๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fetavayı Resulullah => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Ekim 2010, 12:04:45



Konu Başlığı: Ölüm
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Ekim 2010, 12:04:45
ÖLÜM


Ani Ölüm
 

Resulullah'a (as) ani ölümün durumu sorulduğunda şöyle dedi: "Allah'a inanan bir kimse için rahatlıktır. Günahkar birfacir için ise sıkıntılı bir du­rumdur".

Hadisi îmam Ahmed rivayet etmiştir.

İmanı Ahmed bu hadis nedeniyle ansızın (ani, füc'eten) olan ölümü ve­ya böyle ölen bir kimseyi kınamamış, bu hususta herhangi bir sakınca gör­memiştir. Kendisinden rivayet olunan iki haberden birinde İse böyle ölümleri sakıncalı gördüğü açıklaması yeralmaktadır. Resulullah'tan rivayet olunan bir haberde şöyle geçmektedir: Resulullah (as) eğik bir duvarın yanından geçer­ken hemen yürüyüşünü hızlandırmıştı. Bunun nedeni (kendisine) soruldu­ğunda: "Ani ölümden hiç hoşlanmam" buyurmuştur. Burada rivayet olunan iki haber arasında herhangi bir çelişik durum sözkonusu değildir. Durum a-raştınlabilir. [299]

 
İnkarcıların Cenazesi
 

Resulullah'a (as), "kafirlerden birinin cenazesi götürülürken rastgeldiği-mizde ona hürmeten ayağa kalkalım mı?" diye sorulduğunda, "evet; kâfirle­rin cenazesi götürülürken ayağa kalktığınızda ona hürmeten değil, yalnızca onun canını alan melekleri yüceltmek için ayağa kalkmış oluyorsunuz" bu­yurdu.

Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir.

Resulullah bir Yahudi'nin cenazesi geçtiğinde ayağa kalkınca bunun ne­deni soruldu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ölümden korktuğum için kalktım. Siz de bir cenaze gördüğünüzde ayağa kalkınız".[300]

 
Kabirlerde Hesaba Çekildiğimizde Akıllarımız Bize İade Edilecek Mi
 

Hz. Ömer, Resulullah'a (as) "kabirlerimizde hesaba çekildiğimizde aklı­mız bize iade edilecek mi?" diye. sorduğunda, Resulullah, "evet, şu anınızda nasıl iseniz aynı şekilde" buyurdu.

Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. [301]

 
Kabir Azabı Haktır, Gerçektir
 

Resulullah'a kabir azabı konusu sorulduğunda: "Evet; kabir azabı hak­tır, gerçektir" buyurdu.

Tabaranî, Ebu Umame'den Resulullah'ın şu sözünü rivayet etmiştir: "Si­dikten (işerken üzerinize ve etrafa sıçramasından) sakının, zira insanoğlu­nun kabirde hesaba çekileceği ilk şey sidiktir".

Bir başka rivayette İse lafzen, "kabir azabının geneli ondan dolayıdır" diye geçmektedir. [302]                               

 
Onu Azad Et, Serbest Bırak, Zira O Bir Mü'mindir
 

Kendisine mü'min bir kadın köle azad etmesi vasiyet olunmuş bir kadı­nın durumu Resulullah'a anlatıldığında Rukbe adlı cariyeyi çağırdı ve O'na, "rabhın kimdir?" diye sordu. Cariye, "rabbım Allahtır" dedi. Resulullah, "ben kimim?" dedi. Cariye, "sen Allah'ın peygamberisin" diye cevapladı. Re­sulullah, "O'na hürriyetini ver, azad et, çünkü o mümin bir kimsedir" dedi.

Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. [303]

 
Lezzetleri Keseni (Ölümü) Anmak
 

Ebu Hureyre'den, Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: "Tatlılıkları, lezzetleri keseni -yani ölümü- çokça anınız".

Bu hadisi Tirmizî ve Nesaî rivayet etmiş, İbn-i Hibban da sahih olduğu­nu söylemiştir. [304]

 
Ölümü İstemenin Mekruh Görülmesi
 

Enes'ten şöyle rivayet olunmuştur: Resulullah, "hiçbiriniz başına bir sıkıntı, bir bela, bir felaket geldiğinde ölümü temenni etmesin. Eğer mutlaka bir şey temenni etmesi gerekiyorsa 'ey Allah im! Yaşamam benim için hayırlı ise beni yaşat, eğer ölümüm hayırlı ise beni vefat ettir' desin" buyurdu.

Bu hadis muttefekun aleyhtir. [305]

 
Allah'a İnanan Kimsenin Nefsi Borcuna Asılıdır
 

Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah, "mümin kişinin nefsi (ruhu) borcuna asilidir" buyurdu.

Bu hadisi îmam Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiş, Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

Resulullah (as) bir cenazenin namazını kıldıracağı zaman ölü borçlu ise borcu ödeninceye -veya alacaklı helal edinceye- kadar bekler, namazını kıl-dırmazdı. Eğer ölü yoksul bir kimse ve borcu da kolayca ödenecek bir mik­tarda ise o borcu kendisi öder ve namazım kıldırırdi. Ama eğer borcu büyük bir mikdarda ise namazını kıldırmak üzere cenazeyi ashabına bırakırdı. İşte bu hadis, cenazenin namazı kılınmazdan evvel borçlarının ödenmesinin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.

Bir başka rivayette de, "ta ki, borcu ödenip yükü üzerinden kalkıncaya kadar" ibaresi yeralmaktadır.

Rivayet edildiğine göre Resulullah, şehidlerin kanlarının akması nede­niyle kullara olan borçları dışındaki tüm günahlarının bir defada affedildiğini söyledi.

Bu hadis insanın öldükten sonra bile borçlarıyla meşgul olduğunun de­lili olup aynı zamanda kişiyi henüz sağken borçlarını ödeyip onlardan kur­tulması konusunda teşvik etmektedir. Burada kişinin üzerindeki en önemli hakkın borç olduğu hususu vurgulanmaktadır. İnsanın gönül hoşluğuyla borçlandığı halde o borçla ölünce durumu bu derece zöc,olursa acaba insan­lardan zoraki alıp onları ödemeyenlerin durumları nasıl olur? Öyleyse türlü hilelerle insanların mallarını haram yollardan yiyenler Allah'tan korksunlar ve unutmasınlar ki onlar da Rabbları olan Allah'a kavuşacaklar ve O'na döne­ceklerdir. Ne mutlu o kimselere ki, her türlü İyi ve temiz amellerden dolayı tertemiz bir doğru yol üzerinde yaşayarak Allah Azze'nin huzuruna pak bir amel defteriyle çıkarlar! [306]

 
Ali B.Ebi Talibin Hükmü
 

Bir zulümden dolayı bir topluluğun hepsine eşit bir diyet mi uygulanır yoksa bunlardan her birinin mazluma verdikleri zarar derecesinde ve değişik olarak mı diyet uygulanır; böylece zulmeden topluluğun her bir ferdi için ö-zel oranda bir diyet uygulanmış olur mu?

Bezzaz'ın Müsned'inde şunlar geçmektedir: Yemen toprakları içerisinde bir topluluk bir kuyu kazmıştı. Bu kuyuya bir aslan düştü. Ona bakarlarken kuyunun içerisine adamlardan biri düşecek gibi oldu ve diğerine tutundu, o da düşmemek için diğerine, o da düşmemek için bir diğerine aıtundu. Ama ne yazık ki dördü de kuyuya aslanın yanma düşüverdiler. Aslan onlara saldı­rıp yaraladı. Adamlardan birisi mizrağıyla aslanı öldürdü. Bunun üzerine halk kuyuya düşecek gibi olup da diğerlerine tutunan ve hepsinin düşmesine se­bep olan ilk şahsı suçladı ve ona,  "sen bizim arkadaşlarımızın katilisin, bu nedenle onların yaralarının diyetlerini vermek zorundasın " dedi. Adam ka­bul etmedi. Böylece Hz. Ali'yi aralarında hakem tayin ederek O'nun hükmü­ne başvurdular. Hz. Ali onlara, bir tane 1/4, bir tane 1/3, bir tane 1/2, yani yarım ve bir tane de tam diyet toparladı ve kuyuya ilk düşen için l/4!lük di­yet verdi. Zira o, bir sonrakinin helakine sebep olmuştu. Üçüncünün helaki­ne neden olan ikinciye 1/3 diyet, dördüncünün helakine neden olduğu İçin üçüncüye 1/2 diyet ve en son düşen için de tam diyet takdir etti. Ve bu di­yetlerin kuyunun başında bulunanlardan toparlanmasını emretti. Onlar bir sonraki sene ResuluIIah'a gelerek Aİi b. Ebi Talib'in kendilerinin davalarında verdiği hükmü arılattılar. Bunun üzerine Resululîah, "o, sizin aranızda ver­diği karardır' buyurdu. [307]


İki Köy Arasında Öldürülen, Ama Katili Belli Olmayan Bir Cinayet

 

Neresi olduğu bilinmeyen bir yörede iki köyü birbirine bağlayan bir yoİ üzerinde bir ceset bulununca ortadaki suçun hangi köye ait olacağı hususun­daki hüküm nedir?

Ebu Şubeybe'nin Müsned'inde yeralan ve Ebu Saİd'den rivayet olunan bir haberde şunlar geçmektedir: "İki Köy arasında bir ceset bulunduğunda Resululîah cesedin bulunduğu yerle iki köy arasındaki mesafeyi ölçtürdü. Mesafe köylerden birine daha yakın bulundu. Ben sanki o anda Resulullah'ın karışına bakar gibiydim. Cesedi, ona yakın olan köye yükledi".

Tirmizî, İmam Ahmed'in oğlu ve daha başkaları merfu olarak şöyle riva­yet ettiler: Resululîah, "Allah Azze bîr kulunun herhangi bir yerde Ölmesini takdir etmiş ise ölünün ihtiyacım da oraya ait kılmıştır" buyurdu.

İmam Ahmed'in naklettiği haberin lafzında ise Resulullah'ın şöyle bu­yurduğu rivayet olunmaktadır: "Allah bir kulun canının bir yerde alınmasını istemişse o yörede ölecek olan bu kimsenin ihtiyaçlarını da takdir etmiş ya­hut onun bir ihtiyacını da oraya hasretmiştir" buyurdu.

Bu hadisi çeşitli yollardan ve bu şekilde Beyhakî, Hakîm ve daha başka şahıslar rivayet etmişlerdir.

Abdurrezzak'ın Musannefinde de şöyle geçmektedir: Ömer b. Abdula-ziz dedi ki: "İki köy arasında bulunan cesedin durumu hakkında Resulul-lah'tn verdiği karar şöyledir: Suçlananlar yapmadıklarına dair yemin eder­ler, eğer korkar da geri dururlarsa iddia edenler (suçlamada bulunanlar) yemin ederler, iki tarafın da geri durması durumunda her iki taraf da ceza­yı ve cezalandırılmayı hak ederler. Burada suçlananlar ölünün diyetini ö-der, eğer suçlayanlar yemin etmezlerse diyet yarıya iner".[308]

 
Ölünün Herhangi Bir Şeyden Yararlanması
 

Acaba ölü, hayatta olan çocuklarının -kendisi için- sadaka vermeleri ne­deniyle herhangi bir iyiliğe kavuşur ve yapılan iyiliğin sevabı ona ulaşır mı? Bir adam, Resulullah'a, "annem vefat etti, şimdi ben onun yerine sadaka verirsem bunun ona herhangi bir yaran olur mu?" diye sorunca, Resulul­îah "evet'' buyurdu.

Hadisi Buharı rivayet etmiştir.

Bir başkası, "annem ansızın Öldü, eğer konuşabilseydi, yani yaşasaydı sadaka verirdi. Şimdi onun yerine ben sadaka verirsem acaba onun için se­vap yazılır mı, sevap ona ulaşır mı?" diye sorunca, Resululîah "evet" dedi.

Bu hadis muttefekun aleyhtir.

Bir başka adam da, "babam öldü, herhangi bir vasiyette de bulunmadı. Ben onun yerine sadaka versem ona bir yaran olur mu?" diye sordu. Resu­lulîah, "evet" dedi.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Hakim b. Hüzzam, "ey Allah'ın elçisi/ İslam öncesi cahiliye döneminde ibadet eder gibi bazı işler yapardım, akrabaları ziyaret, köle azat etmek ve, sadaka vermek gibi. Tüm bu yaptığım şeylerden bana bir sevap, bir yarar var. mı?" diye sordu. Resululîah, "şimdi Müslüman oldun, geçmişte yapmış olduğun hayırlı şeylerden de sevap vardır" buyurdu.

Bu hadis muttefekun aleyhtir.

Hz. Aişe, Resulullah'a İbn-i Ced'an'ın durumunu sordu, "Ced'an, cahili­ye döneminde akrabaları ziyaret eder ve miskinleri doyururdu. Acaba bu O'na herhangi bir yarar sağlar mı?" deyince Resululîah, "hayır, çünkü O ömründe bir kez bile 'Rabbım kıyamet gününde hatalarımı bağışla' demedi" buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Resulullah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanoğlu öldüğünde o-nun tüm amelleri kesilir biter. Yalnızca şu üçü müstesna: Devamlı ve geçerli sadaka, kendisinden yararlanılan ilim ve kendisine dua eden salih bir ço­cuk".

Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, ve Buharı Ebu Hureyre'den rivayet etmişler, Buharı, kitabının "el^Edebu'l Ferd" bölümüne almıştır.

Bu konuda şunlar rivayet olunmuştur: Resululîah "kişinin ameli kesilir" demiştir, ama "amellerinden yararlanması kesilir" dememiştir. Zira insan ö-lünce amel işlemekten kesilir, ama daha önceden yaptığı amellerinin yararla­rını görmeye devam eder. Ebü Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Resulul­îah bir cenazenin namazını kıldığı zaman şöyle diyordu: "Ey Allahtm! Diri­mizi ve ölümüzü, şu anda burada bulunanımızı ve bulunmayanımızı, kü­çüğümüzü ve büyüğümüzü, erkeğimizi ve bayanımızı bağışla. Ey Allahtm! Bizden her kimi yaşatırsan İslam üzere yaşat, bizden vefat ettirdiğini de sa­na iman üzere vefat ettir. Ey Allahım! Bizi imanın ecrinden mahrum, etme, bizleri İslam 'dan saptırma".[309]

 
Kabirlerde Dua Etmek
 

Bazı tasavvufçulann ortaya atıp etrafa yaydıkları şu bid'atın mahiyeti ne­dir? Onlar, evliyanın ve salih kimselerin -bari gerçekten salih kimseler olsalar!- kabirlerinde durup dua okunması nedeniyle insanın ihtiyaçlarının gideri­leceğini ve güvenliğinin sağlanacağını İddia ederler.

Peygamberlerin kabirlerinde duada bulunmak da acaba böyle midir?

Hamd alemlerin Rabbı olan Allah'adır. Dört meşhur şeyhin kabrinde dua etmenin kabul olduğunu söyleyenlerin bu iddiaları başka kabirler ve ya­tırlar için ortaya atılan iddiaların benzerleridir. Nitekim bazıları, "falan adam sevimli ve değerli bir kimse idi. Onun kabrinde dua etmek makbuldür" diyor veya bir başka kesim, "falan ve filanın kabrinde dua etmek kabule layıktır, kabul olunur" diye iddia ediyor. Bir diğer grup da kalkıp filan yahut falan yerdeki kabrin sahabelerden veya Ehl-i Beyt'den ya da diğer şahsiyetlerden salih bir insanın kabri olduğunu İleri sürüp buralarda edilen duaların kabul olunacağını savunuyor. îşte bu tiplerin tümü ve bu tip dualar ve İddialar aynı tür içerisinde değerlendirilirler. Hem de şuradaki veya buradaki kabrin falana yahut filana ait oluşu, ya bir yalandır ya da ortadaki durum belirli değildir. Bu tıpkı peygamberlerin kabirlerinin nerelerde olduğunun pek de belirli ol­maması gibi bir şeydir.

Mezar gerçekten denilen kişiye ait olabilir, ama mezara defnedilmiş olan şahıs salih ve temiz bir insan olmayabilir. Şöyle diyorlar: Burada defnolun-muş kişi -sağlığında- duası kabul olunan bir zat idi. Bu yüzden onun kabrin­de yapılan dua kabul olunacak bir duadır...Oysa yanında dua edilen kabir, fasıkhğıyla ve bid'atçılığıyla tanınmış gayri İslamî bir şahsiyete ait olabileceği gibi, daha önce söylediğimiz üzere bir kâfire ait de olabilir. Nitekim bir kab­re gelerek salih bir insanın mezarı sanıp dua ettikten sora bir kâfirin veya bir gayri müslimin mezarı olduğunu anlayan ve ne yapacağını şaşıranlar da yok değildir. Bu türden örnekler pek çoktur.

Bu tip bir durumun ve böyle bir sorunun esası, peygamberlerin ve salih kimselerin kabirlerinde yapılan duaların kabul olunacağını iddia edenlerin ortaya attıkları fikirlerdir. Ne Kur'an-ı Kerim'de ne de Resulullah'ın hadisle­rinde bunlara ait hiçbir haber yoktur. Üstelik ne sahabelerin ne de tabiînin böyle bir şeyi asla önermiş ya da desteklemiş olmamalarının yanısıra dindeki imametleri meşhur imamlardan da herhangi olumlu bir davranış gelmiş de­ğildir. Ne Malik, Sevrî, Evzaî, Leys b. Saad, Ebu hanife, Şafiî, Ahmed b. Han-bel, İshak b. Rahuye, Ebu Ubeyde ne de bunların hocaları sayılan ve kendi­lerine uyulan Fadıl b. tyad, İbrahim b. Ethem, Ebu Süleyman b. ed-Dâr ve benzeri hiçbir şahsın herhangi bir kabrin kutsallığını söyleyip orada yapılan duaların mutlaka kabul olunacağına dair en küçük bir açıklaması, teşviki ve­ya önerisi yoktur.

Sahabe, tabiîn, mezheb imamları ve mutekaddimîn üstadlar arasında peygamberlerin ve salih insanların kabirlerinde yapılan duaların mutlak an­lamda veya muayyen anlamda makbul olacağını iddia eden hiçbir ferd göre­meyiz ye gösteremeyiz de. Üstelik bu saydıklarımızdan hiçbiri peygamberle­rin veya salih kimselerin kabirlerinde yapılan duaların dünyanın neresinde o-lursa olsun herhangi bir yerde yapılan duadan ve oralarda kılınan namazların herhangi bir yerde kılınan namazdan daha hayırlı ve daha üstün olduğu­nu söylemiş ya da savunmuş değildirler. Öyleyse bu tip iddiaları ortaya atıp onları gündeme getiren ve savunanlar kimlerdir?

Bu tip fikir ve iddiaların sahipleri, hulul inancını savunan ve vahdet-1 vücud erbabı olanlardır. Biz ise kabirlerde olanlara yalnızca Allah'tan mağfi­ret ve rahmet diliyoruz.

Mesela sahabe, tabiîn ve mezhep imamları yaratıkların en hayırlısı olan peygamberlerin mezarının nerede olduğunu bilirler. İnsanlardan kimse de ortaya çıkıp "acaba falan kabir mi yoksa falan kabir mi Hz, Muhammed'in (as) kabridir?" dememiştir. Yine aynı şekilde bunların arasından, bu kabirde yapılan duanın ve kılınan namazın buranın dışında yapılan dualardan ve kılı­nan namazlardan daha hayırlı olduğunu savunan bir kişi bile çıkmamıştır. İn­sanlar diğer peygamberlerin kabirlerinin nerede olacağı hususunda ise ihtilaf halindedirler, (tbn-i Teymiyye, el-Fetava el-Kübra)

Resulullah'ın kabrini ve -yanında bulunan- iki sahabesinin kabirlerini zi­yaret eden kişinin gerek Resulullah'a gerekse iki sahabesine selam vereceği hususunda İslam alimlerinin -mezhep imamlarının- ittifakları vardır. Nitekim Ebu hureyre'nin Resulullah'tan (as) rivayet ettiği ve sünnet kitaplarında yera-lan bir hadiste, "kim olursa olsun hana selam veren kişinin selamını Allah Azze ruhuma aştırır ve ben de onun selamına mukabele ederim" buyurmuş­tur.

Bu hadis ceyyidtir.

îbn-i Ebu Şeybe ve Darekutnî'den şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah buyurdu ki, "kim benim kabrime gelip bana selam verirse onun selamını du­yarını ve ikinci kez bana salavat getirenin salavatı da bana ulaştırılır".

Bu hadisin senedinde yumuşaklık olmakla beraber kesin delilleri de vardır. Herhangi bir kimsenin Resulullah'a s^lam ve salat getirmesi halinde bunların Resulullah'a ulaştırılması ve Resulullah'ın bunları duyması hususu kesinlik kazanmıştır. Sünnet kitapları müellifleri bu hadisleri rivayet ettikleri gibi başka tarzlarda başkaları tarafından da rivayet olunmuştur. Bir rivayette şöyle geçmektedir: Resulullah, "Cuma günleri ve geceleri bana çokça salavat getiriniz. Zira salavatınız bana ulaştırılır" buyurunca ashabtan bazıları şöyle dediler: "Bizim salavatımız sana nasıl ulaşacak ki, sen o zaman çürümüş o-lacaksın?". Resulullah, "kuşkusuz Allah Azze yeryüzüne -toprağa- peygam­berlerin etlerini yemesini haram kılmıştır" buyurdu.

Nesaî'nin kitabında ve diğer hadis kitaplarında şöyle geçmektedir: Resu­lullah, "Allah Azze benim kabrime melekleri vekil tutmuştur. Onlar bana ümmetimin selamlarını ulaştırırlar" buyurmuştur.

Resulullah'ın tüm bu açıklamalarına rağmen ashab, tabiîn ve büyük i-mamların hiçbirinden bu kabrin başında yapılan duaların kabul olduğu ve o-nun kabrine dönerek yapılan duaların daha hayırlı olduğu hususunda hiçbir öneri ve açıklama gelmiş değildir. Üstelik onlardan bu tip hareketlerin yasak-lığı ve çirkinliği hususunda kesin kanıtlar rivayet olunmuştur. Tüm alimler Resulullah'ın kabrine dönerek dua etmenin İslam'da yerinin olmadığı husu­sunda fikir birliğindedirler. Ama Resulullah'ın kabrine giderek O'na selam verme konusunda herhangi bir tartışmaları, anlaşmazlıkları sözkonusu değil­dir. Alimlerin pek çoğu Malik, Ahmed ve diğerleri Resulullah'ın kabrine dö­nerek selam verileceği görüşündedirler. Bu haberi rivayet edenler Şafiî'nin arkadaşları olsa gerektir, ben O'ndan rivayet olunduğu kanaatindeyim,

Ebu Hanife ve arkadaşları şöyle dediler: "Resulullah'ın kabrinde kıbleye dönülerek selam verilir". Selef imamları ise, "Resulullah'ın kabrinde asla dua etmek için durulmaz" diyorlar. İsmail b. İshak, el-Mebsut adlı kitabında bunu savunmuş, Kadı Iyad bu fikre sahip olmuş ve İmam Malik, "Resulul-lah 'in kabrinde dua etmek için değil de yalnızca O'na selam vermek ve saîa-vat getirmek için durulur" demiştir.

Yine el-Mebsufda, "yolculuğa çıkarken veya yolculuktan dönerken Re­sulullah'ın kabrinde durup O'na salavat getirmek, O'na ve yakınında defne­dilmiş olan Ebu Bekir ve Ömer'e dua etmek için durmakta herhangi bir sa­kıncanın olmadığı görüşü yeralmaktadır. el-Mebsut sahibine şöyle denildi: "Medineli bazı şahıslar genel olarak yolculuktan dönüşlerinde böyle bir şey yapmak istemiyorlar. Çoğu kez Cuma'lan veya herhangi bir gün bir veya bir kaç kez kabrin başında duruyor ve bir saat kadar dua ediyorlar". Bunun ü-zerine, "yöremizde oturan İslam hukuku alimlerinden hiç kimse tarafından bize böyle bir şey ulaştırılmadı" dedi.

Bu ümmetin evveli, başlangıcı, ilk kesimleri iyi olmadan sonu iyi ve ha-, yırlı olamaz. Bu ümmetin öncüleri sayılan kuşaktan bize, kabirlerde durup herhangi bir ihtiyaçlarının karşılanması için onlara yalvarıp yakardıklanna dair bir haber ulaşmış değildir. Yalnızca yolculuğa çıkan yahut yolculuktan dönen herhangi bir kimsenin sadece selam vermek ve Allah Azze'den kabir­de olana rahmet etmesini dilemekten öte birşey yapılmamıştır

İbnu'l Kasım şöyle dedi: Medinelileri Resulullah'm kabrine girip çıkarlar­ken gördüm. Kabre geliyor ve selam veriyorlardı. Onları böyle yaparken gör­mek benim âdetim olmuştu. İmam Malik de böyle yapıyordu. Nitekim kendi­si tabiînden sonraki kuşağın Medine'deki en belirgin siması idi. Üstelik saha­beler, tabiîn ve sonraki kuşak Resulullah'm kabri başında İslam'a uygun ola­rak neyin yapılacağını insanlardan çok daha iyi biliyordu. Onlar Resulullah'm kabrinde durup selam verdikten sonra uzun uzadıya dua etmeyi mekruh görmekte idiler. Gerek Resulullah'ın gerekse yanıbaşına defnedilmiş iki arka­daşının kabirlerini ziyaret ederek onlara dua etmenin yalnızca selam ve salat-dan ibaret olduğu görüşünde idiler. Onlar sadece bunun Islamî olduğunu sa­vunmakta idiler. Medine halkı da yolculuktan döndüklerinde ya da yolculuk­lara çıkarken Resulullah'ın kabrine uğruyor ve O'na sadece selam veriyorlar­dı. İşte onların sevdikleri tutum böyle idi. Yolculuktan dönenlerin aksine mukim olanlar ise tüm vakitlerini O'na salat ve selamla da geçirmek için yüzlerini kabrine dönmezlerdi.

Ebu Vehb'in rivayetinde ise şöyle geçiyor: İmam Malik Resulullah'ın kabrine geldiği zaman O'na selam vermek için yüzünü kıbleye değil de kab­re karşı döner ve öylece Resulullah'a selam verirdi, imam Malik kabre selam verdiği zaman kabre yaklaşır, ama dokunmazdı. Aynı zamanda "kabri ziyaret ettik1' denilmesinden de hiç hoşlanmazdı. Kadı Iyad diyor ki: "İmam Malik'in böyle denilmesini sevmemesinin nedeni, Resulullah'm, 'Allah'ım! Kabrimi tapınılan bir put haline getirme. Allah Azze Peygamberleri­nin kabirlerini mescid edinen milletlere çok şiddetli olarak gazaplan-niiştır' buyurmastdır". İmam Malik "ziyaret" sözcüğünün Resulullah'ın kabri için kullanılmasını, kabrin puta benzetilmesi ve kapısının -puthane benzeri-bazı teşrifatlar amacıyla tutulması tehlikesine karşı yasaklamıştır. Resulullah'ın kabrinin ziyareti konusunda rivayet olunan hadisler bir hayli de çoktur. Ne var ki bunların hemen tümü ya zayıf veya uydurmadır. Bu tip ha­dislerden hiçbirini ne mezhep imamları ne de Ebu Davud, Nesaî ve diğer ha­dis İmamlarından herhangi biri rivayet etmiş değildir. Burada şu husus göze çarpmaktadır: Kabirlerin ziyareti konusunda rivayet olunan lafız burada bi­zim sözkonusu ettiğimiz hadisten başka rivayetlerde yeralmıştır. Mesela Re-sulullah bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Ben sizleri kabirleri ziyaret et­mekten men etmiştim, ama onları ziyaret edin, zira onlar size ahireti hatır­latırlar". Sahabeler her ne zaman bir kabir göseler o kabre, "ey -çeşitli- yurt­ların halkları Müslüman müminlerden sizlere selam olsun. Bizler de Allah'ın izniyle sizlere kavuşacağız. Bizden de sizden de geride kalanlara ve önceden ölmüş olanlara Allah rahmet etsin. Allah'tan size de bize de afiyet vermesini İstiyoruz'1 denileceğini İyi biliyorlardı. Burada geçen "kabirleri ziyaret" sözcü­ğü son dönem halkı arasında çoğunlukla şer'î -yasal- İslamî ziyaret ve bıd'at ziyaret olarak iki türlü değerlendiriliyor. Ama toplumun pek çoğu "kabirleri ziyaret" sözcüğünü İslamî anlamda değil de bid'at, sapıklık ziyareti olarak kullanıyor. Tüm bunları dikkate alan İmam Malik, Resulullah'ın kabrine git­mek yerine "ziyaret etmek" sözcüğünü kllanmayı çirkin bulmuş ve mekruh saymıştır. Şer'î (İslamî) ziyaret ise ölüye dua etmek babındadır. Burada ölüye Allah'tan rahmet dilemek, yani salavat getirmek anlamına kullanılmaktadır.

İslam ümmeti içerisindeki bid'atlarm ve saçmalıkların giderek yokolması ve ortadan kalkması için Allah Azze'ye tüm içtenliğimizle dua ediyoruz. Zira bu tip bid'atlar insanları Rabblerinden koparıp uzaklara sürükler. Nitekim E-bu Bekir, Ömer ve selef-i salih, tüm bid'at ehlinin yaptıkları işlerin ve yalan­larının yükünü ve sorumluluklarını kıyamet gününde yüklenmeleri için dua ediyorlardı.

Allah Azze Kur'an~ı Kerİm'de münafıklar (iki yüzlüler) hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onların ölülerine dua, salat etme; onlardan hiçbirinin kabrinde de durma". Ayette münafıkların ölülerine dua etmenin, cenaze namazı kıldırmanın, salat etmenin ve onların kabirlerinde defnedilmezden evvel durarak dua edilmesinin yasaklanması, konuşmanın hitap şeklinden ve verilen hükmün sebeplerinden de anlaşıldığı üzere münafıklara haram kılı­nan bir şeyin elbette ki Müslümanlar için helal olduğunun delilidir. Ayette geçen, Ölünün defnedilmesinden sonraki salat cinsinden dualar da elbette Müslümanların hakkıdır.     :

Bid'atçılar bu ayetin tefsirine takılarak onu anlamada haddi aştılar, sö­zün tevilinde onu kendi anlamının dışında bir konumda tuttular ve kabirler­de defnedilmiş olanları ululamak için kabir başlarında durmayı sürdürdüler. Bu hususlarda tüm tasavvuf! eserlere bakılabilir. Görülecektir ki, bu eserler aşırılıklar ve sapıklıklarla doludur. Peygamberlerin ve salih kimselerin kabir­lerini ziyaret ederken sünnet olan uygulama ve selefin hoş karşıladığı tutum, kabirlerde olan Müslümanlara dua etmek, yani Allahtan mağfiret dilemekten ibarettir. Bid'at olan ziyaret ise Allah'a eş koşmak veya eş koşmaya götüren vesilelerdendir. Allah'a şirk koşmanın benzeri olan bu uygulama, Yahudilerle Hıristiyanların peygamber ve temiz ahlâklı kimselerin mezarlarını ziyaret e-derken yaptıklarından başka birşey değildir. Sünen, sıhah ve mesanid kitap­larında geçen bir hadiste şöyle denilmektedir: Resulullah, "Allah Azze, nebi­lerinin kabirlerini mescid, tapınak, ibadethane edinen Yahudilerle Hırîstî-yanlara lanet etsin" dedi ve Müslümanları onların yaptıklarını yapmaktan sa­kındırdı.

Resulullah buyurdu ki, "sizden öncekiler (Yahudileri, Hıristiyanlan ve diğer din mensuplarını kastediyor) mezarları mescidler tapınaklar edindiler. Dikkat edin, sakın ha bunları yapmayın. Sizi bunları yapmaktan men edi­yorum ".

Bir başka hadiste Resulullah: "

Resulullah (as) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde insanların en kötüle­rinden biri de, kabirleri mezarları, yatıdan vs. mescidlere, ibadethanelere çevirenlerdir".

Bir başka hadiste ise, "kabirleri ziyaret ede ede onların üzerinde mes­cidler edinenlere ve yalancılara Allah lanet etmiştir. Öyleyse Peygamberlerin ve salih kimselerin kabirlerini mescidler ve ibadethaneler haline getirenlere de Allah la'net etsin. Ben, 'kabirlerde edilen dualar kabul olunur iddiasın­dan dolayı müstehab (hoş) kabul olunan duaların da haram kılınacağın* dan korkuyorum. Çünkü dua etmenin müstehab sayıldığı bir yerde namaz kılmak da müstehab addolunur. Zira dua namazdan hemen sonra gelir ve gerekli görülür. îslam şeriatında, dua etmenin müstehab sayıldığı bir yerde namaz kılmanın yasak görüldüğü vaki değildir" buyurdu.   •

İmam Şafiî ve arkadaşları gibi bazı imamlar, "bu tip duaların ve namaz­ların yasaklanmasının nedeni, kabir ve mezar benzen yerlerin pisliği değil de hu tip yerlerin oluşturacağı fitnelerdir" diyorlar. Nitekim bazı kimseler bu yasaklamanın bu tip yerlerin pisliğinden dolayı getirildiğini sanmaktadırlar. Bu nedenle selef alimleri kabir, mezar, türbe, lahid ve yatır benzeri yerlerin yıkılarak yerlebir edilmesini ve buralarda çıkarılmış olan fitne ve sapıklıkların ortadan kaldırılarak vaziyetin ıslah edilmesini emretmişlerdir. Mesela pey­gamber olduğu söylenen Danyal'ın üzerindeki örtü, kefen vs. açılıp ceset meydana çıkınca Ebu Musa, Hz. Ömer b. el-Hattab'a bir mektupla durumu

bildirerek, insanların Danyal'ın cesedinin yanına gittiklerini ve dua edip su (yağmur) istediklerini anlattı. Hz. Ömer de O'na, gündüz vakti onüç tane ka­bir kazmasını ve insanlar arasında herhangi bir fitneye sebep olmasın ve kabrinin yeri bilinmesin diye Danyal'ın cesedini gece o çukurlardan birine gömmesini emretti. Nitekim bu hususta İmam Malik ve bazı arkadaşlarından aktardıklarımız da epey meşhur olup selef arasında da bilinmektedir.

Ya'lâ el-Mavsılî'nİn Müsned'inde ve Zeynulabidin diye bilinen Ali b. Hü­seyin b. Ali b. Ebî Talib'den, Hafız Ebu Abdullah el-Makdisînin Mümtaz'ında rivayet ettiği bir haberde şunlar geçmektedir: Zeynulabidin dedi ki, "bir a-dam gördüm Resulullah 'in (as) kabrinin hemen yanındaki biryanktan içeri giriyor ve dua ediyordu, ben ona bu işi yapmasını yasakladım.". Zeynulabi­din şöyle dedi: Babamın dedemden ve O'nun da Resulullah'tan (as) işittiği bir hadisi nakledeyim mi? Resulullah (as) buyurdu ki, "benim kabrimi -bazı şeylerin kutlandığı- bir bayram yerine çevirmeyin, evlerinizi de kabirleştir-meyin. Nerede olursanız olun hana selam verirseniz selamlannız bana ula*,-tınlır".

Said b. Mansur'un Sünen'inde şöyle geçmektedir: Bize Abdulaziz Mu-hammed bildirdi, O'na da Süheyl îbn-i Ebi Süheyl şöyle anlatmış: Hasan b. Hüseyn b. Ali b. Ebu Talib beni Resulullah'tn kabri yanında gördü, o esnada kendisi Hz. Fatıma'nın evinde akşam yemeği yiyordu. Bana seslenerek, "gel, akşam yemeği yiyelim" dedi. Ben, "istemiyorum" dedim. Bana, "ne oldu ki? Seni kabrin başında gördüm" diye sordu. Ben, "Resulullah'a selam verdim" dedim. Bana, "mescide girince selam ver" dedi. Devanı ederek, "Resulullah buyurdu ki, İtenim kabrimi bir bayram yerine ve evlerinizi de bir me­zarlığa dönüştürmeyin. Allah Azze, peygamberlerinin kabirlerini bi­rer mescid haline dönüştüren Yahudilere la'net etsin. Siz bana sala-vat getirin. Zira sizin salavat getirmeleriniz nerede olursanız olun bana ulaştırılır. İster İspanya'da, isterse de Sudan'da olun' dedi".

Bu husustaki açıklamalar bu konunun dışında da bir hayli geniş tutul­muştur. Ademoğullannın en hayırlısı, efendisi olan bir kimsenin kabri hak­kındaki uygulamalar İslam'a göre böyle olunca diğer insanların kabirleri hak­kındaki uygulamaların nasıl olması gerektiği iyi düşünülmelidir.

Sahabelerin şöyle davrandıkları nakledilmiştir: Onlar kuraklık ve susuz­luk gibi sıkıntılı zamanlarında mescidlerde ve evlerde yalnızca Allah Azze'ye yalvarır, dua eder ve O'ndan yardım dilerlerdi. Asla ne Resulullah'ın, ne de diğer peygamberler ve salih kimselerden herhangi birinin kabrine gidip on­lara dua ederek hiçbir istekte bulunmuş değillerdi. Hatta Resulullah, umre yaparken Hz. Ömer'den kendisine de dua etmesini istemiş ve "ey kardeşim dualarında bizi de unutma" demişti.

Buna karşılık Buharî'nin Sahih'inde Ömer b. el-Hattab'ın şöyle dediği bir rivayet yeralmaktadır: "Ey Allahım! Biz, kuraklık çekip susuz kaldığımız­da sana dua ederken 'Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine' diyorduk, sen de bizlere su veriyordun. Şimdi de sana dua ederken 'Peygamberimizin am-casının yüzüsuyu hürmetine' diyerek tevessül ediyoruz".

Sahabeler dua ederken gerek Resuîuüah (as) gerekse amcası Abbas ile essül ettiklerinde, Resulullah'ın (as) kabrine gidip orada istekte ve şefaat eğinde bulunmadıkları gibi, herhangi bir hususta yaratıklardan herhangi yle -falana yahut filan şeye yemin olsun ki diyerek- Allah Azze'ye yemin etmediler. Onlar yalnızca Allah Azze'nin helal kıldığı bir tarzda, salih a-llerini ve Allah'a inananları araya koyarak (bunların yüzü suyu hürmetine np) tevessül ettiler. Buradaki tevessül, kulun Allah Azze'den dua ile bir ta-te bulunacağı zaman Peygamberine olan inancını, sevgisini ve dostluğunu i sürerek "bunların yüzü suyu hürmetine ve bunlar hakkı için" diyerek )tığı tevessüle benzemektedir. İşte sahabeler de Peygamberleriyle tevessül ıklerinde O'nun hayatı, onlara yaptığı duası ve şefaatinin hakkı için ve nİarın yüzü suyu hürmetine tevessül ediyorlardı.

Burada gündeme gelen tevessül, "salih insanların ve zayıfların hakkı i-," denilen tevessüldür. Yoksa şahıslarla yapılan bir tevessül değildir. Bu dis, birçok tasavvuf ehlinin şahıslarla yaptıkları tevessül konusunda başvu-kaynağt olarak kendini göstermektedir.

insanlar ahirette de bu şekilde tevessül ederler, yani Peygamberlerinin ası ve şefaatıyla tevessül ederler. "Salih kimselerin hakkı için diyerek" te->sül aramak ise, Resulullah'ın (as), "siz yalnızca aranızda bulunan zayıf-nnız, ettiğiniz dua ve yakarışlarınız, namazlarınız ve tövbe etmeleriniz yesinde yardım görüyor ve nzıklara (geçim vasıtalarına) sahip oluyorsu-tz" diyerek tanımladığı tevessül gibidir. Şurası iyice bilinmektedir: Kabirler-edilen dualar, Allah için, başka yerlerde edilen dualardan daha sevimli, ha hoş ve kabul olunmaya daha layık olsaydı bu hususu selef (sahabeler) *er insanlardan daha fazla bilir ve buna itina gösterirlerdi. Zira onlar Allah ;ze'nin sevdiği, övdüğü, razı olduğu, itaat ve hoşnutluğunda önemli bir ko-ımda bulunduğu hususları çok İyi bilir ve bu hususta adeta yarışırlardı. Üs-ik kabirlerde yapılan duaların bir avantajı olsaydı Resulullah (as) bunu da ce açıklar, öğretir ve teşvik ederdi. Oysa O (as) tüm iyiliklerin (ma'rufun) pılmasım emretmiş ve her türlü kötülüklerden de sakmdtrmıştır. Bunun ya­nda, insanı cennete götürecek ve cehennemden uzaklaştıracak olan herşe-iyiden iyiye anlatarak (yapılmalarını) emretmiştir. Böylece Resulullah üm-etini öyle bir aydınlıkta bırakmıştır ki, gecesi gündüz gibidir. Bunlardan ■nra onu terkeden mutlak bir felaket içerisindedir. Yok olmaya mahkum-ır. Kabirlerdeki dua hususunda bu derece titiz davranan ve ağır koşullar ö-: süren Resulullah (as), bu dualara sürükleyecek olan etkenlerin ana mad-;sini ve çıkış kaynağını la'netleyerek yasaklamış, böylece kabirlerin üzerin-3 mescidler oluşturulmasını ve Allah için namaz kılınırken kabirlere dönül-esini de yasaklamıştır.

Burada namaz kılan kişi her ne kadar kabre yönelip durduğu namazı ö-ye ibadet kastıyla yapmıyor, ona dua etmiyor ve onu yardıma çağırmıyorsa a bu durum güneşin doğuşu ve batışı zamanlarında namaz kılmanın yasak-nması gibidir. Bu yasakta da namaz kılan Allah'tan başkasına secde etmemeşine rağmen bu İki vakit müşriklerin güneşe yaptıkları İbadetlerinin zama­nıdır. Bu, tıpkı güneşin doğuş ve batış zamanlarında kılınan namazın güneşe yapılan secdeymişeesine bir fesat, bir kuşku çıkarması gibidir. Mezara (kab­re) karşı kılınan namaz da ölüye dua edilip ondan yardım istenmesi şeklinde bir kötülüğe, bir kuşkuya meydan verir.

Zaten putlara kulluk etmenin aslı, kabirlere gömülen şahısların veya ka­birlerin ululanması ve onlara gösterilen hürmette aşırı gidilmesi olmuştur. Ni­tekim Allah Azze, "ilahlarınızı sakın ha bırakmayın. Vedd'i, Suva't Yeğus'u, Yavuk'u ve Nesr'i asla terletmeyin dediler" buyurmaktadır. İbn-i Abbas ve bazıları şöyle dediler: "Bu ayette isimleri sayılanlar Nuh'un (as) kavmi içeri­sinde yaşayan temiz, salih insanlardı. Bu şahıslar ölünce onların kabirlerinde tek başlarına ibadet etmek üzere itikafa girdiler. Daha sonra onların resimle­rini, sembollerini ve heykellerini yaptılar. Sonra da onlara tapınmaya başladı­lar. Bu kabirlerin küçük birer kapısı olduğu da bilinmektedir. Sahabe, tabiîn ve etba-ı tabiîn arasından bu şahıslardan daha üstün pek çok kimse vardı. E-ğer üstün kişilerin kabirlerinde dua edilecekse sahabelerin kabrinde dua e-dilmesi daha doğru değil midir? Oysa böyle bir şey sözkonusu değildir.

Mesela dört halife arasından hangisinin daha üstün olduğu nasıl tayin e-dilecektir ki kabri başında dua edilebilsin? Bu şahsiyetler ve benzerlerinin hem sevenleri olan ve hem de kendilerini dua ederek ululayan pek çok şah­siyet vardır. Acaba Allah Azze bunlardan herhangi birini belirlemiş midir şu diğerlerinden üstündür diye? Böyle bir ameli, Meryem'in oğlu İsa Mesih (as) her türlü ortaktan uzak olan bir ve tek Allah'a kulluîc etmelerini emrettiği halde Allah'ı bırakıp rahiplerini ve din adamlarını kendilerine ilahlar edinen ehl-i kitabın yaptıklarını aynen izleyen ve onlara öykünen müşriklerden baş­kası yapmamış ve emretmem iştir de.

Bir diğer husus da şudur: Şeyhlerden bazısı şöyle diyorlar ki, "başınıza bir bela geldiğinde ve korktuğunuz bir şeyle karşılaştığınızda ister ölmüş is­ter yaşıyor olayım durumunuzu bana anlatın (bana sorun) ki ben de sizi ba-şmızdaki beladan kurtarayım..." Bu tip sözler ya söz nakilcileri tarafından uy­durulup rivayet olunan sözlerdir ya da sözü söyleyen kişinin bir hatasıdır. Bu durumda, sözü rivayet eden onun doğru mu yanlış mı olduğunu bilmeden aktarmış ve masum olduğu bilinen, doğruluğu onaylanmış bir kimsenin söy­lediğini nakletmek yerine doğruluğu bilinmeyen birinin sözünü nakletmiş demektir. Bu nedenle sapıklığa saplanıp kalmıştır. Ne Allah Azze, ne de pey­gamberleri böyle bir şeyi emretmiş değildir. Nitekim ayet-i kerimede, boş kalınca (meşguliyetten kurtulunca namaz kılmak ve diğer kuttuk gö­revlerini yerine getirmek üzere) kalk ve Rabbına yalvar" demektedir. Bu ayette Allah Azze, Resulü'ne "kalk da diğer Peygamberlere ve meleklere yalvar" demiyor. Yalnızca "Rabbına yalvar" diyor. Bir başka ayette ise, "de ki: Hadi Allah'tan başka inandıklarınızı (ilah olarak tanıdıklarınızı) Çağırın (onlara dua edin). Ama onlar sizden bir zararı bile ne gide­rebilir ne de (başka bir hale) dönüştürebilirler. Oysa onların dua edip yalvarelıklart da Rablart olan Allah'a hangisi daha yakın olacak diye vesile (bir yol, bir aracı) arar, Rabblannın rahmetini umar, a-zabtndan çekinirler. Zira Rabbının azabı korkulası, sakını/ası bir a-zapttr". (tsra 56-57) buyurulmaktadır.

Seleften (sahabe ve tabiîn kuşağından) bazıları şöyle dediler: "Bazı top­luluklar azizlere, (ruhban sınıfına) Hz. İsa Mesih'e ve meleklere tapınıyorlar­dı. Allah Azze de îsra süresindeki 56 ve 57. ayetleri indirdi. Rcsulullah da (as), bazı şeyhlerin söyledikleri gibi sahabeden hiç kimseye "başına bir bela geldiğinde yahut zor duruma düştüğünde bana seslen, beni çağır..." deme­miş, amcası oğlu Abdullah b. Abbas'a, "Allah'ın hakkım koru ki Allah da se­ni korusun, Allah'ın haklarını (helalini ve haramını) koru ki Allah'ı hep ö-nünde (sana yardım ediyor) bulasın. Rahat ve konforlu zamanlarında Al­lah'ı an (O'nu tanı, O'nu ara) ki sıkıntılara ve açmazlara düştüğünde O da seni tamsın. Herhangi bir şey isterken yalnız Allah'tan iste, yardım diledi­ğinde yalnızca O'nu imdada (yardımına) çağır'' diye vasiyette bulunmuştur. Buna rağmen halktan bazıları, Resulullah'ın (as), "Allah Azze'den bir dilekle bulunacağınız zaman benim peygamberlik makamımın hatırı (hakkı) için tevessül ediniz. Çünkü benim peygamberlik makamım gerçekten çok değerli çok yücedir" dediğini rivayet ettiler.

İşte bu hadis bir yalandan ibaret olan uydurma bîr haberdir. Böyle bir haberi ne ilim adamlarından herhangi biri rivayet etmiş ne de Müslümanların dinî konularda güvendiği din kitaplarından herhangi birinde böyle bir haber yeralmıştır.

Eğer ölülerin herhangi bir üstünlükleri varsa Resulullah (as) ve sahabe­leri böylesi üstünlüklere ->ahip olabilecek en lâyık kimselerdir. Ölülerden di­rilere bir takım yararlar gelebilecek olsaydı Resulullah'ın (as) ölüsünden ya­rar sağlayacak ilk ve en lâyık insanlar sahabeler olurdu. Böyle bir şey vuku bulmadığına göre ölüden imdad beklemek bir sapıklıktan başka bir şey ol­masa gerektir. Ölüden meded umma fikrini şeyhlerden bazısı benimsemiş ol­salar da bu bir hatadan öte geçmez. Böyle düşünenler dinde ietihad sahibi müctehidler bile olsalar yargımız değişmez, Allah onları affetsin. Sözüne (ya­şantısına) uyulması gereken ve iyiliği emredip kötülükten sakındıran hiçbir peygamber böyle bir iddia ortaya atmış değildir. Üstelik Allah Azze bu hu­susla ilgili olarak, "herhangi bir şey hakkında çekiştiğiniz, anlaşmazlığa düştüğünüz zaman eğer Allah'a ve ah ir et gününe inanıyorsanız bu davayı Allah 'a ve Resulüne götürün (kararı Allah 'in kitabı Kur'an-ı Kerim 'de ve Re­sulullah'ın (as) hadislerinde (yaşantısında) arayın"buyurmuştur.

Bir grup insan da şöyle demektedir: "Abdulkadir Geylanî'nin kabrine dönerek Ayet-el Kürsî'yi okuduktan ve O'na selam verdikten sonra tüm tesli-miyetiyle O'na doğru yedi adım atarsa yahut güzel bir şekilde sema yaparak vecd (kendinden geçme) durumunu sık sık tekrarlarsa tüm İhtiyaçları karşıla­nır". Böyle inanmak ya da davranmak alemlerin Rabbı olan Allah'a ortak koşmaya (müşrikliğe) yaklaştıran faktörlerdendir.

Hiç kuşkusuz Abdulkadir Geylanî böyle bir şey söylemiş ya da emret­miş değildir. Bunu O'ndan alıp nakledenler O'na bir İftira olarak yalan söyle­mişlerdir. Bu tip bid'atları (sapıklıkları) ortaya çıkaranlar, aşırılık edenler, bid'atçi olup kendilerini Hıristiyanlara benzeten müşrikler ve şeyhlerin azgın­larından, sapıklardan olup Hıristiyanların takipçisi olanlardır.

Sahih-i Buharî'de geçen bir hadiste, "kabirlerin üzerine oturmayın ve onlara karşı namaza durmayın" ibaresi geçmektedir. Durum böyle olunca, yani Resulullah (as) Allah için kılınan namazın bile kabirlere dönülerek kılın­masını yasaklamış olduğuna göre, kabirlerden meded umarak onlara tapar­casına yönelmek ve Allah'tan başkasına dua (ibadet) etmek nasıl helal olabi­lir? Böyle bir şey, Hıristiyanların Hz. İsa'yı, annesini, din adamlarını ve azizle­ri Allah'tan başka ilahlar edindiklerinde, onlara dua (ibadet) ederlerken, on­lardan yardım dilerken, isteklerini onlardan isterlerken ve onlar aracılığıyla isteklerini Allah'a sunarken yaptıkları şeylerden farklı bir şey midir?

Bir başka grup ise, "Allah Azze yoksullara üç yerde bakar; yemek yer­ken, herhangi bir şeyleri paylaşırken ve (birşeyler) dinlerken" demektedir. Bunun benzeri bazı şeyhlerden de aktarılmıştır. Diyorlar ki, "Allah Azze yok­sullara yemek yerken bakar -zira onlar birbirlerine ikram ederek yemek yer­ler-, ilim tahsil ederken yardımlaşmalarında -zira onlar birbirleriyle ilmi pay­laşmayı öngörürler- ve dinlerken -zira onlar Allah'ın sözünü yahut açıklama­larını dinlerler". Bu açıklama yukandakiyle hemen hemen aynıdır. Bu husus­taki birleştirici faktör şudur: "Allah ve Resulünün sevdiği bir İşi yapan kimse­nin yaptığı iş yalnızca Allah'ın izni ile olmaktadır. Allah'ın izniyle yapılan iş­leri de Allah sever ve İşi yapan kimseye sevdiği kulu gözüyle bakar. Salih a-mel, içten (samimi) ve doğru olan işlerdir. Halis amel, Allah için yapılan şey­lerdir; doğru amel ise Allah'ın yapılmasını emrettiği şeylerdir. Kuşkusuz bir­birine yiyecek ikram etmek, karşılıklı konuşmak ve söze kulak verip dinle­mek Allah Azze'nin sevdiği şeylerdendir. Bu tip şeylerden biri de hayrı, şerri, hakkı, batılı, maslahatı, mefsedeti ve hükmü kapsamına alan şeylerdir. Bun­ların herbiri kendine has kavrama sahiptir.

Bir kısım insanlar da, "burası Resulullah'ın (as) veya sahabelerinden bi­rinin kabridir" denildiğinde hemen orada namaz kılmayı ve dua (ibadet) et­meyi gözetmektedirler. Böylece bu amellerin sağlayacağı yakınlaşma ve ka­bir aracılığıyla Resulullah'ın (as) bedenine -adeta- bir dokunma yahut kabrin bir direği veya başka bir şeyi aracılığıyla elde edilmek istenen bir komşuluk arzu olunmaktadır. Mesela Hud'un (as) kabri olduğu ve alimlerin Muaviye b. Ebi Süfyan'ın kabrinin bulunduğu yer olduğunu iddia ettikleri mevki yanın­daki Dımaşk (Şam) camisinin doğu yönünde kılınan bir namaz ve yapılan bir yakarışla da gözlenen aynı şeydir. [310]

 
Ailesinin Ağlaması Nedeniyle Ölünün Azap Çekmesi
 

Buharı ve Müslim'in İbn-i Ömer'den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (as), "ölünün ailesi kendisi için ağladığında ölü azap çekmektedir" bu­yurmuştur.

Bir rivayette şunları görüyoruz: Hz. Ömer yaralandığında kendinden ge­çip bayıldı, bundan dolayı çığlıklar atılıp ağlaşmalar oldu. Hz. Ömer ayıldı-ğında onlara şöyle dedi: "Bitmiyor musunuz ki Resulü ilah (as), 'ölü, dirile­rin kendisine ağlamasıyla azap göriir' buyurmuştur".

Enes'ten şöyle rivayet' olunmuştur: Ömer b. el-Hattab yaralandığında (veya hastalığında) kızı Hafsa onun için -dövünerek bağıra çağıra- ağladı. Bunun üzerine Hz. Ömer O'na, "ey Hafsa Resulullah 'in (as), 'kişi kendisi i-çin -dövüne çırpına- ağlayanlar nedeniyle azap çeker' dediğini bilmi­yor musun?" İbn-i Hibban buna, Hafsa'nın "evet biliyorum" ibaresini ekle­miştir.

Alimlerin bu hadis hakkındaki görüşleri farklıdır. Bazısı, 'ölünün kendi­sine ağlayanları nedeniyle azap çekmesi, eğer ölü sağken böyle bir vasiyet etmiş ise geçerlidir" demiş, bazısı da "ölüye azap veren saçını başını yolarak ağlamak, ölünün yakınları tarafından işlenen bir günahın bedeli demek de­ğildir. Yakınları suç işledi diye ölü azap görmez" demektedir. Bu İbn-i Cerir et-Taberî'nin savunduğu ve sonuncusu İmam Ahmed İbn-i Teymiyc olan bir grup imamtn benimsediği fikirdir. [311]

 
Ölünün Gözlerini Kapatırken Söylenecek Söz
 

Ümmü Seleme'den şöyle rivayet olunmuştur: Resulullah (as), Ebu Sele-me'nin yanına geldiğinde gözleri kaydı ve donuklaştı. Resulullah (as) eliyle onun gözlerini kapattı ve "ruh alınıp bedenden çıkınca gözler onu takibe-der" buyurdu. Ölünün yakınları feryad figan edince Resulullah (as) onlara, "kendi kendinize beddua etmeyin, sadece hayır dileyin. Zira melekler sizin söylediklerinize itimad ederler" buyurdu. Sonra şöyle devam etti: "Ey Alla-htm! Ebu Seleme'ye mağfiret et (O'nu bağışla). Hidayete erenler arasında O'nun derecesini yükselt. Geçmişte yaptığı iyiliklerinden dolayı onu destekle, bizi ve O'nu affet ey alemlerin Rabbi. O'nun kabrini genişlet ve nurlarıdır".

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. [312]

 
Resulullah'ın (As) Gözleri Yaşardı
 

Enes'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (as), oğlu İbrahim'in yanına geldi, o vefat etmişti. Resulullah'ın (as) gözleri yaşardı, ağladı. Abdurrahman b. Avf, O'na hitaben, "Allah'ın peygamberi olduğun halde ağlıyor musun?" dedi. Resulullah (as), "ey İbn-i Avf, o (ağlamak ve gözyaşı) rahmettir" buyur­du. Konuşmasını şöyle sürdürdü: "Gözyaş akıtır, kalp hüzünlenir ve hizyal­nızca Rabbımızın hoşlandığı (razı olduğu) şeyleri söyleriz. Ey İbrahim! Biz senin (aramızdan) ayrılmandan üzüntü içindeyiz".

Bu hadisi Buharı ve kısmen de Müslim rivayet etmiştir.

Müslim'de şöyle geçmektedir: İbn-i Ebî Bekir b. Ebî Şeybe ve Züheyr b.

Harb şöyle dediler: Muhammed İbn-İ Ubeyd bize Yezid b. Keysan'dan, O E-bu Hazim'den, O da Ebu Hureyre'den alarak rivayet etti. Ebu Hureyre şöyle dedi: Resulullah (as) annesinin kabrini ziyaret etti. Kendisi ağladı, etrafında-kileri de ağlattı ve şöyle dedi: "Annemi affetmesi için Rabbtma dua edeyim diye izin istedim. Rabhım izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin iste­dim bana, izin verdi''. [313]


Ölüye Dua Etmenin Fazileti Ve Bu Dua İçerisindeki İhlas

 

Ebu Abdurrahman Avf b. Malikten şöyle rivayet olunmuştur: Resulullah (as) bir ölüye dua etti, ben de hemen ezberledim. Şöyle diyordu: "Allahım! onu affet, ona rahmet et, afiyet ver, mağfiret el, ona makamını ver, kabrini genişlet; onu su, kar ve soğukla (serin şeylerle) yıka, beyaz elbisenin yıkana­rak kirlerinden temizlendiği gibi onun hatalarını gider, onu dünyadaki e-vinden daha hayırlı bir eve götür. Ona şimdiki ailesinden daha hayırlı bir a-ile, dünyadaki eşinden daha hayırlı bir eş ver, onu cennete koy ve onu hem kabir azabından hem de cehennem azabından koru". Resulullah'ın (as) bu duasını dinledikten sonra ben bile o ölünün yerinde olmak istedim.

Bu hadisi İmam Müslim rivayet etmiştir,

Ebu Hureyre'den şöyle rivayet olunmuştur: Resulullah'tan (as) işittim, şöyle diyordu: "Bir ölüye namaz kıldığınızda (dua ettiğinizde) duayı yal­nızca ona hasrediniz (duada başkasını anmayınız)".

Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. [314]             

 
Kardeşinizin Affolması İçin Dua Ediniz, Zira Şu Anda Sorgulanıyor

 

Ebu Amr'dan şöyle rivayet olunmuştur (bu ravinin Ebu Abdullah veya Ebu Leyla Osman b. Affan olduğu da söylenir): Resulullah (as) bir ölüyü def­nettikten sonra onun yanıbaşında durdu ve "şu kardeşiniz için mağfiret (af­fedilmek) dileyiniz ve onun için sabır isteyiniz. Zira o şimdi (meleklere) he­sap vermektedir" buyurdu.

Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. [315]

 

BİR YAKINI ÖLDÜKTEN SONRA DÜNYADAN EL ETEK ÇEKMEK


Koca Haricinde Hiç Kimsenin Ölümünden Sonra Ûç Günden Fazla Yas Yoktur
 

Bir kadın Resulullah'a (as) şöy!e sordu: "Ey Allah'ın elçisi! Kızımın kocası öldü, şimdi de gözlerinden şikâyet ediyor. Gözlerine sürme çekelim mi?" Resulullah (as), "hayır" dedi ve iki ya da üç kez tekrarladı.

Bu hadis müttefekun aleyhtir.

Resulullah (as) kadınların ölünün ardından üç günden fazla yas tutmala­rını yasakladı. Kocası ölen kadını ise bu hükmün dışında tuttu. Zira kocası ö-len kadınlar dört ay on gün yas tutarlar (yani beklerler). Bu süre içinde sür­me çekmez, güzel kokular sürünüp süslenmez ve boyalı (gösterişli) elbise giymezler. Ve kadınlara âdetten temizlendikleri dönemde bir parça su veya biraz tırnak bahuru ile gusletmelerine izin verdi.

Hadis müttefekun aleyhtir.

Ebu Davud ve Nesaî'ye göre hadiste ".. kınayla ktnalanatnaz..'\ Ne-sai'de "..taranamaz,." ve îmam Ahmed'in kitabında ".. us/urla, kırmızı ça­murla boyanmış ve süslenmiş elbise giyemez, kına yakamaz ve sürme çeke­mez" ibareleri geçmektedir. Ebu Seleme vefat ettiğinde Ümmti Seleme gözle­rine sabir denen bir ağaç usaresi sürmüştü. Resulullah (as) O'nu görünce şöyle dedi: "Ya Ümmü Seleme o da nesi?" Ümmü Seleme, "sabirdir ey Allah'ın Resulü! Bunda herhangi bir güzellik unsuru olmaz" dedi. Resulul­lah (as), "onu yalnızca geceleri sür. O, insanın yüzünü güzelleştirir. Güzel­lik için taranma. Kına ağacını da -boyanmak İçin- kullanma. Zira o da kı­na gibidir" deyince Ümmü Seleme, "peki neyle taranayım ey Allah'ın elçisi!"diye sordu. Resulullah (as),  "saçlarını sidr (bir çeşit kiraz) ağacıyla kılıflar-sın" buyurdu.

Hadisi Nesâî rivayet etmiştir.

Ebu Davud'un rivayetinde ise "...bu işleri yapacaksan gece yap, gündüz yapmaktan sakın"ifadesi yeralmaktadır.

Amcası Cabİr b. Abdullah'ın hanımı, Resulullah'a (as), kocasından bo­şandığını bu durumda çıkıp hurmalarını sallamayı, budamayı ve benzeri şey­leri yapıp yapamayacağını sorduğunda Resulullah (as) şöyle buyurdu: "Hur­malarını toplamak üzere salla (veya onları buda). Zira belki elde edecekle-rinle sadaka verir yahut iyiliğe ulaştıran bir hayır işlersin".

Bu hadisi îmam Müslim rivayet etmiştir.

Bu hususta Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilmiştir: Resuluüah (as), "Allah Azze'ye ve ahiret gününe inanan bir hanımın, kocasının ölümü dışında hiç kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir" buyurdu.

Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'nin yakın akrabalarından biri ya da kardeşi ölmüştü. (Üç günden sonra) sarı boyalı bir elbiseyi eline alarak sildi ve şöyle dedi: "Bu elbiseyi giyeceğim, çünkü Resulullah (as), 'Allah Azze'ye ve ahiret gününe inanan bir kadının kocasından başka hiç kimseye üç günden çok yas tutması helal değildir. Kadın kocasından (ayrıla­rak veya kocasının ölümüyle dul kaldığında bir yas olarak) dört ay ongun bekler' buyurdu":[316]   
   

[299] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 151.

[300] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 151-152.

[301] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 152.

[302] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 152.

[303] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 152.

[304] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 152.

[305] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 152.

[306] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 153.

[307] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 153-154.

[308] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 154.

[309] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 154-155.

[310] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 155-165.

[311] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 165-166.

[312] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları:166.

[313] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 166-167.

[314] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 167.

[315] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 167.

[316] Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 171-172.


Konu Başlığı: Ynt: Ölüm
Gönderen: Ceren üzerinde 15 Ekim 2016, 21:48:52
Esselamu aleykum.Rabbim omrunu islam yolunda giden ve zekarat aninda musluman olarak olen ve allahin rahmetine kavusan kullardan olalim inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Ölüm
Gönderen: ❣ Muhammed ❣ üzerinde 15 Ekim 2016, 22:26:34
Ve Alleykümselam Ve Rahmetullah Ve Berekatuh.Rabbim c.c kalplerimizi islam dini üzere sabit kılsın İnşaAllah.Rabbim hazırlığımızı yapmış bir şekilde gitmeyi nasip eylesin İnşaAllah.Rabbim c.c razı olsun İnşaAllah...


Konu Başlığı: Ynt: Ölüm
Gönderen: Mehmed. üzerinde 16 Ekim 2016, 10:50:02
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah . Rabbim bizlere hayırlı şekilde yaşayıp hayırlı şekilde ölmeyi nasip eylesin . Rabbim paylaşım için razı olsun.