Konu Başlığı: Akıbet Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:23:04 Akıbet Kur'an Hz. Musa'nın davet sürecinden verdiği örneklerle müstekbirlerin kişilik ve karakterlerini, müstekbirlerin egemen oldukları sistemlerin hemen hiç değişmeyen bazı özelliklerini gözler önüne serdi. Müstekbirlerin, kendilerini ve yönetimlerini en iyi, en uygun ve en güzel göstermeye çalışmak gibi bir tavır içerisinde olduklarım bildirdi. Kitleleri bu kanaate sahip kılmak ve böylelikle de kendi 'hileler üzerine kurulu düzenlerini' meşrulaştırmak için her türlü tedbiri aldıklarını, gerekli bütün propagandaları genellikle de başarıyla yerine getirdiklerini dile getirdi. Kur'an'ın Firavun ve benzerlerinin şahsında tespit edip bildirdiğine göre, tüm müstekbirler kendilerine veya yönetimlerine karşı çıkan, yanlışları eleştirip, kötülüklere başkaldıran birileri çıktımı, daha önce başarıyla aldattıkları kitleleri 'ülkenin bütünlüğü', "toplumun birliği' ilkeleri gereğince 'putlarına' itaate davet ederler. Sanki o kitleler doğdukları günden beri bu yöneticilerin ve mevcut yönetimin zorbalıklarını yaşayan, zulümlerini hep üstlerinde hissedenler değillermiş gibi, sistemi tehlikelerden kurtarmak maksadıyla tereddüt etmeksizin canlarını vermeye, mallarını harcamaya, namuslarını feda etmeye çağırılırlar. Firavun'un yaptığı da bundan başkası değildi. Tahtının sallandığını, saltanatının sorgulanmaya başlandığını hisseder hissetmez, yıllardır zulmü altında yaşayan insanları, fedakârlıklara çağırdı. Yönetimini sorgulayan ve iradesini kabul etmeyenleri 'hain' ilan edip, 'ülkenin bütünlüğü', 'toplumun birliği1 için bu çağrıyı susturmak zorunda olduğunu söyledi. Sanki o ülkede adalet hakimmiş ve dolayısıyla herkes canından, malından, aklından, çocuklarının geleceğinden, namusundan, inanç ve düşüncelerinin gereğini yerine getirmekten eminmiş gibi. Sanki o ülkede insanlar gruplara bölünüp birbirleriyle çarpıştırılmıyormuş gibi. Sanki o ülkede izlenen ırkçı politika nedeniyle, toplumun bir kesimi tamamıyla imha edilmeye çalışılmıyormuş gibi. Sanki o ülkede toplumun büyük bir kısmını oluşturan bazı insanların çocukları katledilmiyormuş ve kadınlarına tecavüz edilmiyormuş gibi. Sanki o ülkede insanlar sırf Firavun idaresinin sahiplerinin keyfi için bütün hayatlarını sefaletler içerisinde geçirmiyorlarmış gibi. Sanki o ülkede insanlar sefalet nedeniyle evsiz/barksız, açık ve çıplak gezerken; ölmüş Firavunlar için yüz binlerce insana kırbaçlar altında onlarca yıl çalıştırılarak anıt mezarlar yap tırılmıyormuş gibi. Sanki o ülkede toplumu oluşturan insanlar her türlü olumsuz şartlar altında aç, çıplak, sefil bir vaziyette yaşarken; haksız menfaatler nedeniyle sahip oldukları hazinelerin anahtarlarını taşıyacak özel görevliler tayin edecek kadar çok zengin olan ve yönetim tarafından desteklenip korunanlar yokmuş gibi... Evet! bunların hiçbirisi yok ve her şey güzel, her şey yerli yerinde, her şey adil bir şekilde devam ederken Hz. Musa gelip her şeyi kötü, berbat, sefil yapmış gibi. Sanki Musa her türlü kötülüğe son verilmesini isteyince, o toplum, sefaletin, açlığın, hastalıkların, kötülüklerin, katliamların, işkencelerin kucağına düşmüş gibi. Ancak karanlıkların "nderleri, zorbalıkların, kötülüklerin, katliamların, sömürülerin failleri olan müstekbirler ne kadar istemeseler, ne kadar önlemeye çalışsalar da, hakim ses hakkın sesi olur ve öyle de oldu. Çünkü o ses bir kez duyuldu mu her şey değişmeye başlar ve Mısır'da olan da buydu: 'Şüphesiz ki Firavun, Mısır topraklarında kendisini hüyüklük duygusuna kaptırmış ve ülke halkım sınıflara ayırmıştı, öyle ki onlardan bir kısmını, hor ve güçsün buluyor ve bunun için de erkek çocuklarını öldürüyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü gerçekten de o, yeryüzünde bozgunculuk yapmak isteyenlerdendi. Biz ise, yeryüzünde güçsüz hale düşürülenlere (Müstez'aflara) lütuf ve rahmetimizle yardımda bulunmayı ve onların öncüler olmalarını sağlayıp, Firavun ve yandaşlarına varis kılalım istedik, istiyorduk ki, onları yeryüzünde yerleştirip, kuvvetlendirelim ve Firavun'la, Hâmân'ı ve ordularını, İsrail oğullan eliyle korktukları şeye uğratalım.[89] Bu ilâhî istek çok geçmeden gerçekleşti. Allah va: adini yerine getirdi ve Müstez'afları güçlü kılarken, zorbaları olabilecek en kötü şekilde cezalandırdı: 'Ayetlerimize yalan gözüyle bakıp ilgisiz kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onlan denizde boğduk. Vaktiyle hor görülüp, güçsün bırakılan insanları ise, kutlu kıldığımız ülkenin doğu ve batı her taraflarına mirasçı kıldık. Böylece, Rabbinin îsrail oğullarına verdiği söz, onların her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı göğüs gererek sabretmelerinin karşılığı olarak gerçekleşmiş oldu. Firavun ve toplumunun özenle işleyip, yapıp yükselttikleri ne varsa, hepsini yerle bir ettik.[90] Onlar boğularak yok olup gittiler ve arkalarında nice bahçeler bıraktılar, nice pınarlar, nice ekin tarlaları ve nice güzelim konaklar ve hoşlandıkları, eğlenip durdukları nice nimetler... işte böyle oldu ve sonra başka bir toplumu, onların geride bıraktıklarına varis kıldık. Onların yok oluşlarına ne gök, ne de yer sakinleri ağlamadı ve tövbe edebilmeleri için zaman da tanınmadı. Biz gerçekten îsrail oğullarım alçaltıcı bir azaptan kurtardık. Firavun'un onların başına sardığı azaptan. Şüphesiz o Firavun, haddi aşanlardan ve büyüklük taslayan, ululanan biriydi.[91] Hz. Musa'nın, Firavun ve erkânına ilâhî hakikâtleri bildirmesini ve onların ilâhî hakikâtleri kabule ve uygulamaya yanaşmamalarını anlatan Kur'an, bu anlattıklarıyla tarihî bilgilere katkıda bulunma amacı taşımıyordu. Resulüllah'm ve müminlerin tarihi bilgilerini geliştirmek, insanlar içerisinde Firavunlar dönemi Mısır'ının bazı tarihsel özelliklerini bilen kişiler olmalarını sağlamak gibi bir hedef gözetmiyordu. Yine aynı şekilde; Hz. Musa'nın önderliğindeki İslâm davetinin ayrıntıları, Mekke müşriklerine 'Sizlerin bilmediğinizi, Resulüllah biliyor' dedirtmek için vahyolunmadı. Çünkü hiçbir ayet, Resulüllah'm ve diğer müminlerin, inanç, düşünce ve uygulamada yararı olmayan salt bilgiye sahip olmaları için vahyolun-madı. Ayetlerin vahyolunma nedeni, peygamberin gönderiliş nedeniydi. Peygamberi, ilâhî görevi dahilinde destek sağlamak içindi. Peygamber, kendisine vahyolunan ayetlerle, insanlara neleri tebliğ edeceğini, neleri kabule ve uygulamaya davet edeceğini, tebliğ ve davet yönteminin nasıl olması gerektiğim, uygulama gerektiren ilâhî emirlerin hangi tarzda uygulanması gerektiğini öğrendi. Fakat, ayetlerin vahyolunma nedeni sadece bunlar da değildi. Ayetlerle, müşriklere, müşrik önderlere, müşrik kitlelere de mesajlar verildi. İdrak kabiliyetleri tahrip edilmiş ve gidişatları yanlış olan kitleler hakikâti görmeleri için ayetlerle uyandırılmaya çalışılırken, müşrik liderlerin maskeleri de ayetlerle düşürüldü. Şirkin oluşturduğu statükonun, kitleleri aldatmak için sahip olduğu, ancak titizlikle gizlenen hileleri, ayetlerle gözler önüne serildi. Aynı şekilde, müşrik liderler yaptıkları yanlış işler nedeniyle uyarıldılar. Hakkı kabule ve uygulamaya sevk edildiler. Yanlışlıklarında ısrar etmemeleri için ahiret azabıyla korkutuldular. Yine aynı şekilde, müşrik liderler veya Kur'anî ifadeyle müstekbirler, hakkı kabul ve uygulamaya yanaşmazlarsa, sömürülen, azaba uğrayan, aşağılan kitlelerin (müstez'aflarm) uyanıp, gerçekleri görmeleri ve böylelikle zorba sistemi yıkıp, intikamlarını almalarıyla korkutuldular. Ve bütün bunlar, sadece teorik bilgiler verilerek yapılmadı. Bizzat yaşanmış olaylardan örnekler verildi. Bazen Mısır toplumundan, bazen Ad toplumundan, bazen Semud toplumundan... seçilen örneklerle, gerçekleşen tevhid-kü-für mücadelesinin safhalarının neler olduğu ve neler olacağı anlatıldı, iman edenler veya iman etmeyenler, bu örneklerden hareketle durumları hakkında somut örneklere sahip oldular. Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırıhp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ise kalpleri sarsıldı, gidişatlarının yanlışlığı bir kez daha düşündürüldü ve hem dünyada ve ahirette gerçekleşecek azapla uyarıldılar. [89] Kasas, 28:4-6 [90] Araf, 7:136,137 [91] Dukan, 44:25-31 |