> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Düşünce > Hakikatin nebevi vasatı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hakikatin nebevi vasatı  (Okunma Sayısı 1682 defa)
27 Temmuz 2012, 12:01:47
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 27 Temmuz 2012, 12:01:47 »



[Fütuhât-ı Medeniyye Yolculuğu] Hakikatin nebevi vasatı: Kaynak, ayna ve ay
Yusuf Kaplan • 80. Sayı / DÜŞÜNCE


İnsan, bağımlı bir varlık. İnsanın tam ve nihai özgürlüğünden söz eden dinler, inançlar ve düşünce sistemleri, sonuçta, çoklukla farkında olmayarak, insanın insanlığını yitirmesine yol açmaktan kendilerini kurtaramazlar. O yüzden, insanın bu ontolojik özelliğini gözardı ederek tam bağımsızlığından sözetmek, önce onun körleşmesine ve köleleşmesine, sonra da körleşen ve köleleşen insanın başka insanları ve başka varlıkları “körleştirmesine” ve “köleleştirmesine” yol açar kaçınılmaz olarak.

İnsanın bağımlılığı, her şeyden önce, ontolojik bir hakikat. Yaratılışı itibariyle de insan bağımlı bir varlık. Bizatihi bu cümlede de gözleneceği gibi, insan yaratılmış, yaratan değil, yaratılan bir varlık.

Varolması, bizatihi kendi iradesi ve eylemi olmayan bir varlığın, tam olarak bağımsızlığından söz etmek, insanı tanımamak ve dolayısıyla yanlış tanımlamak demek.

Öte yandan, insan, yaratılmışların tek bağımsızı. İnsana bahşedilen aklı, iradesi ve ihtiyarı, insanın diğer varlıklara kıyasla, en fazla bağımsız varlık olma özelliğine sahip olmasını mümkün kılıyor.

Ancak insanın bağımsızlığını, mutlak anlamda bağımsızlık olarak algılamak ve zannetmek, insanı, tahmin ve tahayyül bile edemeyeceği büyük felâketlerin eşiğine sürüklemekle sonuçlanıyor. Bireyin kendisini her şey katına yükseltmesi, kaçınılmaz olarak insanın “hiçbirşey”leşmesi sonucunu doğuruyor. İnsanın, mutlak bağımsızlığını ilan etmesi, ona verilen bütün aklî, iradî ve ihtiyarî özelliklerini zorunlu olarak yitirmesine yol açıyor. Bu durum, insanın, başka varlıklar üzerinde hükümranlık kurma arzularını ve hırslarını kışkırtıyor. Sonuçta, insanın sadece kendi varlığını değil, bütün varlıkların varlığını da tehlikeye sokacak yok oluş felâketinin kapılarını sonuna kadar açıyor.

İnsanın yeniden mecrasını bulabilmesi için
Bugün insanlığın modernlikle ve postmodernlikle birlikte yaşadığı 3-4 asırlık macera tam da böylesi bir yokoluş ve yok ediş macerası. Eğer insan, mecrasını yitirmemiş olsaydı, sadece kendisini değil, bütün varlıkları tehlikeye sokacak icraatlara imza atacak ayartıcı ve baştan çıkarıcı bir yokoluş ve yok ediş macerasına soyunmayacaktı.

O halde, insanın mecra’sını yitirmemesi gerekiyor. İnsanın mecrasını yitirmemesinin yegâne yolu da haddini bilmesinden geçiyor. Hem nasıl bir varlık olduğunu bihakkın tanımlayabilmesinden, hem de sınırlılıklarını tanıyabiliyor ve bilebiliyor olmasından...

Bilebildiğimiz yazılı-kayıtlı insanlık tarihinde insana ne olduğunu/haddini, mecrasını ve hattı harekâtının hududlarını/sınırlarını bildiren bir özel varlığa ihtiyacı var insanın. İşte bu özel varlık, peygamber.

Özel varlık olarak peygamberin vazifesi, Allah ile O’nun halifesi olarak yarattığı yaratılan insan arasında aracılık, elçilik yapmak. Peygamber, nebi’dir; yani Allah’tan ve O’nun yarattıklarından haber veriyor bize. Peygamber, Resul’dür, Allah ile yaratılmış arasındaki iletişimi, irtibatı sağlıyor. Allah’ın yarattıklarından taleplerini sunuyor bize.

Elbette ki, peygamberlerin de dereceleri, mertebeleri var. Efendimiz’in (s.a.v) diğer peygamberler arasında özel bir yeri olması, son peygamber olması hasebiyle gayet doğal. Efendimiz’in (s.a.v) bu özel konumu, münhasıran, “âlemlere rahmet olarak gönderilmesi”nde gizli.

Rahmet: Kaynak, ayna ve ay
Burada, “âlem/ler” ve “rahmet” kavramları üzerinde derinlemesine kafa yormak zorundayız. “Rahmet”, hakikatin vücuda gelmesine tavassut eden kaynak demek. Burada kullandığım sözcükleri özenle seçtiğimi hatırlatarak, “rahmet” sıfatını açıklamak için kullandığım “kaynak” sözcüğünün kök-anlamlarıyla birlikte anlaşılması ve anlamlandırılması çabasının bizi oldukça zihin ve ufuk açıcı bir yolculuğa çıkaracağını hatırlatmak isterim.

“Kaynak” sözcüğünü, “ayna” ve hatta “ay” sözcükleriyle birlikte düşündüğümüzde önümüzde uçsuz bucaksız bir keşfedilmemiş ama keşfedilmeyi bekleyen bir kıtanın, bir ummanın açıldığını göreceğiz.

“Rahmet” sıfatıyla tavsif edilen Efendimiz (s.a.v), bütün âlemler için bir “ay” vazifesi görüyor. Karanlıkları aydınlatan bir ışık, daha iyi bir ifadeyle, bir “nur” Efendimiz (s.a.v). “Güneş”/şems, ilâhî bir ışık/ilâhî bir nursa, Efendimiz (s.a.v) de, bu ilâhî ışık’tan/nurdan devşirdiği tohumları meyveye durduran ve yemiş olarak bize sunan bir “ay”.

Nasıl ki, ay olmadan, arzın karanlıklarının aydınlığa dönüşmesi mümkün değilse, Efendimiz (s.a.v) olmadan da, “ilâhî nur”un bize ulaşması, bizi aydınlığa kavuşturması, bize eşyanın isimlerini ve hakikatlerini “hatırlatabilmesi” de mümkün değil. İşte Efendimiz (s.a.v), bize hakikati, yine ayetin delaletiyle, “şahid”, “mübeşşir” ve “nezir” sıfatlarıyla hatırlatıyor.

Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v), aynı zamanda, karanlıklara, zulümlere ve şirke karşı bir şemsiye rolü gören ilâhî güneşin/şemsin koruyup kollayıcı, sarıp sarmalayıcı, kaynak yapıp kanatlandırıcı hakikatlerini bize yansıtan bir “ayna”.

Âlem ve alâmet: Vasat ve vasıta
“Âlem” kavramıyla irtibatlı olarak da şöyle bir tezekkürde bulunabiliriz: Rahmet, bize bütün ilimlerin, alâmetlerin, malumatların mahiyetinin ne olduğunu talim eden bir âlim aynı zamanda. Efendimizin (s.a.v) “rahmet” niteliğiyle ve hususiyetiyle bizi bütün âlemlerden, ilimlerden, alâmetlerden haberdar eden bir vasıta olması sözkonusu. İşte “Hakikat-i Muhammediyye” olgusu Efendimiz’in (s.a.v) hakikatin vasıtası hasebiyle vücut bulan bir rahmet-i ilâhiye.

Efendimiz’i (s.a.v) sadece elçi, aracı, vasıta olarak algılamak, O’nun hayatımızda bir yeri olmadığını zımnen ve fiilen ilan etmek demek. Bu da, kaçınılmaz olarak, bizim hakikatle hakikatsiz bir ilişki kurmaya kalkışmamız demek oluyor.

Oysa bizden istenen şey, hakikatle hakkını vererek, bihakkın ve tahkîkî irtibat kurabilmemiz. Bunun yegâne yolu, Efendimiz’i (s.a.v) emsal olarak idrak edebilmekten geçer.

Din, Medine ve medeniyet
Bir sahih hadiste Efendimiz (s.a.v), kendisini “medinetü’l-ilm/ilmin medinesi” olarak tarif ediyor. İşte bu hadis, Efendimiz’in (s.a.v) bizatihi kendisinin hakikatin medinesi/vasatı olduğunun bir delili. Mekke, dinin hayat bulduğu; Medine, dinin hayat olduğu yer. Artık peygamber gelmeyeceğine göre, dinin hayat sunacağı bir yere ihtiyacı var: İşte o yer, medeniyettir.

Medeniyet, Efendimiz’in (s.a.v) rahmet sıfatının Mekke’de özünü teşekkül ettirdiği, Medine’de söze dökerek, müminlerden biat alarak hayat haline getirdiği ve tohumlarını ektiği hakikat yemişlerinin meyveye durdurulması ameliyesi.

Bu ameliyenin bihakkın yerine getirilebilmesi, ancak Efendimiz’in (s.a.v), münhasıran vahiy sürecinde hayat haline getirdiği vasata, medeniyet sürecinde hayatiyet kazandırabilmekle mümkün. İnsanlar için hayatiyet arz etmeyen bir hayatın, insanlara hayat sunabilmesi ve ruh üfleyebilmesi elbette ki, mümkün değil. Eğer bugün İslam bizim için hayati bir nitelik, hayatiyet arz etmiyorsa, yegâne vazgeçilemezimiz değilse, vazgeçilebilir bir şey haline getirilmişse, bunun yegâne nedeni, medinelerimizin olmaması.

Öyleyse, insanın yitirdiği hakikate yeniden ulaşabilmesi ve yeryüzünü zulümden, şirkten, şiddetten arındırabilmesi, insana hakiki mecrasını buldurabilecek bir hakikat yolculuğu sunulmasıyla olanaklı hale geliyor. İnsana hakikat yolculuğunu sunabilecek yegâne yol, Efendimiz’in (s.a.v) rahmet sıfatının tezahür ettirilebileceği bir hakikat vasatı/medeniyetin tohumlarının ekilebileceği bir medine inşa edebilmekten geçiyor. Onun için Efendimiz’i (s.a.v) hem hakikat kaynağı, hem hakikati yansıtan bir hakikat aynası, hem de hakikatin her tarafı ışıtmasını mümkün kılacak bir hakikat ay’ı olarak idrak edebilmemiz gerekiyor.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hakikatin nebevi vasatı
« Posted on: 29 Mart 2024, 04:50:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hakikatin nebevi vasatı rüya tabiri,Hakikatin nebevi vasatı mekke canlı, Hakikatin nebevi vasatı kabe canlı yayın, Hakikatin nebevi vasatı Üç boyutlu kuran oku Hakikatin nebevi vasatı kuran ı kerim, Hakikatin nebevi vasatı peygamber kıssaları,Hakikatin nebevi vasatı ilitam ders soruları, Hakikatin nebevi vasatıönlisans arapça,
Logged
10 Ocak 2014, 15:10:04
Kader 7/C

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 1.088



« Yanıtla #1 : 10 Ocak 2014, 15:10:04 »

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki,o zamanda dinini muhafaza için sabreden kimse,ateş korunu elinde tutan gibi olacak.? Hadisi Şerif
sözün kastı bu olsa gerek...

herşeye rağmen koru elinde tutabilenlerden olalım inşallah.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Dünya güzel olsaydı,doğarken ağlamazdık...

Yaşarken temiz olsaydık,ölünce yıkanmazdık.
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes