareketleri anlamına gelmiyor. Mesela Batı sömürgeciliğinin Afrika’yı maruz bıraktığı hâle vahşet dersiniz, diyebilirsiniz. Batı Avrupalıların Amerika’ya, Güney Amerika’ya gidip oradaki yerli medeniyetleri tamamen yok ederek, oraları mahvetmeleri vahşet örneği. Günümüzde Irak ve Afganistan’da yaşananlar daha farklı değil. Orada vahşet belirli bir süre devam ettikten sonra insanlar belirli bir düzen oluşturuyorlar ve yeni bir medeniyet yeni bir umran ortaya çıkıyor. Vahşetle umran sürekli birbirlerinin yerlerini alarak devam ediyor. Bir yerde bir defa umran oldu, hiç vahşet olmayacak anlamına gelmiyor. Bir yerde vahşet varsa, orada hiç umran olmayacak anlamına da gelmiyor. Bunlar sürekli değişebilir. Dolayısıyla umranın ya da medeniyetin doğrudan doğruya şehre bir bağlılığı yok. İnsanlık tarihinde büyük eserler büyük oranda şehirlerde inşa ve icra edilmiş. İşte bu nedenle medeniyetin yalnızca şehirde varolduğunu düşünüyoruz.

Medeni olmak için şehirde yaşamak zaruri değil. İşin bir de yaşayışa, inanca değen bir tarafı var. Bugünün medeni olarak nitelendirilen toplumları yeri geldiğinde vahşette sınır tanımıyorlar. Bizimse sahip olduğumuz İslam gibi bir inanç sistemi var. İslam hep iyiliği, güzelliği emrediyor. Medeniyet eşittir İslam diyebilir miyiz?
Medeniyeti umran olarak düşünürsek, umranı da insanın hayatiyetini sürdürmesi, canlılığını sürdürmesi diye kavrayacak olursak, işaret etmemiz gereken husus şu: İnsan aslında âlemin ve varlığın zübdesidir, özüdür. Âlemin özü olduğu için, insanın varlığını sürdürmesi varlığı muhafaza etmenin özünü ve esasını oluşturuyor. İslamiyet esas itibariyle insanları kendi iradeleriyle mutlak hayra sevk eder. Mutlak hayrın varlık olduğu dikkate alınırsa, o zaman varlığı korumak insanı korumak demektir. Bunu dikkate aldığımızda bir Müslüman Müslüman olmakla birlikte insanın hayatını, insanın hayatiyetini korumayı da bir vazife olarak üstlenmiş olur. Öyle olunca da umranı sağlamak, gerçekleştirmek Müslüman’ın vazifesi haline geliyor. Yani “Ben Müslüman’ım ve hayrı istemiyorum” diyemezsiniz. Müslümansanız hayrı istemekle mükellefsiniz. Ve hayrı istemekle birlikte o zaman insanî varlığı muhafaza edersiniz. İnsanın esas insanî özelliği manevi tarafı. Ve bu manevi tarafın da şöyle bir özelliği var: Maneviyat, insan tek başına iken gerçekleşmiyor. Manevi tarafın açığa çıkması için insanların birlikte var olması lazım. Mesela hayırseverlik, iyilikseverlik, doğruluk bunun yanında fedakârlık gibi daha türlü türlü şeyler var. Varlığı korumak sadece irade ile olmuyor; bunun bilgiyle, ilim ve marifetle de doğrudan alakası var. Bunların hepsinin gerçekleşebilmesi için aslında başka insanlarla birlikte var olması lazım. Mesela insanın, cansız varlıklar, genel olarak canlılar ve bitkiler söz konusu olduğunda, onlarla ilgili alelıtlak iyi veya kötü diye nitelenebilecek bir düşüncesi olamaz. İyi ve kötü, iyilik ve kötülük ancak insanların hemcinsleriyle birlikte var olduğu zaman açığa çıkar. Öyle olduğu için de hayrın ortaya çıkabilmesi için insanların diğer insanlarla birlikte var olması ve bu imtihanı başarması lazım. İnsanın o manevi tarafının gerçekleşebilmesi için diğer insanlarla birlikte var olmayı başarabilmesi gerekiyor. Öyle olunca da Müslümanlık tek başına yaşanan bir din olmuyor. Onun için de şehirde hayrı tahakkuk ettirmek, tek başına dağda yaşamak ve orada hayrı tahakkuk ettirmekten çok...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Prof. Dr. Tahsin Güngör
« Posted on: 27 Nisan 2024, 14:03:36 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Prof. Dr. Tahsin Güngör rüya tabiri,Prof. Dr. Tahsin Güngör mekke canlı, Prof. Dr. Tahsin Güngör kabe canlı yayın, Prof. Dr. Tahsin Güngör Üç boyutlu kuran oku Prof. Dr. Tahsin Güngör kuran ı kerim, Prof. Dr. Tahsin Güngör peygamber kıssaları,Prof. Dr. Tahsin Güngör ilitam ders soruları, Prof. Dr. Tahsin Güngörönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes