> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Fıkhus Sire > Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı  (Okunma Sayısı 30567 defa)
07 Ekim 2010, 11:38:44
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 07 Ekim 2010, 11:38:44 »




4- Yevmü'r-Racr  Ve  Biri Maüne  Olayları
 

a- Racî' Olayı  (Hicretin Üçüncü Yılı)
 

Udal ve Kare kabilelerinden bir hey'et Resûlullah'ın yanına ge­lerek; îslâm haberinin kendilerine ulaştığım ve bu dinin hükümle­rini kendilerine öğretecek  muallimlere  ihtiyaçları olduğunu  söylediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), ashabından bir grubu gön­derdi. Onların arasında, Mersed bin Ebî Mersed, Hal!d bin Bükeyr, Âsim bin Sabit, Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Dessine ve Abdullah ' bin Tarık bulunmaktaydı. Resûlullah, Âsim bin Sâbit'i onlara başkan ta'yin etti.

Buhâri, senediyle Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Ashâb-ı Kirâm'dan olan bu da'vetçi grup, Usfan ile Mekke arasın­da bir yere kadar yürüdüler. Onların bu mevklye geldikleri haberi, Hüzeyl kabilesinden Lihyân oğulları denilen bir oymağa bildirildi. Lihyân oğullarından yüze yakın bir okçu grubu da hemen onların peşine düşüp izlerini sürerek, İslâm daVetçilerinin daha önce ko­nakladıkları yere geldiler. Orada İslâm da'vetçilerinin Medine'den azık olarak yanlarına aldıkları hurmaların çekirdeklerini gördüler. Kendi aralarında hemen: «îşte Medine hurmasının çekirdekleri» de­diler. Bunun üzerine İslâm da'vetçilerinin izlerini sürerek gelip on­lara ulaştılar. Onlar Âsım'ın ve arkadaşlarının yanma varınca; Âsim ve arkadaşları da dağın tepesine sığındılar. Lihyân oğulları okçu­ları gelip onların etrafını kuşattılar ve onlara: «Eğer yanımıza iner­seniz hiçbirinizi öldürmeyeceğimize dair kesin söz veriyoruz» diye bağırdılar. İslâm da'vetçilerinin başkanı Âsim bin Sabit:  «Ben bir kâfirin zimmetine güvenip de asla aşağı jnmem. Allah'ım! Peygam­berini durumumuzdan haberdar et!» diye dud etti. Bunun üzerine savaşmaya başladılar. Sonunda Âsim bin Sabit de aralarında olmak üzere yedi kişiyi ok atarak şehid ettiler  Geriye Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Dessine ve diğer bir başka kişi kaldı. Onlara da öldürme­yeceklerine dair kesin söz verdiler. Bu söz üzerine onlar da dağ­dan inerek gelip teslim oldular. Lihyân oğulları onları yakalayınca; kendi yaylarının kirişlerini çözüp, onlarla üçünü de bağladılar. Bu­nun üzerine üçüncü adam: «İşte ahde vefasızlığın, verilen sözü tut­mamanın bir başlangıcı bu!» diyerek gitmemek için diretti. Onlara karşı koyması üzerine pnlar da onun saçlarından yakalayıp sürük­lediler. O bunlara karşı koyunca hemen şehid ettiler.

Lihyân oğullan azgınları, Hubeyb ve Zeyd'i Mekke'ye götürüp sattılar. Hubeyb'i, Hâris'in oğulları satın aldı. Çünkü Hubeyb, Bedir savaşında Hâris'i öldüren kişiydi. Hubeyb onların yanında toplanıp kendisini öldürecekleri güne kadar esir olarak kaldı. Öldürülmesine karar verdikleri vakit, Hubeyb, Hâris'in kızlarından traş olmak üze­re bir ustura istedi. Olayın bundan sonrasını, ustura isted ği kadın şöyle anlatır:  «Ben dikkatsizce davranarak  çocuğa usturayı  verip

onun yanına gönderdim. Çocuk onun yanma girip usturayı verdi.

O da çocuğu alıp dizine oturttu. Ben bu durumu görünce feryâd ettim. Elinde ustura olduğu halde benim bu feryadımı anlayınca: «Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? înşâallahü Teâlâ ben öy­le birşeyi asla yapmam» dedi. Yine aynı kadın anlatıyor: «Ben, Hu-beyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. O zaman, Mekke'de üzüm bulunmadığı ve kendisi de zincirle bağlı olduğu halde onun üzüm salkımından üzüm yediğini gördüm. Herhalde, bunu ona rızık ola­rak Allah veriyordu!..»

Müşrikler Hubeyb'i öldürmek için, Harem'den dışarı çıkardılar. Hubeyb de: «Beni bırakınız da iki rek'at namaz kılayım» dedi. Na­mazını bitirdikten sonra yanlarına gelip: «Eğer namazı ölümden kor­karak uzattığımı zannetmiyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğal-tırdım» dedi. Böylece öldürüleceği sırada iki rek'at namaz kılmayı ilk önce âdet ve sünnet edinen kişi Hubeyb bin Adiyy olmuştu. Hu­beyb idam sehpasında şu şiiri söyledi:

«Müslüman olarak öldürülecek olunca,

Vurulup hangi yanım üzere düşersem düşeyim.

Vallahi aldırmam arük hiçbir şeye,

Çünkü bunların hepsi o ilâhî Zât'ın uğrunadır.

Şu dağılıp târümâr olan cismimi,

Eğer dilerse O, kurtuluşa erdirir...»

Ukbe bin Haris kalkıp, Hubeyb'in yanına gitti ve onu şehid etti.

Kureyş müşrikleri, Âsını'ııı cesedinden bir parça kesip getirmek için onu tanıyan adamlar gönderdiler. Çünkü Âsim, Bedir'de Ku-reyş'in ileri gelenlerinden bazılarını öldürmüştü. Yüce Allah da onun cesedinin üzerine bulut karaltısını andıran arı sürüsü gönderdi. Bu arı sürüsü onu, Kureyş'in adamlarından korudu. Onlar onun cesedin­den hiçbir şey alamadılar[47].

Taberî fazla olarak şu olayı naklediyor: Taberi Ebi Küreyb'den, o da Ca'fer bin Avn'dan, o da İbrahim bin İsmail'den, o da Ca'fer bin Amr bin Ümeyye'den, o da babasından, babası da dedesinden şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah (s.a.v.) beni tek başıma Ku-reyş'e gözcü olarak göndermişti. Ben de, beni görmelerinden kor­karak, Hubeyb'in asıldığı ağacın yanına geldim. Ağaca çıkıp Hu­beyb'i çözdüm, o da yere düştü. Birazcık geri çekildim. Sonra tek­rar yanına geldim. Hubeyb'in cesedini göremedim. Sanki onu yer yutmuştu. Bu âna kadar Hubeyb'in iskeleti hiç görülmedi.

tbn îshâk anlatıyor:

Zeyd bin Dessine'yi de Safvân bin Ümeyye satın almıştı, öl­dürmek için onu Harem'den dışarı çıkardıkları vakit, Ebû Süfyân ona şöyle sordu: «Ey Zeyd! Allah aşkına doğru söyle! Şimdi yanı­mızda, senin yerine Muhammed'in boynunu vurmamızı, senin ise ailenin içinde sağ salim yaşamayı arzu etmez miydin?» O da: «Val­lahi, ben ailem içinde sağ salim oturup da, Muhammed Aleyh'.sse-lâm'ın değil benim yerimde olmasına, hattâ onun bulunduğu yerde bile bir dikenin batıp incitmesine gönlüm asla razı olmaz» diye ce-vab verdi. Bu söz üzerine Ebû Süfyan: «Ben insanlardan, Muham­med'in ashabının Muhammed'i sevdiği gibi hiçbir insanın bir baş­kasını sevdiğini görmedim[48]» dedi. [49]

 
b- Bi'r-İ Maûne Olayı: (Hicri Dördüncü Yılı)
 

Resûlullah (s.a.v.)'ın yanına, Medine'ye «Mülâıbü'l-Esinne» la­kabıyla meşhur Âmir bin Mâlik gelmişti. Resûlullah ona Müslüman olmasını teklif etti. Fakat o ne Müslüman oldu, ne de Müslüman­lıktan uzak kaldı. Aksine Resûlullah'a: «Yâ Muhammed! Eğer as­habından seçkin kişileri, Necid ahalisine gönderecek olursan, onlar senin tebliğ ettiğin dine çağrıda bulunurlarsa; umarım ki onlar sa­na tâbi olurlar» dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: «Göndereceğim ki­şiler hakkında Necid halkından korkarım» buyurdu. Âmir bin Mâ­lik de, «Sakın korkun olmasın. Onları benim himayemde gönder de halkı İslâmiyet'e da'vet etsinler» dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), Sahâbe-i Kiram'dan seçkin yetmiş kişiyi da'vetçi olarak gönderdi. Bu olay Ibn Ishâk ve îbn Kesîr'in rivayetine göre, Uhud savaşından ondört ay sonra, Safer ayında olmuştu. îslâm da'vetçileri Maûne kuyusunun bulunduğu yere konaklayıncaya kadar yürüdüler. Orada konaklayınca içlerin­den, Haram bin Milhân'ı Resûlullah'ın mektubuyla birlikte, Âmir bin Tufeyl'e elçi olarak gönderdiler. Haram bin Milhân, Âmir bin Tufeyl'in yanına gelince; Âmir mektubu açıp okumadan, hemen Haram bin Milhân'ın üzerine çullanarak onu şehid etti. Buhâri, Enes bin Mâlikten şöyle rivayet eder: «Haram bin MUhân mızrak­la delik deşik edilip yüzünden aşağı kan akınca: «Kabe'nin Rabbi-ne and olsun ki kazandım gitti[50]» diye bağırdı.

Amir bin Tufeyl, geri kalan îslâm da'vetçilerinin işini bitirmek için Âmir oğullarından yardım istedi. Onlar da onun bu teklifini kabul etmeyip, «Biz, hiçbir zaman Ebû Berrâ'nın, Âmir bin Mâlikin taahhüdünü bozamayız» diyerek direttiler. Bu sefer Amir bin Tu-feyl, Süleym oğullarından Usayye, Ri'İ ve Zekvan kabilelerinden yardım istedi. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Hemen harekete ge­çip, İslâm da'vetçilerini konak yerlerinde kuşattılar. îslâm da'vetçi-Jeri etraflarının sarıldığını görünce; kılıçlarına sarılıp, savaşmaya bağladılar. îslâm da'vetçileri, düşmanları tarafından kılıçtan geçi­rilerek şehid edildiler.

islâm da'vetçilerinin develerini güden iki kişi vardı ki onlar bu üzücü olayda bulunmamışlardı. O iki kişiden biri de Amr bin Umeyye ed-Damrî idi. O daha sonra bu haberi öğrendi. Arkadaşla­rını savunmak için geldiler. Amr bin Umeyye ed-Damri'nin arka­daşı da onlarla birlikte şehid edildi. Kendisi canım kurtarıp Medi­ne'ye döndü. Yolda müşriklerden iki kişiye rastladı. Onları, Âmir oğullarından zannederek ikisini de öldürdü. Sonra Resûlullah'ın ya­nına gelip bu durumu haber verince, o iki kişinin Kilâb oğulların­dan olduğu ve Resûlullah'ın onlara dokunulmazlık belgesi verdiği anlaşıldı. Hz. Peygamber (s.a.v.), Amr'a: «Demek ki iki kişiyi öldür­dün ha, ben onların diyetini öderim» buyurdu!..

Resûlullah (s.a.v.), ashabından bu seçkin da'vetçilerin şehid edil­mesi olayına son derece üzüldü. Bir ay süresince şfibah namazında Süleym kabilelerinden Ri'l, Zekvan, Benî Lihyân ve Usayye oymak­larına beddua etmeye devam etti[51]   

 
İbretler Ve Öğütler
 
Bu üzücü iki olayda da önemli işaretler vardır. Biz onları aşa­ğıya özetliyoruz:

1- Raci' ve Bi'r-i Maûne hâdisesi, her ikisi birden bütün müs-lümanların, İslâm'a da'vet ve İslâm'ın hakikati ile ahkâmım insan­lara gösterme sorumluluğunda müşterek olduklarına işaret ediyor. İslâm'a da'vet işi diğer insanları bırakıp yalnızca Nebilere ve Re­sullere veya onların halifelerine ya da âlimlere emânet edilmiş bir iş değildir.

Hakikaten, bu da'vet ödevini yerine getirmenin ne kadar önem­...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı
« Posted on: 28 Mart 2024, 23:50:15 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı rüya tabiri,Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı mekke canlı, Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı kabe canlı yayın, Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı Üç boyutlu kuran oku Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı kuran ı kerim, Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı peygamber kıssaları,Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayı ilitam ders soruları, Yevmür-Racî ve Bir-i Maûne olayıönlisans arapça,
Logged
07 Ekim 2010, 11:41:24
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 07 Ekim 2010, 11:41:24 »

 onu birden yüceltmiş olacak­tın. Ama bugün emretsem onu hemen öldürmen mümkün değil mi?...» [91]

 
8- İfk Olayı
 

Bu savaştan müslümanların dönüşü amndanydi; îfk olayı yânı Hz. Aişe hakkında, münafıkların uydurduğu dedikodu vukubuldu. Şimdi size bu mes'eleyi (Buhâri ve Müslim) sahihlerinde geçtiği şekilde özetle sunacağız:

Hazret-i Âİşe (r.a.) bu gazaya, Resûlullah ile birlikte nasıl çık­tığını anlattıktan sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Resûlullah bu savaşı bitirip Medine'ye dönüyordu. Konak yerinde orduya gecele­yin yürüyüş emri verdiği sırada ben, ihtiyacım için (hevdecimden) çıkmıştım. Bineğime döndüğüm anda ise göğsüme dokundum. Ger-danlığımin kopup düşmüş olduğunu anladım. Tekrar geriye dönüp (gittiğim -yerde) onu aramaya koyuldum. Bu arayış beni çok oya­lamış ve alıkoymuş oldu.» Ve devam ederek diyor ki: «Bu esnada benim hevdecimi deveye yükleyenler gelmiş yüklemiş. - Bu da Hi-câb âyetinin nazil olup, kadınlara mutlak setr emredildikten sonradır -. Benim içerde olup olmadığımın farkına da varamamışlar. Ben içindeyim sanarak çekip gitmişler...[92]

Nihayet ben gerdanlığımı bulup döndüm ama hay_li zaman geç­mişti. Ordu yürüdükten sonra oraya ulaşmışım. Tabii gelen giden, arayan soran yok... Çaresiz, eski yerime çömelip bekledim. Benim yokluğumun farkına varıp, dönerek beni anyacaklannı ummuş­tum.

Ordunun arkasında - yerini kontrol için - Saffan îbn Muattal bırakılmışmış. Sabah olunca, insan karaltısı görmüş ve bulunduğum yere doğru yaklaşmış. Yaklaşıp görünce de beni tanımış. Çünkü hi-câbdan önce bu zât beni görmüştü. Bense, uyku basmış uyuya kal­mışım. O beni tanıyıp da istirca'da[93] bulununca uyanabildim. Hemen cilbâbımla yüzümü örttüm. Vallahi hiçbir kelime konuşmadık ve ondan da istirca'mdan başka bir söz işitmedim. Hemen arkasından da devesini çöktürdü bineyim diye. Ben kalkıp deveye bindim. O da çekip yedmeye başladı. Böylece orduya öğle sıcağında bir konak mahallinde ulaşmış olduk. İşte orada da olan olmuş (iftiracılar gü­naha batmış) benim hakkımda. Bana iftirayı meğer Abdullah îbn Ubey îbn Selûl orada başlatmış.»

Hz. Âişe devamla buyurur ki:

«Medine'ye dönünce ben bir ay hasta yatmıştım. Meğer halk, bana yapılan iftiradan kaymyormuş, dedikodu almış yürümüş. Be­nim birşeyden haberim yok. Ancak, bu hastalık boyunca Resûlul-lah'ın bana karşı tutumundan birşey anlamıyordum. Çünkü daha önce bana gösterdiği sevgi ve iltifatı şimdi hiç göremlyordum. Sa­dece yanıma girip selâm veriyor, «Rahatsızlığın nasıl?» deyip çıkı­yordu...

Nihayet biraz iyiliğe dönünce, bir gece Mıstah'ın anasıyla te-nezzühe çıkmıştık. Ki o zamanlar henüz yakında tuvalet yoktu (ge­celeyin araziye çıkardık). Dönerken -Ümmü Mıstah'ın ayağı çarşaf fına dolaşınca, *Mıstah kahrolsun» diye hakaret etti[94]. Benim tuha­fıma gitti. Ne fena söyledin dedim, kadına: Bedir'de bulunmuş bir zâta lanet mi ediyorsun?... O da; sen onun neler söylediğini duyma-iın mı? diye karşıladı.»

Hz. Âişe diyor ki: «işte o anda kadın, iftiracıları ve mel'anetle-rini bana baştan sona anlattı. Bunun üzerine hastalığım iki kat oldu... O gece boyunca ağladım. Gözüme uyku girmiyor ve gözyaşım da dinmek bilmiyordu. Bir de ne göreyim, Resûlullah durumu müza­kere için bazı yakınlarını çağırıp istişare ediyormuş. Hattâ helâlin­den ayrılma konusunu danışmış. Eh bazıları, «Yâ Resûlâllah, o se­nin ailendir, biz onun hakkında bir fenalık bilmiyor, iyi tanıyoruz, demiş. Bazısı da: Bu senin için çıkmaz değil, dünyada kadın çok... diye cevab vermiş. Ayrıca cariyeye (Berire'ye) de sorun, o size doğ­rusunu söyler, demişler...

Resûlullah (s.a.v.) de, Berire'yi çağırıp ona şöyle sormuş: «Sen Aişe'den, seni şübhelendiren bir duruma şahid oldun mu hiç?. O da, ondan hayırdan başka birşey görmedim, diye cevab vermiş. Bun­dan sonra Resûlullah minbere çıkıp, şöyle seslendi: «Ey müslüman csmaat!... Şu ev halkımla ilgili, bana kötülük eden kişiye karşı ba­na yardımcı olacak kimse yok mu?... Halbuki; Allah'a yemin olsun, ben ehlimde bir çirkin durum görmedim, göremiyorum. Üstelik bir adamın ismini de karıştırıyorlar ki; onu da iyi halleriyle tanırım an­cak...»

Bunun üzerine Sa'd bin Muâz kalkıp: «Yâ Resûlâllah, o kişiden ben intikamını alacağım» dedi. Eğer Evs'ten ise boynunu vururuz. Eğer Hazredi kardeşlerimizden ise, ne emredersen onu yaparız... Bunun üzerine halk mescid içinde tartışmaya başladı. Ama Resûlul­lah  ts.a.v.)  onları yatıştırdı.

Daha sonra Resûlullah (s.a.v.) benim yanıma girdi. Anam, ba­bam da yanımdaydı. Onlar belki de ağlamaktan ciğerlerimin parça­landığını zannediyorlardı.

Bu dedikodular çıkalıdan beri, O da yanıma hiç oturmamıştı. Bir aydan beri de, benim mes'elemi çözümleyecek bir vahiy de gelme­mişti O'na...»

Hz. Âişe yine devam ediyor: «Bu sefer yanımda otururken çe-hadet getiriyordu. Sonra şöyle konuştu: «Peki, ey Aişe, biliyorsun senin hakkında şöyle şöyle söylentiler geldi bana. Eğer günahsız-san, Allah seni çok yakında tebriye eder. Ama şayet böyle bir gü­naha bulaştınsa artık Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunmaktan başka çıkar yolun yok...»

Hz. Âişe diyor ki: «Resûlullah (s.a.v) sözünü bitirince, aniden gözümün yaşı kurudu. Artık bir damla yaş gelmiyordu. Çaresiz, ba­bama dedim ki; «Benim yanımda Resûlullah'a cevab verir misin?» O, «Ben, vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum» dedi. Bu sefer anneme dedim, sen cevab ver. O da aynı şekilde, «Ne diyeceğimi bilemiyorum» dedi. Yine çaresiz dedim ki, «Vallahi benim anladığıma göre; siz birşeyler duymuş ve bunu içinize sindirmiş, doğru olarak kabul etmişsiniz. Artık ben, kalkıp günahsızım desem de, - ki ben Allah hakkı için günahsızım - bu hususta bana inanmıyacaksiniz. Yok kal­kıp da -Allah'ın benim suçum olmadığını bildiği bir hususta- evet öyle oldu desem, belki de o zaman beni tasdik edeceksiniz... Artık ben bir izah yolu, bir misâl bulamam. Ama size, Hz. Yûsuf'un ba­basının, «Artık en güzel şey sabırdır. Onların nitelendirdiklerine karşı sığınacağım sadece Allah'tır» dediğini örnek olarak hatırlata­bilirim, dedim ve yüzümü dönüp yatağıma kapandım.»

Hz. Âişe devam ediyor: «Vallahi, daha Resûlullah o meclisi ter-ketmeden ve ev halkından bir ferd de çıkmadan Cenâb-ı Hak ona vahyini ulaştırdı, Her vahiy geldiğinde onu saran sıkılma hali tut­tu. Kış günü bile vahiy şiddetinden buram buram terlerdi, tşte o hal geçip Resûlullah başını kaldırdı, sevincinden gülüyordu. Ve ilk sözü şu oldu bana: «Müjdeler olsun ya Âişe, Allah seni tebriye etti.» Bunun üzerine annem: Kalk ona teşekkür et, dedi. Ben de-, hayır vallahi olmaz. Allah'tan başkasına hamdetmem, dedim. Çünkü âyet indirip beni temize çıkaran O'dur...» Hz. Âişe der ki: O an Cenâb-ı Hak Teâlâ şu âyetleri inzal buyurdu: «Size bir iftirayla gelenler, bir avuç kişidir. Siz bu iftirayı size bir şer sanmayın. Belki de si zin için hayırdır. Onların herbirine ise yaptıkları kötülüğün karşı­lığı var. Onlar arasından bu büyük cinayete girişenlere ise büyük bir azab vardır[95]». (Buradan itibaren on âyet)

Hz. Âişe yine devam ediyor: «Öteden beri babam, Mıstah de­nilen kişiye, akrabalığı ve yoksulluğu yüzünden nafaka vermektey­di. Bu olay üzerine; «Vallahi Âişe'ye bu iftirayı yaptı ya artık ona kat'iyyen birşey vermem» demişti. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak: «Ey mü'minler, sizden servet ve imkân sahipleri; akrabalara, mis­kinlere, Allah yolunda hicret edenlere vergisini vermekte kusur et­mesinler. Afvedip, hoş görsün. Allah'ın sizi mağfiret etmesini iste­mez misiniz?... Allah Gafur ve Rahİm'dir» mealindeki âyetini in­dirdi. Ebû Bekir (r.a.) bunun, üzerine: Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini elbette isterim, deyip yemininden döndü. Daha önceki nafakayı Mıstah'a ödemeye devam etti.»

Resûlullah da, bu vahyi müteakip halka hitab etti. Nâz'.l olan âyetleri okuduktan sonra, Mıstah bin Esâse, Hassan bin Sabit, Ham-netü binti Cahş bu işte çok ileri gittiklerinden onlara had vuruldu. [96]

 
Dersler Ve İşaretler
 

Bu gazadan şu esasları elde etmekteyiz:

1- «Seİeb» ve  «Humus»u   istisna ettikten sonra ganimetlerin savaşçılar arasında taksim edilebileceği... Seleb ise  (öldürülenin si­lâh ve benzeri şahsi eşyasıdır) Resûlullah (s.a.v.)'ın şu kavline gö­re öldüren gazi tarafından alınması caizdir:  «Bir müşrik savaşçıyı öldürene onun eşyasını alması bir haktır. Humus  (Beşte bir gani­met) ise, Allah'ın kitabında zikrettiği kimselere aittir.» Ayette ise: «Dikkat edin, elinize geçen ganimetin beşte biri; Allah'a, Resûlü'ne, onun yakınlarına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara mahsus­tur[97]». Kalan beşte dördü ise, tıpkı Resûlullah (s.a.v.)'ın yaptığı gibi savaşçılara pay edilir.

Bunda, yâni menkul malların taksimindeki bu ölçüde bütün imamlar müttefiktir.

Arazilerin taksimi mes'elesinde ise; Beni Nadir olayı sırasında arzett:.ğimiz gibi, ihtilâf vardır...

2- Cima' ânında, «Azl»in (veya doğum kontrolü)nün hükmü: Nutfe'nin ve Alaka'nm, daha ruh üflenmeden önce düşürülme­si de buna bağlanabilir. Tıpkı bugün genel olarak, «Nüfus plânla­ması» özel olarak, doğum kontrol veya sınırlaması adı verdikleri İş­lemin durumu gibi.

îmd:, bu konuda zikredilen hadiste «Azl'in cevazı» açıktır. Ni­tekim bu hususta kendisinden fetva isteyenlere: «Yapmamanızı ge­rektiren birşey yok.» (Başka bir rivayette de «Yapmanıza engel yok. Çünkü kıyamete kadar ne takdir edilmişse o canlı, vücuda geKr...» buyurulmuş). Yâni, sizin, azil işinden vazgeçmeniz gerekmez. Çün­kü şübhesiz Allah ne takdir ettiyse o olur. Sizin çabanızla o önlenmiş olamaz, demektir.

Bu hadisten daha açık olarak da, Şeyhayn'in Câbir (r.a.)'den yaptığı rivayettir. O...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Haziran 2016, 09:48:14
Pelinay
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.696


« Yanıtla #2 : 27 Haziran 2016, 09:48:14 »

Allah razi olsun.konular ana olaylar ibretler,yorumlarla ayri ayri bolumlerde ele alinmis.cok faydali bilgi yuklu bir paylasim.Rabbim ilmimizi ziyade eylesin insalal
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes